HİNDİSTAN

HİNDİSTAN HİNDİSTAN

Hindistan çok büyük bir ülkedir; medeniyet açısından zenginliği ancak nüfusunun çeşitliliğiyle denk tutulabilir; nüfusu da XXI. yy’ın ortalarında Çin’inkini aşabilir. Ülkenin bulunduğu yanmada bundan 50 milyon yıl kadar önce korkunç bir çarpışma sonucunda Asya Kıtası ile bitişerek bütünleşmiş, ülke hep büyüleyegeldiği insanlığın kıyıcığında o zamandan beri yerini almıştır. Başlangıçta pek de estetik kaygısı taşımayan Hint mimarîsi, aynı adı taşıyan okyanusun bütün kuzeydoğusuna yayılmış, hatta o «dokunulmaz» Çin bile Budizmin etkisinde kalmıştır. Siyasal aykırılıklan da besleyen bir dinler bannağı ve «dünyanın en büyük demokrasisi» olan bu devlet, en zengin ve en çarpıcı kültürlerden birini yaratmıştır.
Bharai Ganaraciya [Hintçe] – Reyublic ofîndia [İngilizce] Uluslararası kod: tND Yüzölçümü: 3 1 65 596 km2(*)

Nüfus: 904 000 000 kişi [1994]

Nüfus yoğunluğu: 285,6 kişi/km2

Başkent: Yeni Delhi (7 174 000 nüf.; çev. 10 800 000 nüf.) [199 Resmî diller: Hintçe, İngilizce, Assamca, Bengalce, Guceratça, sızca, Kanaraca, Keşmirce, Malayalamca, Marathaca, Oriyaca, cabca, Sanskritçe, Tamike, Teluguca, Urduca, Sindhice.

Din: Hindu % 82, Müslüman % 11, Sih % 1,8, Budist % 0,7, C cı % 0,5, Hıristiyan % 0,4 [1991].

Millî bayram: 15 Ağustos (1947’de kazanılan bağımsızlığın yıl nümü); 26 Ocak (1950’de cumhuriyetin ilanının yıldönümü) Para birimi: Hindistan rupisi (ÎNR)

[1 rupi = 100 paisa] Hükümet ve yönetim Anayasa: Ocak 1950’de yürürlüğe giren ve birçok defa değiştirile yasa, devleti çok partili federal bir cumhuriyet olarak tanımlar. Kurumlar: Halk Meclisi Lok Sabha (doğrudan genel oyla 5 yıllığı reve seçilen 545 üye) ve Eyaletler Konseyi Racya Sabha’Asa (eyal yasama meclislerince 6 yıllığına göreve seçilen ve iki yılda bir ü< yenilenen 245 üye) oluşan iki meclisli parlamento, yasama yetkisi İarur; cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı yardımcısı (federal parla ve eyalet meclislerince 5 yıllığına seçilirler) ve başbakan (cumhurt tarafından federal parlamento içinden seçilir), yürütme yetkisini k Yüksek Mahkeme, yasaların anayasaya uygunluğunu deneder. ] her eyaletinin bir hükümeti ve bir parlamentosu vardır.

Yönetim birimleri: 25 eyalet, 7 birlik toprağı.

Ekonomi GSMH: 271,64 milyar dolar [1992]

Kişi başına GSMH: 330 dolar [1992]

İthalat: 25 700 milyon dolar [1994]

İhracat: 24 300 milyon dolar [1994]

Eğitim ve sağlık Okuryazarlık oram: yetişkin nüfusun % 48,2’si [1990] Ortalama ömür: kadın 59,1; erkek 58,1 Çocuk ölümü oranı: %o 79 [1993]

(*) Hindistan’ın Cammu ve Keşmir eyaletlerinin parçası olarak talep ett Pakistan’ın askerî yönetimi alcında olan 121 667 km2’lik bölge dahil değ.
Bugün, dil ve kültür çeşitliliğini bağdaştırmak için federal bir yapıyı benimseyen ve dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hint Birliği (Bharat), aynı zamanda, nüfus yoğunluğu en yüksek ülkelerden bindir (285,6 kişi/km2). Uzun bir tarihin zenginliğini taşıyan, Türkiye’nin dört katı büyüklüğündeki bu devlet, doğrudan, İngiliz Hindistan İmparatorluğu’nun bağımsızlık sırasındaki parçalanışından doğmuştur. Bu sürecin sonunda üç ayn devlet kurulmuştur: Hindistan ile Pakistan (1947), bir de Bangladeş (1971). Hindistan, birçok güçlüğe ve çatışmaya rağmen, bu tarihten beri, belli bir siyasî istikrar yaşamış ve aynı demokratik parlamenter rejimi korumuştur. Ekonomik kalkınma alanındaki özgün bir strateji, ülkenin dünya çapında bir güç durumuna gelmesini ve nüfusundaki önemli artışla baş edebilmesini sağlamıştır. Gene de, ağır bunalımlann ve gerilim-lerin sürüp gitmesi yüzünden, yaşam düzeyi ancak çok yavaş bir biçimde yükselmektedir.

■ FİZİKÎ COĞRAFYA

Hindistan platformu bir platolar ve orta yükseklikte dağlar bütünü oluşturur. Kabaca bir eşkenar dörtgen biçimini alan bu platformun güney bölümünü, Hindistan Yarımadası, Delhi yakınlarına kadarki kuzey bölümünüyse, daha kütlesel merkezî bir Hindistan oluşturur. Farklı kökenleri olan orta yükseklikteki dağlar, platformun kenarlarında bulunur; merkezdeyse platolar egemendir. Dakar ve Agadir’in enlemlerine tekabül eden Hindistan, musonların (bu terim, Arapça «mevsim» kelimesinden gelir) düzeninden çok etkilenen sıcak bir iklime sahiptir.
Yapı

Güney ve Orta Hindistan’ın en büyük bölümünü birço laşma, katlanma ve aşınımla düzleşme evresi yaşamış form oluşturur. Prekambriyen ile Birinci Zaman’m sonu biçimlenmiş kayaçlardan oluşur. Erozyona karşı güçlü b gösteren bıllursu gnayslar ve granitler, artık sadece bütı çim değişikliklerine veya sınırlı kırılmalara elverişlidir. B tektonik hareketler platform bütününde bir çöğünmeye rak, batı bölümünü merkez ve doğuya oranla yükseltm yük faylar (kırıklar), kıyı çizgisini belirlemiş ve yarımad. kıyısı boyunca süreklilik gösteren kıyı engebelerini yaı Ana doğrultusu doğu-batı yönünde olan diğerleri, es;
Varanasi’de Ganj. Dinî bir merkez ofan bu şehir, Hindistan’ın dört bir yanından gelme nüfusuyla, yanmadanın etnik ve kültürel yapısını özetler.
Keralalı balıkçılar. Ülkenin nüfus yoğunluğu en yüksek illerinden biri olan Alleppey lli’nde (knf’ye 1100 kişiden fazla) tanm ve balıkçılık özellikle canlıdır.
İÇİNDEKİLER

B FİZİKÎ COĞRAFYA 0 BEŞERÎ VE İKTİSADÎ COĞRAFYA B TARİH B KÜLTÜR VE UYGARLIK

j’ -zeyûoğusunu etkilemiştir. Bazı bölgelerde, artık eski kıvrımların izlerine rastlanır; bunların «kök-‘.n~uş olması, toprak yüzeyine çıkmış olan az çok ; î£rt kayaçlarla kendini gösterir.

;–3r.’;n sonundan kalma tortular, önemli taşkömürü

– ;r.r.d:ran çukurların içinde korunmuştur. Çok uzun “=!:yet dönemi boyunca (fosillerin bulunmaması ne-„”Isnmesi güç omakla birlikte, Kretase Dönemi’nde : Vçurcü Zaman’ın başına kadar devam etmiş gibi £İ:r platformun kuzeybatısına çok geniş sıvı bazalt yayumıştır. Bu lavlar çok sayıda yarık boyunca yük-: iyice sivrilmiş volkanik yapılar yoktur. Her lav evresinden sonra gelen tortullaşma ve değişim aşa-s. büyük akmaların arasında üst üste duran kırmızı •şicnıştır. Son akmaların üst yüzeyleri platolar oluştu-
rur; bunlar 500 000 km2’den geniş bir alana yayılırlar.

Platform, Hindistan levhasının, yaklaşık yüz milyon yıldır kuzeye doğru hareket halinde bulunan bir bölümünü işgal eder; bu yer değiştirme sırasında Hindistan levhası Üçüncü Zaman’da Asya (veya Tibet) levhasıyla buluşmuştur. Bu iki levhanın temasından derin bir dalma-batma çukuru ve güçlü bir biçimde yükselmiş ve kıvrılmış bir bölge oluşmuştur: bunlardan birincisi, Indus ve Ganj’m içinden aktığı ovaları doğurmuştur; İkincisiyse, güçlü Hi-malaya engebelerine (Karakurum ve Tibet) tekabül eder; Himala-yalar, çarpışmanın daha az şiddetli olduğu kenarlarında, batıda Afgan sınırlarındaki dağ sıralarına, doğudaysa Myanmar (Birmanya) sınırındaki dağlara yaslanırlar. Himaiaya dağ sistemi başkalaşım kayaçları ve tortul billur kayaçlardan oluşur. Güneye doğru uzayan, sonra büyük yüzey şekillerini biçimlendiren bütünsel hareketlerden ve faylardan etkilenen dev taşınma örtüleri,
MALDİVLER
HİNT OKYANUSU

sistemin bütününde biçim değişikliklerine yol açmıştır. Büyük dağ zincirinden kopan Üçüncü Zaman tortulan, Sivalik Dağla-rı’nın küçük sıradağları halinde kıvrılmışlardır.

Yüzey şekilleri ve fizikî ortamlar

Platformun yakın tarihli tektonik hareketlerden en az etkilenmiş bölümleri, geniş plato alanları korumuştur. Yarımadanın merkezinde gayet net bir biçimde gözlenen, bir ilk jeomorfolojik bölge, üzerinde engebelerin yer aldığı geniş düzleşme alanlarına tekabül eder; bu engebelerin dik eğimleri platoların üzerinde, denizin üzerindeki adalar gibi yükselir: bunların inselberg (Almancada «ada dağlar») olarak nitelenmesinin nedeni budur. Bu engebeler, başta, çok dirençli gnayslar (şarnokitler) olmak üzere, özellikle, sert kayaçların toprak yüzeyine çıkmasından
kapsayan büyük yataklara egemendir. Kuzeydeki c doğru birbirini izleyen farklı öğelerden oluşmuştu malaya Sıradağları veya Büyük Himaiaya yükseklij m arasında değişen doruklarıyla, yüksekliği 4 000 n olan Tibet Platosu’na egemendir. Yüksek sıradağlar ki Orta Himalayalar’ın dorukları daha alçaktır (3 vadiler ve havzalar engebelerin yoğunluğunu biraz ovanın sınırındaki küçük Sivalik Dağları’na ise, d; kesintisiz bir dağ sırası egemendir. Enlemesine zıt cuttur: dağlar, kuzeybatıda Keşmir bölgesinde, da} yüksek olduğu halde en yüksek doruklar Nepal’de

İklim

Ülke kışın, yengeç dönencesinin biraz kuz yerküreyi saran astropikal antisiklonlar ailesine ait

YÖNETİM BİRİMLERİ
Merkez Yüzölçümü (km2) Nüfus (1991)
Haydarabad 275 068 66 354 559
l:anagar 83 743 858 392
d;spur 78 438 22 294 562
k Kalküta 88 752 67 982 732
Patna 173 877 86 338 853
s t-jrr..’ Srinagar (yaz) Cammu (kış) 100 569 7 718 700
Fanacı 3 702 1 168 622
Gandhinagar 196 024 41 174 343
Çandigarh 44 212 16 317 715
skecş Bhopal 443 446 66 135 862
2 Bombay 307 690 78 748 215
İmphaJ 22 327 1 826 714
& Şüiong 22 429 1 760 626
Aicai 21 081 686 217
Kahima 16 579 1 215 573
Bhubanesvar 155 707 31 512 070
Çandigarh 50 362 20 190 795
Caypur 342 239 43 380 640
Gangtok 7 096 405 505
i»- ■ Madras 130 058 55 638 318
Agartala 10 486 2 744 827
KS Luknov 294 411 139 031 130
pattın
; af Port Bİair 8 249 279 111

z Çandigarh 114 640 725
Siivassa 491 138 401

m Daman 112 101 439
Delhi 1 483 9 370 475
Kavaratti 32 51 681
Pondiçeri 492 807 045

– zırarlara yol açacak kadar güçlüdür.

– : bilançosu farklar gösterir. Batı kıyısının ve ; ana yükseklikteki dağları ve Ganj Ovası’nın do-

■ – . yağışlı iklimlere sahiptir. Platformun doğusunda

eşeklikteki dağlara ve gene bol yağış alan Bengal t Y:.:;r.daki deltalara yağışların en büyük bölümü := Yarımadanın merkezindeki platolar belirgin

:: il.ıa kuraktır: ama buradaki kuraklık kuzeybatının -i .;ksekiikte dağlarla (Aravalli) kaplı bölgesinde ol-… ■ değildir. Himaiaya Dağları’nın güneye bakan : zi-üe doğuda ve orta kesimlerde çok fazla yağış ; ii. sıradağların kuzeyinde kalan vadiler ve havzalar

– Ksını taşır. Yükseklik önemli bir rol oynar: nemli

sahip sıcak eğim bölgelerini Himaiaya Dağla-.«.—n belirgin olduğu yüksek doruklarından ayı-•: ‘sç kilometreyi geçmez.

-oioji

r : bolluğu ve yüzey şekillerinin konumu, Hindis-

-zîiı büyük nehirlerle donatmıştır. Gene de, Hima-; . – iîra£ndan etkilenen su sistemleriyle yarımadadan i -iHjr-da belirgin zıtlıklar vardır. Himaiaya Dağlan’ndan . – adını verdiği ovanın eksenini izler; daha son-

. Vrrfezi’nin ağzında Brahmaputra ile ortak bir delta s :.=lann bolluğu ve Himaiaya karlarının ve buzulları-kaynak, kurak geçen yıllardaki yağış düşüşünün nedeniyle yaz debileri yüksektir. Yeraltında : rî – :.er, yaz debilerinden çok, düşük olan kış debilerini : – ; f î:şt^:en alçak basınçların anormal bir etkinliğinin so-: – ierece bol yağışların görüldüğü dönemler, özellikle ;: ■ i. çığamda ciddî taşkınlara yol açabilir. Gene, Hima-: ı – r_ian doğan, özellikle, Satlec gibi nehirler İndus’a ve ; z.ztr~ akarlar.

■ r. ;-ğu Umman Denizi yakınlarında Batı Gat Dağla-: :î=r ve Bengal Körfezi’ne dökülür. Bunların en önemli-. Godavari, Krişna ve Kaveri’dir. Kırıklar, yalnızca : -_n. kuzeyinde, Narbada ve Tapti nehirlerinin doğu batı

. .T.Z3. akmasına ve Umman Denizi’ne dökülmesine izin

– I _ nehirler ve kolları, esas olarak, havzaların yukarı çı-

c.an yaz yağmurlarıyla beslenir.

: – ..s” fazla yüksek değildir ve debilerin düşük olduğu sık görülür. Bu akış rejimlerinin düzeltilmesi, -iri: olmuş ve Mahanadi üzerindeki Hirakud veya
Krişna üzerindeki Nagarcunasagar gibi büyük barajların inşasıyla gerçekleştirilmiştir.

Canlılar âlemi

Hindistan’ın bitki görünümü temelde tarımsal üretimle özede-nebilir: en sulak bölgelerde, kenar setlerine palmiyelerin dikili olduğu pirinç tarlaları, en kurak kesimlerde, içinde yer yer ağaçların bulunduğu açık tarlalar. Ormanlar sadece orta yükseklikteki dağlarda ve Himaiaya Dağları’nda korunmuştur. Birincilerde, yapraklarını dökmeyen büyük ormanlar sadece güneybatıda görülür (diğer bölgelerin ormanları kışın yapraklarım dökerler). Bu ormanlarda tekağacı veya sal gibi değerli ağaç türleri yetişir. Kurak orta yükseklikteki dağların ve platoların en taşlı kesimleri dikenli çalılarla kaplıdır. Enleme bağlı olarak, Himaiaya ormanları,

3 000 m’nin üzerinde, hatta 4 000 m yükseklikte gelişebilir.

Sıcak iklim ve Hint kültürünün ayrılmaz parçası olan yaşama duyulan saygı, olağanüstü bir kuş, maymun ve aralarında kobranın da bulunduğu sürüngen çeşitliliğine sahip zengin bir faunanın korunmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte, geniş av veya otlama alanına ihtiyacı olan hayvanlar, bugün toplam sayısı 300’ü geçmeyen kaplanlar örneğinde olduğu gibi yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Daha yakın zamanlara kadar Sivalik Dağları teklerinde balta girmemiş ormanlar kaplanlara av alanları sunuyordu; ama bu alanlar tarla açmanın hızlanmasıyla birlikte hemen hemen yok olmuştur. Vahşî fillereyse, artık sadece orta yükseklikteki dağlarda, çok sayıdaki doğa koruma alanlarında rastlanmaktadır.

■ BEŞERÎ VE İKTİSADÎ COĞRAFYA

Nüfusun ve İktisadî faaliyetlerin dağılımı, fizikî ortamlarla bir dizi karşılıklı bağlantı ve ilişkiyle belirlenir. Tarımın hâlâ istihdamın yaklaşık üçte ikisini sağladığı bir ülkede, tarımsal sistemlerin verimliliğinin kırsal kesimdeki nüfus yoğunluklarının açıklanmasında temel bir etken olması şaşırtıcı değildir; bu, büyük ölçüde şehirlerin konumu için de geçerlidir; şehirler, geçmişte olduğu gi-
Yaz musonları, Hint Okyanusu’ndan gelen sıcak ve nemli hava kitleleriyle yüklü olur ı/e mayıs ayının sonundan itibaren Bengal, Assam ve Batı Himalayalar’a sağanak yağışlar getirir

Doğumların sınırlandırılması için kampanya: bütün Hindistan’da afişler iki çocuklu bir aile tavsiye eder.
SANAYİ
(1993)
Madencilik
alüminyum 446 000 t
çelik 18 500 000 t
dökme demir 15 700 000 t
İmalat
binek arabaları 201 100 adet
(otomobil)
çimento 53 700 000 t
fosfatlı gübreler 1 833 300 t
gemi yapımı 5 400 Dwt
hizmet arabaları 172 000 adet
kâğıt ve karton [1989] 2 117000 t
pamuk (iplik) 1 547 000 t
sentetik dokuma 603 700 t
sentetik kauçuk 46 700 t
MADEN VE ENERJİ
KAYNAKLARI
(1994)
1 altın 1 938 t
] bakır 520 000 t
] boksit 5 000 000 t
I demir (cevher) 56 300 0001
j doğalgaz 18?78 milyar m
i elektrik 323,3 milyarkWsa
5 elmas 19 707 kırat
kromit [1990] 1 084 000 t
linyit 18 800 000 t
manganez (cevher) 1 700 000 t
petrol 26 100 000 t
taşkömürü 245 400 000 t
BAŞLICA İHRAÇ
ÜRÜNLERİ
(1992-1993)
(yüzde olarak}
değerli taşlar 16,5
giysiler 12,9
kimyasal maddeler 6,6
mühendislik hizmetleri 13,2
pamuk ve dokuma 7,2

Sanayileşmiş modern Hindistan:

Damodar Vadısi’nde (Batı Bengal) Durgapur’da bulunan bir çelik fabrikası.
bi bugün de kırsal nüfus için hizmet merkezleri olmaya devam etmektedir. Pirince dayalı ekim sistemleri özellikle güneybatı kıyılarından Orta Ganj Ovası’na kadar uzanan ve doğu kıyısıyla buradaki büyük deltalan kapsayan sulak ovalarda, çok yüksek nüfus yoğunluklarının barınmasına imkân verir. Sulama uygulaması, fizikî ortamın etkilerinin düzeltilmesini ve pirinç ekili arazilerin önemli ölçüde genişlemesini sağlamıştır. Ayrıca, çiftçilerin zenginliği, verimlilik düzeyinin yüksek olduğu eski bölgelerde, bugün modernleşmiş olan, Ganj Ovası’mn kuzeybatısı ve güneyin bazı kesimleri gibi orta nüfus yoğunluğuna sahip bölgeler-dekinden daha fazla değildir.

Hindistan topraklarının farklılaşmasında etkili olan iki önemli etmen daha vardır. Bunlardan birincisi, kıyı boylarında üç büyük ticaret merkezini (Bombay, Kalküta, Madras) geliştiren ve Delhi’ye önemli bir siyasî işlev yükleyen İktisadî sömürge siyasetidir. Büyük sanayi ve İktisadî yönetim merkezleri durumuna gelen bu şehirler, yakınlarındaki geniş bölgeleri etkilemişlerdir. Bu etmenlerden İkincisiyse, hükümetin iç kesimlerdeki bir dizi şehirde sanayi tesislerinin kurulmasına yol açan güdümcü siyasetidir. Devlet, başlıca maden yataklarının hemen yakınında yeni şehirler kurarak yeraltı kaynaklarım değerlendirmeye çalışmıştır.

Böylece, bu üç temel etmenin bir araya gelmesinden, bölgeler arası eşitsizliklerin kaynağı olan karmaşık bir mekân farklılaşması doğmuştur. Bombay, Kalküta ve Delhi’nin çevresinde üç egemen kutup oluşmuştur. Güneyin tamamı, güçlü sanayi şehirleriyle ilişkili, görece zengin bir tarıma sahiptir. Yarımadanın iç kesimleri, bölge tarımının modernleşmesi ve sanayi merkezlerinin yayılması sayesinde belli bir dengeye ulaşmıştır. Kaynakların geliştirilmesinin demografik büyümeyi izlemediği, bazı çok yoğun nüfuslu pirinç tarımı bölgelerinde (Orta ve Aşağı Ganj Ovası) durum kötüdür. Çok kurak olan kuzeybatı ile kuzey ve kuzeydoğu dağları marjinal bir konumdadır.

Nüfus

Büyüme. Nüfus bakımından, dünyanın ikinci büyük ülkesi olarak Hindistan’ın konumu, topraklarının genişliğinden çok, olağanüstü nüfus yoğunluklanyla dikkat çeker. Bu durumun geçmişe uzanan kökleri vardır: demografi tarihi uzmanlarına göre, eski İngiliz Hindistanı’na tekabül eden bölge, dünya nüfusunun yüzde 20’sini barındırmaktadır ve bu oran, Hıristiyanlığın başlangıcından beri değişmemiştir. Merkezî devletlerin erken bir tarihte kurulmasının sonucu olan bu olgu, en verimli ve en çok emek tüketen geleneksel tarım tekniklerinden sulu pirinç tarımının gelişmesine de sıkı sıkıya bağlıdır. Hindistan, bu «ileriliğin» bir bölümünü korumuştur. Gene de, «demografik patlama» görece gecikmiştir (1920). Bağımsızlıktan beri, ortalama nüfus artış hızı dikkat çekici bir sabitlik göstermiştir: yılda yüzde 2,5 dolayları. Bu düzenlilik, doğum ve ölüm oranlarındaki paralel bir gelişmeyi yansıtmaktadır: 1965-1992 arasında doğum oranı binde 40’tan binde 29’a, ölüm oranıysa binde 20’den binde 10’a düşmüştür.

Hükümet çok erken bir tarihte, zorlayıcı yöntemlerden çok ikna ve propaganda yöntemlerini kullanmayı tercih ederek, doğumları sınırlandırmaya çalışmıştır. Bu strateji, kuşkusuz tıbbî donanımların geliştirilmesindeki yetersizlik ve büyük çoğunluğu oluşturan kırsal bir nüfusu konuya duyarlı kılmanın güçlüğü nedeniyle, ancak kısmen başarılı olmuştur. Her ne olursa olsun,
bunda, kadınların durumunun gelişmesindeki yetersizlik kisi de görülebilir: Hindistan, kadınların ortalama ömrü men hemen erkeklerinkine eşit olduğu ender ülkelerden 1 öte yandan, kadınlar okuryazarlık açısından kesin bir geri lık içindedir.

Toplulukların çeşitliliği. Hindistan nüfusunun ayı özelliği, birbirine çok zıt bir dizi topluluğa bölünmüş olı Kastlara bağlı bölünmeler bunların en önemlisidir; bunlar lerin, kuramsal olarak meslekî bir uzmanlaşmayla belirli üyeleri cati’lere (her köy ve şehirdeki iyice yerleşmiş kural hiyerarşik konum) göre sınıflandırılan, içten evlenen biı gruba bölünmesine dayanır. Sayısız cati, gene kuramsal ol; grupta toplanır; bunların dördünü, gene kuramsal olarak manlaşmayla tanımlanmış olan varna’lar -din adamı Bral vama’s\, krallar ve savaşçılar vama’sı (kşatriya), tüccar varn işya), kol emekçileri varna’sı (şudrn), diğeriniyse hiyerarşin tında yer alan ve sık sık harican («dokunulmazlar») terim lirtilen «varna dışı» bir topluluk oluşturur. (Portekizce cas> teriminin, karışıklığa yol açmakla birlikte, varna’lar kadar de belirtebildiğini hatırlatmak gerekir; öte yandan, Hindi yan, daha eski topluluklardan bir bölümü, kabile örgüde nedeniyle bu sistemi tanımazlar.) Bu kast farklılaşmaların bölgelerin çoğulluğu eklenmektedir. Hindular, çok güçlü fc lüman azınlık (% 11,4) karşısında ezici çoğunlukta olma likte (% 82,6), Hint dünyasında doğmuş dinlere inanan disder, Sihler, Caynacılar, Parsîler) ve Hıristiyanlığı beniı olanlar, inananların ancak yüzde 6’sını oluşturur.

Hindistan’da dil birliği diye bir şey yoktur. Büyük dille: rı öbeğe aittir: kuzeyde Hint-Avrupa dilleri, güneyde Dra leri. Bunlara, çok az konuşanı olan sayısız «kabile» dilini ı mek gerekir. İkinci resmî dil olan İngilizce, ülkenin siyasî sadî yaşamında önemli bir rol oynar.

Toplulukların bir arada yaşaması kolay bir şey değildir, ler, sınırları dil farklılıkları göz önünde bulundurularak eyalederden oluşan federal bir yapı benimseyerek, buna züm bulduklarını sanmışlardır. Bu eyaletlerden bazıları ( yüktür; en kalabalık eyalet Uttar Pradeş’te yaklaşık 140 kişi yaşar. Son on beş-yirmi yıl içinde, «kabile» topluluklaı lepleri, özellikle, kuzeydoğudaki dağlarda çok küçük eya oluşturulmasına yol açmıştır.

Dağılım. Hindistan nüfusu içinde çiftçilerin payı büyü ağırlığını koruduğundan (faal nüfusun % 63’ü) tarımın ve ği nüfus dağılımının temel belirleyeni olmaya devam etmı En yüksek yoğunluklar, sulak ovalarda, Ganj kıyılarında yer km2’ye 400 kişiyi aşan doğu kıyısındaki deltalarda | Buna karşılık, kuzeybatının kurak bölgeleri ve platform: yükseklikteki dağlarının bir bölümü, km2’de 100 kişinin alı der olarak düşse bile, görece düşük yoğunluklara sahiptiı

– – . artan kentsel nüfus, nüfusun ancak yüzde -_-,r 21 j milyon kişiden fazla). Güney daha fazla – – Ejj birlikte, büyük şehirlerin (bunların yirmi be-—_.y:r.un üzerindedir) dağılımı genel nüfus dağı-;,:l, -;farklıdır. Bombay, Kalküta ve Delhi (sırasıyla

• . – ~_lyon ve 8,3 milyon kişi) en büyük üç kentsel … : ,-_:rr’.çevresindekiuydukentler, 100-200 km’lik bir : . • : – sirece hızlı bir büyüme yaşamaktadır.

teri ve maden kaynaklan

_-_an çeşitlidir. Bunlar bazı güncel ihtiyaçların kar– ; _ıracat sektörünün beslenmesini sağlasalar da, re-: . lorumda kalkınma için sağlam temeller sunmaya

– -:: r Sene de, Hindistan enerji alanında, kömür üreti-

■ ;:r arının önemiyle, yabana atılmayacak bir koza sa-

– – 1 ::r. n dünya üretiminde dördüncü olduğu taşkömü-

– — j;uzeydoğu çöküntü çukurlarında, özellikle de Da-.; izlediği çukurda toplanmıştır; Kalküta’ya ya-

– :; ■_ vs işletmeye en önce açılan bu havza, kömür çıka-. ■. ■ : ty ve doğuya, Godavari’ye kadar genişlemiş ol-

üretimde hâlâ başta gelmektedir. Petrol iki sınır-: ■ : ^.îr kuzeydoğuda Assam çukuru ve batıda Kambay

– : buradaki petrol, Bombay Körfezi açıklarında ol-

■ : . ~_k ölçüde denizaltından çıkarılmaktadır. Henüz sı-

1994’te 33,6 milyon ton), oldukça sınırlı olan bu–. ■ ; • -.-..r. yaklaşık yarısının karşılanmasını sağlamaktadır. ; kömürle çalışan termik santrallarda üretilen elekt-

– ■ ; -rsr. dünyada 9. sırada gelmektedir. Toplam içindeki

– : -_zde 20 olan hidroelektrik, Himalayalar’ın çıkışına -;iarjı büyük nehirlerinin üzerine kurulmuş santral-; i şür.ektedir. Batı bölgelerine daha fazla elektrik sağ-

– r:_xleer santrallar inşa edilmiştir (bugün dokuz nükle-:;a_;yettedir).

tir. clatformu çok çeşitli maden cevherleri üretir. Demir

– sayıda ve dağınıktır; Japonya’ya yapılan ihracat sa-. : ;_şen Goa’daki yataklar dışında, bugün en verimli ya-

.-îvdoğuda, kömür bölgelerinin yakınlarında bulunur. : .–myum, altın ve gümüş kaynakları, ihracatı besleyen j 1 isler olan manganez, krom, amyant ve mikayla karşılaş–. i rıle göz ardı edilmeyecek düzeydedir.

rjn

. ^letıne sahiplerinin, konumlarını düzeltmek için harca-

– ı_5ra rağmen karşı karşıya kaldıkları güçlükler, GSMH’nin -r£e 31’ini oluşturan tarımın gelişmesini engellemekte-

— yeşil devrim» sayesinde, nüfus artışıyla baş edebilmiş, . de toplumsal ve bölgesel eşitsizlikleri sınırlamayı başa-

bir tanm reformu. Sömürge döneminin son yıllarına, : xm üretiminin çok yavaş artması damgasını vurmuş-yöneticiler, bu durumun büyük ölçüde «felç edici» topallardan kaynaklandığım düşünüyorlardı. Birçok bölge-r:..sz doğru dürüst yaşayacak güçte değildi; ayrıca, toprak-; .. aşamayan mülk sahiplerinin el koydukları sermaye kır-.- —e yatırımları dondurmuştu; söz konusu kişiler çoğu du-: rccrak rantını almakla yetiniyor ve üretken yatırımlara gi-
rişmek yerine tefecilik yapmayı tercih ediyorlardı. Nihayet, yeterli istikrar güvencelerine sahip olmayan kiracı çiftçiler de yatırım yapmaya hiç istekli değildi. Topraklarında yaşamayan mülk sahiplerinin bir bölümü, haklarını, Hint-Moğol İmparatorlu-ğu’ndan miras kalan ve özellikle, bazı vergi tahsildarlarını (zamin-dar’lar) gerçek mülk sahiplerine dönüştüren İngilizler tarafından genişletilip kesinleştirilen bir mevzuattan alıyorlardı.

Kongre Partisi yöneticileri bu durumu düzeltmek için ılımlı bir tarım reformunun uygulamaya konmasını savundular: toprakları bölüşme veya kolektifleştirme olmaksızın, toprağın statüsünün hukukî olarak değiştirilmesi. Zamindarlık kurumunun kaldırılmasıyla, kiracı çiftçilere istikrar güvencesi verilebildi; toprak kiralarıysa en yüksek düzeye fırladı. Mevzuat, eyaletten eyalete değiştiğinden, tarım reformunun bilançosunu çıkarmak güçtür. Reform birçok bölgede, toprak sahibi veya kiracı olarak rantabl işletmelerin ve yatırımlar gerçekleştirme gücüne sahip bir «orta köylülüğün» doğmasını sağladı. Ülke genelinde bunlar, kullanılan tarım arazilerinin yaklaşık yarısını denetlemektedir. Gene de, küçük toprak sahipleri için yaşam koşulları çok güçtür: 2 hektardan az toprağı olan bu çiftçiler, işletme sahiplerinin dörtte üçünden fazlasını oluşturmalarına rağmen, tarım arazilerinin ancak dörtte birini denetlemektedir. Topraksız tarım işçilerinin (köylülerin yaklaşık % 40’ı) koşulları daha da kötüdür.

Ekonomik açıdan, toprağın yeniden dağıtılması, küçük toprak sahiplerinin ve topraksız tarım işçilerinin bazı bölgelerde (Ganj Ovası’nın doğusu, Kerala) özellikle kalabalık olması ölçüsünde, tarımsal faaliyete elverişli koşullar sağlayabilir. Çok yüksek olan nüfus yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda, daha köktenci bir yeniden toprak dağıtımının nasıl gerçekleştirilebileceğini görmek güçtür. Tarım dışı faaliyetlerin gelişmesi, kaçınılmaz bir seçenek gibi görünmektedir.

Tanm sistemleri. Demografik baskı, Hindi çiftçileri, takvimlerinde iki tarım dönemini birleştirmeye yöneltmiştir. Yağmur mevsiminde gerçekleştirilen yaz ekimleri (hatif), en büyük sorunu su olan kış ekimleriyle (rabi) tamamlanır. Sulamadan yararlanma, yüzyıllardır tarım takviminde önemli bir rol oynamaktadır. Yapay su katkıları harif ekinlerinin yağışlardaki düzensizliklerden korunmasını ve su ihtiyacı az, ama düşük değerli bitkilerin (darı, yerfıstığı) yerine, pirinç ve şekerkamışı gibi çok su tüketen bitkilerin geçirilmesini sağlamaktadır. Rabi ekinlerin yaygınlaştırılmasında sulamanın belirleyici rolü, kısa zamanda kendini göstermiştir. Yağmurların mekâna ve zamana göre dağılımındaki sakıncalan gidermek için kullanılan teknik yöntem yelpazesi çok geniştir: nehirlerin sularını dağıtan kanallar, kuyular, küçük depolar (tanklar) ve büyük baraj göllerinden başlayan kanal sistemleri.

Pirince dayalı tarım sistemleri birçok bitkinin bir ovada yetiştirilmesine izin verir: şekerkamışı (yazın), darı, «ılıman» bölge yağ bitkileri (kolza, keneotu, susam) ve bezelye (kışın). Bu bileşik tanm sistemi yağmurlu sınır bölgelerinin ayırt edici özelliğidir: batı kıyamdaki küçük ovalar, doğudaki deltalar, Ganj Ovası’nın doğu bölümü. Sulama, rabi pirinç ekimlerinin alanını da genişletmektedir. Dar.ya dayalı sistemlerde [kocadan (covar), darı (bacra)] yağmur mevsinünde ekilen yerfıstığı ve darı, sulamadan yararlanılan harif pirinciyle birlikte yetiştirilir. Toprağın büyük bir su tutma gücüne sahip olduğu bölgelerde, özellikle de bazaldarın taşıdığı kara topraklarda, pamuk ekimi büyük bir yer tutar. Bu tür bileşik tanm, yarımadanın orta kesimlerindeki görece kurak bölgelere egemendir. Mesela buğday, bezelye ve «ılıman» bölge yağ bitkileriyle (rabi), mısırla, hatta pirinç ve şekerkamışıyla (harif birlikte ekilir; bu bileşim, sıcaklıklarda kışın görülen düşüşün, başta pirinç olmak üzere, rabt döneminin tropikal türlerinden vazgeçilmesi için yeterli olduğu kuzey ovalarının özelliğini oluşturur. Aynca, kış mevsimi buralarda, görece düşük bir su katkısı gerektiren buğday için elverişli koşullar sağlar.

«Yeşil devrim». Hükümetin yatırımları ülke geneline eşit bir biçimde dağıtma girişiminin yaşandığı bir dönemden sonra, 1965-1966 yıllarının bunalımı, Delhi tarafından düzenlenen bir «serpiştirme»nin sakıncalarının bilincine varılmasını sağladı. Bunun üzerine, kamu iktidarları sulama, gübreleme ve tarımsal araştırma laboratuvarlarında geliştirilen yüksek verimli türleri aynı mekânlarda birleştirmeye çalıştılar. «Yeşil devrim» denen bu strateji göz kamaştırıcı etkiler yarattı: Hindistan, nüfus artışına karşı koyarken, besin ürünleri ithalatım kesti. Ama başarı eksiksiz değildi. Bölgeler arasındaki eşitsizlikler derinleşti: ilerlemeler, başta bütün güney bölgesi ve Pencab gibi eyaletler olmak üzere, toprak ve su kaynakları bakımından zaten daha iyi donanmış olan bölgelere avantaj sağladı. «Yeşil devrim», özellikle, çok azınlıkta kalan bir orta köylü tabakası yarattı.
TARIM

(1993)
Ürünler ve üretim
(milyon ton)
buğday (1994) 58
çay 0,74
darı 8,7
hindistancevizi (1990) 6,3
jüt (1991) 1,62
kahve 0,17
karabiber (1988-1989) 0,6
kauçuk (1991) 0,03
kocadan 12,9
kolza (1994) 5,2
mango (1994) 10
manyok (1994) 5,3
mercimek 0,77
mısır 10,2
muz (1994) 7,9
nohut 4,3
pamuk 2,21
patates 16
pirinç (1994) 78
portakal (1994) 2,1
soya (1990) 2,2
şeker 10,7
şekerkamışı (1994) 231
tütün 0,58
tomruk 282/ milyon m3
yerfıstığı 8,8
yün 0,03
zencefil (1990) 0,15
Hayvancılık
(milyon baş)
domuz 10,5
keçi 117
koyun 44,6
manda 78,6
Balıkçılık (1994) 4 572 000 t

Atalardan kalma bir tanm: Bihar Eyaleti’nin kuzeyinde sulama sistemi.
Pamuk hasadı: Madhya Pradeş Eyaleti’nde bir köyde pamuğu çiğidinden ayıran kadınlar.

Sanayi

Hintli yöneticiler, 1947’de, siyasî bağımsızlığı, demir-çelik-ten tüketim mallarına kadar uzanan eksiksiz bir sanayi yelpazesinin geliştirilmesine dayalı bir ekonomik özerklikle tamamlamayı istediler. Stratejileri, güçlü bir devlet sektörünün yaratılmasına ve işlerin kamu kuruluşlarıyla, sıkı bir biçimde denetlenen bir özel sektör arasında paylaşılmasına dayanıyordu. Düzenli olarak gözden geçirilen bu strateji, hedefler koyan ve bunlara ulaşılmasını sağlayacak araçları tanımlayan beş yıllık planlar çerçevesinde uygulandı. Devlet yatırımlarının finansmanını sağlamak için iç tasarruflar harekete geçirildi ve ikili anlaşmalar çerçevesinde dış yardımlara başvuruldu. Savunma, demiryolu ulaşımı, demir-çelik ve enerjiyle ilgili sanayilerin denetimi kamu sektörüne verildi. Takım tezgâhları üretimi, kimya ve ilaç sanayileri, özel fabrikalarla devlet fabrikaları arasında paylaştırıldı. Başta tekstil olmak üzere geniş bir tüketim malları sanayileri yelpazesi özel sektörün tekeline verildi. Bazı alanlar çok küçük üretim birimlerine (smatt scale industries) veya zanaatçılığa ayrıldı: sigara, geleneksel dokuma ürünleri ve ipekliler. Özel sektör, üretici tesisler kurmak, hammadde ve makine ithal etmek ve yabancı firmalarla anlaşmalar yapmak için izin alma zorunluluğunun geliştirilmesiyle denetim altında tutuluyordu. Bu kısıtlayıcı önlemin altında yatan asıl amaç, tüketim mallan sanayilerinin temel donanımlar aleyhine gelişmesini önlemekti.

1975’ten beri, bürokrasinin ağırlığı kadar, giderek güçlenen ve daha fazla dayanıklı tüketim malına sahip olmak isteyen varlıklı sınıfların talepleri, devleti, başta izinler konusunda olmak üzere, bu sistemi önemli ölçüde yumuşatmaya yöneltmiştir. Bu stratejinin temel hedeflerine ulaşılmıştır: Hindistan, artık eksiksiz bir sanayiye sahiptir. Mamul mal ihracatı (makineler, yontulmuş elmaslar, kumaşlar, pamuklu giysiler vb) tarım ürünleri ve hammadde ihracatını geçmektedir.

Yakın tarihlere kadar, sanayilerin konumlanışı hâlâ sömürge geçmişin damgasını taşıyordu. Tesisler iki büyük sanayi kutbu olan Kalküta’dan Bombay’a kadar, az çok uzak şehirlere doğru yayıldı: Kalküta’mn yörüngesinde, bir dizi demir-çelik kenti, demir ve kömür bakımından zengin bir bölge olan kuzeydoğuyu doldurdu (Cemşidpur, Bokaro, Bhilainagar, Rurkela). Yerinden yönetimler Bombay’ın 200 km uzağında Puna ve Nasik gibi şehirlerin gelişmesini sağladı. Özellikle, en güneyde (Banga-lor, Koimbator, Madras) ve Delhi’den Pakistan sınırına kadar uzanan bölgede yeni sanayi yığışımları doğdu. Dekkan’ın güneyindeki yığışım, modern üretimlerin geleneksel faaliyetlerin üzerine eklendiği eski başkenderin veya kutsal ziyaret merkezlerinin (Maysor, Tancavur) bir araya gelmesinden oluşmuştur. Sanayi tesisleri, siyasî başkentlerin çoğunda olduğu gibi, Delhi’nin yakınlarına ulaşmaktadır; sanayi, tarımsal zenginliği ve hidroelektrik potansiyeli nedeniyle önemli bir pazar oluşturan Pencab’da gelişmiştir. Devlet sektörüne ait büyük fabrikalar Ganj Ovası nın (Kanpur, Agra, Luknov, Patna), yarımadanın (Nagpur, Haydarabad, Indor, Bhopal) ve Gucerat’m (Ahmeda-bad, Vadodara, Surat) büyük şehirlerinde kurulmuştur. •
İç ve dış ticaret

Hükümet, her yıl bir taban fiyatı saptadığı (piy, bu eşiğin altına düştüğünde hükümet, çiftçilerin iir fiyattan satın almaktadır) birkaç temel tarım ürüni pirinç, darı, bezelye, sofralık yağlar) için bir alım ‘ sistemi kurmuş olmakla birlikte, iç ticaret esas olara’ töre bağlıdır. Devletin bu şekilde topladığı ürünler, rumdaki kesimlerin yararlanabildiği yoğun bir «ta: mağazaları» (fair price shofs) zincirinde maliyet fiyi maktadır. Devletin, tahıl üretiminin yüzde 10’undar lasına yaptığı bu müdahale, çiftçilerin gelirlerinin g tına alınmasını ve kentsel nüfusun en yoksul katman dım edilmesini sağlamaktadır.

Özel ticaret, çok küçük mağazaların, hatta tek tek n ze veya sigara satışı yapan seyyar satıcıların çokluğuyl lir. Büyük şehirlerin merkezinde, turisderin ve varlık alışveriş ettiği modern görünümlü ticaret merkezlerin Küçük esnaf, genellikle uzmanlaşmış vaiçya kastından

Hindistan’ın dış ticareti bağımsızlıktan beri önemli I göstermiştir. Savaş öncesinde, ülke ,yurtdışma çay, ka rat ve dokuma malları satıyordu; günümüzdeyse, sanı ri ihracatın yüzde 60’ım temsil etmektedir, ithalatta, ili namm malları, ardından petrol ürünleri gelmektedir (i halatın % 25 ve 15’i). Gıda mallan alımları önem kaza: dönüşümlere rağmen, Hindistan, sürekli açık veren dı dengeleyememektedir.

Ulaşım

Hindistan, sömürge döneminden, Üçüncü Düny nin çoğundan daha gelişkin bir demiryolu ağı devra’ nedenle çok sayıda yeni hat inşa etme zorunluluğ karşıya kalmamıştır: 1950’de 53 000 km olan demiry toplam uzunluğu, 1990’da ancak 62 000 km’ye yü] Ağm etkinliği önemli ölçüde artmıştır: metrik hatla ray aralığı standart olan hatlar geçirilmiş, tek hatlı y ğu çift hatlı yapılmış, başlıca ana hatlar elektriklen! Bu gerçek ilerlemelere rağmen hâlâ trafiğin sıkıştığı ler vardır. Kömürün ve hammaddelerin taşınmasmdi sizlikler, oldukça uzun dönemler boyunca, sanayini liğini kösteklemiştir. Yolcu trenleri, ülkenin büyüklü lı çok uzun mesafeleri hâlâ oldukça yavaş kat etme nedenle, çok zengin Hintliler (işadamları ve memur ristler havayolundan giderek daha fazla yararlanmal va ulaşımında devlete ait havayolu şirketi (İndian Ai yük iç bağlantıları sağlamaktadır. Hükümet yakın özel bir şirketin daha kısa hatlarda, daha küçük şehi düzenlemesine izin vermiştir.

Karayolu ağı çok yetersizdir: önemli anayollarda b bölüm hâlâ çok dardır; otoyollarsa, hemen hemen hiç y

li yolların büyük bölümü asfalt değildir; bu durum yağ siminde birçok köye ulaşılmasını ciddî bir biçimde engı dir. Belli başlı on limanda toplam 150 milyon tonluk b fiği gerçekleşmektedir (yani, Rotterdam Limanı’nın ya lararası bağlantılar başlıca üç havalimanıyla (Bombay, 1 Delhi) sağlanmaktadır.
Bombay yakınında demiryolu (Maharaştra Eyaleti). Sömürge döne, miras kalan altyapının artık kaldıramadığı nüfus patlamasından biri
Hintli kalabalıklar. Delhi caddelerinde trafik tıkanıklığı.
Geleneksel zanaatçılık.

Agra’daki bir atölyede mermer işçiliği.
AYRICA BAKINIZ

– ib-osu Asya

– M’ıv Bangladeş

► IB.A.NSU çay

► JB.ANSLI Çm

– ]B.ANSLj demografı

► 1EHKD gelişmekte olan

ülkeler

► İB.ANSU Himalayalar

► [SÂNsn Hint Okyanusu * ™q iklim

– S Kalküta

► Imnsli levha tektoniği

► Âvsij Pakistan

– Mm pirinç

– Sri Lanka

► EMİ Tibet

mam
Hindistan kıyılarını ve «Doğu Adatan» olarak adlandırılan adaları gösteren, Lopo Homem’in «Gemicilik Atlasından aynntı (Bibliotheque Nationale, Paris).
TARİH

İNDUS MEDENİYETİ VE MİRASI ARÎ HİNDİSTAN HİNDİSTAN İMPARATORLUKLARI İSLAMIN DAMGASI HİNDİSTAN KUMPANYASI DÖNEMİ INGİLİZ EGEMENLİĞİNİN PARLAK DÖNEMİ BAĞIMSIZLIK SAVAŞI HİNT BİRLİĞİ
– Ym..-‘

‘Sf ‘ ^fisı»*£ _ Vfj
Steatit veya steaşistten yapılma bu miihiir (Motıenco Daro) yaklaşık MÖ 2500’den katmadır. Tüccar bu mührü eşyalannı damgalamakta kullanıyordu.
MÖ 250’YE DOĞRU HİNDİSTAN
ARİH

: • _ -î^..ca Soan ve Madras kültürleriyle belirgin bir •_:. -.nresi. tanıtıcı aleti yontulmuş çakıl taşı olan – -_^.~uhafazakârlığıyla ayırt edilir gibi görünmekte-

– ■ – :.; v:. sonunu belirleyen mikrolit teknikleri geç bir .. ■ îcstermiş ve ancak son büyük buzullaşmanın

;: – L_r§:mştir.

:: – sınırında yer alan Belucistan’da (Mehrgarh

;Neolitik Çağ’m geliştiği ilk merkezlerden biri • rC.~ binyılda burada, toplayıcılık ve avcılığa dayalı -_:£~ Yakındoğu uygarlıklarımnkine benzer üretken – _ ı Ziçş başlar. Dört bin yıl boyunca, ilk kerpiç yerleş–1 =niarın evcilleştirilmesinden (keçi, koyun, sığır) ve ..arpa) öOOO’e doğru düz çanak-çömlek üretimi-: ızîr- da maden tekniklerinin uygulanmasına kadar : £=r birbirini izler. 4000’den sonra tarımın çeşitlenme-:; ağının kurulmasını, ardından da mekâna egemen =îî3T, bu egemenlik, 3000’e doğru Indus Vadisi’nin ■ ı ;: ^rjsaa yardımcı olur. Vadi, böylece ticaretin ana ek-: t – -_n ve bölge kültürlerinin birbirlerine yaklaşma mer-gelir. Buna paralel olarak, Belucistan teknikleri : • iyayılarak burada yerel keşiflerle harmanlanır: Kıta ‘-T- avcı-toplayıcı toplulukları tanmı benimserler, röyîece, IV. binyılın sonunda, her biri bin yıldan bi-

– _rsn dört büyük evreye bölünebilecek bir döneme gi-

rınyıldan I. binyıla kadar Indus uygarlığı, II. binyılın -; î – V-ilat öncesine kadar da arkaik Arı uygarlık egemen : r.r. hemen öncesiyle I. binyılın sonu arasında, bütün j ■ i egemen olan büyük imparatorluklar dönemi uzanır.

– :jndan günümüze kadar İslamın etkisi belirgindir.

)US MEDENİYETİ VE MİRASI

– _n ilk yarısında, Elam sonrası uygarlığın İran Platosu ;” .,‘ayılması ve kara, nehir ve deniz ticaretinin gelişmesi, ı;;~: kültürleriyle Yakındoğu uygarlıkları arasındaki te-

– ;:ğaimasına yol açar. Bu yeni ilişkiler ekonomik faali-

eder ve uzmanlaşmış zanaadarın doğmasına yar-_r Aynca, gerçek bir kültürel sıçramaya imkân sağlama-,z~ toplumsal yapıların doğmasına yol açar: artık kendini ~ı~r= koymuş köylü ve tarımcı kültürlerin işgali altında rat) Hindistan’da, Indus Vadisi’nin kent öncesi kasa-.2 2600-2500 arasında, Belucistan’dan Yamuna Nehri’ne -?.r. çeşidi kültürler arasında bir sentez olarak kabul edi-•;s- bir uygarlığın gelişmesiyle sonuçlanacak bir geçiş dö-: ererler.

: ‘.adisi, Pencab ve Gucerat (yani, bugünkü Pakistan top-

– – an büyük olan, 1 milyon km2’den geniş bir alan), bin yı-; rırsüre boyunca (MO 2500’den 1600’e kadar) dikkat çe-
kici bir türdeşlik ve istikrar gösteren bir uygarlığı barındırır; bu uygarlık en parlak dönemini III. binyılın ikinci yarısında yaşar.

MÖ 2000’den itibaren şehirler gerilemeye başlar, hatta bazıları terk edilir. Bu olguyu açıklamak için, toplumsal dengedeki bir değişimle ilgili birçok varsayım ileri sürülmüştür: nehirlerin akış düzeni üzerinde etkide bulunan ve tarımsal tempoların dönüşüme uğraması anlamına gelen (darı, kocadan ve pirinç gibi yaz tahıllarının artan rolü) iklimle ilgili veya tektonik bir olay; Orta Asya’nın atlı göçebelerinin İran ile olan ticaretin düzenini bozması.

ARÎ HİNDİSTAN

Kent uygarlığının bu gerileme bağlamında, MÖ 1500’e doğru, Arîler (Tacikistan’dan gelen Hint-Avrupa halkı), Hindistan tarihinin ikinci büyük sayfasını açar. Kuzey Hindistan’a yerleşen Arîler, bölgeye kendi dillerini (Sanskritçe), dinlerini, ama hepsinden önemlisi toplumsal hiyerarşisini benimsetir. Bu evre, Arîlerin, daha gelişkin bir kültürü olan, İndus uygarlığının mirasçısı yerleşik topluluklarla bir arada yaşadıkları bir ilk veda dönemiyle (MÖ 1500’den MÖ 1000’e kadar) başlar. Arîler, yarı göçebe çobanlar olarak kabile yaşamlarını sürdürürken, Indus Havzası’na yayılır, ama esas olarak Pencab’ı işgal ederler.

Sonra bazı yerli topluluklarla bir tür uzlaşma gerçekleşir; bu uzlaşma, iki bin yıl içinde Hindistan’ı ve Güneydoğu Asya’yı Hindileştirecek olan kültürel bütünleşme sürecinin ilk adımı olur. Tanrıların bilgelere (rişi) esinlediği ve bunların eski Sanskritçeyi kullanarak yazıya geçirdiği bir bilginin (Veda) taşıyıcıları olan Arîler, bunu, Indus’un ilk sakinleriyle paylaşır. Çok geçmeden tekniğine egemen olacakları demir madenciliğiyle de ilgilenen Hint-Arîler, I. binyıla gelmeden Pencab sınırlarını aşarak Ganj Vadi-si’ne sızacaklardır.

Böylece, Hint-Arîlerin ikili bir evrim sürecine girdikleri ikinci Veda dönemi (MÖ 950’den MÖ 600’e kadar) başlar. Bu süreçlerden siyasî nitelikli olan birincisi, kabile aşamasının, daha toprak ağırlıklı bir tanımı olan konfederasyonlar lehine terk edilmesiyle, dinî nitelikli olan İkincisiyse, kozmik kurbanlar gibi karmaşık biçimlerin gelişmesiyle ayırt edilir; bunlar, toplumun, kurbanla farklı bir ilişkiye dayanan ve dinî olanın siyasî olandan ayrılmasını sağlayan dört işleve bölünmesine yol açar. Böylece. «konfederasyonlar» devlet öncesi bir boyut kazanır. Kuruluş efsaneleriyse, yeni veda düzeninin köklerini Haryana denen bir merkeze yerleştirir; bu merkez, Hint-Arî toplumunun bütünlüğünün simgelerini bulduğu, Hinduizmin «kutsal toprağı» durumuna gelir.

Ganj Vadisi yerleşime açıldığı sırada, aralarında Kurut klanının da bulunduğu klan reislikleri belirir: eski Pencab ülkesiyle Ganj Vadisi’nin ön cephesi arasına yerleşmiş olan bu klan. Âlahabharata destanıyla yüceltilen egemen bir konum elde eder. Hint-Arîler kısa zamanda bölgeye derin bir biçimde nüfuz ederler: öyle ki, MÖ 800’e gelindiğinde, Hindistan’ın büyükçe bir bölümünü kesin olarak tanımaktadırlar; bu arada Kuzey Hindistan büyük bölgesel siyasî birimler olan canapadalar arasmda bölünecektir. Öte yandan, Kuzey Hindistan Mezopotamya ile olan büyük deniz ticaretini yeniden başlatır; Mezopotamya, bölgeye, bin yıldan uzun bir sözlü dönemden sonra, yeni bir alfabetik yazı biçimi olan Brah-mi’yi kazandırır. Buna paralel olarak, Hint-Arîler. Dekkan’ın denetimini ele geçirirler (Ramayana, bunu bir destan perdesi altında anlatır), Hindistan’ı potansiyel olarak bir bütün halinde kavrarlar ve
MS 400’E DOĞRU HİNDİSTAN
Ayodhya, . Pataliputta
HİNDİSTAN
{ SfeYLAN (BUCUNŞRİ LANKA)
ÇOİA t Gupta İmparatorluğu
Kabile devletleri
ANGUfŞR¥$NA

Kutb Minar (Delhi) yakınlarındaki Kuvvet ül-lslam Camii’nin bir sütunu üzerine kazınmış Kuran ayetleri.
Madhya Pradeş’teki Sanci Stupası.

Budizme ve Caynaalığa özgü, kutsal emanetlerin saklandığı bu anıtın değişik öğeleri net bir biçimde seçilmektedir: tepede anıtın eksenini gösteren ve «harnika» denen bir parmaklıkla çevrili olan güneşliklerle bezeli dikme, kâgir kubbe, üzerine «torana» denen bir kapı açılmış «vedika» denen dış duvar.
yavaş yavaş kültürlerinin büyük değerlerini biçimlendirirler.

Bu defa, ancak MÖ VII. yy’da tam olarak denetim altına alınacak olan Ganj Vadisi’nde, yeni bir kendeşme gelişir. Bu kültürel evrimin sonunda, dinî alanda, veda öğretisi (toplu esenlik kavramıyla), ilk Upanişad’lar ve bunların kişisel bağlılığı yüceltmesi karşısında geriler. Arîlik öncesi bir dinî duyarlılığa geri dönüşü belirler gibi görünen bu yeni anlayış, bundan böyle Hinduizmin ayırt edici özelliği olacaktır. Düşünsel alanda, Kapila felsefesinin gelişmesiyle kişisel bir laik düşünce doğar. Hindistan’ın uygarlık merkezi, bir kez daha, müstahkem başkenderinin çevresinde yapılanan yerel iktidarların Ganj’daki nehir ulaşımını denetim altına almak için birbirleriyle çarpıştıkları doğuya doğru kayar. Hindistan artık, gerçek anlamıyla, yani dünya genelindeki büyük eşzamanlılıklar çerçevesinde tarihlendirilebilir olaylarla, tarihe girecek kadar olgunlaşmıştır. MÖ 550-528 arasında I. Dara önderliğindeki Pers yayılmasının, her şeyden önce beraberinde getirdiği ikinci bir yazıyla Hint dünyasına ulaşması, buna vesile olur: bu yazı, Pers yönetim yazısından türemiş olan ve çağdaş alfabelerin kökeninde yer alan Harosti (Kharosti) yazısıdır. Perslerin siyasî modelinin yayılması, Magadha (Ganj’daki ulaşımın denetimini sağlayan bölge) prenslerini, tarihî olarak kanıdanmış bir ilk hanedanla (MÖ 575-410 arasında varlık gösteren Haryanka Hanedanı) bir ilk imparatorluk kurmaya yöneltir.

Hint düzeninin dengelerinin yemden tanımlandığı bu koşullarda, Hinduizm, iki büyük öğretiye kaynaklık eden iki «reform» yaşar. Bunlar, Hint düşüncesinin diğer yüzünü biçimlendirecektir: manastır topluluklarının örgütlenmesi sayesinde inzivaya çekilme, şiddet karşıtlığı ve dünya nimetlerine sırt çevirme. Çakyamu-ni Budizmi (MÖ yaklaşık 563 – yaklaşık 470) Uzakdoğu’nun temel dini durumuna gelirken, Mahavira Caynacılığı (MÖ 540-468), Hindistan ile sınırlı ve azınlıkta kalır. Buna paralel olarak, Panini’nin MÖ V. yy’ın ikinci yarısında Sanskritçeyi derlemesiyle, Hint klasizminin oluşumu tamamlanır. Hint-Arîlerin Dek-kan’a uyguladıkları baskı, muhtemelen Güney Hindistan’da yaşayan Dravidlerin Güneydoğu Asya’ya göç etmelerinde etkili olur; bu göçe ilişkin ilk bilgiler Ramayana’da yer alır.
HİNDİSTAN İMPARATORLUKLARI

Bu gelişmelerin sonunda, MÖ 326’da. Kuzeybatı Hindistan’a ulaşan Büyük İskender’in destansı Doğu Seferi, bireysel hırslar kadar, üniter devletçi yaklaşımların gelişmesine de zemin hazırlar. Çandragupta adlı bir serüvenci, Magadha’da iktidan ele geçirip burayı ilk Hindistan imparatorluğunun çekirdeği durumuna getirir; bu devlet, Hindistan’ı çoğu zaman şiddete başvurarak fethedecek olan Maurya imparatorluğu’dur. Bu arada Çandragupta’mn veziri Kautilya MÖ 300’e doğru, Hindistan’ın politik, yönetsel ve ekonomik yaşamını ele alan, en ünlü Arthaşasthm incelemesini kaleme alır. Modem Hindistan Mauryalarla kendini ortaya koyar.
Aşoka’nın (Budizme döndükten sonra, MÖ 240 benimsetmek üzere, Seylan’a misyonerler gönderi münün ardından imparatorluk parçalanır. Maurya luğu Yunan-Iran Selefkî împaratorluğu’yla benzer paylaşır. Son Maurya imparatorunun ölmesinden s mada, Şungaların elindeki Ganj Hindistanı, Baktria Yunanlı serüvencilerin krallıklar kurdukları Kuzeyb tan ve yerel prensliklerin (Andhra, Kalinga, Pandya, liklerini ortaya koydukları Orta ve Güney Hindistan lünür.

Sırası gelince Şungalar da Kanvalar (MÖ 73-25) devrilir; Yunanlılarsa, Orta Asya’daki karışıklıklarda MÖ I. yy’da Kuzeybatı Hindistan’a yerleşen Güney lı Sakalar (bozkırlı bir başka Hint-Arî topluluğu) taral fiye edilir. Bu sırada, Orta Hindistan’da yaşayan Anc niden bir imparatorluk kurma girişiminde bulunur. B fezi’ne bakan topraklarda kurulu prenslikler, kesin gürlüklerine kavuştuktan sonra, Hıristiyan çağın şaf Hintlileşmiş reisliklerin belirdiği Güneydoğu Asya yayılırlar. Orta Asya’dan gelen Hint-Avrupalı Kı oluşturduğu yeni bir istilacı dalgası, tam bu sırada, Çin imparatorluklarının gelişmesinin de etkisiyle bü) lararası» ticarette meydana gelen genişlemeden yar; başarıp Orta Asya ile İndus ve Ganj vadileri arasında re yerleşir ve böylece Hint dünyasına yeniden bir iı luk bütünlüğü kazandırır. Bu yeni imparatorluk, I. ; parator Kanişaka ile en parlak dönemini yaşar. Ama, ya’daki Hunlarm hareketliliği bu dengenin geleceğir ye sokar: dünya ticaretinin kutbu, 242’de, Kuşanaları uğratan Sasanî Iranı’nın lehine, daha batıya doğru ka paralel olarak güneydeki Satavahana veya Andhra 1 da geriler ve yerini Güneydoğu Asya ticaretiyle ilişi daha doğudaki güçlere bırakır: Kançipuram’da Pallav ve Nandivardhana’da Vakatakalar (270). Ama tam d şimlerin başarısı, Hindistan’ın geleneksel merkeziı Magadha Krallığı’nm yıkıntıları üzerinde yeni bir I devletinin oluşmasını sağlar; bundan, IV. yy’ın başın ragupta ile büyük bir güç elde eden Gupta adlı yeni 1 ratorluk hanedanı doğar. Hindistan bu yeni impar önemli bir ekonomik ve kültürel atılım gerçekleştirir; re bozkır halklarının istilasına uğramayan tek krall: kalması, bu atılımı pekiştirir. Hindu rönesansı kendi man toplumunun idealine tercüman olmayı başaran t Kalidasa’nm da kanıtladığı gibi, Kral Çandragupta ta teşvik edilen edebiyatın atılımıyla gösterir.

Gupta İmparatorluğu, sonunda, bozkır halklarınır artık Hint-AvrupalIlardan oluşmamaktadır) istilaların m olur. Skandagupta (455-467), Akhunların baskısı k teslim olur. Hint toplumu, böylece, siyasî bir parçal ekonomik çöküntü evresine girer. Denizci toplumlar, de, Pallavalar gibi Güney Hindistan toplumları, Tami1 kesin olarak tarihe sokarlar. Bir dönem bunalımın di lırlarsa da, Hindistan ile Çin arasındaki deniz ticaretiı laması nedeniyle sonunda bu süreçten etkilenirler.

Orta Asya Türkleri tarafından yenilgiye uğratılan t sonunda (VI. yy ortaları), Kuzey Hindistan’da yenili] Hindistan, VII. yy’da da bölünmüş olarak kalır ve yer lik sağlama girişimleri başarısızlığa uğrar: Çalukyak Hindistan’daki veya Kral Harşa’nm (606-647) Kuzey tan’daki girişimleri. Bundan sonra, Hindistan tek başır paratorluk düzeni kurmayı başaramayacaktır.

HİNDİSTAN
TİBET
\bHur

WâsA>BlHAR

/^Pai
Srirampur
ORİSSA
v Çandemagor JtJ GONDVANA
GUCEMT

Ofojr o Surat
W**V

:=\zi
BENGAL
KÖRFEZİ
– -^fjstan’ın kuzeyinin işgali ve Babür £~afmdan Moğol Imparatorluğu’nun ı_-üiması (1526)

‘.‘-larebeler

” 561 ‘de Ekber Krallığı

r*oer Şah’ın ölümünde */^gol İmparatorluğu (1605)

~ ACENTALARI

•-,zar ® DanimarkalIlarH Portekizliler
XVII. yy’ın sonuna dek birbirini izleyen fetihler

Ekber Şah’ın egemenliği altındaki eyaletler XVII. yy’ın sonunda ayaklanan devletler

»Mandalılar v Ingilizler
JtMIN DAMGASI

rcy-r.ca tutunacağı kuzeybatıya biraz daha : — ..rız: Hindistan’ın siyasî istikrarsızlığından ya– – ir_sr Hindistan’daki ilk fetihlerini 712’de Sind’i :. – rzszse de, derhal durdurulurlar. Birliğin yolunu z . – krallıkları (Kuzey Hindistan’daki Gurcara

– – teşvik ettiği ekonomik canlanma sayesin-.1; ı‘ ı=”s;nleşmenin yolunu bulurlar. Böylece, çeşidi

■ -_-î- c-cmik dinamizmi ve Çandella gibi başarılı i..- * ■ r-z kazanan Hindistan, IX. ve X. yy’larda, bölge-, ua aa belirginleştiği bir döneme girer. Bu sıra-

:= er_n Brahmanizme bırakır.

– •: , Müslüman Arap-İran baskısının yerini, Is-

– – – siniş olan Türklerden gelen baskı alır; Gazneli

..-.”eki Türkler, Pencab’ın başkenti Lahor’un . Kuzeydoğu Hindistan topraklarının denetimi-

– – : • .-csa çok geçmeden bu dalga geri çekilir ve İslam

î- . bir buçuk yüzyıl boyunca (1030’dan 1191 ’e

– ;—£_< üz ere yeniden çizilir. Bu sırada, Güney Hin-z aristokrasileri (Çolalar), Sumatra’ya kadar sefer

– 1 .–ysoğu Asya’ya uzanan deniz yollarının deneti-;. T.sye çalışırlar.

re. Muhammed Guri önderliğinde yeniden ilerle-• :■ I Vadisi’nde tutunur ve Prithvi Rac’ın önderlik et– : . ;* rrzguna uğratırlar (1192). Bu akın, Kuzey Hindis-, rl-2u uygarlığını yok edecektir; çünkü kendini Bağ-.. . e kabul ettirerek sultan sıfatıyla Delhi’ye yerleşen

– – reg. sultanlığın otoritesini bütün Kuzey Hindistan’a îTî çalışmaktadır. Delhi tahtına sırasıyla beş hanedan

– _’ûar 1206-1290), Halacîler (1290-1320), Tuğluklar

– – îsyyıdler (1414-1450) ve Ludîler (1451-1526). Bu ha-.: irf» 1221,1241 ve 1292) Moğolların baskısını göğüs-

; kalırlar. Hindularm elinde kalan Dekkan’da ise,

•. • – i s devam eden birçok hanedan işbaşına gelir.

_ zzzhğı, çalkantılı bir hanedanlar tarihine rağmen, ya-

– – -t- Budist prensleri olan Bengalli Palaları ve Senaları

ı_i-rarak Kuzey Hindistan’ı «temizlemeye» girişir
auoh

VHL.1 y

ACMİR Hum

JfvÜt7) Allahabâa^û^, M4ÇM ALLAHABAD MAU/A

AHMEDABAD \ ^

OKambajf,—-tîândeş oAsirgartı Burhanpur •” BERAR

Bombay r

dclmo

MARATHALÂR BtM„

BİCAPUR ‘

G * oVıcayanagar

VİCAYAHAGAR 1565 de yıkıldı

n Mangalor

° #Madnt

‘ , : fSadras Kocıkod tiPondlçari

%ÜOAkM, tggZ

Koçin * Uadura

SEYLAN (BUG0N SRİ LANKA)

Kolombo
Kaiıl

jm) KEŞMİR

S«P* ” \ smtar *. TAN

r , VCahor ,_
□ Ekber Krallığı’nın vasal devletleri


MUITA^-” >4.

CATLAft
M&UTIAR
500km
)COL İMPARATORLUĞU
(1296); ardından Hindistan’ın geri kalan bölümlerini fethetmek için harekete geçer ama savaşın maliyeti o kadar yüksek olur ki, yağmalara rağmen, sultanlık içinde baş gösteren ekonomik bunalım, çok sıkı ve dikkat çekici önlemlerle, güçlükle denetim altına almır. Tuğluk Hanedanı artan güçlüklerin ortasında sultanlığın imparatorluk emellerini korumaya çalışsa da, ne sultanlığın feodalleşmesini (ve buna bağlı olarak İslamın Hmtlileşmesini), ne büyük Hindu yönetimlerinin yeniden kurulmasını (1336’da May-sor’da, iki yüzyıldır İslama karşı mücadele yürütmekte olan Vica-yanagar Krallığı’nın kurulması), ne de 1398’de Kuzeybatı Hindistan’ı yerle bir eden Timurlenk önderliğindeki korkunç Türk-Mo-ğol istilasını engelleyebilir.

Delhi Sultanlığı bu süreçten zayıflamış olarak çıkar: saray darbeleri, hanedan değişiklikleri ve veraset savaşlanyla parçalanmış olan sultanlık, artık üniter rolünü koruyacak araçlara sahip değildir. Batı, doğrudan ilişkilerdeki bin yıllık bir kesinti döneminden sonra, Rönesans Avrupası’m hatırlatan bir ortamda, yeniden Hindistan’da boy gösterir. Portekizlilere Afrika’nın çevresini dolaşan denizyollarını denetim altına alma imkânı veren, denizlerdeki bir yüzyıllık sistemli bir yayılma sürecinin sonunda, Vasco de Gama 1498’de Kalküta’ya ulaşır. Portekizlileri çok geçmeden HollandalIlar, DanimarkalIlar, Ingilizler ve Fransızlar izleyecek, ama bunları esas olarak ticarî çıkarlar harekete geçirecektir. Söz konusu gruplar, XVIII. yy’ın ortalarına kadar ikincil bir rol oynayacaklardır. Baba tarafından Timurlenk’in, ana tarafındansa Cengiz Han’ın soyundan gelen, Fergana’da küçük bir hükümdar olan Ba-bür’ün (1483-1530), iki yüzyıldan uzun bir süre ayakta kalacak olan bir imparatorluk düzeninin temellerini atması, bu durumu daha da pekiştirecektir.

Babür’ün soyundan gelen hükümdarlar, otuz beş yıl (1525-1561) devam eden başarılı ve başarısız akınlann sonunda, Babür’ün torunu Ekber’in (1542-1605) kişiliğinde kendilerini Hindistan’a kabul ettirirler; Ekber, imparatorluğun fetih siyasetini (1565’te, Güney Hindistan’daki son büyük devlet olan Vicayana-gar’a son verir) farklı dinlerden kişilikler arasında siyasî sorumluluk paylaşımına izin vererek pekiştirir. Moğollar bir yüzyıl boyunca Hindistan’ın hemen hemen tamamını denetim altında tutarlar, ama imparatorluğun siyasetini İslamın kurallarına sıkı ve hoşgörüsüz bir saygı doğrultusunda değiştiren Evrengzib’in (1658-1707) ölümünden sonra, zayıf düşen imparatorluk veraset savaşlarıyla parçalanır.

Hint-Moğol İmparatorluğu parçalanır, Hindu yönetimleri yeniden doğar ve ticaret merkezlerini en iyi şekilde yönetmekle yetinmiş olan Batılı güçler, Hint yönetim ağının içinde yerleşir.

1742’de, Pondiçeri valisi olan Dupleix, bu sırada, hem Hint-Moğol İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinde bir Avrupa imparatorluğu kurmayı, hem de Avrupa’daki İngiliz-Fransız çatışmasını bölgeye bulaştırarak Hindistan’daki İngiliz mevzilerini yok etmeyi tasarlar. Önemli başarılar elde ettikten sonra 1754’te, Fransa’ya geri çağrılır. Dupleix’in siyaseti, İngiliz rakibi Clive tarafından etkisizleştirilir: Clive, bu yolda ilk adımım 1757’de, Plas-sey’de Bengal nevabı karşısında bir ilk büyük zafer kazanarak atar; bu zafer, Fransız Hindistanı’nın sonunu getirecek olan ve Hindistan Yarımadasının tamamının İngilizlerin eline geçmesiyle sonuçlanan bir yükselişin başlangıcını oluşturur.
79
Agra yatanlarındaki Fatehpur Sikri Kalesi 1570’e doğru İmparator Ekber tarafından inşa edilmiştir; Ekber, sarayını 1585’e kadar buraya taşımıştır. Kale, Hint-Türk dönemi Hint-Müslüman askeri mimarlığının en güzel örneklerinden birisidir.
Hint-Türk imparatoru Babür,

”Moğol Dönemi Hindistan Tarihi»nden alınmış bir minyatür (Ulusal Müze, Yeni Delhi).

Hindistan Kumpanyası’nın Ingiliz görevlisi. Bu tablo XVIII. yy’da Hindistan’da giderek büyüyen Avrupa etkisini ortaya koymaktadır.
HİNDİSTAN KUMPANYASI DONEMİ

Fransızların Madras’ta, Bengal nevabınınsa Plassy’de uğradıkları yenilgi, Ingilizleri saf dışı bırakmaya yönelik bütün girişimleri başarısız kılar; Fransa’nın elinde sadece beş ticaret merkezi kalmıştır: Pondiçeri, Yanaon, Karikal, Mahe ve Çandemagor.

Askerî fetihler

İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası, kendini hükümdarlar arası çatışmalann en ön safında bulmamak için, Büyük Hint-Moğol İm-paratorluğu’nun siyasetini uygulamak zorunda kalır: dönemin egemen güçleriyle (kuzeyde Marathalar, güneyde Haydarabad Nizam-lığı) ittifak kurmak. Ingilizler böylece, Güney Hindistan’daki konumlarım güçlendirebileceklerdir: Haydar AK ve ardından Tippu Sa-hib’in direnişine (1765-1799) rağmen, Maysor’u ele geçirirler. Veraset çatışmalarından yararlanarak önce Madras’ın, ardından Tanca-vur’un yönetimi üzerinde denetim sağladıktan sonra, 1822’de Haydarabad Nizamlığı’nı askerî himaye altına alırlar.

Maratha Konfederasyonu’nun 1800-1810 arasında parçalanması, tngilizlerin kuzeyde de konumlanm güçlendirmelerini sağlar: önce Surat, ardında Audh limanlarının denetimini ele geçirirler. Bundan sonra, Kuzeybatı Hindistan’da egemen güç durumunda olan Sihler-le karşı karşıya kalırlar. Sihler, 1764’ten beri bir imparatorluğa sahip-
SBÂAN BUGÜN SFİI LANKA)
! İNGİLİZ YÖNETİMİ ALTINDAKİ HİNDİSTAN

18ü5’de Ingılızlere ait ı,v 4 1944’de Hindistan’a bağlı

topraklar r-feâij devletler

/-j 1 S’jS de Ingriızierın kazandığı 1857’de ayaklanan

i_I topraklar ‘ bölgeler

i-1 1914’de Ingılızlenn kazandığı

j_i topraklar
tirler. Ingilizler Sihleri ancak yirmi yıl süren bir savaştan sonra) meyi başaracaklardır (1846). 1834’ten itibaren de, Sihlerin nöbe 1914’e kadar direnmeyi sürdüren Afganlar alacaktır.

Ekonomik kârlılık

Kumpanyanın en önemli hedefi kâr etmektir ve Ingilizler, I distan’ın ekonomik açıdan sömürülmesini kolaylaştırmak Batı tipinde bir yönetim aygıtı kurarlar: 1793’te toprak düzen değiştirilmesi; zamanla toprak «sahipleri»ne dönüşen zamit denen vergi tahsildarlarının oluşturulması; bir yargı sistem kurulması; ardından 1834’te ilk Ingiliz-Hint yüksekokulu açılması. Bu çerçeve, kumpanyanın, başta Çin’de bulunanla: mak üzere Asya’daki diğer temsilcilikleriyle işbirliğini kolay! rır; Bengal’de afyon plantasyonlarının gelişmesi, Çin malla: alımı için gerekli kaynakları karşılar.

Sipahi ayaklanması (nisan 1857-haziran 1858)

Ingiliz himayesinin güçlendiği bu koşullarda, doğrudan mir sı olmayan devlederin (Udaipur, Chansi, Nagpur) ilhakı, ba ateşler. Başta Marathalar olmak üzere birçok hükümdar, ha) yağı sıvanmış yeni fişekleri kullanmayı reddeden sipahilerle (. distan ordusunun yerli askerleri) ittifak kurar. Bütünlükten yol bir koalisyon olan «büyük ayaklanma» başarısızlıkla sonuçlan ve bunu acımasız bir baskı izleyecektir. Ingilizler 1858’de, F Moğol Imparatorluğu’nun yerine İngiltere tahtını geçirerek imparator Birmanya’ya sürgüne gönderilir) siyasî sorunu çöze lerdir; ama sadece bir süre için.

İNGİLİZ EGEMENLİĞİNİN PARLAK DÖNEMİ (1858-1920)

Hindistan, bundan sonra, bir genel vali ve Hindistan Dı Memurluğu İdaresi (İndian Civil Service) tarafından yönetile tir. Bu kadar büyük bir ülkeye (4,7 milyon km2) egemen ol için sayıları fazla kabarık olmayan İngilizler (yaklaşık 100 00 şi), karma bir sistem benimserler: yarımadanın üçte ikisi dc dan İngiltere’nin yönetimine bağlanır; kalan üçte biriyse ; olarak, içişlerini ve dışişlerini denetleme hakkına sahip bir ba tarafından temsil edilen, tahta bağımlı hükümdarlara (XX.; başında bunların sayısı yaklaşık 600’dür) bırakılır. «Fatihlerir türel üstünlüğü»ne dayalı gerçek bir sömürge ideolojisi gf Kraliçe Victoria’nın, 1876’da, Hindistan imparatoriçesi unv almasıyla, «imparatorluğun» üstünlüğü, hükümdarların ver; ne her tür müdahaleyi meşrulaştırır.

Ekonomik gelişme. Demiryollarının gelişmesi, İngiliz ( kalarım besleyen, tarımsal ihraç ürünlerinde (jüt, çay, pamul manlaşmış bölgelerin tamamından yararlanılmasını sağlaı muklu tekelinin oluşturulmasıyla, «dokuma bezler» Lanc re’da üretilmeye başlar ve yerel fabrikalar iflas eder.

Siyasî bir düşüncenin doğuşu. İngilizleşmiş, ama siya; pının dışında tutulan (1879’da, Flintli memur sayısı toplarr mur sayısının altıda biriyle sınırlandırılır) ve ekonomik o aşağılanan bir Hint burjuvazisinin gelişmesi, bağımsızlıktan ra da devam edecek olan, biri milliyetçi, diğeri gelenekçi ik mın doğmasıyla sonuçlanır.

Kongre Partisi (1885’te bir İngiliz tarafından kurulmuştur sayıda gruba dağılmış gelenekçilerden farklı olarak, en öner Hint kastından ikisine dayanarak Hint milliyetçiliğim biçil dirmeyi başarır. Bunlar, Brahmanlar ve Vaişya’lardır (tüccar «işbirlikçi» hükümdar kastlarıysa hareketin uzağında kalır.

Bu sırada cevap aranan başlıca soru, Hindistan’ın bir ülke m sa basit bir coğrafî kavram mı olduğudur. Lord Curzon (1898 arasında genel vali), Bengal’i biri Müslüman, diğeri Hindu iki t bölerek, fiilen, Hint ulusu diye bir şey olmadığını ileri sürer. I ce, imparatorluğun en önemli azınlığım oluşturan (nüfusun ı birinden fazla) Müslümanları örgüdenmeye iter. Müslüman . 1906’da kurulur. Milliyetçilerin İngiliz mallarının boykot edilr savunarak, eylemlerini ekonomi alanına da sıçratmalarından: çalkantılar süreklilik kazanacak ve İngilizler buna bir dizi muğ] form girişimiyle karşılık vereceklerdir: 1909’da, Müslümanl; ayrı bir seçim çevresinin oluşturulmasıyla dengelenen, eyalet üslerini genelleştirme ve güçlendirme kararı; ardından 1919’d ğanüstü hal uygulamalarını genelleştiren Amritsar katliamının nıklık ettiği gibi, fazlasıyla başvurulan baskıcı önlemlerle de nen, eyalet yasama meclislerinin üye çoğunluğunun seçimle lenmesi kararı, işte bu koşullarda, Gandhi’nin (tüccar kast Londra Barosu’na kayıtlı bir avukat) 1914’te Güney Afrika’da] distan’a dönmesi, İngilizlerle olan güç ilişkilerini tersine çeviri
Cavaharlal Nehru ve Mahatma Gandhl’nin (1917-1984), Kongre’nin 8 ağustos 1942’de «Hindistan’ı Terk Edin» karannı benimsediği sırada çekilmiş fotoğraf/an.

jlMSIZLIK SAVAŞI

■_ ic kültürel «silah» kullanmayı seçer: geleneksel aziz im-îrarlanmaya çalışarak Batı tarzı bir siyasî tartışmanın se-—gyeceği kitleleri bir araya toplar ve eylemim «şiddet kar-. uyandırarak Ingilizleri ahlaken kabul edilemez bir konu-

– rvlece, Kongre Partisi içinde egemen konum olan mahat-se ruh») yükselir. Bağımsızlık hareketi bundan sonra üç

= .-ecektir: 1919-1922 arasındaki sivil itaatsizlik (genel grev, zrmama hareketi, İngiliz pamuklularının tahrip edilmesi);

– İrasındaki karşılıklı görüşmeler (Kongre Partisi’nin sol ka-‘ – ‘k talep eder; 1929 bunalımının sonuçlan ve 1930’da-

_ruyüşü»nün başarısı, Gandhi’yi, 1930-1931 yıllarındaki asa Konferansı’nda görüşmeci koltuğuna oturtur); Gand-

– :Z deki ölüm orucu (Gandhi, böylece, Müslümanlar, hari-. : yorulmazlar) ve Sihler için ayrı ayn seçim düzenleri oluş-

r”goren anayasa tasarısından vazgeçilmesini sağlar) ve ;;rrr.u (bu reformla 30 milyon seçmen «yaratılır»). Kongre raşansı karşısında, diğer harekeder radikalleşir, ri.nrli milliyetçileri güçlü taraf durumuna getirir: Gand–jiz bağımsızlık önerisini reddeder ve Kongre Partisi, 8 .–‘-2’de «Hindistan’ı Terk Edin» hareketini başlatır (bu 1945’e kadar sürecektir): Kongre Partisi’nin liderleri savaş _ i «teklememe suçundan hapse atılırlar. Tarımsal felaket–jaTde 1943’te yaşanan kıtlık 2-3 milyon insanın ölmesi-:ır artık denetimden çıkmış bir siyasî şiddetle karşılık ve-iiLz 1945’te Hindistan’ı terk etme kararı alan İngilizler, -ir. sorununu çözmek zorundadırlar. Müslüman Birliği :;ıa Kongre Partisi’ni desteklemiş, ama 1930’lu yılların ba-r .Müslüman ulus kavramının doğuşu, Kongre Partisi’nin î|3ia»sına bir cevap olmuştur. İngiltere 1947’de Hindis-ı Şansızlığım verir. Nehru’nun eylemlerine ve Gandhi’nin “_£anna rağmen, Lord Mountbatten yarımadayı ikiye bö-s.umanların çoğunlukta olduğu eyaletlerden oluşan Pakis-: trs. ve Batı) ve Hindistan. Katliamlar ve iç savaş pahasına fşsrilen bölünme, sorunu çözmediği gibi (Müslümanların r. Hint topraklarında kalır) 10 milyon kişinin mülteci olma-vo: açacaktır. 1948’de Hindu Birliği yanlısı biri tarafından ers Gandhi, simgesel olarak bunun bedelini ödeyecektir.

slT BİRLİĞİ

r rensliklerin statüsü sorun yaratır: hükümdarı Hindu, hal-•janan olan Keşmir; hükümdarı Müslüman, halkı Hindu zydarabad ve Cunagadh. Hint ordusu, Haydarabad ve Cu-:: herhangi bir güçlükle karşılaşmaksızın ele geçirirse de, r ~e olaylar farklı bir biçimde gelişir: buradaki Müslüman il-jraraca Hari Singh’e karşı ayaklanınca, raca, Hindistan’dan : ister. Bunu, Hindistan ile Pakistan arasındaki ilk savaş 1549) ve Keşmir’in 1956’da referandum yapılmaksızın (BM ‘.barına rağmen) Hindistan’a bağlanması izler. Hindistan, ardından son sömürge topraklarını geri alır. Fransa 1954’te, jr ise 1961’de (zor yoluyla) ticaret merkezlerini Hindistan’a

■ Toprak sorunlarının çözülmesinden sonra, «dünyanın en demokrasisi» olan Hint Birliği’nin gelişmesine, biri siyasî .iâltürel çoğulculuğu hayata geçirme), diğeri ekonomik (bir -ra modelinin seçilmesi) iki sorun egemen olacaktır.

hru yıllan (1948-1962)

:sk bir çok particiliğe rağmen, Kongre Partisi egemen ko–u korur. Yetkililer, eyaletleri etnik-dilsel bir temelde yeni-rımlendirerek (Assam, Pencab) kültürel olarak ayakta kala-
bilecek birimler yaratmaya çalışırlarsa da, federalizm, ağır bunalım koşullarında merkezî hükümetin eyalet yetkililerine her tür talimatı vermesine imkân sağlayan hükümlerle dengelenmiştir.

Bir Brahman olan Nehru, 1950’de, din adamlarına ayrıcalık tanıyan bir kültürle bağdaşmaz bir laiklik adına kast düzenine son verir. Nehru, bir tarım reformu başlatarak ve bazı ekonomik sektörleri devlet işletmelerine ayırarak, ekonomik büyümeyi zenginliklerin yeniden paylaşımıyla bağdaştırmaya çalışır. Bunun sonucunda, GSMH düzenli olarak, demografik büyümeden biraz yüksek bir oranda (yılda % 3-4 dolaylarında) büyüyecektir.

Nehru, İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonvvealth) içinde kalarak Hindistan’a uluslararası bir rol vermeye çalışır. Afrika-Asya hareketinin yönetimine gelmesini sağlayan (1955 Bandung Konferansı) Üçüncü Dünyacı bir tarafsızlık anlayışı geliştirir ve bağlantısızlar hareketinin temellerini atar. Panasyacılık Nehru’yu SSCB ve Çin ile yakınlaşmaya iter (1954’teki Tibet anlaşmaları, barış içinde bir arada yaşamanın beş ilkesinin ilanı). Bu arada, 1962’de Çin ile çıkan bir sınır çatışması (Pekin, Keşmir’in doğusu üzerinde hak iddia etmektedir) Hindistan’ın askerî yenilgisiyle sonuçlanır. Nehru’nun 1964’te ölmesi, sınır çatışmalarına (Pakistan ile ikinci savaş) gömülmüş olan Hindistan’ın sorunlarına bir yenisini daha ekler. Başbakan Şastri’nin 1966’da ölmesinin ardından, Nehru’nun kızı İndira Gandhi güçlükle de olsa Kongre Partisi’ni toparlamayı başarır.

İndira Gandhi dönemi (1966-1984)

İndira Gandhi, ABD tarafından desteklenen Pakistan’a karşı bir müttefik bulmak için 1971’de, SSCB ile bir ittifak andaşması imzalar. Doğu Pakistan bunalımı (10 milyon mültecinin ülkeden ayrılmasına yol açar) Hindistan’ı, Bangladeş’in kuruluşunu desteklemek üzere askerî müdahalede bulunmaya yöneltir (1971). Bu başarılara, Hindistan’ın mayıs 1974’te nükleer güçler kulübüne girmesi eşlik eder.

İndira Gandhi, dış siyaset alanında başarılı görünmekle birlikte, içeride başarısız olacaktır. 1969’da Kongre Partisi’nin parçalanması, Gandhi için bir tehdit oluşturur: partinin muhafazakâr Morarci Desai önderliğindeki sağ kanadı (Eski Kongre), bu tarihten sonra Yeni Kongre Partisi’ne karşı mücadele edecektir. Gandhi konumunu güçlendirmek için ikili bir strateji benimser. Bir yandan tabanını genişletmeye ve Kongre Partisi’ne zengin köylülerin ve büyük burjuvazim desteğim sağlamaya çalışır: prenslerin ayrıcalıklarına son verilmesi, bankaların ve sigorta şirkederinin millîleştirilmesi, tarım reformu (1970-1980 arasında ekonomik büyümenin yavaş laması bundan kaynaklanmaktadır), bütün bu önlemler «sosyalizm» (1976’da anayasaya geçirilir) adına alınır. Öte yandan, Kongre Partisi içindeki muhalefeti etkisizleştirmeye çalışır. İndira Gandhi parti içi rakiplerini tasfiye etmek için komünist ve ortaklaşmacı (DMK’nin Tamilleri ve Akali Dal’in Sihleri) partilere yaslanır. 1972’de güçlü bir «sol» muhalefetin doğması ve yargının 1971 seçimlerini iptal kararı alması üzerine, anayasamn kendine verdiği yetkileri kullanarak olağanüstü durum ilan eder ve muhalefetin 35 000 üyesini tutuklatır. Böylece, Kongre Partisi’nin 1977’de bozguna uğramasıyla sona eren büyük bir bunalım başlatır.

Ama, Morarci Desai ve Çaransingh ara döneminden sonra, ülkede yaşanan siyasî boşluk, 1980’de, İndira Gandhi’nin yeniden seçilmesini sağlar. Ama, yaşanan dersler etkili olmamıştır: İndira Gandhi’nin Pencab’daki istikrarsızlığı artırması, haziran 1983’te, ayrılıkçı Sihlerin sığındığı Amritsar’daki Altın Tapınak’a bir saldırı düzenlenmesiyle sonuçlanır ve Gandhi’nin ekim 1984’te öldürülmesine yol açar.

Açılma

Gandhi’den sonra partinin ve hükümetin başına, siyaset deneyi olmayan oğlu Raciv geçer. Raciv Gandhi, siyasî-ekonomik sistemi tamamen modernleştirmeye çalışır ve büyüme, ilk defa, öncelikli hedef durumuna gelir: devlet sektörüyle özel sektör arasında eşitlik, 27 sektörün özel yatırımlara açılması, ithalat izinlerinin çoğaltılması. Raciv Gandhi, sanayideki gerçek bir atılım sayesinde yılda yüzde 5’lik büyüme hedefini gerçekleştirir.

Buna karşılık, siyasî uzlaşma ortamım yeniden sağlamayı başaramaz: ayaklanmalar yayılır, Pencab ve Tamil Nadu’da gerilim tırmanır. Kongre Partisi sandalye kaybeder ve yolsuzlukla suçlanan Raciv Gandhi, 1989’da görevinden istifa eder. Yerine Canata Dal’in (muhalefet ittifaklarından biri) lideri Vişvanath Pratap Singh geçer. Keşmir’de gerilimlerin iyice yoğunlaşması nedeniyle konumu nazikleşen Singh, devlet memuriyetinde ve üniversitelerde aşağı kasdara ve kabilelere ayrılan kotalan artırarak siyasî tabanım güçlendirmeye çalışır. Böylece, siyasî bir bunalım başlatır ve kasım 1990’da görevinden istifa eder. Yerine geçen Çandra Şekhar
Nehru ve Çu En-lay, Nisan 1955’te Bandung’da toplanan ve gerçekleşmesine Nehru’nun öncülük ettiği Asya-Afrika Konferansı ’nda.
Nehru’nun kızı olan İndira Gandhi,

iki defa dünyanın en büyük demokrasisinin başına geçmişti.
AYRICA BAKINIZ

—B Asya —IB.MSU Bangladeş —► EB3 Endonezya —► [OH] Gandhi —► iPijŞLl İndus medeniyeti —*■ 1B.M5H Ingiltere —► KSB keşifler ve kâşifler —► ib-amsu Moğollar —*- iB.an.su Pakistan —*- »MM sömürgecilik —*- |b.«l| Sovyetler Birliği —»■ EBlI Sri Lanka —*■ İPİM Tibet

da, 1991’de görevini bırakır. Raciv Gandhi, 22 mayıs 1991’de, aşırı uçtan iki Tamil tarafından öldürülür. Yeni başbakan Narasimha Rao, yabancı yatırımlara açık bir politika izler, ama 1996 mayısındaki seçimleri kaybeder. Bu seçimlerde büyük başarı gösteren Mülkiyetçi Sağ Parti (BJP) ve merkez ve solun koalisyonu, Karna-take başbakanı Deve Gowda’yi iktidara taşır. Gowda 11 nisan 1997’de istifa eder ve lider Kumar Gujrol başbakan olur.

■ KÜLTÜR VE UYGARLIK

Hindistan’ın sanat geleneği dünyanın en eski ve en zengin geleneklerinden birisidir. Tarihöncesine ait kaya resimleri, aktif bir modern sanat okulu sayesinde bugün de oldukça canlı olan Hint sanatının başlangıcını oluşturur (ilk resimler muhtemelen MÖ IV. binyılda belirmiştir).

SANAT VE MİMARÎ

8 000 yıllık bir geçmişi olan Hint geleneği, sanatsal yaratıcılığın bütün büyük alanlarını kapsayan bir üretim ortaya koymuştur: mimarî, resim, kuyumculuk, dokuma sanatları, seramik ve özellikle, Hintli sanatçıların dehasının kendini en iyi ifade ettiği alan olan heykel. En güzel parçalar Gupta döneminde ve Ortaçağ’da üretilmiştir ve dünyanın en önemli sanat eserleri arasında yer alır. Sanatçıların eserlerini imzaladıkları ve sık sık yetenekleriyle hayranlık uyandıran ünlü kişiler durumuna geldikleri Batı’dakinin tersine, Hindistan’da sanat, sanatçı olmak mı yoksa zanaatçı olarak mı adlandırmak gerektiği bilinmeyen (Hint uygarlığında büyük sanatlarla küçük sanatlar arasında ayrım yapmanın bir nedeni yoktur) anonim yaratıcıların ürünüdür; sanat, sanatla uğraşanlar için ne ün kazanmanın, ne de düşüncelerini ifade etmenin aracıdır: çoğunlukla dinî olan eserlerini, dinî veya politik iktidarın siparişlerine göre gerçekleştirirler. Hint sanatı ancak modern çağda salt estetik bir boyutta ele alınacaktır; Batı etkisinin ürünü olan bu anlayış, gene de, gerçek anlamıyla Hint geleneğine yabancıdır.
Doğu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi, Hindistan’da da sanatın gelişmesinde din belirleyici bir rol oynamıştır; ama başka hiçbir ülke bu kadar zengin ve çeşidi bir dinî mirasa sahip değildir. Sanat esas olarak Budizmden, Hinduizmden ve İslamdan, ama aynı zamanda, Caynacılık, Tantracılık ve şu veya bu dönemde hepsi önem-

li bir rol oynayan çeşidi bereket kültlerinden etkilenmiştir. Tarihön-cesinde ve Indus medeniyeti döneminde Hindistan’da geçerli olan inançlara ilişkin çok az bilgi vardır; bununla birlikte sanatın o tarihte bile esas olarak dinin hizmetine sunulduğunu varsaymak akla uygundur. Eski bir metinde söylendiği gibi, sadece tasvirler tanrıların ve tannçaların görselleştirilmesini sağlar: ikonaların Hindistan’da dinî bakımdan bu kadar büyük bir önem kazanmasının nedeni budur.

Hindistan tarihi boyunca birbirini izleyecek olan değişik hükümdarlar ve hanedanlar büyük sanat koruyucuları olacaklardır. Mesela, Maurya imparatoru Aşoka ‘.yaklaşık MÖ 269’dan 232’ye kadar hüküm sürmüştür) ve Kuşana imparatoru Kanişka (MS 30’larda hüküm sürmüştür), Budist sanatın ortaya çıkmasında bi-
rinci planda bir rol oynarlar. Aynı şey, Ortaçağ tapınaklar ettiren Hindu krallar ve İslam döneminin muhteşem sara camilerini ve türbelerini yaptıran Moğol hükümdarları içil çerlidir. Böyle bir sanat koruyuculuğu olmasaydı, bu ola| sanat eserlerinin birçoğunun asla gerçekleşmeyeceği açıkı

Indus medeniyeti

Hint sanat geleneği İndus Vadisi’nde doğmuştur: döne büyük sanat merkezi bugün Pakistan sınırları içinde yer al dır: Mohenco-Daro (burada 1922’de başlayan arkeolojik sonucunda, dikkat çekici bir kentsel örgütlenmeye sahip, 1: si ve kanalizasyon şebekeleri olan, çevre uzunluğu 5 km’ye tuğladan inşa edilmiş bir kent ortaya çıkarılmıştır) ve benze çimde örgüdenmiş olan Harappa. Zaten, yaklaşık MÖ 25( arasında gelişen Indus medeniyeti, «Harappa medeniyeti) da adlandırılır. Önemli bir heykel sanatı, bu uygarlığın bil dikkat çekici eserlerini vermiştir; bu heykeller küçük boy malarına rağmen, çoğu durumda ender rasdanan bir uste nıklık eder; genellikle insanları veya hayvanları tasvir edeı yük olasılıkla dinî bir nitelik taşır. Özellikle, Harappa’da, ö rıçanın pişmiş topraktan, üsluplaştırılmış bir heykelciği, t co-Daro’da ise zarif bir duruşu olan, yumuşak siluedi bi dansçıyı tasvir eden çok güzel bir bakır heykelle, alçıdan y daha heybedi bir rahip-kral büstü bulunmuştur. Üzerine figürlerinin ve henüz çözülmemiş bir dilde yazıların kazılı c sabuntaşından alçak kabartma mühürler de göz kamaştın

Acanta Mağaraları (yanda ve aşağıda), MÖ II. yy ile MS VII. yy arasını kayalara oyulmuştur; bunlarda Hindistan’ın en güzel kaya resimleri bulı «Kudu» denen at nalı biçimindeki açıklığın çevresinde, kayalara yontulr Budaiar yer almaktadır.
KÜLTÜR VE UYGARLIK

SANAT VE MİMARÎ KUTSAL GÖSTERİ SANGİTA DİL VE EDEBİYAT SİNEMA BtLÎM VE TEKNİK DİN VE TOPLUM
Gandhara sanatına özgü Buda başı.

;-n eserleri, Mezopotamya’da bulunan, kilin ..:. re tasarlanmış silindir mühürlere ben-■. ■ :r:_Â, Indus Vadisi sanatıyla Sümer sanatı ara-; . = – – arsayımmda bulunulmasına imkân vermiş–.:~i;:lar bu iki sanatı Hint-Sümer sanatı adı al-. – Z-iT-S de. İndus Vadisi’nde bulunan silindir z . .TrE- ezellikleriyle, tipik Hint eserleri olarak gö-

• ;Hint sanatına egemen olan sanatsal motif-; ;r _• T;~alann ilk örneklerini sunmaktadır; bu te-

– -; – kutsal hayvanlara, ana tanrıçaya ve fal-

.î.Cadır, Mesela, Harappa sit alanında bulunan

■ .;: r- : tır. çarpıcı özelliktedir: bu motifte, Hindu

■ ;rş^aşıian hayvanların efendisi Şiva tasvirinin

– – • T.rt.ar’.a çevrili boynuzlu bir tanrı tasvir edil-

îıtiüst sanat

:: – Z Z “inyılın ortalarında, Harappa ve Mohenco-

– – îzsr. ve Indus medeniyeti çökmesine yol açan

– – ; • . ;:r.a uğrar. Bu istilacıların sanatsal bir gelene-: • :: – zzzı Veda metinlerinde ahşap heykellerden ve

; rahnesine rağmen, önemli bir yeni sanat hare-.. — “ilan pek muhtemel değildir. Hint sanatı ancak :. I benimseyen Aşoka’nm hükümdarlığı sı-

. – yaşayacaktır; bu yenilenmenin gerçekleşti-

: – ,-:j fz. Maurya Hanedam’nın (MÖ 321-184) kuru-

– _ ;: ,;2 tarafından fethedilip güzelleştirildikten sonra .:”-.’kenti yapılan Pataliputra’dır (bugün Patna). -: r.zz esas olarak Budizmden esinlenmektedir; eser-

– ■ çerekse estetik bakımdan, İran’dan gelen Ahe-

– Bu dönemde dikilen başlıca sanatsal anıt-

-; .ZiZT.ie aslanların yer aldığı dev lotus çiçekleriyle .; anma sütunları dikkat çeker; bunlara örnek

– _ ~jr heykel okulunun gelişeceği, Varanasi yakmla-. – :~:t alanında bulunan sütun verilebilir. Eski Budist

*.s i<orkucutu bir görünümü olmasına rağmen iyilik-: : yaratık olan Yaksa’mn heykelleri gibi, son de-. ‘ .z anlatımı olan heykeller de vermiştir. Stupalar me-; r irr. türemiş anıt yapılardır; üzerinde şemsiyelerin
yer aldığı Sanci stupaları, zigzaglar çizen toruna’lar (anıtsal sundurmalar) ve heykellerle bezeli tırabzanlarla çevrilidir; Bharhut stupalarıysa, Budizm ve günlük yaşam konusunda zengin iko-nografik bilgiler veren kabartma bir bezeme taşırlar.

Bu dönemde Hint sanatı, Buda’yı basit bir tekerlekle, bir lotus çiçeğiyle veya tahtıyla simgeler. Tarihî Buda, ancak Kuşana döneminden itibaren (50-250 dolayları), insan biçiminde tasvir edilecektir. Bu konuda Hint sanatı, klasik dönem sonu Eski Yunan sanatından esinlenmiştir. Kuşana döneminin başlıca iki sanat merkezi, Batı etkisinin daha fazla hissedildiği, Hindistan’ın kuzeybatısındaki Gandhara Eyaleti ve aslına uygunluk bakımından daha Hindi bir sanatsal üslubun geliştiği, Hindistan’ın merkezindeki Mathura’dır. Orta Asya’dan gelen Kuşanalar, MÖ II. yy’da, Amu-derya’mn kuzeyinde uzanan bölgeyi Baktria’nın Yunanlı hükümdarlarından almışlar, sonra da Kabil bölgesine yerleşmişlerdi. Hint sanatı, böylece, sık sık «Yunan Budist» sanat olarak nitelendirilmesine yol açan Part ve Yunan etkileriyle renklenir. Bu sanatın üslupsal özellikleri, özellikle heykelde, belirgin Helenistik etkiler taşır: kumaş kıvrımlarının ve saçların yumuşaklığı, yüzlerin resmedilişindeki anlatımcılık, duruşların gerçekçiliği. Güneyde, Amaravati’de de önemli bir Budist sanat hareketi gelişir; özellikle heykel alanında etkili olan bu okulun Güney Hindistan’da, Seylan’da (bugün Sri Lanka) ve Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan bölgede kalıcı bir etkisi olacaktır.

Gupta dönemi sanatı

Budist sanat, doruk noktasına, genellikle Hint sanatının klasik dönemi olarak kabul edilen Gupta döneminde (yaklaşık 300-600) ulaşır. Ne yazık ki, bu dönemde inşa edilen dev tapınakların ve göz kamaştırıcı sarayların hemen hepsi yok olmuştur; gene de yarlara oyulmuş Acanta Tapınaklarında, yapım tekniği freske benzeyen birçok duvar resmi ve Gupta dönemine ait çok sayıda heykeli hayranlıkla izlemek mümkündür. Buda ve bodhisattva tasvirleri, Budizmin dinî kavramlarım canlı sahneler biçiminde teşvik eder ve Hindistan’da o döneme kadar bilinmeyen bir sanatsal ustalık ve gelişkinlik sergiler.

Gupta sanatı ağırlıklı olarak Budist tanrı kültlerine adanmış olmakla birlikte, o sırada bir yenilenme yaşayan ve Gupta döneminin sonunda Budizmin yerini alacak olan Hinduist külte adanmış eserler de vardır. Eski Hindu anıdarını en iyi temsil eden yapılardan biri, özellikle, kabartma heykelleri etkileyici olan De-ogarh’taki Vişnu Tapmağı’dır (VI. yy). Ardından, Aihole Tapmakları (bunlar, Hindistan’da hâlâ ayakta kalan en eski dinî yapılar arasında yer alır) ve Badami’deki kayaya oyulmuş tapınaklar (bunların yontulup boyanmış bezemeleri Acanta üslubunu andırır) Hindu mimarîsinin evriminde önemli bir aşama oluşturur: Aihole ve Badami’deki Brahman Tapınakları, 550-642 arasında Dekkan’da hüküm süren Çalukya Hanedanı’nın siparişleri üzerine inşa edilmiştir. Gene de, Gupta döneminin sanatsal faaliyetinin ve zenginliğinin temelini Budist eserler oluşturur.

Ortaçağ Hindu sanatı

Budist sanat, Pala Hanedanı döneminde (yaklaşık 750-1100), Bengal’de ve Afganistan’da canlılığını korur; ama Ortaçağ Hindis-tanı’nda egemen olan Hindu sanatıdır. VII. yy’da ortaya çıkan Hindu sanatı, en azından güneyde XVII. yy’a kadar sürecektir; Hindu sanatı, Hint ve dünya sanatının doruk noktalarından birini oluşturur.

Bombay Körfezi’nde Elephanta Adasının tepelerine oyulmuş yedi tapınaktan en zengini ve Ellora’da monolitik Kailasa Tapına-ğı’nın kayalara oyulmuş muhteşem heykellen (Elephanta Ada-sı’ndakiler: dans eden Şiva, üç yüzlü Şiva büstü, VII.-VIII. yy’lar), Hinduizmin ideallerini etkileyici bir biçimde somudar; bu heykeller Hindi sanatçılar tarafından gerçekleştirilen en güzel şaheserler arasında yer alır. Hindu sanatının Ortaçağ’a ait diğer olağanüstü anıdan, Madras yakınlarındaki Mahabalipuram sit alanında hayranlıkla izlenebilir: Pallava Hanedanı (yaklaşık 325-750) burada, özellikle VII. ve VIII. yy’larda göz kamaştırıcı yüksek kaya kabartmaları ve muhteşem yekpare Brahman tapınaklan inşa ettirmiştir.

Hindu sanatı doruk noktasına, şikhara’larla (tapmakları örten özenle işlenmiş heykellerle bezeli üst bölümler; bunların, siluete ve yüksekliklere göre değişen ve en dikkat çekicisi Kuzey Hindistan’da yaygın olan eğrili modelde çeşitli türleri vardır) donatılmış dev tapınak komplekslerinin inşa edildiği 1000’e doğru ulaşır. Bu tapınakların en güzeli olan ve otuz kadar başka tapınakla birlikte Candella Hanedanı’mn eski başkenti Hacuraho’nun sit alanında bulunan Parçavanatha Tapmağı’mn (X.-XI. yy’lar) modeli de eğri-lidir. Kumtaşına yontulmuş olan bezeme, ruhla tannnın birleşme-
Aeanta freskleri. Gupta sanatının doruğunu oluşturan, melankolik ifadeli sayısız kadın figüründen biri.
Ayakta duran Buda. V. yy’a ait, pembe kumtaşından bu heykelde, Gupta sanatının özelliği olan biçimlerde denge arayışı göze çarpmaktadır.

Tac Mahal, İmparator Şah Cihan’ın 1631-1641 arasında karısı Mümtaz Mahal için yaptırdığı beyaz mermerden bir anıtmezardır.
Tann Şiva X‘ -XII, yy’lara ait heykel). ,a’Eî;r “em de yıkıcı olan bu a—mfj dingin bir tasviri.
sini simgeleyen sayısız erotik sahne içerir: alçak kaoartmalar, şehvetli bir kucaklaşmayla birbirine dolanmış çiftleri (veya gruplan) tasvir eder. En yüksek sayıda tapmağı bir araya getiren kompleks, Orissa’nın başkenti Bhubanesvar’dadır: burada, aralannda Linga-raca Tapınağı’nın (XI. yy başı) da yer aldığı, VII.-XI. yy’lar arasında inşa edilmiş en az 1 000 tapınak vardır. Gene, Orissa’daki Konarak sit alanı, bu tapınakların en büyüğünü ve en iddialısını barındırır; güneş tanrı Surya’ya adanmış olan bu anıt, söz konusu tanrıyla ilişkilendirilen, atların çektiği dev boyudardaki kutsal at arabası biçimindedir. Yapımına 1240’a doğru başlanan bu dev tapmak, teknik nedenlerden dolayı hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Öte yandan, XIII. yy sonunda Müslüman fethi Hindistan Yarımadasının kuzeyinde Hindu sanatına son verecektir

Hindu sanatı, Hindistan’ın güneyinde en az kuzeyinde olduğu kadar gelişmiştir. Bu bölgedeki en güzel anıtlar önceki dönemlere ait olmakla birlikte (mesela, 1000’e doğru Tanca-vur’da inşa edilen ve 1009’da, Çolalar döneminde [970-1229] Şiva’ya adanan Şiva Brihadişvara Tapmağı), XVI. ve XVII. yy’larda inşa edilen bazı tapınaklar, Hint sanatının en önemli tapmakları arasında yer alır. Bunlara örnek olarak Hindistan’ın en güneyindeki Madurai’de bulunan tapmaklar verilebilir (buradaki «1 000 sütunlu» Mandapa 1560’ya doğru yapılmıştır). Tanrılar ve tanrıçalarla Hindu panteonunu oluşturan birçok kutsal varlığı tasvir eden sayısız heykelle bezenmiş olan dev kapılar veya gopura’lar, Madurai’de gelişen ve XVII. yy’da egemen olan mimarlık üslubunun ayırt edici özelliğidir.

Güney Hindistan, Hindu tanrılarını temsil eden ve kayıp balmumu yöntemiyle gerçekleştirilmiş olan zarif tunç heykel ve heykelcikleriyle de ünlüdür. Tancavurlu tunç ustalarının, çoğunlukla ince ve şehvetli biçimler taşıyan eserleri Hindu sanatının en güzel parçaları arasında yer alır. X.-XIII. yy’larda, Çolalar (birTa-mil hanedanı) döneminde gerçekleştirilmiş heykeller bunların en muhteşemleridir: inkâr edilemez bir anlatım gücüne sahip olan bu heykeller, genellikle, Tanrı Şiva’yı, Nataraca gevrenin bütün tarihini simgeleyen «dans tanrısı») biçiminde, tiruva^i denen alevli bir haleyle kuşatılmış olarak tasvir ederler.

Hindistan’da İslam sanatı

Kuzey Hindistan’ın büyük bölümünün Müslümanların isti- •, lasına uğradığı XII. yy’da, kökten farklı bir başka gelenek belirir: bu gelenek büyük ölçüde İran ve Türk sanatından esinlenmektedir ve Hindistan’da Müslüman fetihlerinin gelişmesine bağlı olarak (son Hindu kalesi olan Vıcalanagor, 1565’te teslim olur) yayılacaktır. İslam, insan tasvirim yasakladığından, uzun süre başlıca sanatsal faaliyet olarak kalan heykel, açık bir gerileme gösterir ve mimarlık (saraylar, dinî yapılar ve mezarlar) en yaygın sanatsal ifade biçimi durumuna gelir. Ünlü İslam yapılarından ilkinin inşasına 1199’da Del-

Bhubanesvar’daki Racarani Tapınağı ‘nn şikharası (eğrili dam ve çatı).
84
hi’de bir Hindu tapınağının yerinde başlanır: bu Kuvvet i Camii’dir. Bu yapının bugün kısmen yıkılmış olan en et bölümü Kutb Minar’dır: 72, 5 m yüksekliğindeki bu minaı yadaki en büyük minarelerden birisidir), Hindu sanatında mış bezeksel temalarla süslenmiştir. İslam mimarlık sanat gü diğer yapılar arasında büyük Müslüman hükümdarlarıj beleri sayılabilir.

Hint-Islam sanatı en iyi ifadesini, XVI. yy’da yönetim ve Ingiliz egemenliğine kadar Hindistan’ın büyük bölümi netim altında tutan Hint-Türk Imparatorluğu’nun sanat h sayesinde, imparator Şah Cihan’ın, 1628’de ölen karısı iç tırdığı, beyaz mermerden dev bir anıtmezar olan Agra yak daki Tac Mahal ile Delhi’deki Kırmızı Kale’nin (1639-164/ taşı ve beyaz mermerden köşkleri, Büyük Cami (1644-1* beyaz mermerden inci Camii (1600’e doğru) gibi şaheseri ya çıktı, imparator Ekber Şah’ın 1573-1580 arasında inşa e ve on beş yıl sonra terk edilen başkent Fatehpur Sikri, br min günümüze ulaşabilen en büyük mimarlık ürünüdü: Selim Çiçi’nin, Hint ve İslam üslup geleneklerini zarif bir de harmanlayan beyaz mermerden türbesini barındıran U ile dikkat çeker. Hint-Türk imparatorluğu döneminde ba natsal ifade biçimleri de gelişmiştir: minyatür, halıcılık, dc cılık, metal ve ahşap, işleme fildişi, kaya kristali veya yeşir dan yapılan heykeller.

Hint minyatürü

Geleneksel Hindu sanatındaki en büyük ilerleme, Hindi: yüzyıllardır var olan bir sanatsal ifade biçimi olan min> gerçekleşmiştir. Bu resim türünün ilk örnekleri XI. yy’a ai dönemde elyazmaları, palmiye yapraklarının üzerine ka^ yor ve Budist metinlerden alınmış sahneleri temsil eden l lerle süsleniyordu. Bir süre sonra başka bir okul belirecekti nacılıktan esinlenen bu okul, özellikle, Hindistan’ın batı: Gucerat bölgesinde gelişecektir. Nihayet, imparatorluk sar Hindistan’a Türklerin getirdiği ve Iran sanatından büyük esinlenmiş üçüncü bir minyatür geleneği gelişir. Çok daha 5 çi olan bu üslup, dünyevî konuların, destanların veya evreı ğuşunu anlatan hikâyelerin tasvirinde kullanılır.

Bu farklı gelenekler arasında sentez gerçekleştiren ve I Okulu adıyla tanınan yeni bir resim okulu yavaş yavaş , okul, başlıca merkezleri Hindistan’ın kuzeybatısındaki F han’da bulunduğu için bu adla anılır. 1500-1800 arasınd şen Racput Okulu, her şeyden önce, Hinduizmden esinlı

.■^2 Gıta-Govinda’da anlatılan hikâyeler, Krişna’mn :zell:kle sığırtmaç Radha’ya olan aşkıyla ilgili bö-Sık sık kahramanlık destanlarını ve raga’lan ve-_ makamları da konu alır. Opak boyalarla kâğıt üze-î5~rilen eserler, küçük boyutlu olmalarına rağmen, ir.uya uygun atmosferi güçlü bir biçimde çağrıştı-~ar; büyük bir simgesel değer taşıyan sıcak ve par-r:k sık şaşırtıcı bir bileşim oluşturur.
Himalayalar’ın kollarında, yerel Hindu hükümdarlarının sarayında bir başka minyatür üslubu yerleşir: Pertcab’da, Paharis Okulu, Racput etkileriyle Hint-Türk resim geleneği arasında sentez yaparak bir resim biçimi geliştirir. Doruk noktasına XVIII. yy’da ulaşan bu sanat, XX. yy’a kadar son derece canlı kalacaktır.

Modern dönem Hint sanatı

Hindu ve Hint-Türk sanat gelenekleri, XVIII. yy’ın sonuna kadar varlığını sürdürür. 1850’ye doğru Pahari Minyatür Okulu gerilemeye başlar. Aynı dönemde Ingilizler Hindistan’a Avrupa sanat anlayışını sokar; büyük şehirlerde Ingiliz yetkililer tarafından halkın beğenisini geliştirmeyi amaçladığı ilan edilen Batı tarzında sanat okulları açılır. Böylece, Hintli ressamlar, ışık-göl-ge zıtlıklarından yararlandıkları, perspektif tekniğini kullandıkları ve bu konuda dönemin Batı resmini taklit ettikleri suluboya ve yağlıboya resme başlarlar. Geleneksel Hint sanatı, sadece, adeta folklorun parçasını oluşturacağı kırsal bölgelerde varlığını sürdürür.

Geleneksel Hint sanatının Batı anlayışına uyarlanmasını ilk eleştiren, E. B. Havell (1861-1934) adlı bir Ingiliz olur. Havell, Kalküta Sanat Okulu’nun müdürü olarak, öğretimini, başta Acanta duvar resmi ve Hint-Türk minyatürleri olmak üzere Hindistan’ın geleneksel resim modellerine dayandırmaya, eski sanat okullarını canlandırmaya karar verir. Eski sanat okullarını canlandırma girişimi başarısızlıkla sonuçlanır, ama düşünceleri ve yazıları belirleyici bir etki yaratarak, XX. yy’da aslına uygun bir Hint sanatının yeniden doğmasına katkıda bulunur.

Hem modern Batı sanatından, hem de geleneksel Hint sanatından esinlenen Amrita Şer-Gil, Carini Roy ve M. F. Husain gibi sanatçılar, geleneksel Hindistan’ın değerleriyle modem sanatın ideallerini, aslına büyük bir uygunlukla birleştirmeyi başardıkları güçlü eserler verirler. Bu sanatçılar, 1863’te, Maharşi Debendra-nath tarafından kurulan ve şair olan oğlu Rabindranath Tagor’un, geleneksel sanadarm yenilenmesi amacıyla bir okul ve bir labora-tuvar açtığı meditasyon merkezi Şantiniketan’da gerçekleştirilen araştırmalardan doğan bir hareket içinde yer alırlar.

Bağımsızlıktan sonra, gerek Hindistan’da, gerekse Hindistan Yarımadası’na komşu ülkelerde daha öncü yeni sanat akımları belirir. Çağdaş sanatçılar, eserlerinde sık sık, daha soyut olmakla birlikte geleneksel Hint duyarlılığının büyük bölümünü olduğu gibi koruyan bir sanatsal ifade biçimi sergilemektedirler.
Racputlann sanatı kendini genellikle duvar resminde ve Vişnu’yu dev kartal Garuda’nın üzerine binmiş olarak tasvir eden 1770 tarihli bu tezhipli şekilde olduğu gibi, minyatür sanatında ifade eder.
SANAT MÜZİĞİ
– XX. yy’m başına kadar bundan anlayan küçük dinleyici

– j^celmış müzik meraklılarına ve güzel kathak dansçılarına

Bengalli sinemacı Satyacit Ray «Müzik Odası» adlı filmin-. –:z.sr dünyasının sonunu gösterdi. Halk konserleri bu küçük . -_r_ yerim aldı ve aynı kuramsal temeli korurken ustalığa ayrı-bu müzik biçiminin evrimine katkıda bulundu.

– .ila yükselen (aroha) ve alçalan (avaroha) ıskalaların ve maka-

– *ı_ır: arasındaki aralığın her zaman benzer olmadığı dağa siste-_ Eilılığa dayalı müzik bestesi) dayanır. Bazı notalar daha fazla : _ veya parıltı etkisi vermek için alçaltılıp yükseltilebilir: yük– ^zun kollu lavta (tampura) gibi bir çalgı tarafından, aralıksız

– – _:aga ‘tonik) göre belirlenir. Makamları tanımlamak için, doğaç-. ; „ :=nel ilke işlevi görmesi anlamında, ayırt edici bir melodi moti-

/’ gereklidir. Günümüz müzisyenleri aşağı yukarı üç yüz ma–zsze icra etmektedir.

– – :..rzsr-‘m kuzeyinde, belirli bir ritmi olmayan ve ağır tempolu

– r reşrev {alay), vurma çalgılar olmaksızın raga’yı ortaya koyar. : -t: makamın inceliklerini ve bütün duygu nüanslarını ifade et-

-£mamen özgürdür. Alay’ı farklı üsluplarda ritimli çeşitlemeler iz-£.5 • dambit gata) veya hızlı (druta gata) besteler. Raga hızlanarak ~. fien bir hareketle (chala) sona erer. Bununla birlikte, örnek me-. – ucasına rağmen doğaçlamaya geniş bir yer verilir. Ritmik dön-rJga’lar kadar kesin bir biçimde tanımlanmıştır. Belli başlı on .Erdir, ama en sık kullanılanı tintaîa’dır.

>«n sesi. Müzik sisteminin temelini, bir çalgı gibi kullanılan insan ^rurur. Sözler ikincil bir rol oynar ve çoğunlukla devamlı tekrar

– rjrkaç kelimeden oluşur. Hindistan’ın kuzeyinde dört vokal mü-‘.r- vardır: bunların en eskisi, çalgısal da olabilen dhrupad’dır (baş-

; XV. yy’a uzanır). Bu tür sadece mistik aşk temasına yer verir ve i ı_ nanedanlar (vam) içinde gelişir. Daha neşeli olan hyal, tana’lar-

____r_sa sıkı sıkıya denetlenen, bir tür melodik-ritmik esrime içinde

i- mzlamp birbirine karışan melismaları olan melodik anlatımlar) –^-3 ustalık sergilenmesine imkân verir. Daha hafif başka biçim-..ardır: thumri, tarana ve gazel. Hydal gibi bu türler de çalgısal ola-“ v.ttîrf’nin teması aşktır ve bazen popüler melodileri kullanır. Son
vokal tür, çoğunlukla Krişna’ya adanmış, Hinduist dinî bir şarkı olan bhacan’ân. insan sesinin üstünlüğü çalgı müziğinin önemsiz olduğu anlamına gelmez.

Çalgılar. Çalgılar dört kategoriye ayrılır: telli çalgılar (tata), nefesli çalgılar (suşira), davullar (avanaddhd) ve vurmalı çalgılar (ghana). Sitar, Kuzey Hindistan’ın en sevilen yaylı çalgısıdır. Bu çalgı, biri sapın yukarısına yerleştirilmiş iki yankılaşım kasasından (sukabaklan) oluşur. Tuşun üzerine yerleştirilmiş içbükey metalik tokalar, tellerin yana doğru çekilmesini ve bir beşinci aralık sesinin aynı konumda yükseltilmesini sağlar. Sempatik teller melodik tellerin altına yerleştirilmiştir ve bu sonuncular tımbırdatıldığında, bir tür ses halesi çıkararak titreşirler. Kullanılan diğer lavta şarod, sitar gibi çalınır ama daha ötümlüdür. Son yirmi-otuz yıldır viyola (sarangi) eksiksiz bir solo çalgı durumuna gelmiştir.

Nefesli çalgılar arasında, bizzat müzisyen tarafından basit bir bambu borusundan yapılan yan flüt (bansuri) önemli bir çalgı durumuna gelmiştir. Obua (şanay) ötümlülüğü ve nüanslarıyla dikkat çeker; bayramlar veya törenler sırasında sarayların, tapınakların veya evlerin önünde, açık havada çalınır.

Hint gongu (taia), ayinlerde kullanılan başlıca vurmalı çalgıdır. Mri-dangam Hindistan’ın eskiden soylu müziğe eşlik eden klasik davuludur; ama yerini tabla’ya bırakma eğilimindedir.

Müslüman etkisi taşımayan bir müzik. Güneyin müziği çok az Müslüman etkisinde kalmıştır; ama hâlâ klasik bestecilerden etkilenmektedir. Kullanılan biçimler, kuzeyde olduğundan daha kesindir. Tekdüze bir ritim üzerinde basit bir melodi olan gitam, tıpkı tapınma veya destan temalannı kullanan saracvati gibi teknik çalışmaya ayrılmıştır. Daha karmaşık besteler konserlerde çalınır: birçok raga aynı parça içinde birbirini izleyerek bir ragamalika oluşturur. Vamam laı bharatanat* ya’ya eşlik ederler. Kriti’nin (üç bölümden oluşan ve tek bir raga’ya dayanan şiirler) yorumunda, ayinsel görünümüne rağmen estetik ön planda gelir. Doğaçlama konserin sonunda, ragam, tanam ve pallavi’yle daha büyük bir önem kazanız. Hafif ve parlak besteler olan tiüana’lar da sık sık yorumlanır.

Günümüzde, birbirlerinin benzer yanlarım keşfetmiş olan Kuzeyli ve Güneyli müzisyenler daha sık bir araya gelme eğilimindedir.
Sarangi çalan adam.

En sevilen yaylı çalgılar arasında yer alan sarangi bir tür viyoladır.
AYRICA BAKINIZ

—► ]b,ansu Buda ve Budizm —► El Hinduizm —► IB.ANSH Indus medeniyeti —► 1B.ANSLİ İslam

Kathakali dansını çarpıcı makyajlan olan komedyenler yapar: yeşil aşkı, kırmızı öfkeyi, sanysa doğaüstünü simgeler.
Karnataka’da bir kathak dansı grubu.

Kathak, Hindistan’da çok tutulan müzikal komedilerde sık sık yer ahr.
KUTSAL GÖSTERİ SANGİTA

Yüksek düzeyli müziği ve dansı düzenleyen kuramsal ve estetik ilkelerin ortak bir kökeni ve temelleri vardır. Bharata-Muni tarafından çağımızın başlarında kaleme alınan Natyaşastm, kadın dansçının, duyguyu, katışıksız dansı ve dramatik ifadeyi yansıtan değişik tavırlarını, ayak duruşlarını ve el hareketlerini açıklar. Ardından, 67 simgesel hareket, 32 bacak hareketi ve bu hareketlerin bedenin geri kalan bölümüyle 108 bileşimi açıklanır. Yüz, düzenlenmiş duyarlılıklar olan rasa’lan ifade eder. Belli bir bölümün (mesela, Kriş-na’nın yaşamından bir kesit) dansı ve mimi, dans sırasında almaşır. Yorumcu, Sanskrit dilinde kaleme alınmış Hareketin Aynası adlı bir incelemede sayılan bazı nitelikler taşımak zorundadır: kendinden emin, esprili ve hoş olmak, ama aynı zamanda vokal ve enstrümantal müziği izlemek ve ritme kesinlikle uymak. Gene de asıl yetenekler çeviklik, denge, dayanıklılık, hafıza, rahat bir konuşma ve iyi bir sestir. Eskiden, kadın dansçılar devadasi (tanrının hizmetkâr-lan) olarak anılıyor ve ayrı bir kast oluşturuyordu. Bunlar, başta Şiva olmak üzere tanrılar için şarkı söylüyor, dans ediyor ve çalgı çalıyorlardı. Dinî törenler, dinî şarkılardan ve günlük yakılmasından sonra başlayan kutsal dansları da içeriyordu.

Kathak

Hindistan’ın kuzeyinde, kathak (konulu saf dans), önceleri, bazen kadın rollerine de çıkan erkekler tarafından yorumlanıyordu. Bugünkü kathak, biri kutsal, diğeri dünyevî iki kaynağın bir sentezidir. Anlatıcılar (kathakara), Krişina’mn doğum yeri olan Uttar Pradeş’teki tapmaklara bağlıydılar. Ramayana veya Bhagavad-Gi-ta adını taşıyan kutsal metinler, okuryazar olmayan izleyicilere şarkı ve mimle aktarılıyordu.

Ayakların ritmik hareketi ve yüz mimikleri, belirgin bedensel kıvrılmaların katılmadığı kathak’m temel özelliklerini oluşturur. Anlatıcının olmadığı saf dans bölümlerinde değişik hareket türleri birleştirilir: yana doğru yumruk, kaş ve boyun hareketleri. Konuya girildikten sonra, üçlü bileşimlere dayanan ve anî duruşların izlediği, tek ayak üzerinde yapılan bir dizi tam veya yarım dönüş belirir. Akompanyıman bir viyel (sarangi), ikili bir kudüm (tabla) veya tahta bir davulla (pahavac) gerçekleştirilir. Uzun süre fahişe-lere özgü bir dans sayılan kathak, bugün, Hindistan’da çok sevilen müzikal komedi filmlerinde sık sık yer alır.
Bharatanatya

Bharaıanatya Şiva’ya adanmış kutsal bir Güney Hindistan dansıdır. Hareketin Aynası, bu dansın efsanevî kökenini anlatır: Brahma, dans sanatını, bilge Bharata’ya öğretmiş, o da, göksel dansçı-lann ve müzisyenlerin eşliğinde dansın üç biçimini (saf, anlatmalı ve dramatik) Şiva’nın önünde icra etmiştir. Şiva, izleyicilerini bunu Bharata’ya öğretmekle görevlendirerek, bu öğrenimi dağlar tanrıçası ve Şiva’nın karısı Parvati tarafından bilgeye verilen öğrenimle tamamlamıştır. Bharatanatya Hindu felsefesinin temel ilkelerine dayanan kozmik bir temsildir: ölüm ve doğum değil, sonsuz bir dönüşüm vardır. İzleyici gibi dansçı da tann durumu-
Kuzey Hindistan’ın kutsal dansı bharatanatya’yı yapan bir kadın dansçı

na gelmek ve evrenle bütünleşmek zorundadır. Günümü; kekler, kozmik dansı (tandava) artık yapmamakta, kadınla nun kadınlara özgü karşılığını (lasya) hâlâ uygulamaktadı:

Konular sadece kadınlar tarafından yorumlanır, ama hep erkektir, Bharatanatya üç bölüm içerir; saf dans (nritu tıcı dans (nritya) ve ifade (abhinaya). Kathakali’de hareket yüksek kusursuzluk düzeyine ulaşır. Bilgili izleyici, dans v le anlatılan hikâyeyi en küçük ayrıntısına kadar izleyebiliı siplin, değişmez bir sıraya uymak zorunda olan gösterin için de geçerlidir. Yorumcu her gösteriden önce hocasın saygıda bulunur, sonra bir nritta geçişi olan girişe (alaripyu Önce yavaş olan hareketler, kadın dansçının bütün ustalıj gilediği tirmana’ya kadar hızlanarak devam eder. Sonra bir ga’yla bu değişik makamlara bağlı duygulan ifade eden m, gelir. Ardından, vurma çalgıları çalanla dansçı arasında rit çeşideme oyunu gelişir. Anlatmalı bölüm, dansın basit bir ten başka bir şey olmadığı mim bölümünün olaylarına vt lılıklarma (abhinaya) gönderme yapan şabdam veya sözle b hareketlerinin (mudra) simgeselliği kendini bu sırada dış Müzik dağarında rastlanan bir terim olan varnam’lar, di öğesinin birbirine geçtiği ve doğaçlamanın önemli bir yer tiği (ama hep kesin bir kareografik dağar çerçevesinde) l lemeler dizisidir. Makamın bu merkezî evresini parlak b: son (tirmana) noktalar. Bharatanatya, ancak deneyimli y< lardan elde edilebilecek derin bir bilgi gerektiren bir olgu natıdır. Gösteri, dansçının sanatını en iyi şekilde icra eti herkesten hayır duası istediği yakarmayla (şlokam) sona ■

Kathakali

Kuzey Hindistan’da Müslüman imparatorlar tarafında lanan danslı epik tiyatro, ülkenin güney kesiminde varlı dürmüştür. Geleneksel bir erkek oyunu olan kathakali, Ke gesinin tamamen kadınlara özgü klasik üslubu mohini a da yaygın bir türdür. Kathakalinin repertuvarı iki büyül dan oluşur: Mahabkarata ve Ramayana. Akşam oluncî köylerinin sahnelerinde tuhaf makyajlı oyuncular beliri rengi ve aksesuvarlar, izleyiciyi oyuncuların kimliği haki gilendirir: tanrı veya kahraman, bilge veya şeytan. Sak zıysa, kişi kötü niyedidir; siyahsa, bir vahşî veya Arî öne lardan gelen birisidir. Beyaz sakallar, maymun Hanuman rı tanrılara aittir. Makyaj öylesine önemlidir ki, makyajlı ya adıyla seslenerek konuşmaya kimse cesaret edemez.

Giriş niteliğindeki bir yakarma dansmdan sonra, saf da rılarla şeytanlar arasındaki sonsuz mücadelenin anlatıldı^ ler, doğaçlamaya büyük bir yer bırakarak sırayla birbirin tiyatrovârî anlatım birçok kaynağa dayanır: Arî kökenli ti; tiyattam), savaş teknikleri (kalarip’payai), bazı bölgesel ha rı, Krişina’ya adanmış metinlerin tilaveti ve temel bir dinî (mutyettu), yani, Kali ile bir tutulan Tannça Bhagavati kül

Dans ve tiyatro müzikten ayrılamaz ve bunların he neksel gösterinin kutsallığını koruduğuna kanıt olabilec kelimeyle belirtilir: sangita.

DİL VE EDEBİYAT

Dil açısından Hindistan’ın durumu. Hint toprakla

1 500 arası dilin konuşulduğu sanılmaktadır: kuzeyde P pa dilleri (nüfusun % 73’ü tarafından konuşulan Hintçe ça, Keşmirce vb; bunların içinde sadece Hintçeyi konuşa m % 30’dur); güneyde Dravid dilleri (nüfusun % 24’ü konuşulan Teluguca, Tamike, Malayalanca vb); Avustr; (% 1,5) ve Çin-Tibet dilleri (% 0,7).

Müslümanlarla (çoğunluğu Urducayı konuşur) Hir ğunluğu Hintçe konuşur) arasındaki karşıtlık, Gandh:

; ■ . .c.< en azmdan kısmen) bir ara çözüm olduğu-

– dilinin benimsenmesi için harcadığı ça-

– resmî dili Urduca olan Müslüman Pakistan

– ■ -r-lmasıyla sonuçlandı. 1958’de, Hindistan ana-

r;r çözüm benimsedi: sömürge dili olan İngilizce -: .-C3 ortak resmî dil olarak kalacak ve 1963’te, ’zî’ji b:rakacak, bu arada, Hint Birliği’ni oluşturan -fr bin resmî dilini seçme hakkına sahip olacaktı, n “…enr.i konuşan güney devletlerinin muhalefeti Irîizcenin yerine Hintçeyi geçirmenin imkânsız ‘-i- Bunun üzerine çıkarılan Resmi Dil Yasası ile In-

– -rçe. Kongre’de konuşulan diller olarak kabul edil-;s. birlik topraklarsa bugün için sayıları on iki olan illerini seçme hakkını korudular: Kerala, Maysor,

2 ussa. Andaman ve Nikobar Adaları, Çandigarh, 35ar Haveli, Delhi, Lakdiv Adaları, Manipur, Pon-Zzs.. Daman ve Diu eyaletlerinde ve birlik toprakla-..zzs: Assam Eyaleti’ndeAssamca; Batı Bengal Eyale-: .:s”sa Bengalce; Pondiçeri topraklarında Fransızca; i üuceratça; Bihar, Gucerat, Haryana, Himaçal Pra-:.v.’î Pradeş, Maharaştra, Racastan ve Uttar Pradeş .s Andaman ve Nikobar ve Delhi topraklarında _£İ~araştra’da Marathaca; Orissa’da Oriyaca; Pen-, – r-bca; Tamil Nadu Eyaleti’nde Tamike; Andhra Pra-Cammu ve Keşmir eyaletlerinde Urduca.

«■at. Başlangıçta Sanskrit dilinde olan klasik Hint kül-ıkleri, MÖ 1500’den kısa bir süre sonra kutsal Veda r_ ardından da, bunların yorumları olan Uyanişad’la-zzziii geleneğe uzanır. Efsaneler ve ahlakî hikâyeler n *-‘Ö 400-MS 1400) ve Pancatantra’lar (yaklaşık 450) :ı.-c eserlerin esin kaynağı olan Mahabkarata ve Rama-rrrlanmıştır. MÖ 400’e doğru, çok sayıda lirik, epik ~1 sur ve kahramanlık dramıyla birlikte ortaya çıkan : zsr tür sanatsal veya bilimsel bilgiyi düzenlemeyi Klasik altın çağ, Kalidasa gibi bir oyun yazarının ve-tr-iari (VI. yy başı) gibi bir şairin yetiştiği ve siyaset . adalet (dharmasastra) veya aşk (Kama-sutra, yakla-:,:rîulu incelemelerin kaleme alındığı çağdır, îinskritçe çok geçmeden edebiyat dili olma ayrıcalı-

■ :İ£i. Budistlerin birçok bölgeye yaydıkları Pali, tripi-.Z V. yy) ve Dhammapada’nm (I. yy) dili olacaktır. II. ii^biyat, prakrit denilen yerel dilleri (modem bölgesel -_nlardan gelişecektir) bünyesine alır. Ortaçağ’da, sadece din adamları kastı tarafından kullanılır; ku-£2 Bengalce, Harathaca ve Guceratça edebiyat dilleri gelir ve şair Emir Hüsrev Dehlevi (1253-1325) Fars-r-lerini Hintçe dizelerle süsler; güneyde, Çola Impara-. r.-n genişleme döneminde, Kannaraca, Malayalamca .şr^ca, Tamilcenin ardından edebiyat dilleri durumuna

y’da, güneyde ortaya çıkan iki murakabe tarikatı, tan-ve kişisel bir bağlanma tarzı olan Hindu bhakti yeisinin mimarları olacaktır. Bu hareket, XVI. yy’daki en anemine kadar, her iki cinsten şairlerin, filozofların ve : :nda’nın (yaklaşık 1180) yazarı olan Bengalî şair Ca-; çbi, azizlerin yaşamlarım ve davranışlarını anlatan ya-

– yerli dillerinde verdikleri pek çok esere kaynaklık ede-

ızağ’ın sonunda, Hint-Türk imparatorlarının sarayında Arapça-Farsça gazel’den, özellikle Veli (1668-1741), Mir B’.O) ve izleyicisi Galib (1797-1869) tarafından sürdürülen

■ lıalk şarkısı türü olarak, Urduca bir versiyon doğacaktır.

‘ vy’ın başlarında memur yetiştiren okulların açılması ve ülkeye getirilmesi, modern bir Hint edebiyatının ; ••katkıda bulunur. Böylece, Hint mirasının ve Ba-

– ^tlesel etkilerinin bir sentezi gerçekleşir. İngiltere’nin

işleri danışmanı Thomas Babington Macaulay’in, -; :_<-jllarda İngilizce öğrenimi zorunlu kılması, hem ge-. : rlıiit kültürlerinden yana bir tepkinin doğmasına, hem edebî ve tartışmalı bir ifade aracı durumuna

– ; yol açar. Bu sırada, Ingiliz edebiyatının etkisi, yerli

– uıi yeniden biçimlendirmeye başlar. Ram Mohan . – _ 2-1833) arkasında bütün bir toplumsal düzyazı ge-: – :.l;chaeIMadhusudanDutt(1824-1873) (Batı örneğin-ı~o oyunlarının yazarı) ve Cay Şankar Prasad (1889–.-1 şiirine soneyi ve serbest nazmı sokarlar. Bengalce

• : srmdranath Tagor (1861-1941), uzun hikâyeyi yerli ; —.“a uyarlar (ama Tagor aynı zamanda romandan dra-
ma, şiirden felsefî denemeye kadar uzanan önemli sayıda eserin de yazarıdır). İlk Hint romanlarıysa, Bengalce yazan Ban-kim Çandra Çatterci’ye (1838-1894), Marathaca yazan Harina-rayana Apte’ye (1864-1919) ve Sir Muhammed İkbal (yaklaşık 1876-1938) gibi, Urduca ve Farsça şiirler de yazan Assamlı Laksminath Bezbarua’ya (1868-1939) aittir.

XX. yy edebiyatı, XIX. yy’m duygusal eğilimli romantizminin damgasını taşır. Önceki eserlerin özelliği olan toplumsal gerçekçilik, Mahatma Gandhi gibi milliyetçi liderlerin etkisi altında geliştikten sonra, Marksist ideolojiden etkilenir. Hint rö-nesansının öncü isimlerine yönelik tepki hareketi, gerçeküstücü ve simgeci üslup denemelerine, Ezra Pound veya T. S. Eliot’un üslubunun taklit edilmesine yol açar. Çağdaş edebiyat, varoluşçu bir genel yapı içinde bütünleştirilen içebakış ve psikolojinin yanı sıra, yeni bazı biçimlerine yönelir görünmektedir.

İngilizce yazmak, Michael Dutt, Tagor ve filozof Sri Auro-bindo’dan (1872-1950) beri, iyice yerleşmiş bir uygulama olmasına rağmen, bağımsızlıktan beri, giderek hafifleyen tepkilere yol açmaktadır. Sarocini Naidu (1879-1949), eserlerinde İngilizce kullanmasına rağmen, yurtsever olduğu kadar, şair olarak da kendini kabul ettirecek ve roman alanında Krişnas-vami Narayan’ın (doğumu 1906) yaptığı gibi, bir Ingiliz-Hint akımını peşinden sürükleyecektir.

Hindistan’da «paralel sinema» olarak anılan yönetmen sinemasının en önemli temsilcileri, burada «Genesis» (1986) filminden bir sahnede görülen Mrinal Sen ve «Selam Bombay» (Salaam Bambay, 1988) adlı filmiyle uluslararası bir başan kazanan Mira Nair’dir.
TEHDİT ALTINDA BİR SANAYİ

1981’de, Hint televizyonu, 740 milyon Hintliden 9 milyonu tarafından izleniyordu; buna karşılık, 12 milyon Hintli her gün sinemaya gidiyordu (bu rakam Fransa’da 300 000, Çin’de 50 milyondu’. 1990’da izleyici sayısı 150 milyona yükselen televizyon, sinemayla rekabete girdi; ama televizyonun rekabeti videonunki kadar güçlü değildi: 1987’de evlerdeki video sayısı 500 000’di: aynca Körfez ülkeleri ve Singapur’dan getirilen korsan kasetlerin gösterildiği paralel salonlara yerleştirilmiş 100 000 video aygıt: daha vardı. Hint halkı, ahlak ve edep kurallarına saygı konusunda son derece sert olan sansürün denetiminden kaçan bu filmlere çok düşkündür Yılda 20 milyon dolardan fazla olduğu tahmin edilen potansiyel kazanç kaybı, sinema sanayiine büyük darbe indirmektedir.
SİNEMA

Hindistan, 1988’de çevrilen 773 film ile dünyanın en çok film üreten ülkesidir. Bununla birlikte, film sanayiinin önünde daha parlak yıllar olsa da, 1985’ten beri (rekor yıl: 912 film) düzenli bir azalma görülmektedir. Hindilerin, çok canlı bir tiyatroya ve sayısız resim ve heykele esin kaynağı olan Ramayana, Mahabharata gibi büyük destanlar ve kutsal masallar ve efsanelerden alınmış hikâyeleri ve görüntüleri hep sevdikleri doğrudur. Bu nedenle Hindistan’da XX. yy’la birlikte doğan sinema, doğal olarak bu mitolojik ve dinî temeli miras almıştır; filmler bir anlamda bu gerçek ikona düşkünlüğünün yeni fetişleri durumuna gelmişlerdir.

Başlangıcı

Lumiere Kardeşler’in ilk filmleri 1896’da, Bombay’da gösterilir. 1898’den itibaren, burada küçük aktüalite filmleri ve ünlü bir Lumiere filminin «La Ciotat Carına Trenin Girişi» (l’Arriveed’un Train en Gare de la Ciotat) yerel versiyonu çevrilir: «Bombay Carına Giren Tren». Bu film, ticarî Hint sinemasının bir özelliği durumuna gelecek olan olgunun habercisi olur: yabancı filmlerin kopya edilerek yerli halkın beğenisine uyarlanması. Bu filmlere Holly-wood masala, yani, «Hint salçalı Hollyvvood filmleri» denir: uyarlanan eserin aynısı olan bir senaryoya, yaklaşık üç saat sürecek bir film için şarkılar ve danslar eklenir (türün kesin kuralına göre film başma altı tane).

1913’te, Bombay’da, Dhundirac Govind Phalke, kadın rollerini erkeklerin oynadığı ilk konulu Hint filmi olan «Kral Harişçand-ra»yı (Raca Harişçandra) çevirir. 1917’den itibaren, bu yeni türde onu Bengalli sinemacı Camceti Framci Madan izler; 1919’dan itibaren önemli bir salon zinciri kuran ve yapımcı olan Madan, Hint sinemasını ekonomik bir altyapıyla donatan ilk kişi olur. 1920’den itibaren, uzun metrajlı filmler çoğalır, yapım şirkederi gelişir ve 1925’lerde Hollyvvood modelinden esinlenen star sistemi politikası biçimlenir.
Ucan sinemadaki patlama

Bununla birlikte, Hint sineması gerçek atılımını sesli fili gerçekleştirir. Japonya veya SSCB gibi ülkelerin tersine, H tan, 1929’da, Kalküta’da tanıtılan bu tekniği derhal benims müzikal film, kültürel gelenekler kadar, ülkedeki büyük dil liliğinin dansa, sinemanın «esperanto»su rolünü oynama il vermesi sonucu ayrıcalıklı tür durumuna gelir. Dil sorunu,. rin çok tipik (iyi, kötü) olmalarının ve tiyatroda olduğu gibi lerini «abartmalarının nedenini de açıklamaktadır: izleyi diyalogları anlamasa bile hikâyeyi izleyebilmesi gerekmek

1930’lu yıllara girerken, Hint sinema sanayii birkaç büyük tin egemen olduğu üç merkeze (Bombay, Kalküta ve Madras) mıştır. Söz konusu şirkeder (Minerva Movietone, Vadia, İn Film Company, Rancit Film Company) ve hepsinden önemlisi hat (dinî ve mitolojik filmlerde uzmanlaşan bu şirket bir sinen demeği tarafından kurulmuş olma özelliğine sahiptir), Bomb; kies (müzikal ve mitolojik filmlerde uzmanlaşmıştır) ve edeb lerden ve azizlerin biyografilerinden yaptığı uyarlamalarla k kabul ettiren New Theatres’tan (merkezi Kalküta’dadır) oluşa ler kulübü». On yılı aşkın bir süre devam edecek olan stüdyola leşmeli oyuncular ve teknisyenler) dönemi, film üretiminin alanlarına (dekorlar, kostümler, film hileleri) gösterilen özen \ teyle Hint sinemasının altın çağını temsil eder.

Stüdyo sistemi, 1940’Ii yılların ortalarında, kara paray: mak için sinema sanayiine yatırım yapan işadamlarının gelı le parçalanır. Bunlar stüdyo starlarına önemli ücretler tekli: ler (Hindi oyuncular o zamandan beri, aynı anda 60 kadar fi virebilmektedir). Ücret uygulaması bütün işkoluna yay stüdyoların terk edilmesine yol açar (1950’li yıllarda bütür yolar kapanacaktır). Öte yandan, play-back’in (müzikal f önceden seslendirme tekniği) ortaya çıkması sistemin çök recini noktalar. Çok kısa bir süre içinde, bir avuç kadın ve şarkıcı bütün oyuncuların dublajını yapmaya başlar ve rac plak sanayii sayesinde onlar kadar ünlü olurlar.

Çelişik bir biçimde, ticarî Hint sinemasının en büyük san. stüdyo sisteminin yıkıntılan üzerinde belirir. Mehboob Ha Kapoor ve Guru Dutt adındaki bu sanatçılar Bombay’da çal rasıyla oyuncu, yönetmen, senaryo yazarı ve yapımcı olur \ sinden önemlisi filmlerim çevirmek için dev stüdyolar inşa < te duraksamazlar. Mehboob Han («Hindistan’ın Kızı Mc [Aan], 1952; «Hindistan Ana» [Mother İndia], 1957) köy ortaı ki epik freskleriyle ünlüdür. Rac Kapoor ise, kendini, sefa yozlaşmayı ele alan kentsel melodramlanyla kabul ettirir [Avara], 1951). Guru Dutt, çok ince bir estetiği olan ve odak sıra düşkünlüğün oluşturduğu görkemli melodramlara in atar; bunların en parlak örneği «Susamışta (Pyaasa, 1957).

Bir yönetmen sinemasmın doğuşu

Aynı dönemde, Bengal’de, sinema âşığı yalnız bir (1947’de Kalküta Sinema Kulübü’nün kurucuları arasında mıştır ve Amerikan sinemasının bütün klasiklerini tanıma! «Irmak» (Le Fleuve) adlı filmi çevirmek için Hindistan’a olan Jean Renoir ile tanıştıktan sonra, yönetmen olmaya kc rir. Satyacit Ray adını taşıyan bu adam ilk filmi Pather Par (1955) Hint edebiyatının çok sevilen bir klasiğini sinemay lar, filmini açık havada ve doğal dekorlarda çeker ve Ra’ kar’dan filmin müziğini bestelemesini ister. Çok büyük m; lüklere rağmen, film halk arasında büyük başan kazamr v lararası düzeyde takdir toplar (Cannes’da, ardından da V ve Berlin’de eleştirmenler tarafından ayakta alkışlanır). 3 (1955’ten 1991 ’e kadar) 30 kadar filme imzasını atanS.Ra> zik Odası» [Calsaghar], 1958; «Uzaktaki Gökgürültüsü» Sanket], 1973) en önemli Hint sinemacısıdır. Çağdaşı ola kalı (bugün Bangladeş’in başkenti) Ritvik Ghatak, hayran cak filmlere («Saklı Yıldtz», 1960), imzasını atmasına i ,haksız bir biçimde tanınmayan bir yönetmen olarak kain

1960’lı yıllara girerken serüven ve şiddet filmleri ticarî s nın biricik türü olarak kendini kabul ettirir. Açık tutulm; tabi olmayan stüdyolar terk edilir ve dış çekimlere öncelik Bu, kalitenin düşmesine neden olur ve bu tür ticarî sine toplumsal sorunları (yozlaşma, sefalet, kast ayrımcılığı, 1 sosyal statüsü) ortaya koyarak dikkaderi üzerinde toplaya: lıktaki «ciddî» sinema (bu sinemayı, Mrinal Sen’in «Bay [BhuvanŞome], 1969; «Kalküta 1971», 1972 gibi eserleri te mektedir) arasındaki uçurum büyür.

1980’li ve 1990’lı yılların önemli bir olayı, bölgesel sine özellikle, Kerala’da yaptığı patlamadır; Aravindan ve Adc apakrişnan’ın güzel filmleri bu.bölgeden gelmektedir. Borr
K.S.L. Svami Ravee ve B. Puruşsttam’ın «Sabah Melodisi».

– . i kotu devam ettiren ve artık bütün umutlan-

::r r * j r i isyan iki sinemacı (Kumar Şahani ve Mani Ka–; sizi oyuncu (Şabana Azmi ve özellikle Smita

HUM VE TEKNİK

;.ı~£a almak üzere bazı öğelerini devralacağı Indus _• irzıe geçen ve Arî istilalarından doğan Vedalar

…..- – _ Hmdistan’ın uzantısı olduğu toplumsal-kültü-

r – : – _;r^racaktır.

;£en öncelikle ayırt edilen Hint kültürü, birinci

■ -ı_> “kozmos, ister mikrokozmos düzeyinde olsun, ; , ı: ~_r_ korumak olan bilimsel bir bilgi geliştirecektir, “ilanının iki egemen dalı, sadece ayinlerinin ya-relırlemek amacıyla zamanın hesabını yapan uzantısı matematikle birlikte) ve insan bedeni i: yemden kurarak makrokozmosun devamına kat-

– _ • r.z olacaktır.

r:: – ■ ::; -:yaa tarafından korunan bu bilgilerin yanında, en ı raiden biri, demir madenciliği olan teknik türde bir

– . -.-Z, is. gelişecektir.

ssronami ve matematik

– ran MS XI. yy’a kadar uzanan Vedalar döneminde,

– • _;_r_eTîgöğügözlerler.MÖIII.yy’dakalemealınan«B!İ-

– – – i ‘ğesı»(Cyotişavedanga), esas amacı dinî bayramla-

ucarmak olan yıldız gözlemlerine yer verir. MÖ X. . n~ y£n, 360 günden, kuramsal ayınsa 30 günden oluş-. – ıi—z. Vedalar dönemi biliminin verileri Babilliler, Pers j -.. j :.7.:akı Yunanlılar, ardından da milattan sonra Hindis-r i” r^îanlılarla kurulan çeşitli ilişkilerle çoğalır.

;ı H umya’nın ekseni çevresinde döndüğünü sezen ma-

– : e • —?:o;> Aryabhata ile, astrolojiye matematiksel yak-; — – Aryabhata, Ay ve Güneş’in boyutiarmı ve birbirleri-

i;_<lannı gerçeğe oldukça yakın biçimde hesaplar. Ce-

• r :: – îmetriye kesin bir ivme kazandırır. Dört ondalıklı jt -. olarak elde eder ve birinci dereceden bir denkle-

: verir. Kare ve küp kökleri, bugün de kullanılan bir

-.: i._r Aryabhata, metinlerinde, sayılan dokuz rakamlı on-
dalık sistemle yazar. «Hintlilerin bütün dilleri aşan ve dokuz pozitif işaretten oluşan takvim hesaplaması»m öven Suriyeli Se-bokt’un (yaklaşık 660) doğruladığı gibi, «boş» (sunya) değeri de Hintliler bulmuştur; Araplar tarafından yeniden ele alman bu değer, sıfıra tekabül eder ve 800’e doğru Sami dillerinde «boş» ve «tane» anlamına gelen sifîr veya zifir biçiminde Arapçaya çevrilir.

Aynı dönemde, çemberin yaylarını gösteren tablolar oluşturulur; bunlar, sonradan Araplar tarafından sinüs, kosinüs ve tanjant adı altında yeniden ele alınır. Brahmagupta, VII. yy’da, prizmanın hacmini hesaplamanın kurallarını ve ikinci dereceden belirsiz bir denklemin bütün çözümlerini bulmanın genel yöntemini verir. Matematikçi ve astrolog olan Brahmagupta, 664’te bir astronomi hesap kitabı yazar. Antikçağ bilginlerinin astronomi kitapları, VIII. yy’da, Aryabhata’nın çalışmalarında düzeltmeler yapan Lalla, X. yy’da, Munjala, XI. yy’da ise, Çripati tarafından yeniden ele alınır.

XII. yy’daki Müslüman istilası, XVII. yy’a kadar devam eden korumacı bir gelenekçilik dalgasınm habercisi olur. XVIII. yy’ın ilk yarısmda, Caypur mihracesi II. Jay Singh, şaşkınlık uyandırıcı bir belge toplama çalışması başlatır ve Caypur, Uccain, Varanasi, Delhi ve Mathura gibi birçok şehirde gözlemevleri açar.

Biyoloji ve tıp

İndus medeniyetinin kalıntılan, günlük yaşamda hijyenin var olduğunu doğrulamaktadır. MÖ IV. yy’da, «uzun yaşama» bilimi denen Veda tıbbı, Ayurveda’da sunulmuştur. Veda ayinciüğine dayanma iddiasmda olan, geleneksel bilginin uzantısı iki okul vardır: genel fizyolojiyi ve patolojiyi açıklayan, samşita derlemelerinin bağlandığı Atreya okulu ve gözbilim, kemikbilim konularında ileri bir bilgi düzeyine sahip olan Suçruta okulu. Fizyolojik kavramlar, genellikle, bedenle (mikrokozmos) doğa (makrokozmos) arasında karşılıklı bir uygunluğa göre biçimlenir. Yacurveda safranın organizmada, ateşinse (yıldırım) sularda olduğunu ileri sürer. Brahmana lar, organizmada doğanın su öğesini temsil eden sümükten söz ederler.

Ayurveda tıbbı, IV. yy’dan itibaren, maddenin temel bileşenleri üzerine araştırmalarla, Gandhara’mn aktardığı Yunan düşüncesinin etkisi altında gelişecektir. Ölümsüzlük arayışının sonu cıvanın, madenlerin ve ağaç veya bitki türlerinin incelenmesine varacak ve yabancı katkılar X. yy’a doğru bir simya kuramının gelişmesiyle sonuçlanacaktır.

Brahman düşüncesi, XI. yy’a doğru, MÖ II. yy’dan beri bilinen yoga öğretisiyle kendini yeniler. Yoga öğretisi, solukların kavşağı olarak kabul edilen yaşamsal noktalarm (marman) var olduğunu ileri sürmektedir. Vedalar dönemi Sanskritçesinin anatomik kelime dağarının zenginliği, insan bedeninin yanı sıra, dönemin başlıca kurban hayvanı olan at gibi bazı hayvanların beden yapısıyla ilgili ileri gözlemlere tanıklık eder.

Botanik alanında, Veda metinleri çok sayıda hastalılar» ve birçoğu gerçek tıbbî özelliklere sahip bitki adlarından söz eder. Vedalar dönemi Hinduları bitkileri üç gruba ayırırlar: ağaçlar, tırmanıcı bitkiler ve otlar. V. yy’da, Prasatapada, bitkilerin eşeyli ve eşeysiz üremesine dayalı bir sınıflandırma önenr. Zoolojide, 260’ın üzerinde hayvan adıyla benzer bir çalışma gerçekleştirilir. XVI. yy’da, zoologlar, besicilik alanında deneyleri teşvik ederler. Veterinerlik çok eski bir bilim dalıdır; ama yalnızca kutsal hayvanlarla adarı ve filleri inceler. Bununla birlikte bakım teknikleri kapsamlı bir biçimde açıklanır. Bu gelenek, MÖ III. yy’da Yunanlı Megastenes’in tanıklıklarıyla doğrulanmıştır.

Metalürji

Metalürji konusunda V. yy öncesine ait çok az metin vardır, ama dönemin teknik bilgilerinin çürütülmesı imkânsızdır. Hindu dökümcüler IV. yy’da Sultangani’de bakırdan dev Buda heykelinin yanı sıra, Delhi’de Kuvvet ül-Islam’da saklanan ünlü demir sütunu dökerler; 7 m uzunluğunda ve 40 cm çapında olan bu sütunun ağırlığı 6 tondan fazladır.

Bugünkü araştırmalar

XX. yy’da, matematikçi Srinivassa Ramanucan gibi ünlü isimler, Hindistan’da araştırma çalışmalarının önünde yeni bir yol açarlar.

Ronald Ross, sıtmanın sivrisinek tarafından bulaştırıldığım gösterir, astrofizikçi Meghnad Saha, güneş ve yıldız atmosferlerinde fotonların iyonlaşması kuramını geliştirir. Çagadis Çandra Bose 1921’de, Einsteinile birlikte çalışarak kuvantum mekaniğinde her olası durumun, herhangi bir foton sayısı tarafından işgal edilebileceğini kanıdar. 1930’da Çandrasehara Venkata Raman, Nobel Fizik Ödülü’nü alır. Bağımsızlıktan sonra başbakan olan Cavaharlal Nehru, 1947’de, başına kendisinin geçtiği bir Araştırma ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı kurar. Nehru’dan sonra, Raciv
Delhi’deki demir sütun, IV. yy’da, Kuvvet ül-lslam’da inşa edilmiştir.
XX. yy’ın en büyük fizikçilerinden biri olan Ç. V. Raman, 1930 Nobel Fizik Ödülü’ne değer görüldü.
Gucerat’taki temel araşbrma laboratuvan. 1991’de, araştırma ve geliştirmeye aynlan bütçe 1,6 milyar dolan aşıyordu; bu rakam on yıl içinde dört kattan fazla artmıştı.
Delhi’nin merkezinde bulunan Cantor Mantar Gözlemevi XVIII. yy’da, Mihrace II. Cai Singh taralından inşa ettirilmiştir.

de dünyadaki kurtuluş

iuizmin temel buluşudur. Tarihi kesin değildir; ama Ma-rus en ünlü bölümü olan Bhagavad-Gita bunun özünü gös-aım Vişnu’nun avatara’sı olan Krişna, dharma’mn gücünü i^mde ona gücünü yemden kazandırmak için bu dünya-

– somutlaştığım açıklar. Mesela kahraman Arjuna’yı Ma-n kardeş öldürmeye varan kavgasından, savaşçı görevi-eetirdiği kendi örneğini izlemesi konusunda yüreklendirir, rıoıa’ya birçok şey öğretir: kurtuluş; hareket gücünde, so-.şünmeden kendini tek tutku amacı olan yüce tanrısallığa îia-dharma’rm yerine getirilmesindedir. Tannnın dersi, ” coşkulu bir tapınma (hhakti) olarak kabul eder. Son kurtu-::a Brahmana verilmemiştir. Kendi kastı içinde herkes yü-2, bütünüyle bağlanarak kurtuluşa ulaşabilir. Çok sayıdaki r:çimleri (avatara) arasında, kurtuluş tanrısı Vişnu da, tapı-rır bedenle ortaya çıkar. Bu yeniliklerin birçok sonuç doğu-‘i’fı reddeden insanda olduğu gibi, eylem dünyası reddedil-l kişi bu durumdan değerini kaybetmiş olarak çıkar. Böyle-tannsal oyunun gerçeği gizlemek, insanın kurtuluşa ulaş–;ellemek amacıyla ortaya çıkardığı bu yanılsamanın, ma-■işka birşey olamadığı söylenebilir. İnsan kurtuluşa ancak :-;2Xuluk sonunda ulaşabilir.

törenler önemlerini korumuş ve dharma’mn koruyu-îhaıamn üstünlüğü, özellikle, kastın düzeni karşısında . sürdürmüştür. Ama, tanrıyla dolaysız bir ilişki sonucun-_=bilecek kurtuluş bakımından, Brahman, artık pek gerek-:_ı ve konumu da tartışmalıdır.

P1NMALAR VE DİNÎ AKIMLAR

i. yerlerin (tirtha) en ünlüleri Ganj üzerindedir; ama tanrıya .= ier yer kutsaldır. Böylece, Hindistan, hinduların yalnız—rvn küllerini serpmek, atalarına saygı sunmak için değil, ^rr-anda, kendi kurtuluşlarım elde etmek için de ziyaret et-~îz yerleriyle doludur. Saygınlık elde etmek veya istekleri-:;2k!eşmesi için, hem hayatın kaynağı, hem de kurtuluşun îs tirtha’mn suyunda, pislik ve kötülüklerden arıtıcı bir yı-: zorunludur. Bazı tirtha’hr ötekilerden daha kutsaldır ve yıl-r. razı kavuşma durumlarında bu sularda yıkanan binlerce -.tik kesin olarak kurtuluşa ulaşmayı elde etmişlerdir, tanrılar arasında en büyük üç tanrı; yaratıcı Brahma, ko-

– Vişnu ve yıkıcı Şiva, yok olma ve yeniden yaratılma kailde zamanın devri anlayışına açıklık getirirler. Yalnızca ve Şiva, kurtuluş tanrılarıdır ve özel bir biçim ve ad aldık-s’dilerini gösterdikleri her yerde, bir başka deyişle, önem her yerde, bazen ünlü bir tirtha’ya bağlı olarak tapınakla-i-Z. Tapmak, küçük bir dünya ve bir krallığın merkezi olarak i.r_raıştır. Hayatı, bir ilk günü temel alan bir dönem içinde bu dönem sırasında, çoğunlukla bir hükümdar ve eşinin –.^ündeki tanrının heykeli, ayin alaylarına çıkarılır. Tören-r.eliikle Vişnu veya Şiva Brahmanları tarafından yapılır. Ta-
pınma (puja) sırasında sunulan yiyecekler vejetaryen anlayışa uy- Benares, Ganj’a inen merdivenleriyle gundur. Sofu olanlar, tanrıyı görmeye gelir (karsana), törenler için ünlü hac yerlerinden biridir. mal veya para adakları sunar ve adakların kutsanmış «kalıntılarının oluşturduğu tannsal lütfa (yrasada) kavuşurlar.

Kurtuluş tanrılarına bağlı birçok yerel tanrı, bu dünyanın ihtiyaçlarına ve kaçınılmaz şiddetine cevap verir. Rahipleri Brahman değildir. Tapınaklar, çeşitli ayin gelirleri ve kurban edilen hayvanlarla giderleri karşılayan toplum birimlerine (aileler, kabileler) aittir. Bu tanrılar arasında kötülük veren ve bu kötülükten kurtaran tannça-nın üstün bir yeri vardır. Enerji tanrısı (şaktt) olarak kabul edilen bu tanrıça kendi alanında etkindir ve kendisine bağladığı yıpratıcı şeytanlara karşı savaşır. Tantracılıkda, tanrıça en yüce tanrıdır.

Riyazet tarikatları ve sofuluk hareketleri

VIII. yy’a doğru, Şankara riyazetçi Brahmanlar (sannyasin) tarikatım kurdu. Düalist yapı taşımayan bir vedanta felsefesi olan Şankara felsefesi, mutlağın hiçbir tanrıya kişisel ayrıcalık tanımadığı Brahma-cı gelenekçilikle uyum içinde, dinsel coşkunun (bhaktt) gelişmesini öne çıkardı. Mutlağın Vişnu adını aldığım öne süren öteki iki vidama kuramcısı (XII. yy’da Ramanuja ve XIII. yy^a Madhva) için artık bu durum söz konusu değildi. XIII. yy’dan itibaren, mezheplerin sayısı arttı, manastırlar kurumlaştı ve dünyayı reddeden laik yandaşlarla bütünleştiler. Manevî bir üstat geleneği devam etti; ama bir riyazetçiler tarikatına, hatta evin efendilerine bağlı gurular yoluyla devam etti. Kimi kez, Brahmanlara düşman olan bu Vişnucu veya Şivacı dinî akımlar, kurtuluş karşısında herkesin eşitliğini savundu; ama kast anlayışına da ters düşmedi. Eğilime göre kontrollü bir hayatı, dinsel coşkunun duygusal ifadesini (Krişnacılık) veya değerlerin tersyüz edilmesini (tantracılık) vurguladı. Aynca, bir gurunun öğretisine kabul edilsin veya edilmesin, toplumsal bağlarım kesip atan bir hindu, dinî dilenciler topluluğuna (sadhu) katılabilir. Gerçekte, kurtuluşunu ve bu dünyadaki konumunu araştıran insan, tanrının sureti olan ustayla yandaş ilişkisi içinde, kendi varlığına hâkim olmayı sağlayan bilgi ve tekniklerin (meditasyon, yoga) arayışı içindedir.

Belirgin nitelikler ve evrim

Hinduizmin ne kendi inancını yayma çabası, ne de Manicilik amacı vardır. Hinduizmin dünya görüşü, uygarlığın yüzyıllar bo- Krişna, flüt çalarken yu geliştirdiği olumlu değerleri ve bunların karşıdannı bir sınıflan- (tahta heykel, XVII. yy). dırma içinde bir arada tutar. İnsanoğlu gibi, tanrı da bütünleyici tanımını oluşturduğu bu dünyada başkalaşır. Ele alman bakış açısına göre, hem tek, hem de birden fazladır. Sınırda, tanrı düşüncesi kaybolabilir; çünkü insanın dünyaya uygunluk bağıntısı, parçayla bütünün bağıntısal ve dinî anlayışı kalacaktır. Bunu olumsuzlama söz konusu olamaz: bir Hindu için Isa veya Allah da tanrısallığın biçimleridir. Müslüman ve Hindu gizemciler birbirlerinin ilham -kaynaklarını paylaşmışlardır. Misyonerlerin ve sömürgecilerin öğretileri, Ram Mohan Roy, Dayananda Sarasvati veya Mahatma Gandhi gibi yeni bir «riyazetçiler» tipiyle yeniden yorumlandı. Bu manevî yol göstericiler toplumsal ve siyasî kurtuluşu yeniden tasarladılar. Ama, kendini sağlamlaştırmayı deneyen Hindu kimliği, göreciliğini ve toplumlar arasındaki güncel gerginlik içinde özünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. □
Aşktannsı Kama. Tannlann en eskisi olduğu sanılmaktadır. Her zaman bir papağana binmiş olarak betimlenir.
AYRICA BAKINIZ

—► imal Buda ve Budizm —*■ |SW Gandhi —► BM Hindistanv

Altın Tapınak (Amritsar). Sihlerin kutsal tapınağıdır ve özellikle 1984-1986yıllarında, Hint ordusu ile kanlı çatışmalara sahne olmuştur.
KURUMLAR

Hint Birliği, Ingiliz modelinden esinlenmiş federal bir cumhuriyet görünümündedir. Bununla birlikte asıl sorun, zaman zaman birbirle-riyle çatışan topluluklardan oluşmuş çok merkezli bir toplumun yönetilmesi olmaya devam etmektedir. Hindistan federal yapıyla iki hedefi bağdaştırmaya çalışmaktadır. Bir yandan çeşitlilikle (16 resmî dil, 10 kadar din) baş etmek: birliğin 25 eyaleti ve 7 birlik toprağı, ülke topraklarının etnik-dinî temellerde yeniden parçalara ayrılmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Aile, dinî nitelikli bir gelenek ve görenek hukuku tarafından yönetilmeye devam etmekle birlikte, devlet tek amacı tapınma çokluğuyla baş etmek olan kuramsal bir laikliği korumaktadır. Öte yandan, yasa koyucu, özerk eyaletlerin kurulmasını önlemeye çalışmıştır; Hint federalizmi ılımlıdır: anayasanın 352. maddesi, merkezî hükümete adi durumlarda üye bir eyalete her tür talimatı verme, 356. maddesiyse, ciddî bunalım durumlarında cumhurbaşkanına bir eyaletin yönetimini tamamen veya kısmen üstlenme yetkisi tanımaktadır. Hint sistemi, makamlan bir yandaşlar veya aile klanları ağı mantığına göre dağıtan ortaklaşma-cı bir «serpiştirme» temelinde işlemektedir.
Gandhi de aynı şeyi yapacaktır. Bilimsel ve teknik gelişme Hintli yöneticiler açısından, ülkenin ekonomik atılımı için bir güvence ve zorunluluk durumuna gelir. Nehru, 1911 ’de kurulan Banga-lor Bilimler Enstitüsü’ne yaptığı bir ziyaret sırasında şöyle diyecektir: «Araştırma laboratuvarları, dikkatimizi hep yeni şeylere yöneltmemizi ve ülkemizi bir bütün olarak inşa etmemizi sağlayan simgelerdir. Bunları doğduğumuz topraklara hizmet için inşa edilmiş bilim tapınakları olarak kabul ediyorum.»

DİN VE TOPLUM

Hindistan, kültürel ve toplumsal özelliklerinin büyük bölümünü Hinduizme inananların sayısal üstünlüğüne borçludur. Bölgenin geçmişine derinlemesine kök salmış olan bu din, kast sisteminin kuramsal temelini oluşturur. Bununla birlikte Müslümanlar, azınlıkta olmalarına rağmen, Hindistan’ı İslam nüfusun önemi bakımından (Hindilerin yalnızca % 11,4’ü, ama yaklaşık 100 milyon mümin) dünyanın başlıca ülkelerinden biri durumuna getirecek kadar kalabalıktırlar. Din, kast, dil veya bölge temelinde tanımlanan grupların bir arada yaşaması her zaman kolay olmamaktadır. Laik olduğunu ileri süren ve esnek bir medenî hukuk sistemini benimseyen federal devletin kuruluşunda, «ortaklaşma-alık»m reddiyle bu sorunlara çözüm yolları aranmıştır. Ama, topluluklar arasında sık sık baş gösteren şiddet olayları, ülkenin istikrarı için büyüyen bir tehdit oluşturmaktadır.

Hinduizmin egemenliği

Hinduizm, MÖ I. binyılda Hindistan’a gelen Arî toplulukların dini olan Vedacıiığm (bu din, dev bir kutsal metinler derlemesine [«Veda»] dayanmaktadır) evriminin sonucudur. Hinduizm bazı temel kavramlara dayanır. Dharma, hem evrenin düzeni, hem de her Hin-dunun uymak zorunda olduğu bir zorunluluklar bütünüdür. Her varlığın bireysel özü (atman), bir dizi ruhgöçü (samsara) sırasında bir bedensel biçimden diğerine geçer. Şu veya bu biçim içinde yeniden doğuş, bireyin önceki yaşamlanndaki davranışlarına ve özellikle, dhar-maya gösterdiği saygıya bağlıdır. Maddî zenginleşme ve duyuların tatmini onaylanmakla birlikte, bu saygı «insanın amaçlan»mn en yücesidir. Saf bir yaşamla, özellikle de «esenliğe» (moksa) erişilmesini sağlayan dünya nimetlerine sırt çevirme uygulamasıyla, yeniden doğuş çevriminden kurtulmak mümkündür.

Hinduizm sık sık çoktanrıcılığm ta kendisi olarak sunulmuştur. Bu dinde kutsal olan şey çok çeşidi biçimlere büründüğünden tapınma yerlerinin sayısı çok fazladır. Ayrıca, aşırı sayıda tanrı vardır; üstelik bunlardan birkaçı birçok biçim (avatara) alır. Ama bu çeşidilik belli bir düzen taşır. Sık sık temel bir üçleme ayırt edilir: Brahma (temel birliği, mutiağı temsil eder), Vişnu (yaratıcı güneş tanrı) ve Şiva (yıkım ve şiddet kavramları bu tanrıya bağlanır).
Brahma’nın özel bir kültü yoktur (zaten, bütün yarır adanmış tek bir tapınak vardır). Öyleyse, Hindular ^ va’ya, hatta bunlardan birine (temel bir ayrım Vişnuı mezhepleri karşı karşıya getirir) ve Parvati, Durga ve çeşidi biçimlere bürünen insan biçimindeki bir tanrıç lar. Bunlara, sayısız ikincil tanrılara ve ev külderini olan aile tanrılarına beslenen inançları eklemek gerek

ibadet, dualann her gün okunması, tanrılara kurban t ca), tapınakların ziyaret edilmesi, meditasyon, büyük h rine katılma biçimini alır. Yeni ay yılının (nisan-mayıs) t bi bazı ortak bayramlar olmakla birlikte, ibadet biçimlf ve dine göre değişir. Örgütlü bir din adamlan sınıfı, me pı, dogma veya ortodoksluk olmamakla birlikte, toplu bayramlar rahiplerin (Brahmanlar) katılımını gerektirir.

Hindulann dünya görüşünde temizlik ve kirlenme k; büyük önemi vardır. Birçok temasın, özellikle de cesed lara, hatta tırnak ve saç gibi bazı organlara dokunmam olduğu kabul edilir. Bu nedenle faaliyetler arasında, bt nan temizlik derecesine göre belirlenen bir hiyerarşi vaı teminin temelini oluşturan da budur. Dharmaya saygı, olduğu varna veya cati’ye göre değişen zorunluluklara ı rektirir. Yukan varna’lann üyeleri her tür kirletici faali durmak zorundadırlar; bu işleri yalnızca aşağı varna ’ları ya haricanlar yapabilir. Bu zorunluluklar bütünü bir c bağ oluşturur: mesela Brahmanlar berberler, çamaşırcıL çiler olmadan yaşayamazlar. Bunlann da, evlenme veyı leri gibi bazı törenler için Brahmanlara ihtiyacı vardır. C kavramı Hinduizmin temel ilkelerine derinden bağlıdır.

Azınlık dinleri

Büyük çoğunluğu Sünnî olan Müslümanlar, en azınlığı oluşturur. Kuzey Hindistan düzenli aralıklarl; olmuş Arap toplulukları ve güçlü bir İran etkisi alt gruplar tarafından istila edilmiştir. Sık sık Müslüman tında kalan bu bölgede, İslam dinine geçenlerin sayı kamlara ulaşmış, İslam’ın özellikle tüccar aracılığı) Güney Hindistan’da ise daha sınırlı kalmıştır. Bu ned Müslümanlar Kuzey Hindistan’da daha kalabalıktır, birlikte toplumla, güneyde olduğundan daha az büt dir. Kuran hâlâ Arapça olarak okunmakla birlikte, kla tın büyük bölümü Farsçadır. Günlük yaşamda Müsli. rel dilleri kullanırlar. Mesela, Urduca Hintçeye çok y; bir Arap-lran alfabesiyle yazılır.

Diğer azınlıkların büyük bölümü, temel kavramL dan genellikle Hinduizme yakın olan yerli dinlere t Hindistan’da doğan Budizm, milattan sonraki ilk yü: men hemen yok olmuştur. Aşağı varna’lann veya üyeleri, son yirmi-otuz yıl içinde oldukça kidesel bir dizmi benimsemiştir; bu din, Hinduizmle bazı ortak ı şımakla birlikte, kast sistemini reddetmektedir.

Caynacılık da, kökeni eskiye uzanan bir dindir. Şii ğım, yaşam saygısını ve çileci uygulamaları öne çıka: lık, her şeyden önce, özellikle, yarımadanın batı kesir muş «kendi» bir dindir.

Çok daha yeni olan (XVI. yy) Sihizm, Hinduizmi bazı ilkelerini benimsemiş bir bağdaştırmacılık ni

Varanasi’de ghat üzerinde yakılacak bir cenaze ve odun yığını.
I
|

11

i

*ö sefalet.

-3 şiddet karşıtı olmalarına rağmen, uğradıkları irs* sonucunda, gerçek askerî özellikler geliştirmek . (orduda ve poliste önemli bir rol oynamak-ı: £a yoğunlaşmış olan Sihlerin arasında, bölgede vlst kurmayı amaçlayan gruplar vardır.

^şîKer) ve Hıristiyanlar küçük azınlıklar oluştu-•;t da gelişen Zerdüşt dininin son temsilcileridir.

; ;~ak üzere, ağırlıklı olarak Hindistan’ın kuzey-ır-~ıışlardır. Sömürge döneminde faaliyetleri teşvik ■-îiler. Batı ile ilişkilerin özellikle eski olduğu bölge-:s animist «kabile» topluluklarının gerçek bir dire-lîvacak kadar zayıf oldukları kesimlerde yaşayan szlaştınlmasını sağlamışlardır.

::Zeri toplam sayılarıyla orantısız olsa da, dinî azın-

– ekonomik biçimlere son derece açık olmak gibi bir *rler. Caynacılar ve Parsîler, Bombay bölgesinde sa-

– i -r r.de belirleyici bir rol oynamışlardır. Pencab’da :i.Sİ atılımın da, kısmen Sihlerin girişimci ruhundan r. söylenebilir.

ve toplumsal sınıflar

:rl;ansal sınıflar arasındaki ilişkiler, köy toplumun-rii. netliğini korumaktadır. Hint köyü çoğu durum-\-i mensup olan ve geleneksel hiyerarşide orta yer-;_;r. bir veya iki cati içerir. Toprağın büyük bölümü-

– zıa üyeleri, mülk sahibi çiftçilerin («egemen ca-__fjnu oluşturur. Bunların yanında, bir dizi uzman-

yeleri yer alır. Bunları temsil eden birkaç aile ara-•_rre katılan bir veya birkaç Brahman cati’si ve çoğun-• içinde sınıflandırılan zanaatçı cati’leri net bir

– edilir. Bunlar, hafif «kirletici» faaliyetlerde (ağaç iş-■3İ ürünlerin işlenmesi) bulunurlar. Köy toplumu en zis uzmanlaşmış olan ve oldukça önemli bir kide -_-z;jılar olmaksızın varlığını sürdüremez: bunlar ce-;.;kdarın toplanması, derinin sepilenmesi (haricanlar :.:;-„:k ve berberlik görevlerini de yerine getirirler) gi-7srsn işçilerinin büyük çoğunluğu da, üye sayıları ırank olan bu cati’lerde toplanmıştır.

ekonomik gelişimi köy toplumunu değiştirmiştir. az üzerinde sürekli haklara sahip olan orta köylülük, ta–.rk için alınan önlemlerden yararlanmayı bilmiştir. Öte de tarım dışı faaliyetler de gelişmiştir. Egemen köylü r_ukia bu gelişmeden yararlanmışlarsa da, o döneme ka-: sİ hiyerarşinin oldukça aşağısında yer alan gruplann (za-r , hatta zaman zaman harican’lann çarpıcı başanlar elde ^nebilmiştir. Bihar Eyaleti’ndeki gibi bazı bölgelerde bu ;i”c düzeni korumak için eli silahlı kişilere başvuran geberin (topraklarını ekmeyen mülk sahipleri, yukan kast-. şiddetli tepkilerine yol açmıştır.

-astlar arasındaki ilişkiler şehirlerde daha karmaşıktır, r-recar kastlan hâlâ büyük ölçüde eski yapıların çerçeve-: almaktadır. Büyük sanayide çalışan sürekli işçiler göre-düzeyine sahiptirler. Hindistan’ın siyasal ve toplum-:£a önemli bir rol oynayan bürokraside; geleneksel ola—‘ar görev almaktadır; bunların İdarî görevleri neredey-12 almış olmalan, giderek daha fazla tartışılmaktadır. Ba-iemen ertesinde çıkanlan bir dizi yasayla, geleneksel _<ayıtlı kasdar» (seheduled castes) olarak nitelenen en kötü jatmanlanna okullarda, üniversitelerde ve kamu sektö-;=yıda yer ayrıldı. Hükümet 1980’li yıllann sonundan be-hiyerarşinin ortalarında yer alan yeni kastlara (diğer _ş» kastlar, bir başka deyişle «kayıdı kasdann dışmdaki-~ :ş yelpazesini genişletme eğilimindedir. Bu sorun Hin-
distan’da derin bir yara açmakta, toplumun ve siyasal yaşamın istik-rarsızlaşmasına katkıda bulunmaktadır.

Çatışmalar ve uzlaşmalar

Hindistan’ın toplumsal, dinî ve dilsel çeşitliliği, siyasî sistemin işleyişinde göreli bir istikrarın oluşmasını engellememiştir. Kast olarak kabul edilen azınlıktaki dinî gruplar, egemen sistemle bütünleştirilmiştir. Hintlilerin bir arada yaşamasının yasal çerçevesi birliğin federal yapısı ve özellikle bütün dinleri eşit gören laik bir devlet anlayışıyla sağlanmıştır; medeni kanun da, yurttaşlann dinlerine bağlı olarak, evlilik ve veraset konularında farklı uygulamalara hoşgörü göstermektedir. Bununla birlikte «topluluklar» arası çatışmalar asla sona ermemiştir. Bazı bölgelerde yoğunlaşmış olan toplumsal-kültürel gruplar ya yeni eyaletlerin kurulmasını, veya Pencab’daki Sihler örneğinde olduğu gibi daha fazla özerklik tanınmasını talep etmektedir. Bugün, Hindularla Müslümanlan karşı karşıya getiren büyük anlaşmazlıklar vardır. Bu iki topluluk içinde aşın, hatta kökten dinci (Müslümanlar arasında) hareketlerin etkisi giderek güçlen-mektedir. Özellikle yukan kasdardan birçok gençte hayal kınklığı yaratmaktadır; bunlar, başta Müslümanlar olmak üzere diğer gruplann yararlandığı koruma önlemlerinin fazla genişletildiğini düşünmektedirler. Ama, kutsal Hindu şehri Ayodha’da XVI. yy’dan kalma bir caminin Hindular tarafından yıkılmasını (1990) izleyen katliam-lann da kanıtiadığı gibi, şiddet döngüsü bazen çok ileri boyudara varmaktadır.

Günlük yaşam

Geleneksel değerler, başta, aile alanında olmak üzere, Hindilerin günlük yaşamını büyük ölçüde etkilemeye devam etmektedir. Gene de, birçok kuşağın tek bir çatı altında bir arada yaşadığı «geniş aile» (oğullar ve karıları babanın evinde kalırlar) kentsel ortamda yok olma eğilimindedir. Cati içinden evlenme çok gelenekseldir; tören bir astrologa danışıldıktan sonra, ana baba tarafından düzenlenir. Dinî törenlerin, özellikle de büyük bayramların kutlanmasına büyük özen gösterilir. □
Sakak, ticarî faaliyetin ayrıcalıklı alanı olmaya devam etmektedir.
P ■ • ■ )

. . ••__S _X
Topluluklar arasındaki çatışmalar.

Etnik ve dini şiddet, Bombay’da bir örneği görüldüğü gibi kanlı saldınlar biçimini almaktadır.
AYRICA BAKINIZ

—► iB-Ausu Buda ve Budizm —► IE.AKŞLI Hinduizm —► MS İslam

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*