imam efendi

Bu karârı verdiği günün sa­bahı, Mahmûd Sâminî hazretleri sabah namazını kıldırdıktan son­ra, araiannda İmâm Efendinin de bulunduğu cemâate karşı dönüp oturdu. 0 gün hâli değişik, üzgün ve biraz da celâlli bir hâldeydi. Mihrâbda bir müddet o hâlde durduktan sonra şöyle söze baş­ladı: “Azîz kardeşlerim, bir dertli derdini tabibe anlatmayıp gizler­se, derdine dermân bulamaz. Bir âşık, aşkını mâşûkuna açmazsa o mâşuk (sevgili) aşkını bilemez. Tasavvufda gurur yasaktır. Tesli­miyet şarttır. Aşkın mecâzi köprü­sünü geçenler, aşk-ı hakîkîye erenlerdir. Buna erenler ise, Hakk’a inanıp bir rehbere bağla­nanlardır. Size bir misâl vereyim. Bir zât hazret-i Hızır elinden şer­bet içmekfe, bir kaç hocâdân icâ- zetslz izin almakla, erenler imtiha­nına mânen katılıp beline kemer bağlamakla yolu katedemez. Bu gibiler aşılanmamış bir ahlat ağa­

cına benzer. Meyvesi acımtırak ve lezzetsiz olur.’ Onu aşılamak lâ­zımdır. Bâzr insanlar iştö böyledir. Kendi hâlinde yetişen bir çiçek misk gibi kokar fakat ne yazık ki ormandadır. Ondan kimse fayda­lanamaz. Beşeriyete hizmet lâ­zımdır. Beşeriyet latîf ve güzel ko­kuya muhtâctır.

Bir fakir derviş, tütün içer di­ye sevdiği kimse ondan kaçar. Bunlar birer hikmet ve esrârdır. Sürüden ayrılam kurt kapar. Fırsat elden kaçar. Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut. Gönül ister ki hoş olalım. Bakınız Kaygusuz Abdal nasıl söylemiş:

Sana gizli bir sözüm var, gel gönüle gir gönüle.

Sen senliğini elden bırak, gel gönüle gir gönüle.

Bulalım dersen feth-i babın, gel gönü­le gir gönüle.

Bulam dersen aşk kenânın, gel gönü­le gir gönüle.

Siyâht ko, akı tut, anma işe şer katanı, Zikret müdâm yaradanı, gel gönüle gir gönüle.

Zühd zâhid düzağıdtr, ilim; ilimin bağı­dır,

Gönül evi Hak evidir, gel gönüle gir gönüle.

Kaygusuz bu böyle olur, Hakk’a doğ­ru yola varır,

Bulanlar gönülde bulur, gel gönüle gir gönüle.

Sohbetini dinleyenler, başları­nı eğmiş sessiz bir hâlde oturu­yorlardı. Asıl muhâtab ise, İmâm Efendiydi. O da bunu gâyet açık bir şekilde anlamıştı. Çünkü di­ğerlerinin bilmediği bir çok hâlle­rini saymıştı: Bu, hocasının bir kerârtıeti idi. Hocası sohbetterr sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı. İmâm Efendi ise sohbe­tini dinleyince gitmekten vaz ge­çip tam bir teslimiyetle Mahmûd ..Sâminî hazretlerinin yanında kal­maya kesin karar verdi. Kendi kendine; “Sâminî hazretleri tütün içebilir bana ne” dedi. Sonra; “Yâ Rabbîl Âciz ve bîçâre kulun Bed- rî’yi gafletten uyandır. Selâmete erdir.” diye duâ etti.

O gün imâmlığı kendisi yaptı, talebelerden -biri, Sâminî hazret­lerinin, ileri gelen talebelerinden Miyadfıli Mehmed Efendiye; “Ho­ca efendi mihrâbı neden bu Hâfız misâfire bıraktı” diyerek sorunca; “O, daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlâkı vaisti- dâdı ife bir hamlede atlamrçtır.” cevâbını verdi.

Mahmûd Sâminî hazretleri, o günü talebelerinden ayrı olarak evinde geçirdikten sonra, tekrar yanlarına çıktı. Mescidde iken İmâm Efendi de mescide girdi. Bu sırada bir talebesine; “Musta­fa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!” diye heybetli bir sesle bağırdı. Bu heybetli sesi işitenler heyecâna kapıldılar. İmâm Efendi birdön bi­re titremeye başladı. Telaşla ho­casına koştu. Vilâyet heybeti onu titretiyordu. Huzûruna varınca, onu tutup riyâzet odasına soktu. Artık o, lam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti. Sonra; “Burada ne kadar

 

kalacağım.” diye suâl edince, şöyle cevap verdi: “Allahü teâlâ- nın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl. Bu bir har­man, bir meydan, bir devrandır. Devran da meydan da harman da senin. Zaman mahsul zamânıdır. Yiğitlik şimdi belli olur, mânevî dereceleri katetme zamânıdır. Dikkat lâzımdır.

Hâfız! Hazret-i Hızır’ın şerbe­ti, fadlına; Ahmet Merâmî hocanın emekleri ise, ilmine ve aşkına se- beb oldu. Büyüğümüz Muham- med Behâeddîn hazretleri ve di­

¿Şj> <                     Uir’.i rfM* >İSffjisytPıft »t» • <■ ıf • *

i)’**’! OtrffijLS’!                                 ¿Â

*                          – “¿fa –             * V

-U Of//

0J 9 J0 &

~SÎİ»Ş J

■fYJr». ««’¿»ıy

<V**’

&» ‘j* «¿»ir

> &’aj> i

t. cf? ¿¿¿¿i* ir

 

ğer büyükler rehberlik ederek se­nin bize gelmeni işâret ettiler de­ğil mi? Erzurum’da Ayaz Paşa Câmii minaresinde okuduğun ezân-ı Muhammedi, maneviyât âleminin erenlerini cihâda dâvet etti. Yer gök sarsıldı. Bütün evliyâ, şühedâ ve sâlihlerin rûhları Erzu­rum semâlarında toplandı.

Hâfız! Moskofları, taşla kova­ladığın zaman biz de oradaydık: Bunlar hep evliyalığın cilveleridir. Asıl marifet, hakikatler ötesindeki hakikate ermektir. Metin ol. Alla­hü teâlâ yardımcındır…”

İmâm Efendi kısa za­manda tasavvufta yetişip kemâle erdi; on sekiz günde icâzet aldı.Vazîfesi sebebiyle üç-dört sene Palu’da kaldı. Bu arada hocasının sohbetlerinde bulundu.

Daha sonra vazifesi icâbı askeri taburla birlik­te Dersim’e gitti. Taburu Dersim’den Çemişge- zek’e gönderilince, sene­lerce orada hizmet etti. Buradan Palu’ya sık sık hocâsı Mâhmûd-ı Sâminî hazretlerini ziyârete giden İmâm Efendi, onun duası­nı alır ve sohbetini dinle­yip geri dönerdi. İmâm Efendi 1909 senesinde emekliye ayrılıp Harput’a yerleşti. Bundan sonra ta- mâmen ilimle meşğûl öl­dü. Derslerinde ve soh­betlerinde bulunan pek-

 

VASİY KTİVf DIR

Imjm Ftendı ailesine ve akrabâlanna şöyle vasiyet etti: Ey benim cvlad, bırâder ve anrabâtanm! Islâmiyette ve ru voldd bulunan kardeşlerim! Benim EhJ-ı sünnet veK at           üzere bir mûsluman olduğuma cenâtn Hak

Lutuf ve ihsanına karşı Allahü teâlâfca fıamd ederim, yet omr.ım tamam oiup, Allahü teâlânm emri üzerine â göçuD. ılâhî rahmete nSil olursam, son ömrümde mı/ oirin nefte ve şeytan tarafından şaşırtılmak İnşallah ben ontan dinlemem. Ancak, Islâm dhırute mu şimdiden işitip, kıyâmet gününde mitelürnsnlığıma Hk etmenizi istiyorum.

Allahu teâlânm birliğine inanıyorum, ethararfOMah. hu tPâladan başka ilâh yoktur. Muhammed O’nun kulu ve resülüdür. Yalnız Allahü teölö vardır. O’nun < tagı \f»v*tur Muttc O’nundur. Hamd O’na mahsustur. O»

Sizden Allahü teâlânın birfigjnfc olan bu ,clmdnızı ıstırhâm ediyorum. Ben âdz ve igör«hkârb(r fc(Jfâtf| “Allahu teSlSnın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.

Allahu teâlâ (şirkten tövbe ve îmân etmek suretiyle) günahtan affeder.” (Zümer sûresi: 53} meâlındeki âyeto rîmesiPı kerdıme delil edinip tövbe ederek, Rabbımin mntıne sığınıyor. Peygamber efendıminn şefâatına yı ûrnıd ederek gidiyorum. Evhyâullahm, AJlahO teHSnın dığı kullarının ve Nakşıbendiyye büyüklerinin bu kula mânevi yardımlarını umid edenm. Bilhassa Şeyh kâdır ı Geylânî, Muhammed BehŞeddin Buhârî, pirim nâ halıd. Seyh Alı Sebtî, hocam Mahmûd Sâmtnî ve rrm manev* yardımlarını ve Allahü teâlânın katında bu şefâdtçı olmalatını ıhsân ve ikramlarından umld ederim, fât ettıgi-iıde- üzerime Kur’ân-ı kerîm okuyunuz. Allahü bu âcıze ve butun dır kardeşlerime imân ve hüsn-ı nasîb eylesınl Âmin.

çok zâtı tasavvufta yetiştirdi. Pek- çok insanı da cehâletten kurtarıp, sâlihlerden eyledi. İlme, mârifete ve feyze susamış iki yüz bine ya­kın kimse onun feyz pınarından kana kana içti» Rüşd, hidâyet ve mârifete kavuştu.

Sohbetlerinde aslâ siyâsî ve boş şeyler konuşulmazdı. 1911 senesinde Harput’un iteri gelenle­rinden pekçok zâtla birlikte hacca gitti. Bu Hicaz seferinde; Şam, Mekke ve Medine âlimleri kendi­sine çok hürmet ve ikrâmda bu­lundular.

, İmâm Efendi buyurdu ki: “İn­san Allahü teâlânın nimetlerini düşünse, bunların şükrünü nasıl yerine getireceğinden hayret eder. Şükrünü tam mânâsı ile edâ etmek mümkün değildir. Allahü teâlâ, emirlerine itâat ve yasakla­rından kaçma gibi azıcık bir şey­den râzı oluyor. Pekçok ikrâm ve ihsânda bulunuyor.”

“Cehennem iki türlüdür. Hem sıcak, hem soğuk Cehennem var­dır. Cenâb-ı Hak kışın şiddetli so­ğuğunu yaratmış ki, insanlar Ce- herinem’in soğuğunu hatırlasınlar da ondan sakınsınlar. Yazın en sı­cak günlerini de yaratmış ki bun­dan da Cehennem’in sıcağını ha­tırlasınlar da ondan sakınma çâ­relerine yönelsinler.11

“Tasavvuf, kitap ve sünnete dayanan İlâhî ve rabbânî hikmetin adıdır. Mevzuu ise, kişiyi gafletten sakındırıp, Allahü teâlâ ile berâ- ber olmayı kazandırmaktır. Fay­dası da; kişiyi nefsin kötü huyla­rından arındırıp insanı kâmil ve Mevlâya lâyık bir kul yapmaktır.”

İmâm Efendi hayâtı boyunca dâimâ insanları saâdete kavuş­turmak için çalıştı. Vâz ve nasihat etti. 1922 (H.1340) senesinde Harput’ta vefât etti. Vefâtından birkaç gün evve) vasiyetini yazdı. Vefât ettiğinde, halk arasında çok sevildiğinden, cenâzesinde büyük bir kalabalık toplandı. Harput’ta Meteris kabristanına defnedildi. Bilâhare kabri üzerine türbe yapıl­dı. Ziyâret edilmektedir. Gülzâr-ı Sâminî adındaki mektûbâtı ve Gülbün-i İrşâd ve Mecâlis-i Sâ- miniyye adında beş ciltlik kaside­si vardır. Sohbetleri üç kitap hâ­linde basılmıştır.

1)    Tam ilmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1131

2)   Sohbetnâme (Cemâleddîn Emiroğlu)

3)   Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c.6, s.11

4)   Osman Bedreddîn Efendi, Hayâtı ve Ho­caları (Ethem Ruhî Başaran)

Har

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*