Hâşimî Emir Osman

Hâşimî Emir Osman’ın Ta* rîkatnâme adlı yazma eseri’ nin 1b ve 2a sayfaları.

Eser, SOley- mâniye Kü­tüphanesi H.Hüsnü Kısmı 758/1 numarada kayıtlıdır.

bulunurdu. Bu sırada bir gece, rüyâsında hazret-i Ali’yi, elinde Zülfikâr olduğu hâlde gördü. Haz­ret-i Ali ona; “Oğlum! Ummân er­lerini istersen, Vize’ye git. Orada bulursun.” buyurdu. Osman Efen­di uyanınca derhal yolculuk hazır­lığı yaptı. Vize’ye gitmek için yola çıktı. (Vize, Kırklareli’nin bir kaza­sıdır). Vize’ye varması, güneşin doğma zamânına rastladı. Bu sı­rada, güneşin doğduğu taraftaki kırmızılığı seyreden birini gördü. Bu zât, Emîr Osman’a; “Ey Emîr! Eğer Ali’yi ister isen işte Ali be­nim. Fakat şimdi süvârî değilim.” buyurdu. Bunun üzerine Emîr Os­man rüyâsını hatırlayarak; “Fakat efendim, rüyâda gördüğüm za­man onun Zülfikân vardı” deyin­ce, o zât belindeki kemere bağlı bulunan teşbihi çekmesi ile teş­bih Allahü teâlânın izni ile Zülfikâr şeklini alch. “İşte evlâdım! Bizim Zülfikâr’ımız budur” dedi. O sıra­…jU- C*^ JL*’

 

da Emîr Osman düşüp bayıldı. Kendine geldikten sonra, o mü- bârek zâtın hizmetine girdi. Bu zât, Şeyh Alâüddîn Ali Efendi idi.

Hâşimî Emîr Osman, Şeyh Alâüddîn Ali Efendinin dergâhın­da uzun bir zaman kalarak tasav­vuf yolunun edeblerini öğrenmek için gayret gösterdi. Bu arada, Şeyh Gazanfer Efendinin kerîmesi ile evlendi. Şeyh Ali Efendi vefât edince, Gazanfer Efendi, halîfesi olarak onun yerine geçti. Gazan­fer Efendinin vefâtından sonra, Emîr Efendi İstanbul’a gitti. Nû- reddînzâde dergâhında misâfir kaldı. Nûreddînzâde’nin talebeleri her sabah gördükleri rüyâlan ho­calarına anlatırlardı. Emîr Osman Efendinin hiç rüyâ anlatmaması diğer talebe arasında hayret mevzuu olmuştu. Bu sözlerin yaygınlaştığı bir sırada, Emîr Os­man Efendi rüyâsında Fahr-i âlem

efendimizi gördü. Peygamber efendimiz mübarek ellerinde bu­lunan yeşil renkli üç yapraklı tâze, ayvayı, Nûreddînzâde’ye verilmek üzere verdiler. Sabah olunca Nû- reddînzâde; “Ey Emîr” Sen hiç rü- yâ görmez misin? Zîrâ tâbir için bize mürâcaat etmiyorsun” dedi.

O zaman Emîr Osman Efendi, rü- yâda Nûreddîrizâde için verilen üç yapraklı ayvayı hırkasının altın­dan -çıkarıp; “Efendim! İşte fakiri­nizin rüyâsı” diyerek ayvayı tak­dim etti. Bunun üzerine Nûred- dînzâde; “Ey Emîr! Artık senin bi­ze ihtiyâcın kalmadı. İki arslan bir postta olmaz. Var artık kendi pos­tuna sâhib ol” diyerek icâzet ver­di. Emîr Osman Efendi bu emre uyarak, Kasımpaşa’daki dergâhı­nı inşâ ettirdi. Burada Hak taliple­rine ve ilim öğrenmek istiyenlere ders verdi.

Emîr Osman Efendinin man­zum bir Târîkatnâme’si vardır. Şiirlerinde Hâşimî mahlasını kul­lanmıştır. Ayrıca küçük bir dîvânı da vardır. ‘

Hâşimî Emir Osman Efendi­nin şiir şeklinde söylediği nasihat dolu sözlerinden bâzıları ise şu şekildedir:

Âkil isen nzk için gerdûn-ı dûna eğme şer, Âsyâb-âsâ yürü var ekmeğin taştan çıkar.

“Aklı başında bir insan isen, bir lokma ekmek için alçak dün­yaya baş eğip muhtaç o|ma. Git, değirmen gibi, sen de ekmeğini taştan çıkar. Alnının teriyle kazan ve kimseye minnet etme!”

Yûsuf dahî olsan düşürürler şeni çâha, Ebnâ-yı zamârun işi ihvâna cefâdır.

“Zamânımızın insanlarının işi gücü dâimâ halka, yakınlarına ve kardeşlerine kötülük ve eziyet çektirmekten ibârettir. Hattâ ku­sursuz ve en iyi kalbli bir insan bi­le olsan seni de hazret-i Yûsuf gi- bi kuyuya atmaya kalkışırlar.”

1)  Seftnet-ül-Evliyâ; c.2, s.324

2)  Osmanlı Müellifleri; c.1, s. 188

3)  Atâî; s.463

4)   İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.272

HÂTİM-İ ESAM; Evliyânın bü­yüklerinden. Adı Hâtim bin Anvân bin Yûsuf el-Esam, künyesi Ebû Abdurrahmân’dır. Belh’te doğ­muştur. Doğum târihi belli değil­dir. Hâtim-i Esam, Şakîk-i Bel- hî’nin talebesi, Ahmed-i Hadra- veyh’in hocasıdır. 852 (H.237) se­nesinde Belh’in bir nahiyesi olan Mâhcer’de vefât etmiştir.

Kendisine “Esam” (sağır) de­nilmesinin sebebi şudur: “Birisi onunla konuşurken kazayla yel­lendi, Hâtim-i Esam o şahıs utan­masın diye; “Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum” dedi ve bu hâlini

o  kişinin ölümüne kadar kırk yıl sürdürdü. Bu yüzden ona Esam denilmiştir.

Âkil bâliğ olduğu andan îtibâ- ren, Şakîk-i Belhî’nin sohbetlerine devâm etti. Onun talebesi, oldu. Şakîk-i Belhî’den İslâm ilimlerini öğrenerek âlim oldu.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*