ALİ BİN ABBÂS EL-EHVEZÎ

ALİ BİN ABBÂS EL-EHVEZÎ

ALİ BİN ABBÂS EL-EHVEZÎ; onuncu yüzyılda yetişen meşhûr Müslüman tıp âlimi. Adı, Ali bin Abbâs el-Ehvezî olup, künyesi Ebü’l-Hasen’dir. Batı dünyâsı Haly Abbâs adıyla tanımıştır. İran’da Cündişapur’un güneybatısındaki Ehvez’de doğdu. Doğum târihi bilinmemekte ve hayâtı hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Aslen Zerdüşt dînine mensub bir âilenin çocuğu olmasına rağmen, müslüman olmuş ve 994 (H. 384) senesinde vefât etmiştir. Ali bin Abbâs, Avrupa’mn ve Latinlerin tanıdığı ilk Müslüman tabiplerdendir.

Ali bin Abbâs, İslâm bilginlerinin tıp sâhasmda en çok temâyüz edenlerin başında gelmektedir. Devrine göre en zor ameliyatları başarıyla yapan iyi bir cerrahtı. Yunanlıların bilmedikleri pekçok tıbbî mühim keşifler yaptı. Tecrübe ve deneylerini birleştiren kâbiliyetli bir hekîmdi.

Ali bin Abbâs’m tıbbî görüş ve metotlannm ağırlık noktasını, bugün hıfzısıhha denen sıhhati muhâfazanın esaslarını incelemek ve tesbit etmek teşkil etmiştir.

Eserlerinde; sıhhatin korunması hususunda en tesirli metodun, ölçülü ve lüzûmu kadar gıdâ almak ve beden hareketleri yapmak olduğunu ifâde etmiştir. Bilhassa yemekten önce yapılan sporun çok faydalı olduğunu söylemiştir.

Ayrıca epilepsi denilen saça hastalığını incelemiş ve en ince ayrmtılanna vanncaya kadar ted-kik etmiştir. Vardığı İlmî netîceler, asırlarca tıp dünyâsına yol göstermiştir. Hattâ çağlar boyunca yapılan târihî araştırmalar neticesinde bu hastalık üzerinde en ayrıntılı ve çağına göre en sağlam bilgileri Ali bin Abbâs vermiştir.
Ali bin Abbâs el-Ehvezî’nin Kâmil-üs-Sınâat-it-Tıb-biyye adlı meşhur eserinin ilk sayfası. Eser, Süleymâ-nlye Kütüphânesl Hacı Beşir Ağa kısmı 514 numarada kayıtlıdır.
O, Arabistan Yarımadasında görülen bâzı göz hastalıkları üzerinde de araştırmalar yapmış ve kendine göre mühim tedâvi yolları tesbit etmiştir.

Bu meşhûr îslâm cerrahı, tıbbî araştırmalar yaparken, kılcal damarlardaki kan dolaşımını da keşfetmiştir. Batılı bâzı ilim adamları, bu ve benzeri bir çok İlmî keşifleri kendilerine mâlederek, insanlığı asırlar boyunca aldatmışlardır. Meselâ, kılcal damarlardaki kan dolaşımının kâşifi İngiliz bilgini Harvey olarak gösterilmiştir. Halbuki Ali bin Abbâs, ondan çok önceleri, damarların büzülme ve genişleme özelliğini açıklarken, kılcal damarlardaki kan dolaşımını anlatmış ve isbât etmiştir. Ayrıca atar ve toplar damarlar arasında kılcal damarlar şebekesinin varlığından da bahsetmiştir.

Ali bin Abbâs, ayrıca jinekoloji (kadın ve doğum) ile ilgili konularda da orijinal incelemelerde bulunmuştur. Öyle ki, modem araştırmacılar; bu incelemelere hayranlıklarını ifâde etmekten geri du-ramamışlardır. Hipokrat ve ondan sonrakiler, çocuğun kendi hareketi ile dünyâya geldiğini kabûl ederlerken, Ali bin Abbâs bu görüşü yıkmış, doğum olaymın çocuğun hareketi ile değil, rahimdeki adalelerin sıkışıp gerilmesiyle gerçekleştiğini tesbit edip, ilim dünyâsına açıklamıştır. Aynca ceninin ana rahminde geçirdiği muhtelif dönem ve safhaları, muhtaç olduğu gıdâyı ve bunun ana rahminde nasıl sağlandığını uzun uzadıya anlatarak, kıymetli bilgiler ortaya koymuştur.

Ali bin Abbâs, cerrâhî sâhada da meşhûr ve öncü olmuştur. İnsan bedeniyle ilgili birçok cerrâhi .ameliyâtı tek tek ele alıp incelemiş ve ameliyat yoluyla tedâvi usûllerini anlatmıştır. Kendine has cerrâhî metodlarla, hemen hemen bütün insan uzuvlannı ameliyâta tâbi tutmuş, kırık kemiklerin yeniden kaynamasını sağlayıp, çıkıkların yerine oturtulup tedâvi edilmesini de mahâretle tatbik etmiştir.

Ali bin Abbâs, 10. asırda ilk defâ alt kann kanserleri hakkında yazılar yazdığı gibi kanser ameliyâtları da yapmıştır. Bu ameliyatlar hakkında; “Tabipler, bu hususta nâdir olarak yardımda bulunabilirler. Tümörün organdan tamâmen ayrılmasını sağlamalı, köklerinden, geride bir şey kalmaması için tümörden muayyen bir mesâfe uzaklaşacak şekilde etrâfı kesilmeli ve temizlenmeli-dir.” derken, kanser ameliyâtının bugünkü şekline ışık tutmuştur.

Eserleri:

Ali bin Abbâs’m yazdığı eserlerin en meşhû-ru Batıda Liber Regius (hükümdâr kitap) diye tanınan, Kâmil-üs-Smâat-it-Tıbbiyye’dir. Bu eser, asırlarca doğu ve batı dünyâsında tabiplerin, tıp âlimlerinin başta gelen mürâcaat kaynağı olmuştur. Onun bu eserinde verdiği bilgiler, tamâmen

pratik müşâhadelere yâni bizzat tecrübelere dayanıyordu. Ali bin Abbâs, öncelikle, zamânmdan önceki tıp bilginlerinin eserlerini dikkatle gözden geçirerek, araştırmalar ve incelemeler yaptı. Fevkalâde İlmî, ama açık bir üslûp ve düzen ile tıp araştırmalarının temelini ve metodunu inceledi.

Kâmil-üs-Sınâa, esas îtibâriyle iki ana bölüm olmak üzere yirmi makâleden ve bunların alt bölümlerinden meydana gelmektedir. Eserin birinci ana bölümü, yâni ilk on makâlesi daha ziyâde nazarî tıp hakkında bilgi vermekte; ikinci ana bölümünde, yâni ikinci on makâlesinde de tabâbetin esasları üzerinde durmaktadır. Bu makâlelerden birisi, cerrahî ile ilgili tam yüz on bölüm ihtivâ etmektedir.

Ali bin Abbâs, bu eserinde, eski Yunanlı tabiplerden Hipokrat, Calinus (Galen) ve Aripposi-us’u inceleyerek, bilgilerini İlmî tenkide tâbi tuttu ve yamidıklan noktaları gösterdi. Hipokrat’ı, çok kısa bilgi vermekle, üslûp ve ifâdesinin kapalılığı yüzünden, Calinus’u da doldurma bilgilere yer vermekle tenkit etti.

Eserinde, meseleleri açık bir ifâdeyle ve kolay anlaşılan bir üslûbla ortaya koyan Ali bin Abbâs, bir konuda bilgi verirken mevzûun târihî geçmişi üzerinde de durmuş ve kendi orijinalitesini tartışma götürmez bir açıklıkla ortaya koymasını bilmiştir. Tıb târihi araştırmacıları, onun sâdece tıp alanındaki çalışma metodunu değil; eczâcılık sâ-hasmdaki İlmî araştırma anlayışını da hayranlıkla zikretmişlerdir.

Ali bin Abbâs, yine bu meşhûr eserinin ikinci makâlesini eczâcılık konusuna hasretmiş ve elli beş kısımda hemen hemen bütün ilâçlan, ilâç yapılacak hammaddeleri ile etki ve özelliklerini incelemiştir. Onuncu makâlesinde de tertip hâlindeki ilâçların nasıl yapılacağım, bunların özellikle; gı-dâlarla tedâviyi esas alarak, tabiî ilâçların kullanılmasını tavsiye etmiştir, Tedâvi bu yoldan hâsıl olmadığı takdirde, ilâçların hazırlanıp tatbik edilmesini teklif etmiştir. Yâni ilâç kullanılması ikinci plânda tatbik edilecektir. Esas olan, tabiî gıdâ-larla hastalıkları tedâvi etmektir. İlâçlar ancak za-rûret hâlinde verilebilir, kullanılabilir.

Ali bin Abbâs, bu meşhûr eserinin mukaddimesinde, hekim ve cerrah olmak isteyenlere tavsiyelerde de bulunup; “Tabip, her şeyden evvel kalp ve beden temizliğine çok dikkat etmeli, dâi-mâ Allahü teâlânın rızâsını gözetmeli, hayâtını O’nun rızâsına uygun geçirmeye çalışmalıdır. Tatlı dilli ve nâzik olmalıdır. Hayâtı, yaşayışı örnek alınacak derecede ölçülü olmalıdır. Her türlü günahtan, kir ve pisliklerden uzak durmalı, hastasının kendisine açıkladığı şahsî meselelerini hiç kimseye söylememelidir. Çünkü, nice hastalar vardır ki, kendilerinde zuhûr eden hastalıkları, baba-
larına ve en yakınlarına bile söylemezken tabibe çekinmeden söylerler. Bu hastalıkların bâzısı çok mahrem olabilir. Tabip olacakların dikkat edeceği diğer hususlar da şunlardır: Hekim olacak kimse, dâimâ hastânelerde hastalara hizmeti gözetmeli, hastalık bulunan mahalleri arayıp, hastalık-lann tedâvî yollannı araştırmalıdır. Özellikle tabîb-i hâzık (uzman) olanların görüşlerine sık sık başvurmalı, onların tecrübe ve bilgilerinden faydalanmasını bilmeli ve buna çok önem vermelidir. Müşâhede ettiği, incelediği hastalık alâmetlerini okuyup öğrendiği bilgilerin ışığında değerlendirmeli, hocalarının konsültasyonuna da başvurmak suretiyle; doğru, sağlam bir teşhis ve tedâvi yolunu tutmalıdır. Yaptığı işin ne ölçüde mes’ûliyetli olduğunu iyi düşünüp, idrâk etmelidir. Böylece onlar hekimlikte en olgun seviyeye ulaşacak, herkesin sevgi ve güvenini kazanacaklardır…” demektedir.

Ali bin Abbâs, ayrıca özetle şu altı prensibe uyulmasını eserinde sık sık belirtir:

1. Hastalarla dâimâ berâber olup, hastalıkları tanımak. Böylece, ihtiyâç ânında pratiğe kolayca geçebilmek mümkün olabilecektir.

2. Hastaları evlerinde, yerlerinde ziyâret edip, hâl – hâtır sorup, onlara sıcak alâka göstermek.

3. Otorite olan hocalarının verdiği bilgilere uymak, dâimâ onlardan istifâde yollarını aramak sûretiyle çeşitli hastalıkların teşhisini hakkıyla kavramak.

4. Hastaların değişik hâllerini iyi tetkik etmek; yâni hastalığın ayn ayrı merhalelerini, seyir hâlini, alâmetleriyle berâber iyi tanımak.

5. Uygulama ve davranışlarıyla hastanın güvenini, îtimâdını kazanıp ona moral vermek. Böylece psikolojik olarak da sür’atle iyileşme ümidi içinde olmasını sağlamak.

6. Hocaları ve meslekdaşlarıyla birlikte dâimâ hastaların proplemlerine eğilerek, onlarla ilgilenmek.

Tıp târihçilerinin ifâdesine göre, İbn-i Sî-nâ’nm Kânûn’undan üstün olan bu eser, müellifin dehâsını göstermektedir. Sırf bu yüzden Orta çağlarda, hemen batıkların dikkatini çeken ve batı bilim çevrelerinde çok derin tesirler bırakan bu eser, 1078’li yıllarda ölen Kostantinıpl-Afrikî (Constantine d’Africain) tarafından Latinceye tercüme edildi. Fakat Kostantin el-Afrikî, eseri Latinceye tercüme ederken kimden tercüme ettiğini belirtmemiş ve kendine âit gibi göstermiştir.

Görüldüğü gibi Ali bin Abbâs, modern tıbbın hemen her şûbesinde erişilmeye çalışılan ana prensipleri derin bir kavrayışla ta o devirde tesbit etmiş ve İlmî sistemi yerleştirmiştir.

Âlimler, tıp alamnda çok eser telif etme yolunu tercih ederken, o tek ve pek kıymetli bir eser bı

rakarak, hem İslâm, hem de Avrupa tıp âleminde derin ve köklü tesirler icrâ etmiştir. Onun ve diğer müslüman âlimlerin İlmî çalışmaları olmasaydı, tıp ilminin sahâsı, çağlar boyunca hemen hemen karanlık kalacak ve belki de modern merhalelere kolay ulaşılamayacaktı. Tıptaki bu derin otoritesinden dolayı hemen hemen hiç tenkide uğramayan Ali bin Abbâs, yüzyıllar ötesinden modern tıbbın temellerini atmış oldu. Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki, ortaya koyduğu sağlam prensip ve na-zariyeler hâlâ incelemelere tâbi tutulmakta, insanlığa yeni bir takım İlmî ipuçlan vermektedir. Fakat AvrupalIların bu nazariye ve prensipleri çalarak, kendilerine mâl edip, asıl sâhibini asırlarca gizlemeleri, insanlık ve ilim târihi açısından hoş bir şey değildir.

KâmiI-us-Sınâa’nm güzel biı^ nüshası Irak Müzesi Kütüphânesinde olup, siyah ve kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Frankfurt’ta faâliyet gösteren “Instıtute für Geschichten Arabisch Isla-mischen Wissenschaften (IGAIW)” tarafından orijinal bir yazması esas alınmak sûretiyle 1987 yılında iki cild hâlinde nefis bir faksimile baskısı yapılmış, dünyânın muhtelif önde gelen kütüphâne-lerine gönderilmiş, ilim adamlarına ve ilim akademilerinin tetkîkine yeniden arz edilmiştir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*