İANTİZM VE DEVRİM

İANTİZM VE DEVRİM  İANTİZM VE DEVRİM

sanatı yarım yüzyıldan beri, doğa zevkini ve duyumla-luğunu yeni özlemlerin en üstüne çıkarmıştı. Harabele-(Young, «Yakınma veya Gece Düşünceleri» [The Compla-ghtThoughts], 1742), iç sıkıntısını ve onun sığınaklarını «Görev», The Task, 1785) yüceltme, Goldsmith’in kırsal «uygarlık» tarafından yok edilişini sergilemesinden idir («Terkedilen Köy», [The Deserted Village], 1770). Kır-lüşkünlük, saray adamım dekordan ibaret bir kıra yerleş-iritenlerin ütopyası da bahçe-kenti tarihin amacı haline u. Kendim gizleyen ruhlara, serserilere ve yoksullara kar-î hayranlıkla (ki Fanny Burney daha 1778’de bu konuları : kadın romam olan «Evelina»yı yazacaktı) kendini belli e-ntik ilkelcilik, bu köylü kültürünün keşfedilmesine yol Thomas Moore bu kültür üzerinde İrlanda’da çalışma {«İrlandaMelodileri» [İrishMelodies], 1808-1834). Mizaç-lisinin ve pikareskin insancı pitoreskinin ardından, egzo-mansal, mekânsal veya kültürel çeşitli biçimleri gelecek-veya barbar, veya kara) roman adı verilen tür, garip oia-:niden doğuşunun, İngiltere dışında uzantıları olacaktı, sı, soylular sınıfına verilecek cezayı düşünürken (Walpo-tto Kalesi» [The Casde of Otranto], 1765) Macpherson, iıyla, kuzeye özgü sagaların güçlü soluğunu canlandırı-di yaşında ölen Chatterton ise, Ortaçağ’a tutkunun renk-andırıyordu. Beckford’dan («Vathek», 1783) sonra Lewis The Monk], 1796), Sade’la birlikte engelsiz zevk şatoları-ordu. İnsamn, doğa gücü karşısındaki kırılganlığım belir-y, heyecanın korkuyla karıştığı «yüce olan»ın kategorisine var ki Amerikan ve Fransız devrimlerinin gerçekleşmece olan» tarihe çarpıp kırılır.

cü, tezhipti ve şair William Blake bunda öncelikle, bastırıl-lerin başkaldırmasını görecektir. Kaleme aldığı «Masumluk .Songs of tnnocence, 1789) ve «Olgunluk Şarkıları» (Songs ■nce, 1794), kargaşayı ve öfkeyi, algılamanın araçları hali-Izin verilemez olanı tanımlayan heyecanlan oluşturan bu nalar, maddî veya manevî sefaletin algılanmasını sağla-Düzen içinde olan yalnızca başkaldırmadır. Ne var ki zerine kurulmuş bu cennetlere sırt çevirmek», yeterli de-tancıyı tiranlık yollarına saptıran «vahşet ağacı»m kökün-

3 atmak gerekir. «Cennet ile Cehennemin Düğünü»nün (The of Heaven and Hell, 1790) özlü sözleri, bu cennete doğru n («Kudüs» [Jerusalem], 1804, bu düşüncenin dönemeçleri-r anahtarlarım verir: iyilik, başeğme değil, enerjidir; bu İenden gelir. Tanrı’ya doğru yükseliş (ki Milton bunu tartılarak kabul ediyordu) burada sanatın, kadının ve zevkin : olarak saygınlığına yeniden kavuşmasından geçer. Dev-rjdüsel olacaktır, ya da gerçekleşmeyecektir. Kardeşler ara-kabeti içeren yarışma düşüncesini kafalardan söküp atmak srev, «İsa simgesi»ne düşmektedir. r. eseri, diğer alanlarda olduğu gibi tarih alamnda da ■ercedir. İmparatorluk, Devrim’i doğurmaktadır. Kardeş–.miyle akılları karışmış Wordsworth ve Coleridge, im-ğun gücü altında insan hakları ülkesi olan ülkelerin delini yaşamakta, ağabeylerinden daha büyük zorluk çeke-Ortaya koydukları manifesto olan «Lirik Baladlar», aüads, 1798), şairi, uygarlığın bozduğu «insan doğasının ^zeyine yüceltir. «Şair, geçtiği her yerde aşk ilişkisini ye-rar». Coleridge, kaleme aldığı «İhtiyar Denizcinin Tiirkü-Tıe Rime of the Ancient Mariner), biri tarafından sevilince ölmek istemeyen Uçan HollandalI efsanesini yeni-ûı. Dünya sevgisi, acıma duygusunun sağladığı güçle, ; yas tutmayı sona erdirmektedir.
Romantiklerin ilk kuşağı, güçsüzlerin meydan okumasım, formüle etmişti. İkinci kuşak romantiklerse (ki bu kuşağın üç büyük temsilcisi Keats, Byron ve Shelley, hayadarını, otuz yaşlarında, vatanlarından uzakta yitireceklerdi) kahramanlığı yemden yaratmaya çalışır. Ağabeyleri gibi, «ruhun uyamk bunalımına» (Keats) tutkun bu şairler, başkaldırmanın yollarım aramak yerine, konformizmden kaçmamn yollarım arar. Lord Byron, üvey kız kardeşiyle ensest ilişkiye girmiş olmakla övünür ve kendisinin yüzyılın en zeki tiksini-cisi unvanım almasına yol açan bir yetenekle, sıradan olanları açıkça hor görür. Ne var ki eşcinsel eğilimlerini hiç saklamamış olan bu «Donjuan»(1818-1824), Yunanlıların Türklere karşı savaşında, soyluluğunu kesin olarak soylu kılacak nedeni bulmakta gecikmeyecekti. Ateşin ve umudun uçucu şairi Shelley, yazdığı «Batı Rüzgârına Od»da (Ode to the West Wind, 1820), ölü yaprakların ve erken gerçekleşen çelişkili doğurganlığına karşı duyduğu coşkuyu dile getirir. Zincirlerinden Kurtulmuş Prometeus’unda (Prometheus Unbond, 1820), baskı karşısında ve mudulukla kazanılmış kurtuluş karşısında gösterilen direngenlikle ilgili temaları geliştirir. Başkaldıranlar, başkaldırdıkları şeyi taklit etmekten vazgeçtikleri gün, Zeus’un gücü, genel ilgisizlik içinde eriyip gidecek ve insanlık, karanlıkların yeraltı gücünün (Demogorgon) kutsaması altına girecek, kosmosun gizini hiçbir zaman yitirmediği dansa katılacak. Yücelik peşinde koşma politikası böylelikle kahramanlık davranışlarına yüz çevirerek, kendim doğal canlılığım yakalamış bir toplum düşüncesine verecektir. İnşam başkaldırmaya iten yasa, ister babamn (Shelley, «Cenci Ailesi» [The Cenci], 1819), ister İmparatorluğun yasası olsun, alınacak ders hep aym kalır. Mudu alışverişlerin anahtan, farklılıkların çoğalıp serpilmesinde gizlidir. Böylece Mary Shelley, Frankeş-tayn’da (Frankenstein or the Modeme Prometheus, 1818), inşam kendi imgesine göre «yaratan»ın ve bunun pedagojik izleyicilerinin canavarlığım sergiler. Gerçek buyuruculuk, iktidarı elinde tutmakla sağlanamaz. «İnsanlığın tanınmamış yasa koyucuları» olan şairler, yüzyıllarının duyarlılık ufkunu genişletmekle yükümlüdürler. Yücelik peşinde koşma politikası, aym zamanda Orfeus’un politikasıdır. Ne var ki yüzünü İtalya’dan, «düşüncelerden çok, duyumların yaşamı» düşünü canlandırmak amacıyla Yunanistan’a çeviren Keats, «yaratıcı olamn, kendisini de yaratması gerekir» düşüncesini ileri sürer. «Odlar» (Sonbahar’a, Bülbül’e, Melankoli’ye, bir Yunan vazosuna, Psihe’ye), geçiciliğinin farkında olan ve sanat eserine sonsuza kadar adanmış zevkin acı-tadı sevinçlerini anlatır: «Güzellik hakikattir; hakikatse güzellik». Onun ardından, estetikçilik, her türlü çirkinliğe direnişin kutuplanndan biri haline gelecektir.

Bu yemden yönlendirme çabası meyvelerim verecektir. Öznenin ütopyası olan romantizm, verimli olma zorunluluğu ile güç özlemi arasındaki kopmayı kesin olarak sağlayacaktır. Bundan böyle, simgesel direnmenin merkezi olan kendini algılayan yalnızca bireydir. Devrim’in uzun süren yasım tutma işinden, yaratıcı, hem galip, hem mağlup çıkar. Romantizm sonrası dönem, kaçınılmaz olarak, hem zaferi, hem yenilgiyi tadacak, anlamı ve düşün direngenliğini yemden keşfedecektir.
«Shelley Caracalla Kaplıcalarında»

(Severn, Shelley’s Memorial House, Roma). Tam anlamıyla romantik bir figür olan, «Cenci Ailesi» (The Cenci) ve «Aşk Hakkında»nın yazan Shelley, Galler ülkesinde, daha sonra İsviçre’de dolaştıktan sonra Roma’da karar kılar.
AbbotsfordŞatosu. Iskoçya’ya hep hayranlık duyan Walter Scotl, Tweed Irmağı’nın sağ kıyısında yaptırttığı bu küçük şatoda 1832’de öldü.

«Oickens’ın Düşü» (Robert William Buss tarafından yapılmıştır). Ressamın burada Victoria üslubu konforlu iç mekânda gösterdiği geniş imgelemde, romancı Charles Dickens bir burjuva olarak kaldı. Romanlannda toplumsal adaletsizlikleri sergiler, ne var ki bunlan düzeltmenin çarelerini göstermez.
Emily, Charlotte, Branwell ve Anne Bronte (Ulusal Kitaplık, Paris). Bronte’ler, daha çocukluk dönemlerinden başlayarak, Yorkshire’m kırlannda dolaşmadıklan zamanlarda yazıyı oyuna, oyunu yazıya kanştırmayı seviyorlar, Charlotte ve Branwell’in Angria Kronikleri, Emily ve Anne ’ın Gondal Kronlikeri gibi garip hikâyeler kaleme alıyorlardı.
VİCTORİA DÖNEMİ’NDEN İMPARATORLUĞUN SONUNA

Victoria’nın çok uzun süren kraliçelik dönemi, bir bakıma, «gerçekçilik» yoluyla para ilişkilerinin hoyratlığına oldukça iyi uyum sağlamış (ve Dickens, Cariyle ve Marx’ın parlak bir biçimde sergiledikleri), vicdanı rahatsız bir topluma ruh aşılama konusunda katkıda bulunma görevini üstlenmiş entelektüellerin altın çağı olacaktır. Söz konusu yüzyılda, toplum kendine özgü geleneklerin ikiyüzlülüğüne birçok defa karşı çıkacaktır. Ne var ki Victoria Dönemi’ne özgü yaşam tarzı, en büyük hareketleri (çar-tizm, metodizm, katılımcı toplumculuk, devrim) görmezlikten gelecektir. Bireysel kahramanlık intihar etse de, kolektif hareket düşsel niteliğini koruyacaktır. Victoria Dönemi’nin özlü sözü: toplum, yalnızca kendi içinde, kendine karşı savaşır.

Yoksulluğun ve güvensizliğin şairi olan Dickens, vurdumduymazlık ve çıkar «ahlakının», çocukları karşı karşıya bıraktığı durumu gözler önüne serdi. Tom Jones’la, üzerine garip biçimde güneş vuran İngiltere, «Zor Yıllar»ın (Hard Times, 1854) yağmurlarına ve sislerine doğru gitmektedir. Walter Scott’ta (İvanhoe, 1819), temiz sevgi, soylu sınıf ile halk arasında (Ortaçağ’da var olan) yitirilmiş olan birlik biçimini alır. Kalvenci Carlyle’da ise, bir şefin yönetiminde, toplumu çalıştırmayı başaracak güçlü bir devlete dönüşür (Kahramanlar [On Heroec, Hero-Worship and The Heroic in History], 1841). Sömürgelerde uygulanan formül, Avrupa’da XX. yy’da «organik» (dayanışma halindeki) toplumla-rın yıkılıp gitmesiyle sonuçlanacaktır. Ama sömürgelerdeki sömürü düzeni tabu olarak kalacaktır. Buna karşılık çocuk kitapları, macera romanları (Marryat, «Yeni Ormanın Çocukları» [The Children of The New Forest], 1847) ve çok eskiyi anlatan fantastik roman (R. Haggard, Hz. Süleyman’ın Hâzineleri [King Solo-mon’s Mines], 1885; «O Kadın» [She], 1887), zaman dışı törenlerin vahşi dekorunu oluşturur. Aynı şekilde çıkarlar anarşisinden kültür yoluyla kurtulma düşü (Matthew Arnold, «Kültür ve Anarşi» [Culture and Anarchy], 1869), eğitim aracılığıyla bürokrasinin şişirilmesinden başka bir işe yaramayacaktır. George Eliot (bir dergiyi yönetebilmek için erkek adı kullanmıştır), «yaşamını değiştirmek» amacıyla yola çıkmış, «işleri birazcık düzeltmekle» yetinmiş kişileri savunur ve iyi niyetli kişilerdeki reform yapma isteğinin yok oluşunu anlatır («Aradaki Mart» [Middlemarch], 1871). Dickens bile, okulların, «ticarethanelerin», mahkemelerin insanlık dışı davranışlar içinde bulunması karşısında çareyi, bunları görmezlikten gelmekte bulur: Oliver Tvcist (1838) ve David Coppeıfıetd (1850), daha da kötü etki uyandırmaktan, kendilerini «tehlikeli sınıflar»dan söz etmenin dışında bırakan mucizevi bir tutumla kurtulur. Thackeray’in başkaldıran kadın kahramanı Becky Sharp kendisini Gurur Dünyası’nda (Vanity Fair, 1848) dolaşmaya bırakır ve gördüklerini, «Züppeler Kitabı»nâ& (The Book
of Snobs, 1848) olduğu gibi, soğuk bir alaycılıkla anla lıklar yelpazesinin ardında, yaşam savaşı sertleşme sonradan görme, kendinden memnun «Barry Lyndc acınası öyküsünde olduğu gibi. J. Austen’in kırsal bil mmamakla övündüğü (Aşk ve Gurur [Pride and Preju Charlotte Bronte’nin toplumu harekete geçirme düş (Jane Eyre, 1847) muduluk açlığı, aşkla, kötülüğün or sını birbirine karıştıran, insanı tüketen tutku biçimin Bronte, Rüzgarlı Bayır [Wuthering Heights], 1847). Yü ca, tutkuya karşı gösterilen hoşgörü, düzenli olarak ot’ta, erkek kardeş ile kız kardeş arasındaki ensest mün haklı görülmesine götürür (Kıyıdaki Değirmen f. the Floss], 1860). Söz konusu edilen hiçe saymaların n derek netliğini yitirir. Tennyson, yüzyılın en güze {«Anısına» [İn Memoriam], 1850) yaratmadan ve «Haf gayının Hiicumu»mı (Charge of the Light Brigade, 185 dan önce kaleme aldığı «Hayal Aleminde Yaşayanlar» tos-Eaters, 1833) gevşekliklerinin nedenini özenle gö Ingiliz aydınlar sınıfı, söyleminin boşluğunun fark kendini, dünyanın merkezinde üretilen melankolik çekirdeği olarak tanımlar.

Cehennem imgelerinin (şehir, yürek donukluğu, al ve cennet imgelerinin (aile yuvasının sıcaklığı, konfor laik görünüm kazanması, romanın şiirleştiğini ve bul rın şarkısını söylemeye başladığını açıklarken, şiir c ortaya çıkmasına ortam hazırlamaktadır. Brovvning’i monologları («Erkekler ve Kadınlar» [Men and Wom insanın karmaşıklığını savunan şiirlerdir. Ne var ki g iyimserlik duvarını, kötürümlük korkusu delmekted «Merhametsiz Güzel»indeki (La Belle Dame sans meı
İNGİLİZCENİN KELİME DAĞARI

İngilizcenin kelime dağan çok zengindir. Öncelikle, çok ya} kullanılan Anglosakson kökenli (özellikle fiiller) ve ait olduk rın kültürel etkilenmeleri yansıttığı kelimeleri içerir. Roma neminde Latinceden, önce askerî kelimeler alınmıştır: Street, ter {castrum). Soma, Ortaçağ’da dinî terimler alınmıştır: mass on (hiçbiri), School (scola: okul). îskandinavlardan, feliovv (ark. (bıçak), take (almak), window (pencere), big (büyük) gibi kel: miştir.

Fransızcaya gelince, 1066 istilasından sonra, Ingiliz dilini < ca kelimeler istila etmiştir; bu kelimeler çoğu kez, dilde vaı melerle eşanlamlıdır: vveep/cry (ağlamak); ask/demand (sor mek). Hukuk ve toplumsal yaşam, bu kelimelerin en çok gi lardır, ancak, bacon (füme göğüs eti), pen (ylume: kalem), flow. çek), fîour ifarine: un) gibi kelimeler de alınmıştır. Bu kelimel ğu sonradan Fransızcaya geri gelmiştir: flirt (fleurette), fuel (fc ans (Cenova’da dokunan pamuklu kumaş; önce Fransızca ot daha sonra yazımı değiştirilmiş olarak Amerikanca okunuşu sızcadan alman kelimeler kimi zaman İngilizceye dönüştüı ecrevisse (tatlısu İstakozu), crayfish; echarpe (başörtüsü), scar moda, güzel sanatlar ve mutfakla ilgili Fransızca kelimeler d tır: lingerie (çamaşır), tableau (tablo), omelette (omlet).

Başka dillerden alınan kelimeler de vardır: Iskoç dili (sîogaı da dili (skiyper), İtalyanca (umbreîla), İspanyolca (barbecue, Antiller’de yaşayan yerlilerin dilinden gelmiştir; Meksika’ya pan Fransız askerleri bu kelimeyi «barbaque» olarak Fransızc mışlardır), Hint dilleri: shampoo (ing). Tea (çay) kelimesi Çin coa (kakao), İspanyolca aracılığıyla Aztek dilinden alınmıştır, daysa, yabancı dillere, aldığından daha çok kelime vermekte

■ning’in, gerçeküstücü dışavurumcu karabasana yakın ra içinde kıskıvrak bağlanmış olan «Childe Rowland»\ a başarısızlığının niteliğine bel bağlamıştır. Aynı şekil-ır Dünyasın da (Though the Looking-Glass, 1872) L. Alice’i (Alice Harikalar Diyarında, [Alice’s Adventures :land, 1865), doymak bilmez ananın tehditleriyle ateşi erişkinlerin anlamsız dünyasında son bulmaktadır, curtarıcı düşleri, büyümek istemeyen çocuğun hizme-(.Peter Pan, 1904). Nevvberry tarafından sanayileştiril-‘ çocuk basınının övdüğü «normallik» son derece saç-var ki onu kabullenmemek de intihar anlamına gelir, çekçiliğin içine girmesi, her türlü karışıklığın başlama-r. Bu, ruh karışıklığının işaretidir ki, bu karışıklığın psi-seksolojisi (H. Ellis) bin çeşit sapkınlığı ortaya çıkara-kıtaları» dolaşacaktır. De Ouincey, «Bir İngiliz Afyon in İtirafları» [Confessions of An English Opium Eater], a önce kendi davasını görmeye sinsice hazırlanmak, metlerin ve yapay cehennemlerin güçlü çekiciliğini «bilinçdışı»na (bu kelime bir başka afyon bağımlısına, e aittir) yaslamak zorunda kalmıştı. Kısa süre sonra ve tıbbî deneyimin ardında Bunalım ve onun ikizleri r: Doktor Jekyll ile Mr. Hyde’m (Strange Case of Dr. Mr. Hyde, 1886) ardından, hayranlık uyandırıcı hikâ-nson («Ballantrae’m Efendisi» [The Master of Ballant-Felicite Adası’na giderken, Ruskin («Venedik’in Taşla-ones of Venice, 1853]) ve Pater {«Epikurosçu Marius» e Epicurean], 1885), çirkinliğe karşı sonu gelmez mü-d sürdürürler. Egzotizm, önraffaellocu harekete ve Av-ianlığına bağlı olarak yeniden ortaya çıkar; bu ortaya ıca Ömer Hayyam’mRubaileri’nin (E. Fitzgerald, 1859) erotik Arabistan’ın etkisiyle değil, toplumcu hareke-larından, Güzel’in yeniden günlük yaşama girmesine ile zevkin barışmasına öncülük edenlerden biri olan orris’in Ortaçağ ütopyalarının etkisiyle de gerçekleşir, irtüsü altında, «Büyük Tanrı Pan»m (The Great God , yüzünü şöyle bir gören herkesi şaşkına çevirdiğini .rthur Machen’in kapıldığı korkulara rağmen, İngilte-bir paganizm ortaya çıkar.

asının meleği, beğenilerin madonnası olan kadın, aynı ıem idealleştirilir, hem şeytanlaştırılır. Meredith (Ric-t in Verdiği Sınav: Bir Baba ve Oğlunun öyküsü» [The Or-:hard Feverel: A History of Father and Son, 1859]), mgesini dayatır. De Ouincey’in, Acıların Meryem’i ekişler» [Suspiria de Profundis, 1856]) haline soktuğu nburn’da Canavarlıkların Meryem’i haline gelir. Oscar upa’ya simgesel dramlarının en kadın düşmanı olanını (Salome, 1893). Gerçekten de Büyük Savaş’tan önce 1da, Victoria Dönemi’nin dayanağı olan tüm bu insan-ya canavarlıklarını, ya da yapay karakterlerini koya-rlandalı Yeats’in {«Bir Düş» [A Vision], 1925) Keltlere atınîliği ve ritüelleri bile «Bizans»ı (Byzantium, 1928) ia sonrası ruhunun, fazla umut bağlamadan gerçek yanarlarını keşfetmeye çalışan ölümsüzlük peşinde ko-cıklarıdır. Wagner’in ve Ibsen’in savunucusu, kurnaz syete sosyalisti olan G. B. Shaw, XVIII. yy’ın kinik ko-anlandırır (İnsan, Üstün İnsan [Man and Superman, :oria çağı aydınları, öyle veya böyle, gerçekçilik gerek-ı, ahlâkçı yanı belirsiz gücün yüceltilmesine bağlanır-.yılın sonunda düşüş halinde olan batınîlik yanlılarının e dünyaya kadar götürdükleri ve onların ardından ge-mitoslarda (R. Graves, «Beyaz Tanrıça; Şiirsel Mitosun zmeri» [The White Goddess; A Historical Grammar of

h], 1948) aradıkları güçtür. Katil aşk teması konusun-i bütün çıplaklığıyla ortaya dökmesi için Wilde’m ha-neyimini (eşcinsellik yüzünden) yaşaması gerekecek-imiz, kendi sevdiğini öldürüyor» {Reading Zindanı Ba-lallad of Reading], 1898).

zmin ortaya çıktığı dönemde avangard konumunda :re, Avrupa edebiyatının ortaya koyduğu yeniliklere zle bakar. Natüralizm de, simgecilik de, popülizm de, cülük de, 1917’nin devrimci atılımı da, 1929’un büyük a burada büyük eserlerin ortaya çıkmasına yol açmaz, olduğu törelerin bilgeliği ve hangi kutsallığa adandığı-ı anlamadığı kurbanların çokluğu sayesinde bu akimimi koruduğunu düşünür. Bir yandan kitle edebiyatı, andırılmış duygusal kadere veya tanrıya yönelmiş ro-rütursuzca kullanırken, öte yandan bir azınlık toplu-lığı muazzam hoşnuduk örtüsünü yırtmaya çalışıyor-
Oscar Wilde. Skandaliarın «dandi»si, lanetli şair ve parlak dramaturg,

Andrö Gide’e şunlan şöylemişti:«Eserlerime yalnızca yeteneğimi koydum. Deham, yaşamımdır.»

du. Büyük burjuva Galsworthy, Forsyte Ailesinin Destanı’m (The Forsyte Saga, 1906-1921) kaleme alır. T. Hardy, pastorali canlandırdıktan {Çılgın Kalabalıktan Uzak [Far from the Madding Crowd], 1874), çocuğun intiharı göstergesi altında romanesk tragedyayı yarattıktan sonra {Tess [Tess of the D’Urbervilles], 1891; Asi Kalpler [Jude the Obscure], 1895) romandan vazgeçer. Zaten öte yanda gerçek yeni sesler yükselmektedir (Kipling’in Hindistan’ı, Polonyalı Conrad’ın Afrika’sı, Amerikalı H. James’in kozmopolit evreni). Cangıl Kitabında (The Jungle Books, 1894-1895) veya Kim’de (Kim, 1901), gençliğin ve çifte oyunun övgüsü, yasanın övgüsünden veya Hindistan’ın oldukça şematik olarak amm-satılmasından daha ağır basar. Conrad, LordJim’le (1900), Nostro-mo’yla (1904) ve Razumov’un Öyküsü: Batı Gözüyle (Under Western Eyes, 1911) romana öznel gerilimini kazandırır. Bir insanı öldürmek isteyen, kendi düşünü öldürür. Karanlığın Yüreği (Heart of Darkness, 1902), sömürge iğrençliğini beyaz adamın vahşet labo-ratuvarına dönüştürür. James’te, bağışlanma, kincilik veya yaşam kırıcılık görevlerini çekingenlik görecektir. «Herhangi bir ilişki kuran herkes yitiktir» (Conrad, Zafer [Victory], 1915), bu doğru, ama Wells’in Doktor Moro’nun Adası’yla (The Island of Doctor Moreau, 1896) simgeleştirilen, Avrupa’da zincirlerinden boşanan ilkellik ve kabalık karşısında, yalnızca sevmeyi buyuran içgüdü, değerini korur.

İKİ SAVAŞ ARASINDAKİ DÖNEMDEN GÜNÜMÜZE

İngiltere’nin kendini teslim etmeyeceği savaş, öngörülerin en kötümserlerini doğrulayacaktır. Bu savaşın iğrençliğini yalnızca birkaç şair ortaya koyacaktır (W. Owen, I. Rosenberg). Daha önce yeni İrlanda tiyatrosu, babanın öldürülmesinin olanaksızlığım, toplumun kafasızlığım, evladarını yutan idealize edilmiş bir ulus uğruna kendini feda etmenin gereksizliğini söylemişlerdi (Synge, Babayiğit (The Playboy of the WesternWorld], 1907; Yeats, «Kontes Cathleen» [The Countess Cathleen], 1902). T. E. Lawrence, «Aklın YediDayanağı»nı (Pillars ofWisdom, 1926) yemden keşfettiğini sanır. J. Joyce, «tarih karabasanı» karşısında, daha büyük gururla ve daha az iddiayla, «sessizliğin, dışlanmanın ve kurnazlığın» engellenmelerine rağmen, UIysses’in (1922) yolculuğunu, daha Dublinliler’de (Dubliners, 1914) duyarlık kazanmış popülizmin ve estetikçiliğin birleştiği hareketsiz uzun bir yolculuğa dönüştürür. İmgecilikten yakasım kurtarmış, Amerika sürgünü T. S. Eliot, ölü uygarlığın cenaze törenini haber verir («Çorak Ülke» [The Waste Land], 1922; «Küllenme Çarşambası» [Ash Wednes-day], 1930; «Dört Kuartet» [Four öuartets], 1943). Öldürücü ılıklıklara karşı bir sığınak olarak düşündüğünden ressam-romancı Wyndham Lewis mekanikleşmiş inşam ele verir («Tann’nın Maymunları» [The Apes of God], 1943). Ne w Signatures çevresinde toplanan (1932) modernlik havarileri (MacNeice, Auden, Spender, Day Levvis), kendilerim (İskoçyalı McDiarmid ve Irlandalı O’Ca-sey gibi) Stalin komünizmine yaklaştıracak Ispanya iç savaşı gerekçesiyle tarihle ve halkla bağlarım yeniden kurmayı denerler. Yürekliliğin ve aklın Incil’ini öğüdeyen (Hindistan’da yetişmiş, Ispanya’da savaşmış, Stalin karşıtlığını açıkça ortaya koymuş)

G. Orvvell, ütopyacı esinlenmelerin baskı öğesi olarak kullanılmalarına karşı çıkarak, İ984 (1949) adlı eserinde ütopya karşıtı direnmenin yollarım göstermeye çalışır; A. Huxley, Isherwood, Bowles, Kavan, Rhys Ingiltere’yi kesin olarak terk edeceklerdir.

Geriye kalan, insanların kast, cinsellik ve kültür engellerinin ötesinde birbirleriyle iletişim kurmayı denemeleridir. E. M. Fors-ter bunu, Hindistan’a Bir Geçit (A Passage to India, 1924) adlı eserinde dener; kadınların sürgününü ve otantikliğe susamışlıkları-James Joyce. Paris, Irlandalı bu mn başarısızlığa uğramasını anlatan Virginia Woolf’un yaptığı gi-yazann dolaştığı birçok sürgün ^i. Tarih, kendi özü ölçüsünde yargılanmalı. Deniz Feneri (To the LiSh*ouse-1927)’Dalgalarmış 1931) kuşağının bilançosuna edebî yaratı merkezi haline gelmiş §ln§ oluşturur, iletişimsizlik kural haline gelmiştir. Çocuksu mut-olan bir kitapçı dükkanı açmış luluk veya zafer anlarına rağmen (Katherine Mansfield, «Garden Adrienne Monnier’nin eşliğinde Party», 1922), anlayış, anlaşmazlığın özel bir biçimi haline gelmiş-Odeon Caddesi’nde görülüyor. tir. Freudçuluk adına psikolojik gerçekçiliği derinleştirdiğini ileri
süren bilinç akışı tekniği (D. Richardson, «h mage], 1938), batmış ruhun vanalarım açar: J’ ke» (1939). Partinin sonu: öznellik, bundan b bu değil, düşmanlığı açıklanamaz bir dünyaı kargaşa yeridir (Daphne du Maurier, Rebecct ilkelci başkaldırının üzücü sonuçları çelişkili ni gösterdi, içe dönük şiirden, bitmez tükenm lardan ve iç dünya peşinde koşan imgelerden (ı rıldayan Nehir» [The Flashing Stream], 1938) bı

H. Lawrence, yaşama cüretinin haklılığım yen lardır. Powys, yergiyle yumuşatılmış bir panse cü veren hafifliğiyle («Wolf Solent», 1939), Law keşfeden, kendi kendim yetiştirmiş bir kişinin çekleştirecektir. Kutsal içselliğin anlamım, seviı rinin içinde erimez bağlanm gözler önüne sere: Sevgilisi [Lady Chatterley’s Lover], 1928; Ölen, Died], 1931) yemden kurmaya çalışır. Her iki d linçaltma duyulan güven, gerçeküstücülüğe (G [A Vagrant], 1950), «kandan gelen bilgeliğin» bilgeliğin» yüceltilmesine rağmen, Freudçu kı madiği ülkede Kanatlı Yılan’m (The Plumed S< sizliğinin kültüyle garip titreşimler kazanacaktı modemizmi savaş sonrası İngiliz romanım bü cek, Italyan kökenli Amerikalı Ezra Pound’unk Cantos], 1915-1972) yanında sönük kalan bir ırkçılık sergilenir. Bloomsbury grubunun (Wo getirdiği çözümlemelerin tutarlılığı ne olursa oli daki uzun süren hafta sonu tatili» süresi içinde ğunu» gören Ingiliz aydınlarının peygambere sözleri yerine getiremeyecekti. Sanayileşmiş ii kişileri kargaşanın tanıklan konumuna indirge) Hiroşima’da olanlar, kadın şair Edith Sitvvel masına yol açsa da, ülkenin birliğini sağlaml; kayda değer eserlerin çıkmasına yol açmadı. Y nen yazarlar ender görülür: D. Thomas («Süı Milk Wood], 1954; H. Pinter («Manzara» [Land kett «Bütün Düşenler» [Tous ceux qui tombent], ğun yükünden kurtulan, Amerikan kültürü tar; len, kendisini belgesellik gücünden yoksun bira fından marjinalleştirilen Ingiliz edebiyatı, hiçbi taya çıkmadığı bir anaforun içine gömülür. Bu d ği gibi, bu, «yumağı bitmiş akıl» mı, yoksa kültı insanları mı demekti? içten lirizm (G. Barker, S ve patetik yamyla (Dylan Thomas), hatta ka (Brendan Behan, Bir Rehine, [The Hostage], 1! («ÜçKadın», [Three Women], 1968) ve Malcoln dağ», [Under the Volcano], 1947), gizi yitirilmiş dete bürünür. Ted Hughes («Karga» [Crow], 197 [Wolves Watching], 1991) bu şiddetin Dionisc yeniden canlanma mitoslarıyla birleştirir («Gauc, tumun bazı vurguları, Christopher Fıy’m şiirsel ı tır («Çok Sık Gelen Anka Kuşu», [A Phoenix T «Karanlık Yeterince Aydınlıktır» [Dark Is Light Enoı çi görünüşlü veya yergici roman (K. Amis, E. W demleşmesiyle ilgili sınıfların davranışlarıyla U) nklığım işlemeyi sürdürürken, Doris Lessing ( Golden Notebook], 1962), L. Durrel («Iskende. Alexandria Ouartet], 1977) ve P. Scott (Hint Dört! 1977), hem şehirde, hem kendi ruhlarında hüns açmaya çalışırlar. Polisiye roman, bir Agatha C lan Fleming’in ulaştıklan doyumdan uzak, Flam hıyla sarsılmış olarak («At Swim Two Birds», İS [The Third Policeman], 1967), esenliğe ulaşmada menin ve günahın geldiği kitlelere duyurma kay lara (özellikle Katolik yazarlara) Truva Atı göre\ terton, «Peder Brovon’un Masumluğu», [The In Brown], 1911; G. Greene, Güç ve Şan [The Pov 1940; Muriel Spark, Memento Mori, 1959; Şölen, roman yanlılan, umutlannı yitirdiklerinden çocu Peake, «İnleyen Titus» [Titus Groan], 1946; Tolki. disi, [The Lord of the Rings], 1956), bilimkurgu, çözümlemesini (Ballard, «Crash», 1973; lan Wa 1973), günün birinde gezegenimizi kendi ellerirr ğı duyardan doyuracak felakederin listesiyle birle «Obur Dünya», 1962; «Kristal Ormanı», 1966).

Sömürgelerin aynlması (G. Greene, Yıkılış [Th-ter], 1942) ve gençlerin şiddete başvurması (G. G yası [Brighton Rock], 1938), ki eğitimci William (

ocukların kendi haline bırakılmasının yol açtığı yamyam-liteliyordu (Sineklerin Tanrısı [Lord of the Flies], 1954), ga-ere yol açar. Joyce Cary («.Atın Ağzı» [The Horse’s Mouth], fcıugh («Kayıtsız Şartsız Teslim» [Unconditional Surrender], a A. Burgess (Otomatik Portakal, [A Clockwork Orange], ngisinin baskın olduğunu sormaya başlıyorlardı. Beyaz aşarısızlığımn Wagnerci yüceltilmesi mi, yoksa gençliğe en dünyaya karşı duyulan kin mi? Brecht bilincinin veya :ömertliğin daha belirgin olduğu tiyatroda bile, Tom notorize birlikleri ve Arden askerleri («Çavuş Musgrave’in ?60), vaktiyle yerlilere karşı yapıldığı gibi, ne söyledikleri .lmayan barbarlar olarak alındı.

la birlikte bu şiddet, Öfkeli Gençler’in lideri tarafından likle (Osborne) Öfke [Look Back in Anger], 1956), arafından açıkça («Kadınlar», [The Women], 1991) veya î başansızlığa yargılı bir boşanmanın saçmalığı içinde Kiracı», 1964) tiyatroda ifade edildi. Ne var ki saçma bi-ıard, «Rosenkrantz ve Cuildenstern Öldü», [Rosenkrantz denstern Are Dead], 1967; Pinter, Doğum Günü Partisi hday Party], 1957) duygusallığa dümen kırmış gibi görü-. Yenilenme, teatral olmaktan çok tiyatrobilimsel oldu Mutfak, [The Kitchen], 1957).

ı tersine, toplumsal yükseliş mitosunu ilgililerin görüş ı betimlemek amacıyla yola çıkan roman (Braine, Tepe-, [Room at the Top], 1957; Sillitoe, «Uzun Mesafe Koşu-{alnızlığı», [The Loneliness of the Long Distance Runner], rry Hines’la («Bakışlar ve Gülümsemeler», [Looks and Smi-?; «Bir Yaz Gezintisi» [A Ride in the Summer], 1991), ço-îsini, onun başkaldırılarını ve kurumların çürümüşlüğü-tme ve İngilizceyi konuşulduğu biçimiyle keşfetme iste-lamanın aracını bulmuş gibi görünüyor. Bir dönemde va-jğun etkisiyle canlanmış olan (iris Murdoch, «Bruno’nun Bruno’s Dream], 1969) psikolojik roman da kendi hesabı-iliğin ve masallaştırmanın parlak çözümcüsü Fowles’le [«Korkunç Koleksiyoncu», [The Collector], 1963; Bir Başka i (The FrenchLieutenant’s Woman, 1969) görüldüğü gibi, biçimciliğine yakın «yapma bozma» edimlerine geri dön-i görülüyor.

ır ki bazılarının çılgınlık olarak kabul edilen umutsuzca >ları – Sylvia Plath (Sırça Fanus, [The Bell Jar], 1966) An-,n («Buz», 1968), Janet Frame («Sudaki Yüzler», [Faces in :er], 1961; «Masamda Bir Melek», [An Angel at My Tab-4) -, lan McEwan’m fantazma oyunları («İlk Aşklar Son », 1975) ve Russell Hobban’ın orfik sabırsızlıkları (Frequ-duse, 1987), geçen yüzyılın sonunun gerçeğini dile getiril Kafka gibi, bu yüzyıl sonunun gerçeğini söyleyen ür-sürgün Samuel Beckett’in kabuklaşmış umutsuzluğu ya-Idukça sönük kalmaktadır (Molloy, 1951; Godot’yu Bekin attendat Godot]-Fransızca yazılmış oyun-, 1953; Söy-967). Müzikal komedinin («Hair») tüm zamanların gös-olarak selamladığı, gençliğin dünya ölçüsündeki başkal-1963-1973) çizgisinde, yalnızca antipsikiyatrinin başım Laing’in ölçülü lirizmi (Düğümler, [Knots], 1969; «De-
neyimin Sesi», 1982), İngiliz edebiyatının içine kapandığı miyopluğu kırar. Buna karşılık, İngilizce, yabancıların veya göçmenlerin elinde tazeliğine yeniden kavuşmaktadır. Karaibli V.S. Na-ipaul («Adada Bir Bayrak», [A Flag on the Island], 1967; «Özveriler», [Sacrifices], 1983) ve Wilson Harris («Papağanın Sarayı», [The Palace of the Peacock], 1960), AvustralyalI Patrick White («İnsan Ağacı», [The Tree of Man], 1955), Nijeryalı Wole Soyin-ka («Ormanların Dansı», [Dance of the Forests], 1960), Güney Afrikalı J. M. Coetzee («Barbarları Beklerken» [Waiting for Bar-barians], 1980), Hintli S. Rüşdi («Utanç», [Shame], 1983; «Şeytan Ayetleri», [Satanic Verses], 1989), Japon İşiguro («Günün Kalıntıları», 1990). Bir zamanlar dünyanın metropolü olan İngiltere, her şeyi söyleyebilme isteğini ve saçmadan, onurlu olma hakkını hiçbir şeye feda etmeden bir anlam çıkarma olgusunu eski sömürgelerine bırakmış görünmektedir. □
Salman Rüşdi. «Şeytan Ayetlerinin (The Satanic Verses) yazan, 1989’dan beri, Ayetullah Humeyni’nin kendisi hakkında verdiği ölüm fetvasından kaçmaktadır.
DÜNYA DİLİ İNGİLİZCE

iizcenin jeopolitik önceliği bundan böyle dünya üzerinde yerleş-ılunmaktadır ve bu olgu, bu dilin yazı dili olarak belirli homojen-ullamlmasına dayanmaktadır; ne var ki söziü dile geçildiğinde, an kişilerin farklı anadillere sahip olması, kültür farklılıkları, top-I farklılıklar, hatta bu farklılıkların İngilizce konuşan ülkelerde de nesi, konuşulan İngilizceye farklılıklar getirmektedir. Bu dilin ılaşmasına her türlü uluslarlarası ilişki katkıda bulunmaktadır: aiar, müzik, ticarî bilgiler. Spor alanında veya oyun alanında (sur-•u’ling), bilim ve teknik alanında (havacılık, turizm: jumbojet, char-trol: o/f shore; audmisuel: tüner ve özellikle bilgiişlem alanı) çok sa-ngilizce terim giderek uluslararası ifade biçimine dönüşmektedir.

. ülkede üretilip berat alınmış olursa olsun, birçok ürün İngiliz kö-bır trade mark’a sahiptir (Ainvick, Babygro, Tuppemare). Birleşik te-~jr. baş harflerinden oluşturulan kısaltmalarsa, her zaman ülke dil-çevrilmeyip İngilizce olarak kullanılmaktadır: LASER (LightAmp-

v Simulated Emission ofRadiation). Bazı söz dizimi İngilizcenin et-e farklı söylenmektedir: Pullmm’la yolculuk edin; statbn-semce. :iayısıyla, İngilizce öğretiminde bir ölçüt sorunu ortaya çıkmak-3u diUn öğretiminin yapıldığı her ülkede, dilin belirli bir kullanı–rlık kazanmaktadır. Mesela, Fransa’da, İngiltere’nin güneyinde-,rmli katmanların konuştuğu İngilizcenin öğretimi ağır basmak-Se var ki her türlü dış basta belirli bir hoşgörünün dikkate aiın–j gerektirmektedir. Uluslararası İngilizce, birleştirici güçler (med-dıi okullan) ile turistlerin veya iş adamlannın konuştuğu kuraldı-: etkin dil arasında, kimi zaman İngiliz kökenlileri de şaşırtarak, . olunu bulmaktadır,
Fransız Teğmenin Kadım (The French Lieutenant’s Woman).

Meryl Streep, KareI Reisz’in John Fowles’ın romanından esinlenerek beyazperdeye aktardığı filmde.
AYRICA BAKINIZ

-iB.ANsu Amenkan d:lı ve edebiyatı “•IMS Bronte Kardeşler -1B.AN5U Dickens (Charles) ►BBS Ingiltere -iB-ANsu İrlanda ►EM Joyce (James)

►EM Shakespeare (WiIIiam) ►ibjhsü Woolf (Virginia)

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*