DENİZLER VE OKYANUSLAR

DENİZLER VE OKYANUSLARDENİZLER VE OKYANUSLAR

Denizler ve okyanuslar tuzlu suların tamamını oluşturur. Bu sular dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 71’ini kaplar ve Dünya Okyanusu adıyla anılır. Denizler ve okyanuslar, gezegenimizin iklim dengesi ve ekonomik faaliyetler alanında temel rolü oynadığı gibi, gitgide insanlığın maden ve enerji rezervi olarak kendini göstermektedir.
DENİZ SUYU

Deniz sularının ve okyanusların kökenini açıklayan çeşitli varsayımlar ileri sürüldü. Bugün kabul edilen varsayıma göre, söz konusu su kitlesi, dünya soğudukça oluşmaya başlayan kayaçla-rın (bunlar esas olarak hidratlı silikatlardır) açığa çıkardığı su buharıyla meydana geldi. Gaz halinde açığa çıkan su, sıcaklığın düşmesine bağlı olarak, daha sonra yağmur halinde yer yüzeyine düştü ve sonuçta ilk okyanusu oluşturdu. Dünya yüzeyinde bu su örtüsünün meydana gelmesinin günümüzden 3,8 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülüyor; çünkü deniz ortamında oluşan en eski tortul kayaç 3,8 milyar yaşındadır (Grönland’ın batısında bulundu). Okyanusların günümüzdeki su hacmine kavuşmaları için geçen zamanı hesaplamak zor olmakla birlikte, yapılan jeolojik incelemeler sonucu kıtaların iç kesimlerinin hiçbir zaman derin okyanusların suyuyla kaplanmadığı ortaya çıktığından, okyanuslardaki su hacminin, bugün sahip oldukları su hacminin hiçbir zaman üstüne çıkmadığı anlaşılıyor.

Denizlerin su düzeylerindeki değişmeler

Okyanusların su düzeyinin, jeolojik zamanlar boyunca farklılıklar gösterdiği bilinmekle birlikte, deniz sularının kıtaları zaman zaman basarak iç kesimlerine ilerlemesinin, okyanusların su hacminde meydana gelen hacim değişmelerinden ileri gelmediği, bu olayların büyük tektonik alt üst oluşlar (jeolojik levhaların uğradığı tektonik değişimler) sonucu ortaya çıktığı düşünülüyor. Mesela Tebeşir devrinde (Kretase) meydana gelmiş olan önemli miktardaki tortul tabakalar, bu devirde okyanusların kıtaların içine büyük ölçüde ilerlediğini kanıtlar; deniz suyu düzeyinin 85 milyon yıl önce, bugünkü düzeyiden 300 ile 500 m daha yüksek, okyanusların kapladığı alanm da kıtalara oranla daha büyük olması gerektiği düşünülüyor. Gerçekten de okyanus tabanlarının ortalama yaşı fazla yüksek olmadığından, okyanus havzalarının
derinliği o dönemde şimdi olduğundan daha azdı; bu durum, ı niz suyunun hacminin değişmediği varsayılırsa, okyanusların ] ralara neden taştığını açıklar. Buna göre, genel olarak suların ! ralara yayılmasına neden olan şey, suyu taşıyan çanakta mey na gelmiş olan değişmelerdir (bu değişme Tebeşir devrinde de önemsiz büyüklükte olmuştur).

Okyanusların bugünkü genel düzeyine erişmesi çok yakın rihlere rastlar; buna bağlı olarak, kıtaların bugünkü kıyı şekill bundan yaklaşık 5000 yıl önce, Würm adı verilen son buzul < neminin sona ermesinin ardından meydana gelen tufanla be lendi.

DENİZLERİN VE OKYANUSLARIN KAPLADIĞI ALAN VE DAĞILIMI

Denizlerin ve okyanusların dünya üzerinde kapladığı alan topl; 361 300 000 km ’dir; buna karşılık karaların kapladığı alansa 1 700 000 km2’dir. «Karalar Yarıküresi» adı verilen Kuzey Yarıkü ’de denizler ve okyanuslar, dünya yüzeyinin yüzde 61’ini oluş rur; buna karşılık «Denizler Yarıküresi» adı verilen güney yarıl rede bu oran yüzde 81’dir.

100° doğu boylamı ile 80° batı boylamı arasında kalan yarıl re ele alındığında, bu alanın 9/10’unu okyanusların kapladığı; rülür. Bu alan, ekvatorun kuzeyine doğru genişleyerek yeryü; nün yarısını kaplayan Pasifik Okyanusu’nu merkez alan yarıl redir. Kürenin diğer yarısı, kıtasal alanların hemen hemen tan mını biraraya getirir.

Okyanusiann ve denizlerin varlığı

Kıtaların arasına yerleşmiş okyanusların, muazzam bir a. kaplamasına karşılık, denizler, okyanusların, kıtaların kıyılarır yer alan küçük parçalarıdır.

Okyanuslar. Kıtaların yeryüzünde çift çift yer almış olm; Dünya Okyanusu’nun üç büyük okyanusa ayrılmasına yol aç.

Pasifik Okyanusu. Okyanusların en genişi olan bu okyan gezegenimizin üçte birinden fazlasını kaplar. Ortalama deril ğiyle en derin yerleri, diğer okyanuslarınkinden daha fazlaı Dünya okyanusunun hacim olarak içerdiği suyun yarısından fi lasına sahiptir.

Atlantik Okyanusu. Batıda Amerika’dan, doğuda Avrupa; ve Afrika’ya kadar enlemesine uzanır; Kuzey Buz Denizi, bu c yanusa bağlanır.

Hint Okyanusu. Okyanusların en küçüğüdür, esas olarak { ney yarımkürede yer alır.

Bu üç okyanus güneye doğru, Rusların Güney Buz Okyanı (Denizi) adını verdikleri, Antarktika kıtasını bütünüyle saran < nizde birbiriyle birleşir. Dolayısıyla üç büyük okyanusun güne deki sınırları itibarîdir:

– Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu, Ateş Toprağı’ı güney ucuyla Antarktika Yarımadasını birleştiren 67° 16′ B boylamıyla ayrılır.

-Atlantik Okyanusu ile Hint Okyanusu, İğne Burnu’nungüı yinden geçen 20° Batı boylamı doğrultusunda birbiriyle birleş:

– Hint Okyanusu ile Pasifik Okyanusu, Endonezya Takımac sı’mn Torres Boğazı’na, daha güneyde de Tasmanya’nm güne ne bağlayan 146° 55′ Doğu boylamının oluşturduğu çizgiyle t birinden ayrılır.

Denizler. Okyanusların sınırlarında yer alan denizleri, kıta rın kıyı çizgileri belirler. Denizlerin sınır çizgileri doğal sınır olabileceği gibi (adalar, kıta kıyıları), itibarî sınırlar da olabilir. C yanuslara açılma derecelerine göre, kıyı denizleriyle bağlantılı c nizler birbirinden ayrılır.

Kıyı denizleri. Okyanuslara geniş olarak açılan bu denizi yarımadalarla, adalarla veya büyük derinliklerle sınırlanır. Bu c nizler arasında okyanus derinliklerine ulaşanlar olduğu gibi (Nı
AKDENİZ

Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının arasında yer alan Akdeniz, Avrup ile Afrika arasında batı doğu doğrultusunda 3 800 km boyunca uzamı Bu deniz, neredeyse bir iç denizdir: İspanya ile Fas arasında uzanan ko lu, 15 km genişliğinde ve 350 m derinliğinde Cebelitank Boğazı’yla ok yanusa bağlanır. Akdeniz, bir iç deniz olsaydı, buradaki buharlaşm yağmurlarla veya nehirlerle gelen su miktarından daha yüksek olduğı için, yüzeyi giderek alçalacaktı. Akdeniz’in yetersiz hidrolojik bilanço su, daha az tuzlu ve daha soğuk Atlantik sularının sürekli olarak bu de nize karışmasıyla dengelenir. Sicilya-Tunus Boğazı Batı Akdeniz il Doğu Akdeniz’i birbirinden ayırır. Daha derin olan Doğu Akdeniz (Yu nanistan açıklarında derinlik 5 121 m’ye ulaşır) kenar denizlerle çevril miştir (Adriyatik, Ege, Karadeniz).
Deniz feneri. Bu deniz bekçisi, okyanusiann öfkesi karşısında çok aciz görünüyor.
Dünya, «Mavi Gezegen». Dünyanın yaklaşık dörtte üçü sularla kaplıdır.
İÇİNDEKİLER

DENÎZ SUYU DENİZLERİN VE OKYANUSLARIN KAPLADIĞI ALAN VE DAĞILIMI DENİZ DlBl YÜZEY ŞEKİLLERİ OKYANUSLARIN KÖKENİ DENİZ ORTAMININ FlZÎKÎ ÖZELLİKLERİ OKYANUSLARDA YAŞAM İNSAN VE DENlZ

Okyanus Yüzey Hacim Derinlik
106 km3 oran (%) 106knıs oran (%) ortalama azami
Pasifik Okyanusu 178,7 49,5 707,1 52,8 3 957 m 11 033 m (Mariana ç.)
Atlantik Okyanusu (K. Buz Den. dahil’ 106,4 29,5 346,8 25,9 3 256 m 9 209 m (Porto Riko çukuru)
Hint Okyanusu 76,2 21 284,6 21,3 3 736 m 7 450 m (Cava çukuru)
Dünya 361,3 100 1338,5 100 3 704 m 11 033 m
Bu tablo okyanusların biçimlerine göre düzenlenmiş istatistiklerden yararlanılarak hazırlanmış), her üç okyanusun Kuzey Buz Denizi’ndeki uzantılan da tabloya dahil edilmiştir.

veç Denizi, Umman Denizi, Mercan Denizi), kıyı denizleri de vardır. Bu sonuncular, kıta sahanlıkları üstünde yer alır, dolayısıyla derinlikleri 200 m’yi geçmez (Manş Denizi, Kuzey Denizi, Sarı Deniz). Bu denizlerin tümü, komşu bulundukları okyanusun hidrolojisinden büyük ölçüde etkilenir.

Bağlantılı denizler. Bu denizler, aynı kıtaya ait topraklarla çevrilmiştir (Baltık Denizi, Basra Körfezi, Hudson Körfezi) ve kıta içi veya arası deniz (Akdeniz, Kızıl Deniz) olarak nitelenir. Birinciler, bütünüyle kıta sahanlıklarında yer alır, buna karşılık dünya kabuğunun kırıkları boyunca yer alan İkinciler büyük derinliklere ulaşır.

Bağlantılı denizlerin tamamı, bir boğazla okyanusa bağlanır (Mesela Akdeniz’deki Cebelitarık Boğazı). Hidrolojik karakterleri, komşu oldukları okyanustan farklı özellikler gösterir ve kendilerini çevreleyen kıta karasının büyük ölçüde etkisi altındadırlar.

DENİZ DİBİ YÜZEY ŞEKİLLERİ

Son otuz kırk yıl içinde denizlerin dipleri ve bunların kökeni hakkındaki bilgilerimiz hatırı sayılır bir gelişme gösterdi. Henüz tam olarak bilinmeyen bu muazzam alanlarda yapılan uluslararası bilimsel araştırmalarda elde edilen sonuçlar araştırmacıların hizmetine sunulan büyük olanaklar sayesinde gerçekleşti. Bu araştırmacılar, mesela Amerikalıların Glomar Chatlenger gemisiyle, 1985’ten beri de Joides Resolution’la gerçekleştirdikleri uluslararası bilimsel kampanyalar düzenledi.

Yeni araştırma teknikleri (ültrason yöntemleriyle yapılan sondajlar, derinlerde delme yapma ve örnek alma, sismik yansıma ve kırılmalardan yararlanma, manyetik araştırma olanakları, batiskaflar…), okyanusların belirli kesimlerinde ayrıntılı gözlemler yapma olanağı sağladı. Okyanus dipleri henüz bütünüyle tanınmamakla birlikte, bundan böyle deniz dibi dünyasının nesnel bir tasvirinin yapılması ve bu konuda tutarlı bir açıklama getirilmesi olanağı doğmuştur.

Deniz dibi yüzey şekillerinin çeşitleri. Alabildiğine çeşitlilik ve büyük iniş çıkışlar gösteren su altı tabanları, iki büyük alan olarak farklılaşır: denizlerin ve okyanusların kıta kenarlarına taştığı alan; büyük derinliklere rastladığımız, okyanus havzaları.

Kıta kenarlan. Kıtaların çevresinde, derinliği fazla olmayan (genellikle 200 m), uzaklara doğru tatlı bir eğimle inen ve kıtaların doğal uzantısını oluşturan sahanlıklar yer alır. Bu sahanlıklar, denizlerin ve kıtaların yüzölçümünün yüzde 15’ini oluşturur. Genişliğiyse büyük farklılıklar gösterir. Ortalama 70 m olan bu genişlik, sert engebeli kıta kıyılarında birkaç kilometre genişliğinde bir şerit halini alabildiği gibi (Güney Amerika’nın Pasifik kıyısı), bunun tersine, yer şekilleri engebeli olmayan kıta kıyılarında yüzlerce kilometre uzanabilir (Kuzeybatı Avrupa, Arjantin). Bu kıta sahanlığı veya ön kıta, uzaklarda az veya çok diklikte bir inişle sınırlanır (ortalama % 4’lük bir eğim); bu inişten sonra 3 000 m’yi aşan derinliklere ulaşılır. Buna kıta eğimi adı verilir. Kıta eğimi, duruma göre, büyük okyanus derinliklerine, çok yumuşak bir eğimle doğrudan ulaşır (bu, Atlantik Okyanusu kıyılarında görülen tipik durumdur); veya okyanus derinliklerinden, derinlik rekorları kıran dar çukurlarla ayrılır (okyanusların en derin yeri, Pasifik Okyanusu’ndaki, 11 000 m’yi aşan Mariana Çukuru’dur). Bu çukurlar, kıta eğiminden başlayarak, genellikle fazla geniş olmayan kıta sahanlığına dik olarak
uzanır. Buysa, Pasifik Okyanusu kıyılarında görülen tipik bir durumdur.

Okyanusların derin dip kesimleri. Okyanusların derin dip kesimleri, kıta sahanlıklarının ötesinde oluşmaya başlar ve aynı zamanda hem geniş tekdüze alanlar, hem engebeli bölümler içerir. En engebeli bölümler, düz veya kıvrımlı yamaçlar halinde göz alabildiğine uzanan çukur ovalardır. Bunların en derin olduğu yerler 5 000 ile 6 000 m’ye ulaşır.

Az veya çok konik biçimde deniz dibi dağlarının yer yer engebeler oluşturduğu bu büyük okyanus havzaları, süreklilik göstermeyen çıkıntılı engebelerle çevrilmiştir. Engebelerin en fazla süreklilik ve en kayda değer olanları, gerçek birer sıradağ oluşturan ve çukur ovaların üstüde 2 000 ile 2 500 m yüksekliklere ulaşan orta okyanus sırtının oluşturduğu çizgidir.

Engebelerin bütünü, 60 000 km uzunluğunda, bütün okyanusları kat eden bir çizgi oluşturur. Bu çizgi Kuzey Buz Denizi’nden başlayıp Atlantik, Hint ve Pasifik okyanuslarını kat ederek Kaliforniya Körfezi’ne kadar uzanır. Atlantik Okyanusu’nun profili, bu çizginin, okyanusu diklemesine iki dizi simetrik biçime ayırdığını gösterir; eksenel çukurun her iki yanında, çizgiye paralel dağ sıralan, çukur havzalar, bunların ötesinde de kıtaların hafif veya dik inişli sahanlıkları yer alır.

Deniz diplerinin jeolojik oluşumu

Kıta alanları ve okyanus alanları, yer kabuğunun farklı özellikler gösteren iki ayrı yapısını ortaya koyar.

Kıta kabuğu, tortul katmanların altında, silis bakımından zengin, özgül ağırlığı nispeten az (ortalama 2,7-2,8 g/cm3 değerleri arasında) kristal yapıda kayaçlardan oluşur. Genel olarak 10 ile 40 km arasında bir derinliğe sahip olan bu kıta kabuğu, «bazalt» katman adı verilen, özgül ağırlığı daha fazla (2,8-2,9 g/cm3 arasında) bir iç katmana sahiptir. Bu katman aslında, altında bulunduğu üst katmanın örtüsünden gelen, içinde bazalt damarlarının yer yer bulunduğu kristalleşmiş bir platformdur.

Okyanus kabuğuysa çok daha incedir. Ortalama kalınlığı 6 ile 7 km arasındadır, ince tortul katmanların altında bazaldar bulunur ki bunlar derine inildikçe yerini, bütünüyle kristalleşmiş (gabrolar ve peridotider), yer yer dimdik fırlamış bazalt damarlarıyla kaplı magma özellikli kayaçlara bırakır. Bu okyanus kabuğunun yapısı, kıta kabuğuna oranla, daha çok magnezyum içerir; buna karşılık silis bakımından daha yoksuldur. Dolayısıyla özgül ağırlığı kıta kabuğununkinden daha yüksektir (ortalama 3).

Bir okyanus havzasının dibinde bugüne kadar kıta kabuğuna rasdanmamıştır. Kıta kabuğu ile okyanus kabuğunun üst örtüsünü birbirinden ayıran jeofizik bir süreksizliktir. Mohorovicic süreksizliği veya kısaca «moho» adı verilen bu süreksizlik, söz konusu kıta kabuğu ile okyanus kabuğunun üst örtüsünü birbirinden ayırır. Mohonun derinliği büyük değişkenlikler gösterir: okyanusların altında 4 ilâ 10 km olan bu derinlik, kıta kabuğunun altında 20 ilâ 70 km’yi bulur. Üst örtünün, ültrabazik adı verilen kayaçlardan (çok miktarda magnezyum içeren, olivin ve piroksenden oluşan kayaçlar) oluştuğu düşünülmektedir. Bu kayaçların özgül ağırlığı yüksektir (3,3). 100 km derinliğe doğru, sıcaklığın ve basıncın artmasıyla, üst örtünün mekanik davranışında değişiklik meydana gelir ve plastik hale dönüşür: bu, sert litosfer tabakasının (kabuk ve üst örtü bütünü) üstünde yüzdüğü astenosfer tabakasıdır.
AYRICA BAKINIZ

—► IB.ANSLI Akdeniz

—► Kffia Arktıka —► |M| Atlantik —*• H1 Hint C !c..ir. .

—*- IB.ANSLI Pasifik C < 1’____
«Kara duman»

orta kesimlerinde yer a z:ı kaynaklan dışan suiL-_.=,.r î. rengi oluşturan bu sS.’ r: ‘
Dünya ’nın hipsometrik eç~s. S

ile 6 000 m derinliğe s=~ r £~J yaygınlığını, bunun fe’s ■= z;~ ~ diplerin istisnai oze <rî s • r olduğunu gösterir Kıta oluşturan bölgeler (0 “s ZZZ – Sı okyanus diplerinin ger *£ ~ bölgelerine oranla fartr – ;;r=’ kıtalann deniz altında .ss’ .:r~ görünümündedir

Okyanus Yüzey Hacim Derinlik
106 km3 oran (%) 106kms oran (%) ortalama azami
Pasifik Okyanusu 178,7 49,5 707,1 52,8 3 957 m 11 033 m (Mariana ç.)
Adantik Okyanusu (K. Buz Den. dahil’ 106,4 29,5 346,8 25,9 3 256 m 9 209 m (Porto Riko çukuru)
Hint Okyanusu 76,2 21 284,6 21,3 3 736 m 7 450 ra (Cava çukuru)
Dünya 361,3 100 1338,5 100 3 704 m 11 033 m

Bu tablo okyanusların biçimlerine göre düzenlenmiş istatistiklerden yararlanılarak hazırlanmış), her üç okyanusun Kuzey Buz Denizi’ndeki uzantılan da tabloya dahil edilmiştir.
veç Denizi, Umman Denizi, Mercan Denizi), kıyı denizleri de vardır. Bu sonuncular, kıta sahanlıkları üstünde yer alır, dolayısıyla derinlikleri 200 m’yi geçmez (Manş Denizi, Kuzey Denizi, Sarı Deniz). Bu denizlerin tümü, komşu bulundukları okyanusun hidrolojisinden büyük ölçüde etkilenir.

Bağlantılı denizler. Bu denizler, aynı kıtaya ait topraklarla çevrilmiştir (Baltık Denizi, Basra Körfezi, Hudson Körfezi) ve kıta içi veya arası deniz (Akdeniz, Kızıl Deniz) olarak nitelenir. Birinciler, bütünüyle kıta sahanlıklarında yer alır, buna karşılık dünya kabuğunun kırıkları boyunca yer alan İkinciler büyük derinliklere ulaşır.

Bağlantılı denizlerin tamamı, bir boğazla okyanusa bağlanır (Mesela Akdeniz’deki Cebelitarık Boğazı). Hidrolojik karakterleri, komşu oldukları okyanustan farklı özellikler gösterir ve kendilerini çevreleyen kıta karasının büyük ölçüde etkisi altındadırlar.

DENİZ DİBİ YÜZEY ŞEKİLLERİ

Son otuz kırk yıl içinde denizlerin dipleri ve bunların kökeni hakkındaki bilgilerimiz hatırı sayılır bir gelişme gösterdi. Henüz tam olarak bilinmeyen bu muazzam alanlarda yapılan uluslararası bilimsel araştırmalarda elde edilen sonuçlar araştırmacıların hizmetine sunulan büyük olanaklar sayesinde gerçekleşti. Bu araştırmacılar, mesela Amerikalıların Glomar Chatlenger gemisiyle, 1985’ten beri de Joides Resolution’ln gerçekleştirdikleri uluslararası bilimsel kampanyalar düzenledi.

Yeni araştırma teknikleri (ültrason yöntemleriyle yapılan sondajlar, derinlerde delme yapma ve ömek alma, sismik yansıma ve kırılmalardan yararlanma, manyetik araştırma olanakları, batiskaflar…), okyanusların belirli kesimlerinde ayrıntılı gözlemler yapma olanağı sağladı. Okyanus dipleri henüz bütünüyle tanınmamakla birlikte, bundan böyle deniz dibi dünyasının nesnel bir tasvirinin yapılması ve bu konuda tutarlı bir açıklama getirilmesi olanağı doğmuştur.

Deniz dibi yüzey şekillerinin çeşitleri. Alabildiğine çeşitlilik ve büyük iniş çıkışlar gösteren su altı tabanları, iki büyük alan olarak farklılaşır: denizlerin ve okyanusların kıta kenarlarına taştığı alan; büyük derinliklere rastladığımız, okyanus havzaları.

Kıta kenarlan. Kıtaların çevresinde, derinliği fazla olmayan (genellikle 200 m), uzaklara doğru tatlı bir eğimle inen ve kıtaların doğal uzantısını oluşturan sahanlıklar yer alır. Bu sahanlıklar, denizlerin ve kıtaların yüzölçümünün yüzde 15’ini oluşturur. Genişliğiyse büyük farklılıklar gösterir. Ortalama 70 m olan bu genişlik, sert engebeli kıta kıyılarında birkaç kilometre genişliğinde bir şerit halini alabildiği gibi (Güney Amerika’nın Pasifik kıyısı), bunun tersine, yer şekilleri engebeli olmayan kıta kıyılarında yüzlerce kilometre uzanabilir (Kuzeybatı Avrupa, Arjantin). Bu kıta sahanlığı veya ön kıta, uzaklarda az veya çok diklikte bir inişle sınırlanır (ortalama % 4’lük bir eğim); bu inişten sonra 3 000 m’yi aşan derinliklere ulaşılır. Buna kıta eğimi adı verilir. Kıta eğimi, duruma göre, büyük okyanus derinliklerine, çok yumuşak bir eğimle doğrudan ulaşır (bu, Atlantik Okyanusu kıyılarında görülen tipik durumdur); veya okyanus derinliklerinden, derinlik rekorları kıran dar çukurlarla ayrılır (okyanusların en derin yeri, Pasifik Okyanusu’ndaki, 11 000 m’yi aşan Mariana Çukuru’dur). Bu çukurlar, kıta eğiminden başlayarak, genellikle fazla geniş olmayan kıta sahanlığına dik olarak
uzanır. Buysa, Pasifik Okyanusu kıyılarında görülen tipik bir durumdur.

Okyanusiann derin dip kesimleri. Okyanusların derin dip kesimleri, kıta sahanlıklarının ötesinde oluşmaya başlar ve aynı zamanda hem geniş tekdüze alanlar, hem engebeli bölümler içerir. En engebeli bölümler, düz veya kıvrımlı yamaçlar halinde göz alabildiğine uzanan çukur ovalardır. Bunların en derin olduğu yerler 5 000 ile 6 000 m’ye ulaşır.

Az veya çok konik biçimde deniz dibi dağlarının yer yer engebeler oluşturduğu bu büyük okyanus havzaları, süreklilik göstermeyen çıkıntılı engebelerle çevrilmiştir. Engebelerin en fazla süreklilik ve en kayda değer olanları, gerçek birer sıradağ oluşturan ve çukur ovaların üstüde 2 000 ile 2 500 m yüksekliklere ulaşan orta okyanus sırtının oluşturduğu çizgidir.

Engebelerin bütünü, 60 000 km uzunluğunda, bütün okyanusları kat eden bir çizgi oluşturur. Bu çizgi Kuzey Buz Denizi’nden başlayıp Atlantik, Hint ve Pasifik okyanuslarını kat ederek Kaliforniya Körfezi’ne kadar uzanır. Atlantik Okyanusu’nun profili, bu çizginin, okyanusu diklemesine iki dizi simetrik biçime ayırdığını gösterir; eksenel çukurun her iki yanında, çizgiye paralel dağ sıralan, çukur havzalar, bunların ötesinde de kıtaların hafif veya dik inişli sahanlıkları yer alır.

Deniz diplerinin jeolojik oluşumu

Kıta alanları ve okyanus alanları, yer kabuğunun farklı özellikler gösteren iki ayrı yapısını ortaya koyar.

Kıta kabuğu, tortul katmanların altında, silis bakımından zengin, özgül ağırlığı nispeten az (ortalama 2,7-2,8 g/cm3 değerleri arasında) kristal yapıda kayaçlardan oluşur. Genel olarak 10 ile 40 km arasında bir derinliğe sahip olan bu kıta kabuğu, «bazalt» katman adı verilen, özgül ağırlığı daha fazla (2,8-2,9 g/cm3 arasında) bir iç katmana sahiptir. Bu katman aslında, altında bulunduğu üst katmanın örtüsünden gelen, içinde bazalt damarlarının yer yer bulunduğu kristalleşmiş bir platformdur.

Okyanus kabuğuysa çok daha incedir. Ortalama kalınlığı 6 ile 7 km arasındadır, ince tortul katmanların altında bazaltlar bulunur ki bunlar derine inildikçe yerini, bütünüyle kristalleşmiş (gabrolar ve peridotitler), yer yer dimdik fırlamış bazalt damarlarıyla kaplı magma özellikli kayaçlara bırakır. Bu okyanus kabuğunun yapısı, kıta kabuğuna oranla, daha çok magnezyum içerir; buna karşılık silis bakımından daha yoksuldur. Dolayısıyla özgül ağırlığı kıta kabuğununkinden daha yüksektir (ortalama 3).

Bir okyanus havzasının dibinde bugüne kadar kıta kabuğuna rastlanmamıştır. Kıta kabuğu ile okyanus kabuğunun üst örtüsünü birbirinden ayıran jeofizik bir süreksizliktir. Mohorovicic süreksizliği veya kısaca «moho» adı verilen bu süreksizlik, söz konusu kıta kabuğu ile okyanus kabuğunun üst örtüsünü birbirinden ayırır. Mohonun derinliği büyük değişkenlikler gösterir: okyanusların altında 4 ilâ 10 km olan bu derinlik, kıta kabuğunun altında 20 ilâ 70 km’yi bulur. Üst örtünün, ültrabazik adı verilen kayaçlardan (çok miktarda magnezyum içeren, olivin ve piroksenden oluşan kayaçlar) oluştuğu düşünülmektedir. Bu kayaçların özgül ağırlığı yüksektir (3,3). 100 km derinliğe doğru, sıcaklığın ve basıncın artmasıyla, üst örtünün mekanik davranışında değişiklik meydana gelir ve plastik hale dönüşür: bu, sert litosfer tabakasının (kabuk ve üst örtü bütünü) üstünde yüzdüğü astenosfer tabakasıdır.
AYRICA BAKİNE

– MSI Akdeniz

– mm Arktıka

– [MI Atlantik

– MM Hint Ckys- —v –

■ iB.ANSu Pasifik C – ‘ – _ _
«Kara duman.. on>£”_î £ ~ ^ orta kesimlerinde, sr £ £ ■ r. 2 kaynaklan dışan su- ..£ £* 5. rengi oluşturan bu s*,*_* r:
Dünya ’nın hipsometrik eç-s i

ile 6 000 m derinliğe s= “ : £ £ * J yaygınlığını, bunun te.’s *r ■ diplerin istisnai özel, %s’s s’ r olduğunu gösterir. Kıta s?’:-‘ ; oluşturan bölgeler (0 s2ZZ~ıı okyanus diplerinin ger »£ £-bölgelerine oranla fa’k ■’ kıtalann deniz altında s=s:jn görünümündedir.

ANAHTAR KELİMELER

Aşıtı avlanma: deniz diplerindeki ,-ivvan varlığının çok aşırı boyutlardı işletilmesi; bu durum türlerin .<en.dıni yenilemesini engeller. Bentos: denizlerin ve okyanusların uranlannda hareketsiz veya hare-< olarak yaşayan canlı varlıkların T-müne verilen ad.

Boşaltım akıntısı: bir denizle buna .<3mşu okyanus arasında meydana plen su akıntısı.

Buzullu östatizm: kutup buzları-r_n erimesi yüzünden buz dağlarının ruyümesine veya küçülmesine bağlı alarak denizlerin düzeyinde meydana gelen genel değişme.

Çekilme: deniz sulannın yüzeyinde görülen genel alçalma.

Dalga: açıklarda esen rüzgârların yol açtığı, deniz yüzeyinde meydana gelen düzenli çalkantı hareketi. Bir dalga, dalga boyuyla (birbirini izleyen iki dalganın tepe noktası arasındaki mesafe), periyoduyla (birbirini izleyen iki tepe noktasının geçici arasındaki süre) ve yükseldiğiyle tepe noktası ile dip noktası arasındaki dikey mesafe) belirginleşir. Derin deniz düzlüğü: okyanusların tabanında yer alan, tortul tabakaların birikmesiyle meydana gelmiş düz yüzey.

Gelgit alanı: kıyılarda, denizin kabarma çizgisi ile alçalma çizgisi arasında yer alan kıyı alanı.
Yastıklavlar (pillow-Java). Okyanus kabuğu esas olarak bazalt kökenli lavlardan oluşmuştur. Bunlar okyanus sırtları düzeyinde ortaya çıkmıştır.
AYRICA BAKINIZ

► GÖM! levha tektoniği
OKYANUSLARIN KÖKENİ

Okyanus kabuğunun sürekli yenilenmesi, okyanus ortası rift çizginin ekseni boyunca meydana gelir, Burada, örtüyü meydana getiren füzyon halindeki kayaçlar yukarı doğru hareket eder; buysa litosfer tabakasının incelmesine ve yüzeyinin şişmesine yol açar.

Yüzlerce kilometre genişliği olan bu şişme, okyanus çizgisini oluşturur. Bu çizgi boyunca örtüden gelen bazaltlar yayılma halindedir. Bu mağma yükselmeleri, soğuduğunda okyanus kabuğuyla bütünleşir; kabuk dalma-batma yoluyla sürekli kendini yeniler ve örtünün altındaki konveksiyon akımlarının etkisiyle birbirinden uzaklaşan iki sal gibi bölünür. Okyanus kabuğunun kendini yenilemesi (veya dalma-batma oranı) eşitsiz hızlarda gerçekleşir. Bu oran Kuzey Atlantik sut çizgisinde 2 cm/yıl, Güneybatı Pasifik’teyse 18 cm/yıl’dır. Aynı sırt çizgisi boyunca ve bu çizgiye dik olarak, dönüştürücü adı verilen faylar bulunur. Bunlar bu çizgiyi keser, kopukluklar meydana getirir; okyanusların dibini gösteren haritalarda bu faylar kırık çizgi biçiminde gösterilir.

Okyanus kabuğunun bütünü üzerinde yapılan incelemeler ve

368
bunların üzerinde oluşan tortul tabakaların tarihlenmesi, okyanu kabuğunun, riftten uzaklaşıldığı ölçüde, zaman içinde daha eski ye gittiğini göstermiştir. Ayrılan okyanus kabuğu zamanla soğu yarak kalınlaşır, dolayısıyla özgül ağırlığı da artar. Okyanus taba ranın en yaşlı bölümünün (Batı Pasifik) yalnızca 190 milyon yaşır

ANAHTAR KEI

Gelgit yüksekliği :

del dem 7’ r_ ^ r ^ _ : hali arasmeş k. ı Hidrosfer veya saicn yüzündeki s’_-ET- ‘ _r (deniz ve r , = ■ „ : sular, atmasf;” – ~ i Karşı akıntı: – ı -. de oluşan

Kıyı akıntısı: 1İ_:lü lamasına \ s Kıta kenan ‘ –

yer alan ve ■ . bağlayan bc.jr – ~ taşküre levha 5_ ~ -1 da kıta karuiı.” ı ft na geçtiği sz.zt ■ ± n (okyanus kar-_î_r.-r ma çukun: r: “ -: ~i diye ikiye ayr_-Felagos: – =.

içinde özgürü . ı :i.ı ların tüm un t i

Plaser: der_z_ı:ii a railer bulunur. _: ~ _ q Plankton:

zer dururr * i r —rj deniz mı km ırr.ı-: Sığ deniz: \ ~

lığının dış ker^r =ra (200 m cur.” • ızj bölgesi.

Termoklin: . _ri. m

lanyla. der.”.. ■ _-;.r.

ha soğuk sular. r_-a ara tabak2

Yükselme: rı-r^erı genel yükselce
Okyanus diplerinin i

çelişkili gelmek: s z – , engebeli bölge’sr diplerindeki çıfc *z.ısr. Derin okyanus f-‘-‘f’ ı oluşturduğu çerz^ş z -okyanus sulan ^ z ~zi uzunluğunda gs’-:e~ dünyayı çevrelcjS- z-\. boyunca uzamı * _ zei Hawaii’de görj z z ulaşan tepeler, 5 “C ~: okyanus tabam Sszl-z~ <ı
da olduğu saptanmıştır ki bu sürenin, dünyanın yaşına oranla (4,6 milyar yıl) çok düşük olduğu görülür. Buna, mesela Adantik Ok-yanusu’nun iki yanında yer alan kıta platformlannın oluşturduğu çizginin birbirini tamamladığı da düşünülecek olursa, triyasın son-lanndan başlayarak tek kıtanın parçalara ayrılarak bu parçaların birbirinden uzaklaşmasına yol açan olayın, okyanus tabanının (sea-floor spreading) genişleyerek yavaş yavaş açılması olduğu anlaşılır. Alfred Wegener’in 1915’te kıtaların sapma yaptığı düşüncesi sonradan düzeltilmiştir. Wegener’e göre kıta kabuğu, litosfer plakaları üzerinde bulunmakta, bu plakalar da astenosfer üzerinde hareket etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, kıta içi denizler, eski okyanusların kalıntılarıdır ve giderek yok olmaktadır (Akdeniz) veya oluşmasını sürdüren ön-okyanuslardır (Kızıldeniz).

Dünya yuvarlağının genişlemediği düşünülürse, okyanus kabuğunun sırt çizgileri boyunca uğradığı birikerek yükselme olayı, bu kabuğun, üst örtünün altına dönmesiyle karşılanabilir. Bu durum Pasifik Okyanusu’nda gözlenir. Pasifik Okyanusu’nun genişlemekte olan kabuğu, farklı plakalar üstüne oturan Amerika ve Asya kıtalarının kıta kabuklarına doğru ilerlemektedir; daha yoğun olan okyanus kabu-
ğu, görece olarak hafif olan kıta kabuğunun altına, Benioff Düzlemi adı verilen bir eğik düzlem boyunca girme eğilimi göstermekte, buna bağlı olarak da buralarda derin deprem bölgeleri yaratmaktadır. Okyanus kabuğunun sözü edilen dalma-batma bölgelerinin diklemesine inen yerlerinde büyük çukurlara rasdanmaktadır.

Okyanus kıyılarında iki ayrı kıyı biçimi görülür:

– Pasifik tipi kıyılar. Bunlar sismik ve volkanik bakımdan aktif kıyılardır. Bir okyanus kabuğunun bir kıta kabuğunun altına dalma-batması bu kıyılarda meydana gelir. Dalma-batma çukurları bu kıyılara bağlanır. Kıtalardan kıyı denizleriyle ayrılan ada dizilerinde de (Kuriller, Japonya…) bu bakımdan etkin kıyılara rasdanır.

-Atlantik tipi kıyılar. Bu kıyılarda, genişleme halindeki okyanus kabuğu, kıta kabuğunu hep aynı yönde iter; her iki kabuk aynı litosfer plakası üstünde bulunur; etkin olmayan bu kıyılarda çukur görülmez.

Okyanus diplerinin genişlemesi teorisine göre okyanusların bugünkü konumu, hâlâ süregiden çok uzun bir tarihin yalnızca bir anıdır. Bu teori aynca, büyük sualtı engebeler bütününün varlığım, kıta kıyıları ile okyanus derinlikleri arasında temel bir farklılık buluduğunu anlamamızı da sağlar.
AYRICA BAM

– IMBB bu.’___’ T- 1

– ma der_z cS-r.z

*• IB.ANSU demz£İiL-i-

► fEÂNsE gelgü

– EânE kıyiir

► IOnsS OŞIZ.Z2ZIZ

► İPnsG siklerdir :

DENİZ BUZLARI

Deniz suyu donma noktasına ulaştığında (tuzluluk derecesi

10 g/l olduğunda -0,6 °C sıcaklıkta; 35 g/l olduğunda -1,9 °C sıcaklıkta) buz kristalleri oluşmaya başlar. Bu kristallerin arasında tuzun büyük bir bölümü yer alır: deniz buzu, saf buzla tuzdan oluşmuştur.

Sıcaklığın giderek düşmesiyle önce, yüzen buz kristalleri oluşur; daha sonra yuvarlak küçük buz parçaları bir araya gelir.

Bankiz, deniz düzeyini örten birkaç metre kalınlığında buz tabakasıdır: bu tabakanın üstünde yer yer buzlaşmamış boşluklara rastlanır. Süreklilik gösteren bankizleri (kutup buzlan), geçici kış buzlanmalanndan ayırt etmek gerekir. En yaygın olduğu durumda bankiz, 40 600 000 km ’lik bir alanı kaplar.

Deniz akıntılarıyla orta enlemlere kadar (NewYork, Montevideo) taşınan buzdağîarı, buz tutmuş tatlısu kütleleridir. Bunlar, kıtalardaki buzullardan kopup okyanusa gelen buz kütleleridir.
Antarktika’da bankiz. Sıcaklığı -20 C’rıin altına düştüğünde deniz suyu donar. Buz plakalan, kenarlan kalkık tabakalar halinde birbirine yapışarak kalınlığı 1 ilâ 2 m arasında bankizler oluşturur. Bununla birlikte bu buz tabakası rüzgânn etkisiyle kınlır, içinde gemilerin geçebileceği küçük kanallar ve buz tutmamış boşluklar (buz geçitleri) oluşur.
DENİZ ORTAMININ FİZİKÎ ÖZELLİKLERİ

Okyanusların suyu, dünya yüzeyinde var olan su hacminin yüzde 96,5’ini oluşturur. Sürekli bir çevrim içinde birbirine bağlanan denizlerin suyuyla karalardaki bu sulara hidrosfer adı verilir. Hidrosferi oluşturan bu iki su kaynağı arasında sürekli bir değişim söz konusudur ve bu değişim atmosfer aracılığıyla gerçekleşir.

Okyanus ile atmosfer arasında meydana gelen değişimler

Dünya, yüzeyinin yaklaşık üçte birinde atmosferin hareketli alçak tabakalarıyla ve oşinosferle temas halindedir: bu çok büyük temas alanında hava ile okyanus arasında üç farklı türde değişim meydana gelir.

Isı alışverişi.Okyanus yılda ortalama 80 Kcal/cm2 kilokalori güneş ışını alır ve bu ışınları yüzlerce metre derinliğe kadar soğurur. Bu da alınan bu kalorilerin eşdeğer bir dilime yayılmasını sağlar.

Soğurulan bu ısının yayılımım, denizin sürekli hareketliliği de kolaylaştım. Bu ısı deniz yüzeyinin altındaki ilk metrelerde en yüksek değerdedir (denizin ilk üç buçuk metrelik derinliğinin oluşturduğu tabaka, atmosferin ısısından daha yüksek ısıya sahiptir). Su ağır ağır ısınır, çünkü suyun özgül ısısı toprağınkinin iki katı, havanınkinin de dört katıdır. Ağır ağır toplanan bu ısı, böylelikle okyanuslarda depo edilir. Okyanusların ışınımsal bilançosu, enlemin artmasına bağlı olarak artmakla birlikte, her zaman artı değerde kalır.

Işımayla meydana gelen ısı değişimlerine, hava ile su arasındaki sıcaklık farklarına bağlı olarak meydana gelen ısı taşıma yoluyla yapılan değişimler de eklenir. Genel kural olarak deniz havadan daha sıcaktır ki bu durum havanın kararsızlığım artıran bir olgudur. Denizin havadan daha soğuk olduğu durumlarda, hava bu görece soğuk yüzeyle temas ederek istikrar bulur ve iki ortam arasındaki değişimler kısa sürede durur.

Bunların dışında deniz suyunun buharlaşmasıyla meydana gelen değişimler, okyanuslardaki ısı kaybının mekanizmasını oluşturur. Buharlaşma, atmosferin sıcaklığı, su sıcaklığının 0,3 °C altında düşünce ve hava su bakımından doymamış durumda olduğunda, yani nisbî nem oram yüzde 100’e ulaşmadığı zaman hemen gerçekleşmeye başlar. Bu buharlaşma, okyanuslardan, yılda 1 m değerine eşit bir su «dilimini» eksiltir. Bu eksilme, güneş ışınlarım en uzun süre alan ve gelen ışınlarla deniz yüzeyinin oluşturduğu açının en geniş olduğu tropikal bölgelerde en yüksek değerine ulaşır. Diğer yandan buharlaşma, suyun yüzeyinden, belirli miktarda buharlaşma ısısının alınmasını (1 g su için 585 kalori) gerektirir ki bu ısı, su buharına gizil ısı biçiminde eklenir. Bu olgu, deniz suyu yüzeyinin buharlaşma sonucu soğumasım açıklar. Suyun böylelikle hal değiştirmesi belirli bir enerji aktarımının gerçekleşmesini sağlar; çünkü buharlaşma sırasında gizil ısı açığa çıkar ve havanın sıcaklığının yükselmesine katkıda bulunur.

Meydana gelen bu farklı ısı değişimleri sonucu okyanusların sıcaklığında yıl boyunca az bir farklılaşma görülür. Alınan yüksek miktarda güneş ışınlarım, okyanus sularının sahip olduğu yüksek miktarda özgül ısı, duyarlı ısı (ısı iletme yoluyla oluşur) ve gizil ısı (buharlaşma-yoğunlaşmayla oluşur) karşılar. Okyanuslar, hava kitlelerini kışın ısıtan, yazın da soğutan dev bir termostat işlevi görür.

Su alışverişi. Bu tür değişimler, ısı değişimleri sonucu ortaya çıkar. Okyanuslar ile atmosfer arasında tadı su değişimi, buharlaşma yoluyla su alınmasını içerir. Eksilen su miktarı yoğunlaşma ve yağışlarla karşılanır. Bu atmosfer olayları, okyanus yüzeyinde veya kıta yüzeyinde doğrudan meydana gelir. Oluşan suların okyanuslara dönmesi yerüstü ve yeraltı sularının akıntılarıyla sağlanır. Bu su alışverişlerinin bilançosu, ekvator bölgsesinin dışında kalan düşük enlemlerde buharlaşmanın daha az olması dolayısıyla eksik kalır; buna karşılık 35 °C’nin üstünde ve ekvator bölgesinde fazlalık gösterir.

Mekanik alışveriş. Çok önemli olan bu değişimler de yine okyanuslar ile atmosfer arasında gerçekleşir.

Okyanuslardan atmosfere doğru. Mekanik enerjiye dönüşen ısı aktarımı, atmosferde görülen harekederin bazılarını açıklar: aşağıdan ısınan hava yukarı çıkma eğilimindedir. Bundan başka, okyanusların üstündeki nem yüklü hava, kuru havadan daha hafiftir, buysa nemli havanın hareket etmesini elverişli kılar. Bu mekanizmalar, tropikal bölgede yüksek basınç merkezlerinin oluşma-
sında etkili olur; aşırı sıcaklığa ulaşmış bir okyanusun üstünde yükseklik farklarının neden olduğu ayrılma eğilimi ve hava tabakalarının kuvvede burgaçlanması sonucu ortaya çıkan harekedi-lik, yükselen ve burgaçlanan hava sütunlarının oluşmasım açıklar.

Atmosferden okyanuslara doğru. Havanın hareketi, okyanus düzeyinin harekediliğine yol açar. Meydana gelen çalkalanmalar ve genel akıntılar, atmosferdeki dolaşımı andıran hareketlerdir. Su yüzeyinin rüzgârların etkisiyle çalkalanması ısı alışverişini artırır.

Okyanus ile atmosfer arasında meydana gelen alışverişlerin sonuçlan

Yüzey sıcaklıklarının dağılımı. Okyanusların yüzeyindeki sıcaklıklar, derin bölümlerdeki sıcaklıklardan daha değişkendir. Bu değişkenliği belirleyen de yüzeyin aldığı güneş ışınımının miktarı ve hava ile su yüzeyi arasında meydana gelen diğer alışverişlerdir. Okyanusların ortalama sıcaklıkları yüzeyde 17,54 °C’dir. Bu sıcaklık Pasifik Okyanusu’nda en üst derecesine ulaşır (19,37 °C). Kabaca düşünülecek olursa, okyanuslardaki eşsıcaklık eğrileri (izoterm), enlemlerin oluşturduğu bölgelere bağlı kalır. Düşük enlemlerde yıllık sıcaklık ortalamaları 20 ile 27 °C arasında kalırken, bu ortalamalar 75 0 ile 80 ° enlemleri arasında kalan bölgelerde -1 ile -1,8 °C arasında düzenli bir düşme gösterir ki bu sıcaklık deniz suyunun donma noktasının biraz üstünde bir değerdir.

Sıcaklıkların dağılımındaki uyumsuzluklara okyanus kıyılarında rastlamr:

– düşük enlemlerde, okyanusların doğu kıyıları daha soğuktur; bu durum, alize rüzgârlarının etkisiyle yüzeye çıkan dip sularından ileri gelir;

– orta enlemlerde, okyanusların doğu kıyıları daha ılıktır; bu durum, batı rüzgârlarının etkisiyle tropikal kökenli ılık suların buralara sürüklenmesinden ileri gelir.

Yüzey sularının mevsimlere bağlı olarak gösterdiği sıcaklık farkları, hava sıcaklıklarında görülen farklardan daha düşüktür ve hava sıcaklıklarım bir veya iki ay geriden izler. Bunun nedeni okyanus sularının büyük ölçüde sahip olduğu termik atalettir. Yıllık termik genişlik derecesi, en yüksek değerlerine ılıman bölgede, özelliklle de okyanuslara bağlantılı denizlerde (batı Akdeniz’de: kışın 12 °C, yazın 25 °C) ulaşır.

Deniz suyunun tuzluluk derecesi ve bu tuzluluğun dağılımı. Deniz suyu önemli oranda, çözünmüş halde basit kimyasal maddeleri içerir. Bunların en önemlileri klor, sodyum, sülfadar, magnezyum ve kalsiyumdur. Bunlara, çözünmüş gazları, özellikle oksijeni de eklemek gerekir (oksijen, hareketsiz dip sulannda daha az bulunur; hidrojen sülfür bu sulara karakteristik bir çürüme kokusu verir).

Tuzluluk derecesi, deniz suyu içinde bulunan tuzların (sodyum ve magnezyum klorür, sülfadar, karbonadar) miktarım genel olarak ifade eder. Bu oran ortalama olarak 34,72 g/l’dir ki pH değeri 7,5 ile 8,4 arasında değişir. Buna göre, deniz suyunun az ölçüde baz ortamına sahip olduğu anlaşılır.

Yüzey sularının tuzluluk oranının dağılımı, okyanusun atmosferle gerçekleştirdiği ısı ve su alışverişlerinde bağlı kalır. Tuzluluk oranı tropikal ve astropikal enlemlerde en üst dereceye ulaşır (36 ile 37 g/l), çünkü bu bölgelerde meydana gelen yoğun buharlaşma atmosferle yapılan su alışverişlerini olumsuz yönde etkiler. Tuzluluk oram ekvator bölgelerinde daha da düşüktür (34 ile 35 g/l). Bunun nedeni buharlaşmanın daha az olması ve düşen yağış miktarındaki fazlalıktır. En düşük değerlere (33 g/l’nin altında) daha yüksek enlemlerde ulaşır. Bunun nedeni bu bölgelerde buharlaşmanın az olması ve kutup buzlarının erimesiyle okyanusa tatlı su karışmasıdır.

Yüzey sularındaki tuzluluk oranının değişimlerini gösteren bu genel şema, kıtalara veya büyük nehir ağızlarına yakın olan denizlerdeki tuzluluk oranına uymaz. Denize dökülen tatlı sulaı tuzluluk oramm yer yer düşürür (bu düşüş, Amazon Nehri’niıı denize boşaldığı yerde 15 g/l’ye ulaşır). Buna karşılık tropikal ve astropikal bölgeleri içine alan enlemlerde büyük nehirlerin su-yuyla beslenmeyen denizler, yüksek tuzluluk oranına sahipti] (Kızıldeniz 40 g/l). Lût Gölü’nün durumu farklılık gösterir: çora! bir araziyle çevrilmiş bu deniz, gerçek bir tuzla özelliğindediı (275 g/l).

Derin yerlerde tuzluluk 34,6 ile 34,9 g/l oranları arasındadır. Bı düzenlilik doğal olarak atmosfer etkisinin yokluğuyla açıklanır.

Deniz suyunun özgül ağırlığı ve katmanlaşması. Deni; suyunun özgül ağırlığı, tatlı suyunkinden yüksektir (15 °C’de vı 35 g/l tuzluluk oranına sahip deniz suyunun özgül ağırlığı 1,02(

g/cm3’tür). Bu özgül ağırlık yüzeyde tuzlulukla doğru orantılı, ısıyla da ters orantılı olarak değişir. Isı öğesi öncelikli rol oynar. Gerçekten de özgül ağırlık değerleri ekvatordan (1,022) başlayarak 50 °-60 0 enlemlerine kadar (1,026-1,027) düzenli biçimde artar; daha sonra, soğuk bölgede, kutup buzlarının erimesi dolayısıyla meydana gelen kuvvedi tuz azalması yüzünden bir miktar eksilir.

Derinlere inildiğinde deniz suyunun özgül ağırlığı artar. Bunun nedeni ısının düşmesi, basıncın da artmasıdır. Okyanus sularının özgül ağırlığındaki bu değişmeler, bu çok büyük su kitlelerinin homojen özgül ağırlıklı, birbirine çok az karışır nitelikte olmasını açıklar.

Gerçekten de dünya okyanuslarının suları, diklemesine net bir katmanlaşma gösterir. Okyanusların ilk birkaç yüz metre derinliğinde (ortalama 500 m) yer alan su kitlesine, merkez su adı verilir. Bu kitle büyük ölçüde atmosferin etkisinde kalır: bol oksijen alır, güneş ışınlarıyla ısınır (8 ila 25 °C) ve buharlaşma sonucu meydana gelen su kaybı dolayısıyla oldukça tuzludur; rüzgârların oluşturduğu akıntılardan etkilenir. Bu merkez su kitlesi, aşağıya doğru derin sulardan (bu suların üstünde bir su birikintisi gibi «yüzer»), «termoklin» adı verilen, sıcaklığın anî olarak düştüğü bölgeyle ayrılır. Söz konusu termoklin, düşük enlemlerden başlayarak kutup bölgelerine doğru yükselerek ilerler, 6 ° enleme ulaştığında deniz yüzeyine çıkmış olur.

Okyanus sularını aslında, kutup bölgelerinden ve bu bölgelerin altındaki bölgelerden kaynaklanan soğuk ve yoğunluklu sular oluşturur. Bu sular, ağır olmaları dolayısıyla merkez sularının altına gömülür. Antarktika kökenli en soğuk (-1 ile -5 °C arasında) ve az tuzlu dip suları, daha az soğuk (3 ile 4 °C arasında) ve biraz daha tuzlu olan Arktika kökenli suların altında yer alır. Kendi ağırlıklarıyla yer değiştiren su kitlelerinin bu hareketleri, yoğunluk akımlarının varlığını belirler.

Deniz hareketleri

Okyanuslar, farklı kökenlerden kaynaklanan hareketlerin görüldüğü fizikî ortamlardır. Tsunami ve gelgit olaylarının dışında bu hareketlere atmosfer olayları neden olur.

Deniz akıntıları. Bunlar, deniz suyunun, rüzgârın sürüklemesiyle meydana getirdiği, periyodik veya sabit harekedendir. Deniz sularının dolaşımı genel bir şemaya uyar. Bu dolaşım, havanın atmosfer içindeki dolaşımıyla belirlenir ve ekvatora oranla bölgesel ve simetrik bir konum oluşturur.

Deniz akıntıları, okyanusların içinde gerçek nehirler oluşturur. Bunlar binlerce kilometre. sürebilir ve kayda değer debiye sahip olabilirler (mesela Golfstrim akıntısının debisi, saniyede 80 ile 100 milyon m3). Bu akıntılar, gezegenimizin ısı dengesinin korunmasında önemli rol oynar. Düşük enlemlerden başlayan sıcak su akıntıları, orta ve yüksek enlemlere doğru (okyanusların doğu kıyıları) ilerler. Böylelikle önemli miktarlarda ısıyı bir bölgeden bir diğerine aktarmış olurlar ki bu da 40° enlemden kutup çizgisinin ötesine kadar olan bölgelerde kışların nispeten ılık geçmesini açıklar.

Mesela Golfstrim akıntısından kaynaklanan Kuzey-Atlantik akıntısı Iber Yarımadası’nın Avrupa kıyılarım Kuzey Burnu’na kadar yalar. Bu bölgede ocak ayındaki ortalama sıcaklıklar, o enleme göre normalin üstündedir (mesela Norveç’te 60° enleminde yer alan Bergen’de ocak ayı sıcaklığı 1,5 °C’dir).

Gezegen ölçeğinde önem taşıyan bu genel akıntıların dışında yerel akıntılar da vardır: bunlar mesela bir okyanus ile deniz arasında meydana gelen boşalım akıntılarının doğurduğu dalgalar olabilir, mesela Cebelitarık Boğazı’nda, okyanustan kaynaklanan bir boşalım akıntısı, Akdeniz’in su açığım karşılar.

Çalkantı, dalga, kaba dalga. Denizlerin yüzeyinde, rüzgârların oluşturduğu bir dizi yüksek ve alçak noktaların meydana geldiği görülür. Bunlar, yalnızca yüzeyde görülen basit, önemli bir yatay harekete neden olmayan çalkalanmalardır.

Çalkantı, serbest ve düzenli bir dalga dizisidir. Bu dalgalar, okyanusların alçak basınç sistemlerine bağlı olarak hızlı rüzgârların estiği bölgelerinde (orta enlemlerde) meydana gelir. Böylelikle meydana gelen dalgalanmalar, birbirini etkileyerek rüzgârın estiği bölgeden çok uzaklara ulaşır. Çalkantı dalgası aynı yönde gelişen bağımsız birçok değişkenle belirlenir. Bunlar, dalga boyu, hız ve periyottur.

Dalgalar, suyun derinliği dalga boyunun yarısından daha az olduğu yere kadar kıyıya yaklaştığında dalganın biçimi bozulur: serbestken bir kuvvetli itiliyormuş gibi bir nitelik kazamr, yüksekliği artar, hareketin geliş yönünde simetrik olmaktan çıkar, sonunda kırılır. Kuvvetli bir bölgesel esinti söz konusu olduğunda bu dalgaların köpüklendiği görülebilir.
TSUNAMİ

Tsunami, deniz yüzeyini etkisi altında bırakan tek bir dalgadır. Bu tek dalga, deniz tabanında meydana gelen olağandışı bir hareket sonucu (deprem, volkan padaması, tortul tabakaların kıta tabanının eğimi üstünde kide halinde kayması) ortaya çıkar. Tsunami, dev bir dalga gibi hareket eder; binlerce kilometre yol alabilir; hızı 800 km/saat’e ulaşabilir. Bu olaya, plakaların hareketli olması nedeniyle (ateş kuşağının etkin alanları), Pasifik çevresinde daha sık rasdanır. Bu bölgenin yakınlarında bulunan ülkeler için Honolulu’da (Hawaii) bir alarm sistemi oluşturulmuştur.

Açık denizlerde belki farkına varılmayan tsunami, kıyıya yaklaştığında, derinliğin azalması nedeniyle kabanr: kıyılarda, yüksekliği 15-20 metreye varan korkunç dalgalar oluşturur, önüne çıkan her şeyi yıkıp sürükler.
Dalgaların gücü de çok büyüktür; kayalık bir zemin üstüne 13 t/dm2’e varan bir basınç uygulayabilir ve kayaların parçalanmasına yol açabilir. Kumluk bir kıyıda dalgaların gidip gelmesi, yer yüzeyinin biçim değiştirmesine ve malzemenin taşınmasına yol açabilir.

Fırtına dalgaları, hafif dalgaların bölgesel ölçekte büyümesidir: büyük bir gelgit olayı, güçlü ve uzun dalgalarla birleşirse, kıyı boylarında anormal miktarda su birikir, kıyılar bu yüksek dalgaların altında kalır. Tsunami, periyotları önceden hesaplanamayan büyük bir dalga sistemidir; deniz dibinde meydana gelen yer harekeden sonucu ortaya çıkar.

Gelgit olayları. Bunlar, periyotları birkaç saat ile 24 saat arasında değişen ve kendini kıyılarda deniz suyunun belirgin ölçüde yükselişi (med, kabarma) ve alçalışıyla (cezir, alçalma) gösteren dalgalanma harekedendir.

Gelgiderin yüksekliği, sınırlanmış veya kapalı deniz havzalarında en düşük düzeydedir (Akdeniz’de 10 cm ile 1,80 m arasında); buna karşılık en yüksek gelgider, altında açıklara doğru geniş bir kıta tabam bulunan körfezlerde görülür (Fransa’daki Mont-Sa-int-Michel’de olduğu gibi). Bu alandaki rekor, Kanada’daki Fundy Körfezi’ndedir (19,60 m).

Gelgit olayları, çok hızlı yerel su akıntılarına neden olur. Bu akıntı özellikle boğazlarda veya iki ada arasında çok yüksek değere ulaşır (Fransa’nın batısında Manş Denizi’nde Molene ile Ouessant adaları arasında akıntı hızı 10 deniz miline ulaşır).

OKYANUSLARDA YAŞAM

Denizlerde ve okyanuslarda yaşayan canlı organizmalar şaşırtıcı bir çeşitlilik gösterir; buralarda, dünya üstündeki bitki ve hayvan türlerinin bütün önemli örneklerine rastlanır. Bu ortamda
GuĞrande’da (Fransa, Atlantik kıyısı) Tuzlalar.

Deniz suyunda çözünmüş olarak bulunan tuzlann, yan yana dizili havuzlarda buharlaşma yoluyla çökeltilerek toplanması çok eski bir uygulamadır.
SOĞUKSU

YÜKSELMESİ

İngilizce upwellz:2 r ğuk su yükselmesi ğuk dip sulanın r:

ca yüzeye çıkr^—.iLr 2 _ yüzey sulanr^n .i:

doğru esen rüzgâr■, açıklara sürukIerrr-=5. : meydana gel^. =

sularının yüzeye “i. dengelenir. Bur._r_ rak yüzey sular, kımından yerZenns rı. kımından zengin
Dünya üzenr.de s j _ meydana gelen beş -r i. Adantik, Hint ve rî=-3\; nuslannın doğu nır. Tropikal hclge-sr-£ r. ket, alize rüzgâr ü; (Kaliforniya, Hum’bw_ı.: i Adaları, Benguela 3ar. – ■ ya akıntıları, meyc£r_r

DENİZ SUYUNUN TUZDAN ARINDIRILMASI
Şalr madenli yumrular. Henüz -~î.î” bu yumrulara, XXI. yy’ın r_.zz<:an gözüyle bakılmaktadır.
~rx sıkton. Denizlerde bulunan ‘fi ; —rciri, zooplanktonun ve z ğet otçul organlzmalann tf r—;s ~j sağlayan mikroskobik : * i’j ’s Ifitoplankton), başlar. r:~ ı~ z zşîaran tüketiciler (suyun z ~Z3 serbestçe hareket eden *ayvanlar), zooplanktonlar küçük balıklarla beslenir.
Okyanuslar, tatiısu rezervi haline getirilebilir. Gerçekten de dünya üzerindeki kıtaların bazı bölgelerinde görülen su sıkıntısı, deniz suyun-daki tuzun giderilmesiyle çözülebilir.

Dünya üzerinde deniz suyunu tatlı suya dönüştüren kırk kadar fabrika vardır. Bunlar, kurak iklime sahip veya uzun kuraklık dönemleri yaşayan adalarda veya kıyılarda kurulmuştur. Arabistan Yarımadasında, İtalya’da, Kanarya Adalan’nda, Peru’da ve Avustralya’da bu tür fabrikalara rasdanır. Hongkong’da da 1972-1973’ten beri, komşu Çin’den gelen tadı suya bağımlılığı azaltmak amacıyla bir fabrika çalışmaktadır.

Bu şekilde elde edilen tatlı su farklı amaçlarla kullanılır. Evlerde kullanıldığı gibi, fabrika yakınında kurulmuş sanayi komplekslerine bütünüyle ayrılabilir. Bu ikinci duruma örnek olarak Gela’da (Sicilya) ve Porto Torres’te (Sardunya), petrol arıtma ve petrokimya tesisleri yakınında kurulmuş iki fabrika gösterilebilir. Bu tesisler, söz konusu fabrikalar için gerekli enerjiyi sağlamakta, buna karşılık, üretilen tatlı su da sanayi kompleksinin soğutma devrelerini beslemekte veya eritici olarak kullanılmaktadır.

Bu amaçla kullanılan yaygın yöntem, damıtmadır. Geçişme (os-moz), dondurma veya iyon ayırma yöntemleri pek yaygın değildir.

Dünya üzerinde kurulmuş en büyük tadı su fabrikası, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Basra Körfezi’nin güneyindeki Umm al-Nar-Est fabrikasıdır. 1979 yılında hizmete giren bu fabrikanın günlük kapasitesi, 81 000 m3 tadı sudur.
160 000 ilâ 200 000 arasında hayvan türüyle 15 000 bitki türü saptanmıştır. Bitki türlerinin azlığı, derinlerde ışık olmayışına bağlanır. Bu durum, bitkilerin fotosentez yapmasına olanak vermez, dolayısıyla da bitkilerin derinlerde yaşamasını engeller.

Denizlerde yaşayan organizmalann çeşitli kategorileri

Okyanus yaşamının ekolojik koşulları göz önüne alınırsa, iki organizma türü ayırt edilebilir: pelagos ve bentos.

Pelagos. Bu kategori, okyanus sularının oluşturduğu kide içinde serbestçe yaşayabilen organizmaları içerir. Pelagos, şu organizma türlerini içine alır:

– Planktonlar. Bunlar, okyanus içinde yüzer durumda bulunan çok küçük organizmalardır. Fitoplankton deyimi, mikroskobik suyosunları (diyotomeler) belirtmek için kullanılır. Bunlar, otçul zooplanktondan (protistler, kabuklular, knidliler…) başlayarak canlı varlıkların zincirleme olarak tükettikleri organik maddeleri oluştururlar. Planktonlar, okyanusların çok ışık alan üst tabakasında (derinliği 200 m’den daha az olan yerlerde) bol miktarda bulunur.

-Nektonlar. Bunlar, serbestçe hareket edebilen ve planktonla beslenebilen daha büyük organizmaların bütününü (balıklar, ba-linagiller, denizanaları…) oluşturur.

Bentos. Bu grupta okyanusların diplerinde yerleşmiş sabit canlılar yer alır. Okyanus dipleri, yaşamın gelişebilmesi için elverişli, farklı özellikte birçok alan sunan çeşitli mikrotopoğrafyala-ra sahip olma özelliğini taşır. Bitki örtüsünü içeren bentos, otluklar halinde bulunan ve altkatmanları bütünüyle örten, çok çeşidi büyüklükte suyosunlarından oluşur; bunlar, 500-700 m derinliğin altında yok olur. Hayvan varlığım içeren bentos ise daha büyük derinliklerde yaşayabilir ve okyanusun yüzey katmanından yağmur gibi dökülen organik artıklarla beslenir. Bu grubun içine, mercanlar gibi sabit hayvanlar, harekedi fakat diplerden hiç ayrılmayan diğer canlılar (kabuklu deniz hayvanlan) girer.

Çok büyük derinliklerde canlı varlıklara daha seyrek rastlanır. Okyanus sırdarında yer alan «hidrotermal vahalar» bunun dışında kalır: ışık almayan bir ortamda yer alan bu sıcak bölgelerde, bugün için sim hâlâ çözülmemiş olan, çok bol miktarda bitki ve canlı gelişir.

Okyanuslarda yaşamın dağılımı

Okyanuslardaki yaşamın dağılımını üç bölgeye ayırabiliriz:

Düşey bölgelenme. Derinliğin artmasıyla yaşam koşulları giderek zorlaşır: 500-700 m arasında ışık giderek azalır, daha sonra bütünüyle yok olur; ısı düşer, oksijen azalır, basınç artar, özellikle de besin maddeleri azalır. Bütün bu koşullar, çok derinlere yer alan bölgelerin bitki ve hayvan varlığı bakımından yoksul oluşunu açıklar. Mesela bentos ele alındığında, ortalama biyokütle 200 m derinlikte 139 mg/m2 değerindeyken, 3 000 m’de aym kütle 2,4 mg/m2’ye düşer.

Okyanusun, güneş ışığının ulaştığı, canlıların yaşamasına çok elverişli bölgelerine ışıklı ortam adı verilir. Bunun dışında kalan bölgelerse ışıksız ortam adım alır ki, bu ortam üç ayrı kata ayrılır: 200 m’den 3 000 m derinliğe kadar olan kata batiyal kat 3 000 ile 7 000 m arası derinliğe abis katı bunun ötesinde yer alan kata da kadal kat adı verilir.

Yatay bölgelenme. Sığ denizler, kıta sahanlıkların ve bunların üstündeki suları içerir. Bu, bütünüyle ışık alan bir alandır; bu-
rada besleyici tuzlar bol miktarda bulunur ve bentos faunasını oluşturan biyoküdenin yüzde 97’sini içinde bulundurur. Buna karşılık, açıklardaki sulan oluşturan okyanus alanı, adaların kıyıları dışında, çok yoksuldur.

Enlemsel bölgelenme. Okyanuslardaki yaşamın dağılımını belirleyen öğelerden biri de yüzey sularının eşitsiz ısıya sahip olmasıdır. Böylelikle, sıcak ekvator sularından başlayarak soğuk sulara doğru canlı varlık türlerinde azalma görülür. Suların sıcak olduğu bölgeler, biyolojik fonksiyonların yerine getirilmesi için en yüksek termik ortamın bulunduğu alanlardır. Bu alanlar, Dördüncü Zamana ait kıyı buzullarının ve bankizlerin genişlemesi sonucu bu elverişli koşulları kazanmışlardır. Ne var ki nicelik olarak ele alınacak olursa, kutupları çevreleyen ılıman suların, daha büyük bir biyo-kütlenin gelişmesine elverişli olduğu görülür. Bu bölgelerdeki sular, yüzeyde daha hareketlidir, dolayısıyla da derinlere doğru daha iyi kanşıp daha çok oksijen alır; bunun dışında, bu bölgelerdeki ter-moklinin fazla derin olmaması, bu suların yüzeyde besleyici tuzlar bakımından daha büyük ölçüde yemlenmesini sağlar.

İNSAN VE DENİZ

Okyanuslardaki balık avlama alanlarının dağılımı üç temel öğeye dayamr: deniz ortamlarının plankton üretme bakımından zenginliği, işletme maliyeti, en çok balık avlayan ülkelerin (Japonya, Rusya, Çin, ABD) durumları. Bu farklı öğeler değerlendirildiğinde, kıta sahanlıklarının tek başına, dünyada avlanan balık miktarının yüzde 45’ini, kuzey ılıman kuşaktaysa yüzde 55’ini oluşturduğu görülür. Ne var ki bu bölgelerde, aşırı balıkçılık yüzünden avlanan balık miktarında azalma görülmektedir; aşırı avlanma, yalnız balıkların değil balina gibi suda yaşayan bazı memeli türlerini de yok olmayla karşı karşıya bırakmıştır. Bu sorunun çözümü, su kültürlerinin geliştirilmesinde, güney yarıkürenin ılıman kuşak suları gibi, daha zor ulaşılır avlanma bölgelerinin işletmeye açılmasında yatmaktadır.

Okyanuslardaki maden ve enerji kaynaklarının işletilmesi

Okyanuslar, sahip olduğu fauna dışında madenler ve enerji bakımından da zenginlikler barındırır. Bunlardan bazıları, kolaylık-
OKYANUSLARDA BULUNAN TORTULTABAKALAR

Bu tabakaların varlığı okyanus tabanlarının taranmasıyla ortaya çıkar. Okyanusların bütünü göz önünde bulundurulduğunda, tortul tabakalar kıyılardan açıklara doğru azalır. Tortul tabakalar kıta kenarlarında, özellikle Ganj veya Amazon gibi muazzam miktarda alüvyon taşıyan büyük . nehirlerin denize boşaldığı yerlerde, kısa sayılacak bir süre içinde binlerce metre kalınlıkta birikmiştir. Bu tortul tabakanın üst yüzeyi hareketli- j dit Bu da, kıtaların su altındaki eğimli uzantılannda sık sık kaymaların meydana gelmesini açıklar. Okyanusların merkez kesimlerine doğru tor- , tul tabakaların derinliği ve parça iriliği azalır. Bunun nedeni, söz konusu tabakaların oluşmasına neden olan kaynaktan uzakiaşıiması ve deniz diplerinin sürekli bir değişiklik içinde bulunmasıdır.

Denizlerdeki tortul tabakalar, özelliklerine ve kökenlerine göre farklı kategoriler atanda toplanır:

– Karasal veya kmntılı tortullar, yükselen toprakların erozyona uğraması ve buniann esas olarak akarsularla, bunun yara sıra da rüzgârlarla ve buzullarla okyanuslara kadar taşınmasıyla meydana gelmiştir. Tortul tabakalar çok farklı büyüklükte kayaç taneciklerinden oluşur (çakıldan büyük bloklara varıncaya kadar) ve daha çok kıyıya yakın bölgelerde bulunur birkaç yüz kilometre).

– Kıtaları oluşturan malzemeler arasında, patlamalarla püskürtülen volkanik küller özel bir durum oluşturur. Bunlar rüzgârla çok geniş alanlara dağılabilir; sonunda da okyanusiann dibindeki volkanik tortul taba-kalan oluşturur.

– Biyogen tortul tabakalar, bitkisel veya hayvansal (zooplankton, delikliler, yumuşakçalar, mercanlar…) kökenli kalkerli veya silisli canlı kalıntılarından oluşur. 4 000 m derinlikten başlayarak kalkerli tortul tabakalara rastlanmaz, çünkü bunlar suyun içinde dibe varmadan çözünürler,

– Kimyasal kökenli tortul tabakalar, deniz suyunun içinde çözelti halinde bulunan minerallerden doğrudan oluşmuşlardır (mesela metalik yumrular).

Tortul tabakaların tür bakımından dağılımı, kıyıya olan uzaklığa (iri kırıntılı tortullar açığa doğru gidildikçe azalır), derinliğe (tortulların iriliğinin azalması veya derin diplerde yalnızca silisli veya killi tortullara rastlanması – kırmızı killer) ve enleme göre değişir: soğuk bölgelerde daha çok iri deniz buzu tortullarına rasdanırken, sıcak bölgelerde, mesela mercan kaiıntılan gibi, biyogen tortullara rastlanır.

Söz konusu bu parametreler (kıyıdan uzaklık, derinlik, enlem) deniz sularının kalitesi üzerinde, yani tuzluluk dereceleri, sıcaklıkları, içinde canlıların gelişmesine elverişli oluşları üzerinde etkili olur. Okyanusların fizikî ortamlarında görülen farklılıklar bu üç bölge temelinde gelişir.

la ulaşılabildikleri için, çok eski çağlardan beri işletilegelmiştir; ne var ki derin okyanus diplerinin işletilmesi önemli maliyet ve teknik sorunlar çıkarır.

Deniz suyunun işletilmesi. Deniz suyu, su olarak, içinde bulundurduğu elementlerden yararlanmak amacıyla veya enerji elde etmek amacıyla kullanılabilir. Nispeten sabit bir kimyasal madde olan deniz suyu, gerçekten de bir mineral kaynağıdır. Bu alanda gerçekleştirilen en eski işletme biçimi, deniz tuzunun çıkarılmasıdır; böylece elde edilen tuz, uzun süre besinlerin korunmasında tek araç olarak kullanılmıştır. Bunun için, deniz kıyısındaki düz, tercihen de tabanı killi alanlar, süzme bölmelerine ayrılarak tuzla haline getirilmiştir. Tuz elde etmek için sıcaklık ve güneş ışığı gerektiren doğal yoldan buharlaştırma yöntemi kullanıldığından, tuzlaların coğrafi dağılımı buna bağlı kalmıştır. Bu yüzden daha çok tropikal bölgelerde (buralarda kurak mevsim yaşanmaktadır) ve Akdeniz’de bu yöntemle tuz üretilir. Çin, dünya üstünde üretilen toplam deniz tuzunun beşte birini tek başına üretir. Deniz suyundan elde edilen diğer minerallerin üretimi ikinci planda kalır; bu maddeler esas olarak brom ve magnezyumdur.

Maden ve enerji kaynaklarının işletilmesi. Kıta sahanlıklarının içerdikleri zenginlikleri işletmede yararlanılan yöntemlerin en başta geleni, kıta yüzeyinden bu katmana ulaşan maden ocakları açmaktır. Bu amaçla açılan kuyuların kıyıya uzaklığı yirmi kilometreyi aşmaz. Buna karşılık, açılan galerilerin derinliği 2 400 m’ye ulaşabilir. Bu, maliyeti yüksek bir işletme yöntemidir; dolayısıyla, dünya kurları yüksek olduğunda kârlı olmaktadır.

Kıta sahanlıklarının maden zenginliklerini işletmede yararlanılan ikinci geleneksel yöntem, diplerde biriken döküntülerin taranmasıdır. Bu birikintilerden şu maddeler elde edilir:

– Granüller. Bunlar iri tortulardır (kum ve çakıl) ve inşaatlarda kullanılır. Dördüncü Zamana ait kıta buzullarının ön kısmına nehirler tarafından taşınmış, buzul çağı sonrasında meydana gelen ilerlemeler yüzünden dibe gömülmüş ve deniz akıntılarıyla biçim değiştirmişlerdir. Bu birikintilere, kuzey yarıkürede Atlantik Okyanusu kıyılarında (Kuzey Denizi’nde ve New England açıklarında) bol miktarda rastlanır.

– Plaserler. Bunlar ağır minerallerden oluşmuş (krom gibi alaşım madenleri, bakır ve kalay gibi demir dışı madenler, gümüş gibi değerli madenler) birikintilerdir. Bu madenlere Kuzey Amerika açıklarında (Atlantik kıyısı) ve Güneydoğu Asya’da rastlanır.

– Fosforider. Bunlar, denizlerdeki çökelti birikintileridir ve kısmen fosfadardan (özellikle apatitlerden) meydana gelir. Bunlara büyük miktarda ABD’nin her iki okyanus kıyısında ve Güney Afrika yöresinde rastlanır.

Kıta sahanlıklarında bulunan hidrokarbür yataklarının işletilmesi (off skore işletmesi), yüzen veya deniz dibine tespit edilmiş platformlarla gerçekleştirilir. Off shore gaz çıkarılması düşük düzeyde kalmıştır; buna karşılık, petrol üretimi 1960’Iardan bu yana büyük ölçüde artmış ve günümüzde dünyada çıkarılan petrolün üçte biri düzeyine ulaşmıştır. Söz konusu gelişme, petrol kurlarının yükseldiği dönemde gerçekleştirilmiş, böylelikle yüksek işletme maliyetinin karşılanması sağlanmıştır (bu maliyet Kuzey Denizi’nde, en elverişli kıta yataklanndakinin 5-6 katı yüksektir). Dünya üzerinde işletilen belli başlı off shore petrol yatakları Kuzey Denizi’nde, Meksika Körfezi’nde ve Basra Körfezi’nde bulunmaktadır.

Derin deniz diplerindeki maden yataklarının işletilmesi. Yirmi yılı aşkın bir süredir, bu zenginliklerin envanterini çıkarma konusunda kampanyalar düzenlendi. Bunun sonucunda, bazı okyanus sırtlarına dağılmış biçimde yer alan, maden bakımından zengin (özellikle demir ve manganez bakımından) tortul oluşumların varlığı ortaya çıkanldı. Deniz diplerinde birçok metali içeren yumruların varlığı zaten uzun süreden beri bilinmekteydi: bunlar, yuvarlak biçim almış birikinti yumrulandır (en iri olanlan 350 kg ağırlığmdadır) ve daha çok manganez, nikel, kobalt, bakır ve çinko gibi madenlerden oluşmaktadır. Bazı okyanus havzalannın dibinde, kıta kıyılann-dan uzakta, 4 000 m’yi aşan derinliklerde bulunurlar. Buniann en çok rasdandığı yer Pasifik Okyanusu, özellikle de bu okyanusun Hawa-ii ve Aşağı-Kalifomiya arasında kalan kesimidir. Birleşmiş Milleder, bu rezervlerin toplam miktannın 1 500 milyar ton olduğunu hesaplamaktadır. Ne var ki bu yumruların çıkarılma yöntemi sorunu henüz araştırma aşamasındadır.

Çevre kirlenmesi ve doğanın korunması sorunları

Sahip olduğu muazzam su kidesi ve akıntıların etkisiyle denizlerin, atık maddeleri belirli ölçüde dönüştürme ve yok etme kapasitesi olsa bile, kirlenen su miktarı, kıyı bölgelerindeki yerleşim yerlerinden fazla derin olmayan sulara boşaltılan sanayi atıklan (bunların arasında ağır madenler gibi, zararlı etkileri yok olmayan
bazı zehirli maddeler bulunur) ve zararlı böcek öldürücüleri muazzam biçimde artmaktadır. Baltık Denizi veya Akdeniz gibi bazı yarı açık denizlerde kirlilik oranı o ölçüde artmıştır ki, bunların ekosistemleri bu kirlilikten, bundan böyle arınamayacak biçimde etkilenmiştir. Uzun vadede, deniz ortamının içinde zararlı maddelerin birikimi, beslenme zincirinde kendini gösterebilir. 1950’li yıllarda, sanayi kirlenmesine uğrayan Yatsuşiro körfezinde (Japonya) yakalanan cıvalı ve kurşunlu balıklardan konserve yapan Minamata’daki bir fabrika, 43 kişinin ölmesine, 2 000’den fazla kişinin de zehirlenmesine yol açtı.
Denizlerin ve okyanusların jeopolitik önemi: deniz hukuku

Okyanusların jeopolitik önemi, esas olarak dünya devletlerinin deniz yoluyla gerçekleştirdikleri ticaretin yoğunluğundan kaynaklanır.

Bugün, yılın yalnızca belirli dönemlerinde yararlanılabilen kutup denizleri dışında, okyanusların her yerinde deniz ticaret filolarına rastlanır. Okyanusları aşan büyük deniz yolları ABD’yi Atlantik kıyısı Avrupası’na, Japonya’ya, Avrupa’nın geri kalan bölümüne, Ortadoğu’ya ve Hint Okyanusu Japonyası’na bağlar. Ticaret filolarının zorunlu olarak geçmek durumunda bulunduğu yerler, mesela kıtaların burunları (Ümit Burnu), boğazlar (İstanbul ve Çanakkale boğazları, Dover Boğazı, Hürmüz, Malakka boğazları) veya ödemeli geçişlerin yapıldığı kanallar (Süveyş, Panama kanalları) büyük bir stratejik önem kazanmıştır. Taşman ürünler esas olarak hidrokarbürler, maden ve tahıldır. Dünya deniz filosunu oluşturan gemilerin taşıdığı ürünlerin yüzde 40’mı petrol oluşturur.

Petrol yolu boyunca taşıma özgürlüğünün güven altına alınması, dış kaynaklara bağımlı olan batı güçleri için yaşamsal önem taşır. ABD ve müttefikleri, sahip oldukları topraklar üzerinde (koruma altındaki adalar da içinde olmak üzere), Dünya okyanuslarının kıyılarında birçok askeri üsse sahiptir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, deniz altı maden yataklarının işletilmesi ve bunun gelecekteki gelişmeleri ABD’yi yeni bir deniz hukuku belirlemeye zorladı. 1975 yılında Cenevre’de 148 ülke temsilcilerinin katılmasıyla toplanan Uluslararası Deniz Hukuku Konferansı, üzerinde tartışılan metinler ortaya koydu. Bu metinlerde iki esas nokta geliştirildi:

– derin deniz diplerinin, tüm dünya devlederinin ortak malı olduğu ilan edildi;

– kara suları, kıyılardan başlayarak 3 veya 6 deniz mili olarak kalmakla hatta bazı ülkelerce 12 deniz miline çıkarılmakla birlikte, bunun dışında 200 deniz mili genişliğinde bir ekonomik alan oluşturuldu. Bu alanın, kıta sınırlarının uzantısında sınırları içinde bulunan fauna ve maden zenginliklerini devleder kendi yararlarına işitebileceklerdi.

Denizlerin sahip olduğu zenginliklerin denetimi ve işletilmesi konusunda devleder arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar, okyanusların oluşturduğu geniş alanların ve bu alanlarla ilgili ekolojik, hukukî ve ekonomik sorunların giderek büyümesi, bu konuda uluslararası dayanışma sağlanmasının ne kadar ivedi ve gerekli olduğunu ortaya koyuyor.
Balık kaynaklan. & *£, ~ı-

yenilenebilir olma.2~~i «jî avlanma yüzünden s ” gelmektedir. GeSeceo r-düzenleme getirifoss ;yî-kuşku yoktur.
AYRICA BAKINIZ

– 1B.ANSLI balıkça

• ÛÖBO balıklar

– B3S1D balinalar

– IB.ANŞJJ çevre -■ İMjsIj kabuklular

– iMSiij keşı£er vc ::

• ESüO korsarl<

– M kopekr;..”
maden ve ■ petrol ve i su ürünler: suycs’_n_=: tuz

yur._5.-r

Golfstrim. Pamlico Koyu’nun ve Hatteras Burnu’nun bir uydudan çekilen bu fotoğrafında, Golfstrim s sa(r sulanyla Labrador Akıntısı ’nın soğuk sulannm karşılaşması üzülüyor; bu karşılaşma, fotoğrafın sa; tda görülen kümülüs bulutlannın nemasına yol açar. Diğer yandan, resif setleri arasındaki aşklardan kendine yol bulan Neuse 1mıağı’nın taşıdığı çökellerde kıta sahanlığında birikir.
Bir akıntıyı gösteren ilk harita, Alman Cizvit papazı Athanasius Kircher’in « Yeraltı Dünyası» (Mundus S~5terraneus, 1665-1668) adlı jeoloji incelenmesinde karşımıza çıkar.
İÇİNDEKİLER

AKINTILARIN TEMEL ÖZELLİKLERİ AKINTILARIN ÖLÇÜLMESİ AKINTILARIN OLUŞMASI VE DİNAMİĞİ BAŞLICA AKINTILAR
DENİZ AKINTILARI

XVI. yy’da Yenidünya’ya doğru yelken açan korkusuz kaptanların, kulaktan kulağa aktarılmış bilgilere dayanarak, rotalarını bir akıntıya göre belirlediklerini seyir defterlerinden anlıyoruz; gemiler Afrika açıklarında kuzeydoğu alizelerinden yararlanarak batıya doğru yol alıyor, Avrupa’ya dönmek için de Golfstrim izliyorlardı. Buna rağmen, büyük akıntıların dolaşım yönünü belirleyen fizikî etkenler ancak XX. yy başlarından itibaren anlaşıla-bildi.

Akıntıların temel özellikleri

Bir okyanus akıntısının sürüklediği su kütlesiyle akıntıya katılmayan sular arasında mutlaka hız, sıcaklık ve tuzluluk farkı vardır. Bu yüzden Benjamin Franklin, Golfstrim’in izlediği yolu belirlemek için su sıcaklığını bir termometreyle ölçmeyi düşünmüştü: gerçekten de bu akıntı çevresindeki sulardan çok daha sıcaktır ve akış yönünün kuzeyinde önemli bir sıcak cephe bulunur. Akıntılar ya Golfstrim gibi sürekli veya güneybatı musonları sırasında oluşan Somali Akıntısı gibi mevsimlik olabilir; ama bu iki tip akıntının boyutları karşılaştırılamayacak kadar farklıdır.

Akıntıların ayırt edici özelliklerinden biri de debilerinin akar-sularınkinden çok yüksek olmasıdır. Mesela Golfstrim, Florida açıklarında saniyede 60 milyon m3 (60 sverdrup) suyu kuzeye doğru sürükler. Antarktika Çevre Akıntısı’nın debisi ise, Horn Burnu ile Antarktika arasındaki Drake Boğazı’na doğru 130 sver-drup’u aşar. Oysa, yeryüzündeki bütün akarsuların toplam debisi sadece 1 sverdrup, Amazon Nehri’ninki de saniyede ancak 0,19 milyon m3 dolayındadır.

Okyanusların batı kıyılarındaki akıntılar 50 ilâ 500 km genişliğindeki dar kuşaklar boyunca akar ve yüzeydeki maksimum hızları saniyede 1 m’yi bulur. Bu hızla, akıntının 30° Kuzey’den 50° Kuzey’e doğru sapması bir aydan fazla sürer.

Okyanusların doğu kıyılarındaki akıntılar batidakiler kadar güçlü değildir (akış hızı saniyede en çok 30-40 cm’yi bulur) ve akıntıyla sürüklenen su kütlesi, genellikle fazla derine inmeden kıyıdan açığa doğru geniş bir alana yayılır.

Bunların dışında iki büyük akıntı grubu daha vardır: okyanus sınırlarının ötesinde, okyanus yüzeyinin altında dar kuşaklar boyunca saniyede 1 m’den daha hızlı akan ekvator akıntıları ve Antarktika kıtasının çevresinde, 3 000 m derinliğe kadar etkisini hissettiren Antarktika Çevre Akıntısı.

Deniz akıntılarının çevresinde akarsuların yatağı gibi kısıtlayıcı engebeler bulunmadığından, dizginlenmemiş bu su küdesinin bir nehir gibi durgun akması beklenemez: büyük bir akıntı, aylarca çok büyük (yaklaşık 50 km’lik) burgaçlar oluşturarak ve kıvrımlar çizerek akar. Akış yönü bu kadar değişken olduğundan, çok kesin bir akıntı haritası çizmek son derece güçtür. Bu yüzden, akıntı yolları üzerindeki sayısız burgacın yarattığı düzensizlikleri göz önüne almaksızın, ancak istatistik ortalamayla bir akıntı ekseni çizilebilir.
AKINTILARIN ÖLÇÜLMESİ

Uzun zaman, okyanuslardaki yüzey akıntılarının haritasını çıkarmak için ticaret gemilerinin seyir defterlerinden yararlanıldı. Bir geminin parakete hesabıyla belirlenen konumunu (geminin yönüne ve hızına göre hesaplanan kuramsal konum) gerçek konumuyla karşılaştırarak, geminin sürüklenmesine ve kuramsal konumundan sapmasına yol açan okyanus akıntılarının hızı ve yönü kestirilebilir. Bugün yeni tekniklere, bir akıntının izlediği karmaşık yolları ve çeşitli parametrelerini (sıcaklık, tuzluluk oranı vb.) saptamakta çok daha sağlıklı sonuçlar alınabiliyor.

Doğrudan ölçümler

Bu ölçümler çeşidi yöntemlerle yapılabilir: iskandil atma, sürüklenme ve Doppler etkisi.

İskandille akıntı ölçümü, Euler’in adıyla anılan ölçme yöntemine dayanır; akan su küdesi içinde aletin yeri ve konumu sabittir. Bunun için, çeşitli derinliklerdeki akıntı şiddetini bir pervane aracılığıyla doğrudan ölçebilen ve manyetik bir pusulanın sapmasıyla akıntının yönünü belirleyebilen ölçüm alederiyle donatılmış bir iskandil, ucuna ağırlık bağlanarak denize atılır. Bu yöntemle akıntıların zamana bağlı parametreleri, sadece iskandil noktalarıyla sınırlı olmakla birlikte, çok kesin olarak ölçülebilir.

Lagrange yöntemine dayanan ikinci ölçme tekniğinde serbest bir şamandıra akıntıyla birlikte sürüklenmeye bırakılır, daha sonra şamandıranın izlediği yol analiz hesabıyla bulunur. Eğer yüzey sularının altında ölçüm yapılacaksa, şamandıranın konumu, okyanus araştırma gemileriyle deniz dibine bırakılmış sesli işaret şamandıralarından veya doğrudan gemilerdeki hidrofonlardan ya

rarlanarak trigonometriyle belirlenir; yüzey akıntılarının ölçümünde ise, radyoe-lektriksel şamandıraların konumunu belirlemek için uydulardan yararlanılır.

Akıntıya bırakılan şamandıraların çoğu burgaçlara kapılarak bir anda yok olacağından, bir bölgedeki akıntıların izlediği yolu saptayabilmek için çok sayıda şamandıra gerekir. Gene de bu yöntemin en üstün yanı bütün bir bölgeyi tarama imkânı vermesidir.

Son yıllardaki teknolojik gelişmelerin ürünü olan yeni ölçüm aletlerinin çalışma ilkesi, suda yayılan bir ses dalgasında akıntının yarattığı Doppler etkisine dayanır; bu etki nedeniyle, ses dalgası, içinden geçtiği akıntının hızına bağlı olarak yavaşlar veya hızlanır. Ya bir iskandile ya da bir okyanus araştırma gemisine yerleştirilmiş bir ses kaynağıyla uygulanabilen bu tekniğin üstünlüğü, akıntı ölçümünü belirli bir derinlikle sınırlı kalmaktan kurtararak bir su sütununun her noktasına yaymasıdır. Böylece, yüzlerce metre derinlikteki akıntıların hızı ve yönü belirlenebilir.

Hidrolojik ölçümler

Düşey ve kütlesel iki profil arasındaki bir akıntının özellikleri «jeostrofik bağıntı»dan yararlanarak kestirilebilir. Bu bağıntıyı kurabilmek için sıcaklığın, tuzluluk oranının ve basıncın bilinmesi yeterlidir. Bu üç parametreyse «batitermograf» veya «batiter-mografik sonda» denen bir aletle kolayca ölçülebilir. Bu alet, ölçüm gemisinden sarkıtılmış bir kablo boyunca, düzenli olarak inip çıkan ve bulunduğu her noktada iletkenliği, sıcaklığı ve basıncı ölçen elektronik bir sondadır. Bu yöntemle bütün bir su sütunu taranabilir, ama ölçümlerin hâlâ bir gemiden yapılıyor olması araştırma alanını büyük ölçüde kısıtlar.

Uyduların katkısı

Bir akıntının hareketlerine ilişkin veriler, seyir uydularıyla (GPS) dolaylı yoldan ölçülebilir. Bu uydular okyanustaki bir geminin yerini çok yaklaşık ûlarak saptayabilir, bu da gemileri sürükleyen akıntıları parakete hesabından daha kesin değerlerle hesaplama imkânı verir. Ne var ki ölçümde de hâlâ sistematik hatalar söz konusudur; çünkü rüzgâr geminin güverte üstü yapılarına şiddetli bir basınç uygular ve hesapları yanıltacak derecede sürüklenmesine yol açar. Üstelik gemilerin rotaları transit geçişlerle zaman kaybettirmeyecek ve fırtına bölgelerinden olabildiğince uzakta kalacak biçimde düzenlenmiştir; bu yüzden, her an her yerde düzenli olarak ölçüm yapma şansı azalır ve gemi seferlerine elverişli olmayan veya seyir yolları üzerinde bulunmayan bölgelerdeki yüzey akıntılarını sistemli olarak inceleme imkânı kalmaz. Bütün bu olumsuzluklarına rağmen, geniş okyanus bölgelerindeki yüzey akıntılarını tamamiyle kapsayan tek ölçme yöntemi hâlâ budur.

Uzaydan yapılan gözlemler, okyanus akıntıları konusundaki bilgilerimizi de altüst edecek niteliktedir. Özellikle «altimetre» denen ve bütün engebeleriyle okyanus yüzeyinin fizikî haritasını çıkarma imkânı veren bir alet sayesinde, okyanus yüzeyinin bir ufuk çizgisi gibi dümdüz olmadığı anlaşılmıştır: okyanus yüzeyi, mesela Sargasso Denizi’nin ortalarında 10-20 cm kadar kabarırken, soğuk suların yüzeye çıktığı kıyı bölgelerinde çukurlaşır. Uydu ile deniz yüzeyi arasındaki uzaklık altimetreyle ölçülür ve uydunun Dünya çevresinde birkaç defa dolanarak aktardığı bilgilerin değerlendirilmesiyle, okyanus yüzeyinin yerküre ölçeğindeki topografya haritası çıkarılabilir. Okyanus yüzeyinin eğimi bilin-
dikten sonra «jeostrofik» akıntıları, hatta bölgesel rüzgârların akıntılar üzerindeki etkilerini hesaba katarak yüzey akıntılarını belirlemek kolaydır.

AKINTILARIN OLUŞMASI VE DİNAMİĞİ

Okyanuslardaki su kütlelerinin dolaşımı havanın atmosferdeki dolaşımına çok benzer: hareketin dinamiği her ikisinde de aynıdır, sadece akışkanın niteliği (birinde sıvı, diğerinde gaz) ve dolaşımda rol oynayan dış kuvvetler farklıdır.

Rüzgârın etkisi

Rüzgâr, okyanusun yüzeyine bir gerilim uygular. Rüzgârın hızının karesiyle doğru orantılı olan bu gerilim, alttaki suları harekete geçirir. Ancak gerilim katsayısı sabit değildir: atmosferin denize bitişik sınır katmanının kararlılığına, hava ile su arasındaki sıcaklık farkına ve denizin durumuna (deniz dalgalı olduğunda hava ile suyun ara yüzeyindeki gerilim artar) bağlı olarak değişir.

Eğer su katmanları akışmazlık (viskozite) nedeniyle birbirlerinin üzerinden kayar gibi düzenli katmanlar halinde akarsa (lami-ner veya çalkantısız akış), saniyede 10 m hızla iki gün boyunca esen bir rüzgâr ancak 2 m derinlikteki suları harekete geçirebilir. Ama rüzgârın bu etkisine okyanus da çeşitli tepkilerle (mesela dalgalarla) karşılık verdiğinden hareketin genliği artar; bununla birlikte, burgaçların oluşmasıyla sonuçlanan bu tepkiler rüzgârın yarattığı etkiden daha küçük çaptadır.

Coriolis kuvveti

Norveçli kâşif ve oşinograf Fridtjof Nansen, Kuzey Buz Deni-zi’ndeki keşif seferi sırasında, rüzgârın esiş yönünde sürüklenmesi gereken bankizlerin rüzgâr ekseninin sağına doğru 20° ile 40° arasında saptığını farketmişti. İsveçli Vagn Walfried Ekman da, üzerinde sürekli bir rüzgâr esen sonsuz ve homojen bir okyanus tasarlayarak, bu harekette başka bir kuvvetin daha rol oynadığını kanıtladı: Dün-ya’nın kendi çevresinde dönmesinden kaynaklanan ve hareket halindeki bütün cisimlerin Kuzey Yarıküre’de sağa (Güney Yanküre’de sola) doğru sapmasına yol açan bir eylemsizlik kuvveti.

Dünya’nın kendi ekseni üzerinde dönmesiyle ilgili olan, bizim kolay kolay algılayamayacağımız bu kuvvete «Coriolis kuvveti» denir. Hava ve su gibi büyük akışkan kütlelerine bir dönme potansiyeli kazandırarak burgaçların oluşmasına yol açan bu kuvvet, akışkan yörüngelerinin hesaplanmasında belirleyici etkenlerden biridir.

Akıntıların Coriolis kuvvetiyle sürüklenme hızı enleme göre değişir; ekvatorda en yüksek değerine ulaşan bu hız derece derece azalarak kutuplarda sıfıra düşer. Bu yüzden, ekvatordan Kuzey Kutbu’na doğru yol alan bir parçacığın hızı artar ve yörüngesi doğuya doğru sapar. Oysa bu parçacık Kuzey Kutbu’ndan ekvatora doğru giderken aym yolu daha uzun sürede alacak ve yörüngesi batıya doğru sapmış gibi görünecektir.

Akıntının belirli bir hıza ulaştığım ve rüzgârın birden durduğunu varsayalım; eylemsizlik ilkesi gereğince hareketini aynı hızla sürdüren akışkan hemen o anda durmayacak, eylemsizlik veya Coriolis kuvveti akışkan üzerindeki etkisini sürdürecektir. Bu durumda akışkan merkeze doğru (merkezcil) bir ivme kazanacağından dairesel bir hareketle akmaya başlayacaktır.
Akıntıların Euler yöntemiyle ölçülmesi. Deniz dibine tutforz —_s iskandil savlolanna (iplerine,/ z3;z~z~ çeşitli ölçüm aletleri, çevre koşullanndaki değişiklikler/ sCre-olarak kaydeder. Birkaç ayscr-a aletler yukan çekilir ve kaydet: s veriler değerlendirmeye a!ır‘r
Okyanuslann altime. edilen görüntüsü. S 2

yerleştirilen ve tr/z^ szrz yüzeyiarasmûEZj ölçen bir altimetre jZ~3-] 1 okyanusiann yCzSj ~ ~

«kabartma» terss ız böyle bir harita, s-oi’-z -Zt ” ” açık denizde 10-22;- -1:1 ■ kabardığını, buna ka<ş • z ;~f-soğuk sulann yüzeye – • jî : ç kıyılarda çukurlaştjğ r ;Zr;~ ■

JEOSTROFİK BAĞINTI

Bütün su kütlesinin tuzluluğu ve sıcaklığı eşit olmadığından, okyanusta birbirine yakın ve aym düzeydeki iki nokta bile eşit basınç altında değildir; bundan, iki nokta arasındaki basınç .larkıyla’orafitık olan ve«basmç gradyanî^denenbiıkuvvetdo-, ğar.Bunedenleakınfcıdayüksek basınçtanalçak basınca. doğra

• yönelir ve Coriolis kuvvetinin eksiyle Kuzey i sa-

ğa doğru sapar.

Bu iki kuvvet bijrbiriyie den-geleııdiğind:e? akıntıbasınç gradyanına dik olarak Kuzey Yarıküremde hep sağına (Güney Yarıküre’de soluna) doğru kayacaktır. Basınç gradyam ile Coriolis kuvveti arasındaki dengey e feosfrofı denir*

Jeostrofik bağıntıdan yarar-lanarak,okyanusun 1GÖG m?ye . kadarolan derinİiğindela basın-cı hesaplamak mümkündür. Yaklaşık 1 ÖÖO m’ye kadar inen bütün bir su sütunundaki tuzluluk ve sıcaklık dağılımı büküyorsa, bu sütunun her noktasındaki bağıl yoğunluk (özgül ağırlık) hesaplanabilir. Su sütununun tepesinden dibine kadar hesaplanan bütün bağıl yoğunlukların integrali alınarak yerçekimi ivmesiyle çarpıldığında, belidi bir düzeydeki basınç elde edilir. Böylece, Önce iki su sütunu arasındaki basınç grad-yanı kuvveti, sonra buna dayanarak, iki sütunun ara yüzeyine dik olan jeostrofik akıntı kolayca bulunabilir. Bu çok önemli bağıntı, hemen hemen okyanuslardaki bütün su dolaşımları içm geçtrii âk ve doğrudan ölçülmesi zor olan akıntıyı, sadece tuzluluk ve sıcaklık ölçümlerine dayanarak saptama imkânı ” veriri • –
Rüzgârın uyguladığı sürtünme kuvveti ve Dünya’nın kendi çevresinde dönmesi, okyanus akıntılarına, derinlikle bağlantılı bir burulma hareketi kazandırır. Ekman spirali veya sarmalı denen bu hareket nedeniyle akıntının düşeye göre profili üstel bir fonksiyon niteliğindedir, yani su kütlesi düşey doğrultuda büyük bir ivme kazanarak okyanusun dibine doğru iner ve Kuzey Yarıkürece sağa (Güney Yarıküre’de sola) döner.

Rüzgârdan kaynaklanan düşey dolaşım

Rüzgârın yarattığı gerilim su yüzeyinin her noktasında eşit değildir; bu gerilim farkı, okyanustaki su kütlesinde, düşey hareketlere eşlik eden yakınsama ve ıraksama hareketlerine yol açar.

Vektör alanının rotasyoneli pozitif olan bir rüzgâr sisteminde (mesela Kuzey Yarıküre’de saat ibrelerine ters yönde dönen bir siklon sisteminde), rüzgârdan kaynaklanan yüzey akıntılan ıraksak olacaktır. Daha açık bir anlatımla, «Ekman pompalaması» denen bu ıraksama hareketi sırasında okyanus yüzeyi aşağıya doğru inerek çukurlaşırken, eşsıcaklıktaki alt katmanlar, okyanusun derinlik-liklerindeki basıncı dengelemek üzere yüzeye doğru çıkmaya çalışacaktır. Gerçekten de okyanusun dibi büyük akıntıları kaldırmaz ve bu kesimdeki basınç kuvvetleri neredeyse sıfıra eşidenir. Alttaki su katmanlarının itmesiyle kabaran okyanus yüzeyinin yarattığı basıncın dengelenmesine «baroklin dengeleme» denir. Alt kat-manlann bu hareketi, derinlik arttıkça su sıcaklığının hızla azaldığı «termoklin» bölgede iyice belirgindir. Ilıman enlemlerdeki okyanuslarda birkaç yüz metre derinde yer alan termoklin bölgedeki yükselme hareketi, alttaki soğuk su küdelerinin yüzeye çıkmasıyla sonuçlanır. «Upwelling» (soğuk su yükselmesi) denen bu süreç, rüzgâr geriliminin rotasyoneli negatif olduğu zaman açık denizde de gerçekleşebilir; ama rüzgâr geriliminden doğan kuvvetin sürekli kesintiye uğradığı kıyılar boyunca genliği çok yüksektir.

Kuzey Yarıküre’de rüzgâr karayı soluna (Güney Yarıküre’de sağına) alarak kıyı boyunca estiği zaman, rüzgârın sürüklediği su parçacıkları Coriolis kuvvetiyle kıyıdan açığa doğru yönelir ve alttaki soğuk sular yüzeye çıkar. Upwelling süreçleri okyanuslarda çok sık görülür; mesela Fransa’nın Akdeniz kıyılarındaki hafif mistral fırtınalarından sonra küçük koylarda soğuk suların toplanmasının nedeni budur. Bu süreçler alttaki suların yükselmesinden kaynaklandığı için, bu arada okyanusun derinliklerindeki zengin besin maddeleri de yüzeye taşınır ve upwelling nedeniyle kıyılann balıkçılık ve su ürünleri potansiyeli genellikle büyük ölçüde artar.

BAŞLICA AKINTILAR

Coriolis kuvveti enleme göre değiştiği ve kıtaların büyük bölü-
mü Kuzey Yarıküre’de bulunduğu için, akıntılarda bölgeden b i geye büyük farklılıklar gösterir.

Kuzey Yarıküre

Golfstrim. Batı kıyısı akıntılarının en tipik örneği olan bu akj tının incelenmesi, okyanuslardaki dolaşım mekanizmalarının a laşılmasını sağlamıştır. İlk bölümünde «Florida Akıntısı» adi} anılan Golfstrim tropikal bölgeden doğar ve taşıdığı su kütlı çevredeki sulardan çok daha sıcaktır. Atmosferdeki önemli bir cak cephenin aşağı yukarı tam izdüşümünde bulunan bu sıcak akıntısı, astropik yüksek basınç alanlarıyla bağlantılıdır: kaba Yengeç Dönencesi hizasında kuzeydoğu alizelerine ve ılıman e lemlerde batı rüzgârlarına tekabül eden astropik Kuzey Atlan antisiklonunun saat ibreleri yönündeki dolaşımı Adantik Ok) nusu’nun batısında bu cepheyle tamamlanır.

Golfstrim, Hatteras Burnu açıklarında doğuya doğru sapaı ABD kıyılarından uzaklaşırken, yol boyunca sularının bir bölür ana akıntıdan ayrılır ve saat ibreleri yönünde dönmeye başl bunlar Golfstrim’in kollarıdır. Özellikle bu noktadan sonra ç kıvrımlı bir yol izlemeye başlayan akıntının her kıvrımında a eksenden ayrılan yeni bir burgaç oluşur; ekseninin kuzeyinde ; rılan kollar genellikle sıcak ve antisiklonik (saat yönünde döne güneyinde ayrılanlarsa soğuk ve siklonik (saat yönünün tersi dönen) akıntılardır. Kollarından biri yol boyunca soğuyarak geçtiği yerlerde atmosferi ısıtarak Avrupa’ya doğru ilerler. Kuz Atlantik Akıntısı adıyla anılan bu kolun Avrupa’nın ılıman bölj lerindeki iklim dengesini üzerinde önemli etkisi vardır: bu akı kuzeydoğuya doğru ilerlerken yoğun bir buharlaşmayla atmos ri doyurur ve genel kanıya göre, sıcak suları Avrupa’ya taşıd için kıtanın iklimini daha da yumuşatır (aynı paralel üzerindi sıcaklık farklılıkları Avrupa’da her zaman Kuzey Amerika’dak den çok daha azdır). Golfstrim’in sularının bir bölümü de Ad: tik Okyanusu’nu boydan boya geçerek Kanarya Adaları Akıt sı’na katılır. Bu akıntı, Afrika’nın kuzeybatı kıyısı boyunca güı ye doğru aktıktan sonra, kuzeydoğu alizelerinin yönlendirc Atlantik Kuzey Ekvator Akıntısı’yla birlikte batıya yönelir ve tropikal bölgeye ulaştığında yeniden ısınır.

Kuroşio. Golfstrim’in Pasifik Okyanusu’ndaki eşdeğeri, Jap Adaları’nın doğu kıyıları boyunca akan Kuroşio’dur. «Siyah ak tı» anlamındaki Japonca adını sularının koyu renginden alan I roşio, Pasifik Okyanusu’nu bir uçtan bir uca aşar ve Kuzey P; fik Akıntısı’m oluşturarak Amerika’nın batı bölgelerinin iklirr Batı Avrupa’daki gibi yumuşatır (ama Pasifik Okyanusu’nun nişliği nedeniyle yolu çok daha uzun olan akıntının etkisi Ku; Atlantik Akıntısı’nınki kadar güçlü değildir). Sularının bir bölüı
DENİZ AKINTILARI (başlıca akıntıların şematik çizimi)

. 9 Soğuk akıntılar
Isı rejimi değişen akıntılar
1 Oyaşio

2 Kuroşio

3 Kuzey Pasifik Akıntısı

4 Alaska Akıntısı

5 Kaliforniya Akıntısı

6 Kuzey Ekvator Akıntısı
– Sıcak akıntılar

7 Kuzey Ekvator Karşı Akıntısı

8 Güney Ekvator Akıntısı

9 Doğu Avustralya Akıntısı

10 Humboldt Akıntısı

11 Leeuwin Akıntısı

12 Batı Avustralya Akıntısı
13 Güney Ekvator Akıntısı

14 Antarktika Çevre Akıntısı

15 Falkiand Adaları Akıntısı

16 Brezilya Akıntısı

17 Benguela Akıntısı

18 Güney Ekvator Akıntısı
19 Gine Akıntısı

20 Kuzey Ekvator Karşı Akıntısı

21 Kuzey Ekvator Akıntısı

22 Guyana Akıntısı

23 Florida Akıntısı

24 GulfStream
25 Kuzey Atlantik Akıntısı

26 Kanarya Akıntısı

27 Norveç Akıntısı

28 Doğu Grönland Akıntısı

29 Labrador Akıntısı

30 Batı Grönland Akıntısı
31 Agulhas Akıntısı

32 Somali Akıntısı (temmuz)

33 Cava Akıntısı

34 Güney Ekvator Karşı Akıntı (ocak) o 1200k

juk Kaliforniya Akmtısı’yla birlikte güneye doğru sürüklendik-ı sonra Kuzey Ekvator Akmtısı’na katılır ve kuzeydoğu alizele-in etkisiyle yeniden batıya yönelir.

Güney Yanküre

Pasifik Okyanusu ile Adantik Okyanusu’nun Güney Yarıküre’de an kesimlerinde de buna benzer bir dolaşım görülür. Her zaman :gâr sistemiyle bağlantılı büyük bir antisiklon dolaşımı söz konulur; ama ekvatoru aştıktan sonra Coriolis kuvvetinin yönü deği-ve antisiklonlar saat ibrelerine ters yönde hareket etmeye başlar. \tlantik Okyanusu. Golfstrim Güney Atlantik’teki eşdeğeri, pik bölgenin sıcak sularını Arjantin’e kadar taşıyan Brezilya ıntısı’dır. Okyanusun doğu kıyısında, Afrika’nın kıyı çizgisini îyerek yukarıya doğru çıkan Benguela Akıntısı bulunur. Bu do-ımın, güneydoğu alizelerinin altında kalan kolu Adantik Gü-/ Ekvator Akıntısı’dır.

Pasifik Okyanusu. Peru kıyıları boyunca yukarıya doğru m soğuk akıntıya Humboldt Akıntısı veya Peru-Şili Akıntısı de-. Avustralya kıyılarında da güneye doğru akan ve Doğu ustralya Akıntısı denen sıcak bir akıntı vardır. Bu akıntı, kıtanın er kıyısında kuzeye doğru yol alan Batı Avustralya Akıntısı ka-

■ güçlü değildir; çünkü 10° güney enlemi dolaylarında Hint Oklusu ile Pasifik Okyanusu arasında açık bir geçit bulunur. Güç-basınç gradyanları Avustralya kıyılarında tutunamadığından, /anusun bu kesimindeki akıntıların dolaşım düzeni Atlantik yanusu’nun güneyindeki kadar düzenli ve belirgin değildir. Bu aşımın astropikal kolunu Güney Ekvator Akıntısı oluşturur.

ECutupaltı bölgelerdeki siklon dolaşımı

Cutupaltı enlemlerde temel olarak siklon dolaşımı egemendir, zey Atlantik Akıntısı, Atlantik Okyanusu’nun kuzeyine doğru an bir yol katettikten sonra, biraz daha sıcak ve tuzlu olan Nor-; Akıntısı’na dönüşerek Kuzey Buz Denizi’ne akar. Okyanusun i kıyısında, kutup çevresindeki buzdağlarmı güneye doğru sü-ieyen Doğu Grönland Akıntısı ve Labrador Akıntısı gibi çok ;uk akıntılar görülür.

Cara kütlelerin dağılımı nedeniyle Güney Yarıküre’de durum ıa farklıdır. 40° güney enlemi üzerinde esen ve «kükreyen kırk-> adıyla anılan şiddetli rüzgârlar, batıdan doğuya akarak üç ok-ıus arasında dev bir dolaşım halkası oluşturan Antarktika Çev-\kıntısı’nı da beraberinde sürükler. Bu akıntı, önünü kesecek bir kara küdesi olmadığından, kıtaların güney uçları ile Güney tup Dairesi arasında serbestçe akar. Antarktika ile Horn Burnu smdaki en dar geçit noktasında, taşıdığı su küdesi saniyede ) milyon m3’ten fazladır. Bu güçlü akıntıdan başka, Antarkti-nm çevresinde doğudan batıya yönelmiş akıntılar ve Ross De-i ile Weddell Denizi’nde siklon dolaşımları bulunur. Bu dola-ılar su küdelerinin oluşmasında çok önemli rol oynadığı halde ikisinden de kayda değer bir akıntı doğmaz.

Ekvator akıntıları

Vkıntıların dinamiği açısından, ekvator kuşağındaki bölgelerin :rinde özellikle durmak gerekir; çünkü bu bölgelerde okyanus-n açıklarındaki akıntılar en az batı kıyısı akıntıları kadar güçlü-‘. Gerek Adantik Okyanusu’nda, gerek Pasifik Okyanusu’nda ntıları yönlendiren egemen rüzgârlar, ekvatorun kuzeyinde ku-‘doğudan, güneyinde güneydoğudan esen alize rüzgârları sislinin bir parçasıdır. Bu rüzgârların esiş doğrultusunda daha ön-lözünü ettiğimiz akıntılar bulunur: 10° kuzey enleminin üstün-:i Kuzey Ekvator Akıntısı ve 2° kuzey enleminin altındaki Gü-‘ Ekvator Akıntısı. Enlemlerin ekvatora göre simetrik olmamalı nedeni meteorolojik ekvatorun Kuzey Yarıküre’ye doğru
kaymasıdır. Alizelerin karşılaştığı bölgeye «dönencelerarası yakınsama bölgesi» denir. Bu bölgede rüzgârların dönme yönünün hızla değişmesi, egemen rüzgârlara ters doğrultuda doğuya doğru akan bir karşı akıntının oluşmasına yol açar; bu, yaz mevsimi boyunca hem Pasifik Okyanusu’nda hem Adantik Okyanusu’nda çok etkili olan ve Golfstrim kadar büyük bir su küdesi taşıyan Kuzey Ekvator Karşı Akıntısı’dır. Ekvator kuşağında doğuya doğru akan başka bir akıntı daha vardır: merkezi ekvatorun üzerinde bulunan ve Pasifik Okyanusu’nda hızı zaman zaman 1,50 m/sn’yi aşan bu ekvator dip akıntısının en şiddedi olduğu kesim, yüzey sularının altında, yaklaşık 50 m derinliktedir. Atmosfer koşullarındaki herhangi bir değişiklik bu akıntının dengesini hemen etkiler. Bölgede esen rüzgârlar hafiflediğinde dip akıntısı iyice azalarak yok olurken, bunun yerini doğuya doğru akan güçlü bir yüzey akıntısı alır. El Nino Akıntısı’nın oluşma mekanizması budur.

Hint Okyanusu

Asya kıtasının varlığı atmosferdeki dolaşımı büyük ölçüde etkiler ve bu okyanustaki akıntılar rüzgârların esiş doğrultusuna göre sürekli yön değiştirir. Muson rüzgârlarının kuzeydoğudan estiği kış aylarında suyun dolaşım düzeni, diğer iki okyanusun ekvator yakınındaki dolaşımına benzer; yalnız burada dönenceler arası yakınsama bölgesi Güney Yarıküre’ye doğru kaymıştır. 8° güney enleminin biraz altında Güney Ekvator Akıntısı, 5° Güney enlemine doğru Güney Ekvator Karşı Akıntısı, kuzeyde de Kuzey Ekvator Akıntısı’mn eşdeğeri olan Kuzeydoğu Muson Akıntısı bulunur. Ayrıca Somali kıyısı boyunca güneye doğru akan, orta şiddette bir kıyı akıntısı vardır. Bu akıntı, Güney Ekvator Akmtı-sı’nın kuzey kolundan doğan Doğu Afrika kıyı akıntısıyla karşılaşıncaya kadar ekvatorun güneyine doğru iner.

Hint Okyanusu’nun güneyinde antisiklon sisteminin dolaşımını tamamlayan batı kıyısı akıntısı, Madagaskar Adası’nın kıyısı boyunca güneye doğru akan Madagaskar Akıntısı ile bunun devamı olan Agulhas Akıntısı’dır. Afrika’mn doğu kıyısını izleyerek güneye doğru inen Agulhas Akıntısı, Güney Afrika açıklarında birden yön değiştirerek doğuya döner. Agulhas Akıntısı’nın Antarktika Çevre Akıntısı’yla karşılaşması pek çok burgacın oluşmasına yol açar. Ama Madagaskar ile Afrika kıtası arasındaki Mozambik Kanalı’nda, güneye doğru akan bir akıntının varlığı kesin olarak kanıdanabilmiş değildir.

Avustralya açıklarında, antisiklon halkasının açık ucunu güneyden kuzeye yönelmiş akıntılar tamamlar. Oysa Avustralya’nın batı kıyısındaki bir akıntı (Leeuwin Akıntısı) güneye doğru akar. Akıntı yönünün bu kesimde tersine dönmesi, daha önce de belirtildiği gibi, Hint Okyanusu ile Pasifik Okyanusu arasında açık bir geçit olmasından kaynaklanır.

Musonlar güneydoğudan estiğinde, 5° güney enleminin kuzeyindeki akıntı düzeni tam tersine döner. Muson Akıntısı’nın yönü değişir, Güney Ekvator Karşı Akıntısı yok olur, Somali Akmtısı’ysa iki hafta boyunca Somali kıyısını izleyerek kuzeybatıya doğru akar. Tam anlamıyla mevsimlik olan bu akıntı, 3 m/sn’yi aşan hızıyla dünyanın en güçlü akıntılarından biridir.

Dip akıntıları

Derinlik arttıkça akıntıların şiddeti de hızla azalır; buna rağmen, mesela okyanusların batı kıyılarında, oldukça belirgin dip akıntıları vardır. Bu akıntıların hızı en çok saniyede 10-20 cm dolayındadır; ama bir dip akıntısı 1 000 m’den daha derine indiğinden, taşıdığı su küdesi yüzey akıntılarıyla karşılaştırılamayacak kadar fazladır. Okyanus sularının sıcaklık ve tuzluluk farklarından kaynaklanan bu akıntılar, kara ikliminin egemen olduğu bölgelere bir deniz esintisi getirir. □
Yüzey sıcaklığının modelinin çıkanlması. Pasifik Okyanusu’nun dönenceler kuşağındaki yüzey sıcaklığının (5 m derinlikte) simülasyon tekniğiyle elde edilen bu modeli, özellikle batitermografik sondalar ve seyir uydulanyla akıntıların incelenmesinde ne büyük bir yol alındığını kanıtlıyor. Burada, okyanusun sıcak sulan (kırmızı) ve ekvator boyunca uzanan bir soğuk su şeridi (yeşil) açıkça görülebiliyor: sıcak sular arasındaki bu soğuk su şeridi, okyanusun doğu kesiminde dipteki soğuk sulann yüzeye doğru yükselmesinin, yani dönenceler kuşağındaki upwelling sürecinin kesin kanıtıdır,

(Philippe Dandin ve Pascale Delecluse’ün gerçekleştirdiği simülasyon.)
AYRICA BAKINIZ

—► ib.ansli atmosfer —► ib.ansli denizler ve okyanuslar —■► EMSS keşifler ve kâşifler —► [b.ansli oşinografi —► [b.ansİ-1 siklonlar ve antisiklonlar

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*