Yüce Allâh, Hz. Âdem’i yaratınca, ona «Haydi, Meleklerden şurada oturanların yanlarına git de, onlara selâm ver ve senin selâmını nasıl aldıklarını işit.
Çünki, bu, hem senin, hem de, senden sonra gelecek zürriyetin için selâmlaşma örneği olacaktır!» dedi.
Bunun üzerine, Hz. Âdem, Meleklere (Esselâmü aleyküm = selâm olsun sizlere. Kazâdan, belâdan selâmette kalasınız!) diye selâm verdi.
Onlar da (Esselâmü aleyke ve rahmetullâh = Allâhın selâm ve rahmeti sana da olsun!) diyerek ve selâmlarına (ve Rahmetullâh) ı katarak karşılık verdüer (7).
Selâm’ın Üstün ve Sevaplı Şekilleri :
Peygamberimiz, otururken, bir zat gelip (Esselâmü aleyküm) diyerek selâm verdi.
Peygamberimiz, selâmım alınca, oturdu.
Peygamberimiz, onun hakkında «On hasene ve sevap kazandı!» dedi.
Başka bir zât geldi. (Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh) diyerek selâm verdi.
Peygamberimiz, selâmım alınca, o da, oturdu.
Peygamberimiz, onun hakkında «Yirmi hasene ve sevap kazandı!» dedi.
Daha sonra, başka bir zât geldi. (Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh) diyerek selâm verdi.
Peygamberimiz, onun da, selâmını aldı.
Adam, oturunca, Peygamberimiz, onun hakkında «Otuz hasene ve sevap kazandı!» dedi (8).
Adamcağız, selâm vermeden kalkıp gidince, Peygamberimiz «Arkadaşınız, ne çabuk unuttu?
Herhangi biriniz, bir meclise girince, selâm versin.
Eğer, oturmak gerekirse, otursun.
Kalkıp gideceği zaman da, yine selâm versin.
Çünki, önceki selâm, verilmeye, sonrakinden daha lâyık değildir. (9)
Peygamberimiz, bir gün, amcası Hz. Abbas’m evine gitti ve (Esselâmü aleyküm)… diyerek selâm verdi.
Onlar da (Ve aleykesselâmü ve rahmetullâhi ve berekâtüh!) diyerek Peygamberimizin selâmım aldılar.
Peygamberimiz, onlara «Nasıl sabahladınız?» diye sordu. «Hayırla sabahladık, Allah’a hamd ederiz. Baba ve analarım a Sana Yâ Resûlallâh! Sen, nasıl sabahladın?» dediler.
Peygamberimiz «Hayırla sabahladım, Allâh’a hamd ederim!
Hz. Ömer’in bildirdiğine göre : Hz. Ebû Bekir, bir gün, bir ceı na. uğramış, onlara (Esselâmü aleykiim!) diyerek selâm vern la (Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh!) demişler.
Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir (Esselâmü aleyküm ve rahmeti
iş.
Onlar da (Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!] selâm almca, Hz. Ebû Bekir «Bu gün, halk, selâm faziletinde bi n geldiler!» demiştir (11).
Selâmı Verecek ve Alacak Olanlar :
İslâm Selâmlaşma âdâbma göre :
binitli bulunan, yaya olana,
yaya olan, oturana,
az, çoğa, (12)
küçük olan, büyük olana,
geçip gitmekte olan, oturana.
, selâm verir (13).
Selâm alanm da, veren gibi, ecri, vardır.
Selâm almayana bir şey yoktur (14).
tki yaya bir araya geldikleri zaman, onlardan, selâm vermeli anan, üstünlüğü sağlamış olur (15).
Peygamberimiz «İnsanların, Allah yanında en makbûl olanları ince verenlerdir.» buyurmuştur. (Ebû Dâvud-Sünen, c. 2, s. 64
Selâm Verme ve Almanın Hükmü :
Selâm vermek, Nafile bir ibâdettir.
Verilen selâmı almak ise, Farzdır (16).
Kötülerin Üs Çeşidi :
Abdullah b. Amr b. As’dan rivâyet edildiğine göre :
Asıl yalancı : Yemin ederken yalan söyleyen,
Asıl pinti : Selâmlaşmakta pintilik eden,
Asıl hırsız : Namazdan çalandır! (17).
ölülere Verilecek Selâm Şekli:
Ebû Cüreyyi’l-hüceymî der ki : «Peygamber Aleyhisselâmm yanma gittim. (Aleykesselâmü Yâ Resûlallâh!) dedim.
Bana (Aleykesselâm!) deme.
Çünki, Aleykesselâm, ölülere verilen selâm şeklidir!) buyurdu.» (Ebû Dâvud – Sünen, c. 2, s. 644).
Selâmı Tahsis Etmenin Doğru Olmadığı:
Bir cemâat içinden birisim seçip selâmlamak, Mekruh’dur ve Kıyâ-met’in alâmetlerindendir (18).
Selâmın Kimlere Verilmeyeceği:
içki mübtelâsına, kumar oynayana… selâm verilmez (19).
Peygamberimizin Kadınlan Selâmlaması :
Peygamberimiz, kadmlara elini eğerek selâm verirdi (20). Peygamberimiz, bir gün, yıkanırken, Hz. Ummehânî gelmiş ve eve girince, selâm vermişti.
Peygamberimiz «Kimdir o?» diye sordu.
O da «Ummehânî!» dedi.
Peygamberimiz «Merhaba = hoş geldin!» diyerek onun selâmma karşılık verdi (21).
Peygamberimiz, kızı Hz. Fâtıma gelince de «Hoş geldin kızım!» der, sonra da, onu, sağma veya soluna oturturdu (22).
Allaha Karşı Korunmuş Olan Kimseler :
Ebû Ümâme’nin Peygamberimizden rivayet ettiği bir Hadîse göre :
uç kişi vardır ki, onların herbiri Allaha ‘karşı korunmuştur.
Yaşarsa, muhtaç olmaz, ölürse, Cennete girer.
1) Evine Selâm vererek giren kişi, Allâh’a karşı korunmuştur.
2) Mescide giden kişi, Allâh’a karşı korunmuştur.
3) Allâh yolunda cihada çıkan kişi, Allâh’a karşı korunmuştu! Buhârî – Edebülmüfred, s. 281, Ebû Dâvud – Sünen, c. 2, s. 7).
Esâsen, evlerine girerlerken selâm vermeleri, Müslümanlara Kur’ ı-ı Kerîm’le de, emr edilmiştir. (Nûr: 61) Allâh’m ve Resûlünün emir “inde hikmetler vardır.
Enes b. Mâlik der ki : «Resûlullâh, bana (Evlâdım! Ev halkının ya-ıa gireceğin zaman, selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun!) yurdu.» (Tirmizî – Sünen, c. 5, s. 59)
Gayr-i Müslimlerin Selâmlarının Nasıl Alınacağı :
Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsîlerden selâm verenlerin selânu (ve ykiim!) diyerek alınır (23).
Ehl-i Kitap tarafından verilen selâmların alınması, Kur’ân-ı Kerîm’le, emr edümiştir (Nisâ: 86).
Müslümanların Birbirlerindeki Haklan :
Peygamberimiz, Müslümanm, Müslüman üzerinde beş hakkı vardır.» iği zaman,
«Nedir onlar?» diye soruldu.
«1) Karşılaştığında ona selâm ver!
2) Seni dâvet ettiği zaman, dâvetine icâbet et !
3) öğütlemeni isteyince, öğütle!
4) Aksırdığı ve hamd ettiği zaman (Yerhamükâllâh!) de!
5) >. Hastalanınca, onu yokla ve öldüğü zaman da, ona sahip çık!» trdu. (24)
En Hayırlı Amel :
Adamın birisi : «Yâ Resûlallâh! İslâm haslet ve amellerinin hayır-angisidir?» diye sordu.
Peygamberimiz : «Yemek yedirmen, tanıdığına, tanımadığına selâm ediniz buyurdu (25).
Musâfaha :
Eshâb-ı kiramdan Berâ’ b. Âzib’e göre : Mii’min kardeşiyle selâmlaşmak, Musâfaha ile tamamlanır (26).
/Musâfaha; iki kişinin, esenleşmek için, birbirlerinin açılmış ellerini uzatıp tutuşmalarına denir (27).
Enes b. Mâlik der ki : «(Yâ Resûlallâh! Bazımız, bazımıza hürmeten eğilebilir mi?» dedik.
(Hayır!) dedi.
(Bazımız, bazımızın boynuna sanlabilir mi?) dedik.
Hayır! Fakat, Musâfaha ediniz, birbirinizin ellerini tutunuz!)» dedi (28).
Ebû Dâvud’ül’Ensârî der ki : «Bir gün, Berâ’ b. Âzib’e rastlamıştım. Bana, selâm verdi. Elimi tutup yüzüme güldü ve (Sana, niçin böyle yaptım büiyor musun?) diye sordu.
(Bilmiyorum. Fakat, senin her yaptığm şeyde hayırdan başka bir şey görmem!) dedim.
Bunun üzerine : (Resûlullâh da, bana rastlayınca, sana yapmış olduğumun tıpkısını bana yapmış ve niçin böyle yaptığını benden sormuştu.
Ben de, senin şimdi bana söylemiş olduğun gibi, söylemiştim. Resûlullâh da : (Müslümanlardan ikisi karşılaşır da, birisi, öbür arkadaşına selâm verir ve elini tutarak Musâfaha yaparsa, Yüce Allâh, onları, daha birbirlerinden ayrılmadan önce, yarhğar!) buyurmuşlardı, dedi» (29).
Katâde, Enes b. Mâlike : («Eshâb-ı kiram, birbirleriyle Musâfaha ederler miydi?) diye sordum. (Evet!) dedi» der.
Hammâd b. Zeyd, iki elini uzatarak Musâfaha yapardı (30). Çocuklarla Musâfaha, onların başlan sığanmak ve kendilerine (Bâ-rekâllâhü fîke!) diye düa edümek suretiyle, yapüır (31).
îslâmda ilk Musâfahayı, Yemen’den Medine’ye geldikleri zaman, Yemenliler yapmış, Peygamberimiz, onlar hakkında, «Onlar, sizden daha yufka yüreklidirler!» demişti (32).
Musâfaha :
Eshâb-ı kiramdan Berâ’ b. Âzib’e göre : Mii’min kardeşiyle selâmlaşmak, Musâfaha ile tamamlanır (26).
/Musâfaha; iki kişinin, esenleşmek için, birbirlerinin açılmış ellerini uzatıp tutuşmalarına denir (27).
Enes b. Mâlik der ki : «(Yâ Resûlallâh! Bazımız, bazımıza hürmeten eğilebilir mi?» dedik.
(Hayır!) dedi.
(Bazımız, bazımızın boynuna sanlabilir mi?) dedik.
Hayır! Fakat, Musâfaha ediniz, birbirinizin ellerini tutunuz!)» dedi (28).
Ebû Dâvud’ül’Ensârî der ki : «Bir gün, Berâ’ b. Âzib’e rastlamıştım. Bana, selâm verdi. Elimi tutup yüzüme güldü ve (Sana, niçin böyle yaptım büiyor musun?) diye sordu.
(Bilmiyorum. Fakat, senin her yaptığm şeyde hayırdan başka bir şey görmem!) dedim.
Bunun üzerine : (Resûlullâh da, bana rastlayınca, sana yapmış olduğumun tıpkısını bana yapmış ve niçin böyle yaptığını benden sormuştu.
Ben de, senin şimdi bana söylemiş olduğun gibi, söylemiştim. Resûlullâh da : (Müslümanlardan ikisi karşılaşır da, birisi, öbür arkadaşına selâm verir ve elini tutarak Musâfaha yaparsa, Yüce Allâh, onları, daha birbirlerinden ayrılmadan önce, yarhğar!) buyurmuşlardı, dedi» (29).
Katâde, Enes b. Mâlike : («Eshâb-ı kiram, birbirleriyle Musâfaha ederler miydi?) diye sordum. (Evet!) dedi» der.
Hammâd b. Zeyd, iki elini uzatarak Musâfaha yapardı (30). Çocuklarla Musâfaha, onların başlan sığanmak ve kendilerine (Bâ-rekâllâhü fîke!) diye düa edümek suretiyle, yapüır (31).
îslâmda ilk Musâfahayı, Yemen’den Medine’ye geldikleri zaman, Yemenliler yapmış, Peygamberimiz, onlar hakkında, «Onlar, sizden daha yufka yüreklidirler!» demişti (32).
Kiram, Peygamberimizin ellerini ö Hz. Ali, Amucası Hz. Abbas’m elini öpmüştü Cafer, b. Ebî Tâlip, Habeş ülkesinden Meo »amberimiz de, onun iki gözünün arasım öp.
ürkeklerin, kadınlarla musâfaha etmeleri, el ‘eygamberimiz, bey’at alırken büe, onlardan memiştir (36).
•. Âişe, bu hususta : «Vallâhi, Resullâh’m eli, î, avucuna değmemiştir!» der (37).
Hazreç kabilesinden Berâ’ b. Ma’rur, Ensâr’ın Reislerinden (1) ve 12 Nakîbinden birisi idi.
Akabe’de Peygamberimize bey’at edilirken kalkıp Allâh’a hamd-ti seıjâ ettikten sonra «Hamd olsun O Allâh’a ki, bizi Muhammed’le şereflendirdi ve sevgili kıldı.
Biz, Allâh’a ve Resûliine dâvet edilenlerin âhiri, bu dâvete icâbet edenlerin ise, ilkiyiz.
Allâh’ın ve Resûlünün dâvetine icâbet ettik. İşittik ve itâat ettik.
Ey Evs ve Hazreç cemâati! Allâh, sizi Dîni ile şereflendirdi. Eğer, dinleyip itâat etmeyi ve yardımlaşmayı memnuniyetle kabullendinizse, Allâh’a ve Resûliine itâat ediniz!» demişti.
Blltttn Müsliimanlar, BeytUlmakdis’e doğru Namaz kılarlarken, Berâ’ b. Ma’rur, namazlarını Kâbe’ye yönelerek kılardı (2).
Ensârdan Kâ’b b. Mâlik der ki : «Kavmimizin müşrik olan hacılariy-le birlikte Medine’den yola çıktık. Büyüğümüz ve başkanımız, seferleri-misde yöneticimiz olan Berâ’ b. Mâ’rur da, yanımızda idi (3).
Zulhilleyfe’de bulunduğumuz sırada (4), Berâ’ b. Mâ’rur, bize : (Ey şu kişiler! Vallâhi, benim bir görüşüm, bir düşüncem var ki, onun üzerinde bana muvafakat eder misiniz, yahut etmez misiniz bümiyorum?) dedi (5).
Ona : (Nedir bu görüş?) diye sorduk (6).Berâ’ : (Ben, gu Beyt’i, Kâbe’yi arkamda bırakmayıp On karşı na-ız kılmayı uygun görüyorum,) dedi (7).
Biz : (Vallâhi, Peygamberimizden bize erişen, ancak, namazın Şam’a fru yönelinerek kılmacağıdır.
Biz, O’na aykın hareket etmek istemeyiz!) dedik.
Berâ’ : (Ben, namazımı Kâbe’ye doğru kılacağım!) dedi.
Ona : (Fakat, biz, böyle yapmayız!) dedik.
Namaz vakti olunca, biz, namazlarımızı Şam’a doğru yönelerek kıldık.
O da, namazım Kâbe’ye doğru yönelerek küdı (8).
Biz, onu, yaptığı şeyden dolayı ayıplamakta ve kınamakta idik.
O ise, bizim Kıblemize uymaktan kaçınmakta, ancak, Kâbe’ye doğru naz kılmakta idi.
Nihayet, Mekke’ye geldik.
Mekke’ye gelince, Berâ’ b. Mâ’rur, bana : (Ey kardeşimin oğlu! Bi-Resûlullâh Aleyhisselâm’a götür. Şu yolculuğum sırasında yaptığım
i O’na bir sorayım.
Vallâhi, size aykın olarak yaptığım şey hakkında içime şüphe düş-) dedi.
Birlikte gittik. Resûlullâh Aleyhisselâmı sorduk. Kendisini, bundan e Hiç görmemiştik. Tanımıyorduk (9).
Ebtah’da (10), Mekkelilerden bir adama rastladık. Resûlullâh’ı, on-. sorduk.
Adam, bize : (O’nu tanıyor musunuz?) diye sordu.
(Hayır!) dedik.
(O’nun amucası Abbas b. Abdulmuttalib’i tanıyor musunuz?) diye lu.
(Evet!) dedik.
Çünki, biz, Abbas’ı tanıyorduk. Ticaretçi olarak yanımıza gelip git-rten geri kalmazdı. –
Adam : (Mescid-i haram’a giriniz. Aradığınız o zât, şimdi orada Abla birlikte oturuyordur.) dedi.
Sonra da : «Ey Âdem oğulları! işte, ölüleriniz hakkmda tutacağınız yol, bu!» dediler (15).
Cenâze Namazının Kılınışı :
Cenâze Namazı; Abdestli olarak, ayakta, Kıbleye karşı dönülerek, rüküşüz, sücudsuz, dört defa Tekbir alınmak sûretiyle kılınır.
İmam, Cenazeye karşı, cemâat de, İmamın arkasında iki veya üç saf olurlar (16).
İmam ve cemâat, ellerini kulaklarına kadar kaldırarak Tekbir alıp ellerini bağlarlar.
İçlerinden (Sübhâneke…) okurlar.
Eller, kaldırılmaksızın İmamın açıktan aldığı ikinci Tekbir’e cemâat içinden iştirak eder ve (Allahümme salli ve bârik.. ) Sala vatlarını okurlar.
üçüncü Tekbir alınınca :
- Allâh ümmağf ir lihayyinâ ve meyyitinâ ve sağîyrinâ ve kebîrinâ ve zekerinâ ve ünsânâ ve şâhidinâ ve gaibinâ.
Allâhümme men ahyeytehû minnâ fe ahyihî alel’ İslâm ve men te-veffeytehû minnâ ve teveffehû alel îmân.
Allâhümme lâ tahrimnâ ecrehû ve lâ tudillenâ ba’deh!
Allah’ım! Bizim dirimizi, ölümüzü, küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi. kadınımızı, burada bulunanımızı, bulunmayanımızı yarlığa!
Allâh’ım! Sen, bizden kimi yaşatırsan, Müslüman olarak yaşat! Sen, bizden kimi öldürürsen, Mü’min olarak öldür!» (17).
Allâh’ım! Bizi, bu ölünün ecrinden mahrum etme ve onun ardından bizi azdırma!» denilerek düa edilir.
Dördüncü Tekbir alınınca, İmamla birlikte evvelâ sağ tarafa, sonra da, sol tarafa selâm verilir.
Cenâze Namazma iştirâk edene bir Kırat, defin esnâsmda da, bulunana iki Kırat Sevab verüir ki, her Kırat, Uhud dağı büyüklüğünde ve ağırlığmdadır.
Onâze giderken, hürmeten, ayağa kalkılır.
Cenâze, sesler ve mes’alelerle tâkıb edilmez (18).
Ibn-i Abbas’a göre : Cenazeye düa olarak Fâtiha sûresini okumak < sünnettendir. (Tirmizî – Sünen, c. 3, s. 346).
Cenâze, kabre konulurken «Bismillâh ve billâhi ve alâ millet-i Res lillâhi! = Allah’ın ismi ve Resûlullâh’ın Dîni üzere.» denilir (19).
Peygamberimizin Cenâze Namazlarım Kıldırması :
Ebû Said-i Hudri’nin büdirdiğine göre : Peygamberimiz, Medine’y geldikten sonra, Miislümanlardan herhangi birisi ölüm döşeğine düşünce Peygamberimize gidip haber verirler, O da, gelir, ölünceye kadar hastanın yanında bulunur, Allâh’dan mağfiret diler ve defn edilinceye kadar orada kalırdı.
Bunun, Peygamberimize zahmet ve meşakkat vereceğinden korktukları için, basta vefât etmedikçe, haber vermemeyi aralarında kararlaştırdılar.
Bunun üzerine, hasta vefât edince, haber verirler, Peygamberimiz de, gelip onun Cenâze Namazını kılar, Allâh’dan yarhğanmasım diler, isterse, döner gider, isterse, defn edilinceye kadar orada kalırdı.
Daha sonra, Cenâzeyi, Peygamberimizin evinin yanma kadar getirip haber vermeyi ve Cenâze Namazım Peygamberimize orada kıldırmayı uy-^un gördüler.
Müslümanlar, ölülerini getirip Namazlarım orada kıldırmayı âdet dinince, orası, (Cenâze Namazı Mahalli) oldu (20).
kaynaklar :
(7) Buhârî – Sahih, c. 7, s. 125, Edebürmüfred, s. 254, Müslim – Sahih, c. 8, s. 149.
(8) Buhârî – ‘Edebüfmüfred, s. 256, Ebû Dâvırd – Sünen, c. 6, s. 41.
(9) Buhârî – Edebülmüfred, s. 256.
ibn-i Mâce – Sünen, c. 2, s. 1222-1223.
Buhârî – Edebülmüfred, s. 256.
Buhârî – Edebülmüfred, s. 257 – 258, Ahmed b. Han’bel – Musned, c. 3, s. 44^ Buhârl • Edebülmüfred, s. 259, Sahih c. 7, s. 127-128.
Ahmed b. Hanbel – Müsned, c. 3, s. 444.
Buhârî – Edebülmüfred, s. 258.
Buhârî • Edebülmüfred, s. 268.
(17) Buhârî – Edebülmüfred s. 268.
(18) Buhârî – Edebülmüfred, s. 270.
(19) Buhârî – Edebülmüfred, s. 263.
(20) Buhârî – Edebülmüfred, s. 260.
(21) Buhârî – Edebülmüfred, s. 269, Sahih, c. 7, s. 110.
122) Buhârî – Edebülmüfred, s. 266, Sahih, c. 7, s. 141, Müsllm-Sa>fr!h, c. 7, 8. 142.
3uhârî – Edebülmüfred, s. 283, 284, İbnji Mâce – Sünen, c. 2, s. 1219. îuhârî – Edebülmüfred, s. 257, Müslim – Sahih, c. 7, s. 3.
Juhprî – Edebülmüfred, s. 270, Sahih, c. 1, s. 9, c. 7, s. 128, Müslim – Sahih- r. i ° 7, Ebû Dâvud – S/ifvon o –
(26) Buhârî – Edebülmüfred, s. 251.
(27) Asım Efendi – Kamus tercemesl, c. 1, s. 920.
(28) Ibn-i Mâce • Sünen, c. 2, s. 1220.
(29) Ahmed b. Hanbel – Müsned, c. 4, s. 289.
(30) Buhârî – Sahih, s. 7, s. 136.
(31) Buhârî – Edebülmüfred, s. 251, 252.
(32) Buhârî – Edebülmüfred, s. 251, Ahmed b. Hanbel • Müsned, c. 3, s. 212.