Meşhûr Arap dili âlimi. İsmi Yahyâ bin Ziyâd bin Abdullah bin Mervân ed-Deylemî, künyesi, Ebû Zekeriyyâ’dır. Ferrâ diye bilinir. 144 (m. 761) senesinde Küfe’de doğup, 207 (m. 822) târihinde, Mekke-i mükerremeye giderken vefât etmiştir. Kûfelilerin en büyük nahiv, lügat ve edebiyat âlimi idi. Kays bin Kebî’, Hâzim bin Hüseyn el-Basrî, Ali bin Hamza el-Kisâî, Ebü’l-Ahvâs, Ebû Bekir bin Iyâş gibi âlimlerden istifâde etti. Ondan da Seleme bin Âsim, Muhammed bin Cehm es-Semrî derslerini dinleyip, rivâyetlerde bulunmuştur. Ferrâ aynı zamanda, fıkıh ve kelâm âlimi idi. O Mu’tezile fırkasına hiç meyletmemişti. Büyük Arap dili âlimi Ebû Abbâs Sa’ leb, “Eğer Ferrâ olmasaydı, Arapça olmazdı” diyerek onun Arapçaya yapmış olduğu hizmetleri ifâde etmiştir. Ferrâ, Bağdad’da Me’mûn ile görüşmek istediği bir gün, Sümâme bin Eşres enNümeyrî ile karşılaştı. Sümâme, Me’mûn’ un yanma gidip gelen kimselerdendi. Sümâme, burada Ferrâ ile tanışmasını şöyle anlatır: “Onunla orada oturdum. Lügat bilgisini yokladım, onu deniz gibi buldum. Nahiv bilgisinden sordum, onda da eşine az rastlanır gördüm. Fıkıhtan sordum, âlimlerin ihtilâflarını bilen iyi bir fakîh (fıkıh âlimi) olarak buldum. O, tıb ilmini, Arapların târihlerini, şiirlerini ve muharebelerini ‘de çok iyi biliyordu. Bütün^ bu mevzularda onu imtihan ettikten sonra,” sanıyorum sen Ferrâ’dan başkası değilsin, dedim. O da “Evet ben Ferrâ’yım” dedi. Sonra ben Halife Me’mûn’un yanma girdim. Ferrâ’yı anlattım. Me’mûn, Ferrâ’yı çağırtıp, onunla görüştü. Me’mûn, Ferrâ ile görüşmesi sırasında, ona nahivin (Arapçamn gramerinin) ana kâidelerini ve Araplardan duyduklarını bir araya getirip, yazmasını emretti. Ferrâ’ya bir çok imkânlar verdi. Ona müstakil bir yer tahsis etti. Yanma bütün ihtiyaçlarını temin edecek hizmetçiler gönderdi. Böylece, zihninin başka şeylerle uğraşmamasını, sadece, yazı ile uğraşmasını temin etti. Yanında, kâtipleri vardı. O söylüyor, onlar da yazıyorlardı. Nihâyet bir kaç senede “Hudûd” isimli eserini meydana getirdi. Bu kitabı bitirdikten sonra, “Meânî” adlı eserini yazdırdı. Bu kitabı yazmak için gelenler arasmda, büyük âlimler de vardı. Bu kitabı, Ferrâ’mn yanında bitirinceye kadar yazdılar. Ferrâ, bu kitabı, ders olarak da okuttu. Ferrâ, ikinci defa yazdırmaya başladığı “Meânî” kitabını daha geniş ele almış, yalnız “Hamd” kelimesi için yüz sahifelik bir açıklama yapmıştır. Ferrâ’mn Kitâb-ül-Meânî’yi yazmasının sebebi, şöyle anlatılır. Talebelerinden Ömer bin Bükeyr, Ferrâ’ya bir mektup yazdı. Bu mektubunda dedi ki: “Burada vâlimiz olan Haşan bin Sehl ile irtibatım var. Yanma gidip geliyorum. Bana, Kur’ ân-ı kerîm ile ilgili suâller soruyor. Ben de cevap veremiyorum. Bana mürâcaat edebileceğim bir kitap yazıverirseniz çok iyi olur” dedi. Ferrâ, mektubu okuyunca, talebelerini topladı. Size Kur’ân-ı kerîm ile alâkalı bir kitap yazdıracağım. Ben söyliyeceğim siz yazacaksınız, dedi. Bir gün ta’yin ettiler. O günde bütün talebeleri ve yazmak istiyenler mesdidde toplandı. Ferrâ orada, ezanları okuyan ve aynı zamanda kurrâdan olan birisine “Sen okumaya başla” dedi. Müezzin Fâtiha-i şerîfeyi okudu. Ferrâ da tefsirini yaptı. Bu şekilde Kur’ân-ı kerîmin sonuna kadar, birisi Kur’ân-ı kerîmi okudu, Ferrâ da tefsirini yaptı. Böylece bin yaprak tutan bir tefsîr meydana geldi. Ferrâ, Halife Me’mûn’un isteği üzerine, iki oğluna nahiv (gramer) dersi veriyordu. Yine bir gün Ferrâ dersini vermiş, bir ihtiyâcı için kalkıp gidecekti. Bunu gören Me’ mûn’un iki oğlu, hemen koşup, Ferrâ’mn ayakkabılarını çevirmek istediler. Bu sırada ikisi ben vereceğim diye aralarında münâkaşa ettiler. Nihâyet herbiri nalınlardan birisini vermek üzere anlaştılar. Me’mûn, çocuklarının, Ferrâ’ya ayakkabılarını takdim ettikleri, hattâ bunun için aralarında münâkaşa bile ettikleri haberini aldı. Ferrâ’ya haber gönderip çağırttı. Ferrâ, huzûra girince, Me’mûn J ona: “Zamanımızda’ en üstün kim?” diye sordu. Ferrâ, şimdi makam ve mevkîce sizden daha üstün birisini bilmiyorum” dedi. Bunun üzerine Me’mûn, “Duyduğumuza göre, benim çocuklar, ayakkabılarını Çevirmek için hirbiriyle m ünâkaşa edip, sonunda herbirisi senin bir nalınını takdim etmek üzere anlaşmışlar” dedi. Ferra, mûn’a şöyle cevap verdi: “Ey mü’minlerin emîri! Onları bundan menetmek Jstedim. Ancak, kalblerinin kırılmasından korktum. Ayrıca yapmak istedikleri bir iyiliğe de mâni olmak istemedim. Hem sonra, tbn-i Ü 17. asırda İran’da yapılmış seramik bir şişe. İsUktn ftlimleri Ansiklopedisi 1 7 1 FETH-İ DSUSOLf ” % * & * * * ^ * & # * * « M, ,«, *** / ‘”,& %>* * /v * ; *«* *,.» * v * ,# ‘ i X ‘ V / v :“v – – v ; ’ ‘V ” , – , * 5 * * •S* V >; t ■» , ‘■>’ ■ * .. . v .V. ‘* 0 „ • Wi ‘ İr – – v ? y ^ f i S- * * Irak’ın Nayin şehrinde 10. asrın sonlarında yapılmış olan Büyük CamiVnin kubbesi. Ferrâ’mn çoluk çocuğu Kûfe’de idi. Bir sene boyunca oradan ayrılır, para kazanır. Sene sonunda Kûfe’ye gelir. Orada kırk gün kalır. Çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını te’min eder, tekrar, Kûfe’den ayrılırdı. Ferrâ vefâtma yakın; ömrümün sonuna geldim. Hâlâ “hattâ” kelimesi üzerinde sorum var. Çünkü bu kelime hem cer, hem ref ve hem de nasb işlerini yapıyor, demiştir. Ibn-i Enbârî “Ferrâ’nm Arapçadaki ilmi, sözü bu hususta uzatmaya ihtiyaç bırakmıyacak kadar meşhûrdur.” Ferrâ’mn eserleri: Dört cildden meydana gelen bir tefsiri vardır. Arapçaya hâkim olduğundan, tefsirinde bu hususiyet açık bir şekilde görülm ektedir. Bu tefsirin bir n ü sh ası İstanbul’da Stileymaniye Kütüphânesi’nde mevcuttur. Diğer eserleri; “El-Maksûr, ve’lMemdûd”, “El-meânî”, Buna “Meân-ilKur’ân” denir. El-Müzekker ve’l-Müennes, “El-lügât”, “El-Fâhir”, “El-Cem’ ve’tTesniye fîl-Kur’ân”, “El-Hudûd”, “Müşkiîül-Lugâ” “el-Vâv”dır. Abbâs (r.a.) Resûlullah efendimizin torunları Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin’in bineklerine binmeleri için üzengileri tutunca, oradan birisi, sen onlara mı hizmet ediyorsun, halbuki sen onlardan yaşça daha büyüksün, deyince, Ibn-i Abbâs (r.a.), ona: “Sus öyle söyleme. Fazilet sâhibirtin faziletini, fazilet ehli bilir. Sen bilmezsin” demiştir. Me’mûn, Ferrâ’dan bu sözleri dinleyince, “Eğer sen benim çocukları, ayakkabılarını sana vermelerinden alıkoysaydm, seni kınayacak ve azarlayacaktım. Onların sana karşı yaptıkları bu hürmetleri onların kıymetini düşürmez, aksine şereflerini artırıp, asâletlerini ifâde eder. Kişi, her bakımdan büyük de olsa, şu üç kimseye karşı büyük olamaz. Bunlar; sultan, baba ve hoca, insanın bu üçüne tevâzu göstermesi gerekir. Ben, sana yaptıkları hürmetten dolayı onlara yirmi bin dinâr verdim. Sana da, onlan güzel terbiye ettiğinden dolayı on bin dinâr veriyorum” dedi. Ferrâ, tevâzu sâhibi bir zât idi. Yine zamanın meşhûr âlimlerinden Kisâî’ye çok hürmet ederdi. Halbuki, Kisâî’den, nahiv (Arapça gramer) ilminde daha âlim idi. Hattâ, Seleme bin Âsim, “Ferrâ’nm, âlim olduğu halde Kisâî’ye hürmet göstermesine şaşıyorum” demiştir. Ferrâ, kendisinden bir şey öğrenmek istiyenlere faydalı olmak için, evi tarafında bulunan mescidde otururdu. Ferrâ, iki kitabı dışında bütün kitaplarını ezberden yazdırmıştır. Bu iki kitabı, “Yafiî ve Yefeâ” ve “Mülâzım” dır. ikisi beş
FERRÂ
24
Nis