ŞANS, KISMET, RİSK | milli piyango

ŞANS, KISMET, RİSK En küçük ve sıradan bir şans oyunu bile derin bir tarihten besleniyor. Kutsallık ve paylaşmayı farklı görünümlerde günümüze taşıyor.

Kaderin Altı Yûzıı
Talih, şans, kader, kısmet beş kuruuş! Boş yok, boş vook!

Kardeşimle sokak sokak dolaşarak bağır çağır kısmet satardık. Müşterilerimiz de çocuklar olurdu. Boş yoktu ama büyük hediye kolay çıkmazdı. Ardında koskoca bir tarih yattığım; şansm, kutsallıkla ve paylaşmayla göbekten ilişkili olduğunu bilemezdik.

Tombalanın aslı, 17. yüzyılın İtalya’sının “tumubule” oyunudur. Bu aile oyununun yanında bir de devlet oyunu piyango vardı, hâlâ var. O da İtalyan kökenli. Aslı “bianco”; beyaz demek. Beyaz renkli kartın kazandığı bir şans oyununun adı. Devletin düzenlediği çekilişler için daha önce, bugün yeniden kullanıma giren “lotarya” sözcüğü kullanılırmış. Lotarya sözcüğü Türkçeye uyarlanmak istense, “kısmet” uygun olabilirdi. Çünkü Arapça kökenli olan kısmet, pay anlamım da taşıyan “kı-sım”dan geliyor. Benzerlikle “lot” kökü de, Avrupa dillerinde, bütünden dağıtılacak parça, bölüm, kısım, pay demek.

Gerek lotaryanın gerek kısmetin şansla olduğu kadar bölüşmeyle de olan bu yakın ilgisi rastlantı değil. Dünya ölçüsünde yaygın ve çok eski dönemlere uzanan toplumsal ilişkilere göndermede bulunuyor. Eski Ahi t e göre Rab, Kenan topraklarının İsrailliler arasında paylaştırılması hakkında Musa ile konuşurken ona “memleket kura île bölünecek” der. Divanü Lügat-it Türk’e gore eski Türkçede ok aynı zamanda, “mirasta düşen pay” demek. O zamanlar miras kalan toprak hisselerinin paylaşımı ok çekimiyle yapılırmış.

Kumardaki Eşitlik

Bir bölüşme biçimi olarak kura veya -ar atrsa mutlak eşitlik demektir; güce ve Z£-grrJ:ğe, yetenek ve beceriye, irade ve ¿^varvz. eşitsizlikleri yok sayan, ~ ‘• s hayatınızı belirleyerek kaza-

■ ¿ -nduren kıyıcı bir eşitlik.

-nsai: a\ru zamanda daha
eğlenceli, şans yoluyla başka bir eşitleme biçimi var: Kumar oyunu. Kuzey Tanzanya’da derleyici avcı Hadza halkı, özellikle uzun vc kurak geçen yazlarını, “lu-kucuko” dedikleri bir kumar çeşidini oynayarak geçiriyorlar. Gün boyu yüzlerce kumar partisi düzenleniyor. Lüks diyebileceğimiz nesneler üzerine oynuyorlar. Yaşadıkları yörede bulunmayan bir ağacın özsuyundan elde edilen zehir sürülmüş, ancak takasla edinebildikleri demir uçlu av okları; gene yörede bulunmayan sabuntaşmdan yapılmış pipolar; boncuklar, bazen giysiler oyuna sürülüyor. Ama yay, küçük hayvanlan avlamak için kullanılan metal başlı olmayan oklar gibi kişisel eşyalar veya kolayca edinilen nesneler kumara girmiyor.

Bakın nasıl oynuyorlar: Ekmekağacı kabuğundan yapılmış bir büyük disk ve her bir oyuncuya ait ufak diskleri kullanıyorlar. Metal para gibi bunların da iki yüzü farklı. Birkaç kişi bir araya geliyor. Büyâik disk yere konuyor ve ber seferde başka biri küçük diskleri fırlatarak ağaca çarptırıyor. Büyük diskle aynı yüzü dönük olarak düşen disk sahipleri kazanıyor, diğerleri eleniyor. Kazanan tek kişi kalana dek oyun sürüyor. Sonra yeniden…

Eşitlemeyi sağlayan da işte bu yinelemedir. Kazananlar işlerine yarayanı olabildiğince kendilerine saklamaya çalışsalar bile, az bulunur zor edinilir nesneler kumar yoluyla elden ele ülkenin bir ucundan öteki ucuna dolaşır. Arada bir, çok kazanan kişi olursa, yeniden oynaması yönünde kuvvetli bir baskıya tabi kalıyor. Kişinin böyle bir durumda başka bir obaya taşınma hakkı var ama bu kez kazandıklarını oradaki kumar oyunlarında yitiriyor. Antropolog J. Woodborn, kazancım birkaç hafta koruyabilen bir kişi tanıdığım, onun da hem baskılara kuvvetli bir direnç gösterebilen, hem de ille
kazandığı yerde oynayan ender rastlanacak biri olduğunu anlatıyor.

Herkesin kazanmak ve kendinde alıkoymak isteğiyle yürüyen kumar, bu ortamda tam tersine yol açmakla, son derece güçlü bir eşitlevici etki yaratmaktadır. Ama yanıltıcı olmasın. Esirgemek Hadza etiğinde hor görülür. Pazarlık ve takası sevmezler. Fazlası olanın beklentisiz paylaşmasını isterler.

Tanrılar da Zar Atar

Kızılderililer, Eskimolar, Aztekler, Sü-merler, Mısırlılar, Mayalar hep şans oyunu oynadılar. Asya’dan Avustralya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya ve iki Amerika’ya kadar bütün kıtalar bunun örnekleriyle dolu. Bilinen örneklerin hemen hepsinde bu oyunlar kutsallıkla bir yoldan ilişkili. Örneğin, Mısır söylencesinde Tanrı ve Tanrıçaların zar atarak takvime gün ekleyip çıkardıkları, Yunan söylencesinde üç Tann nın, Poseidon, Zeus vc Hades’in dünyayı aralarında zar atarak bölüştükleri anlatılır. Ünlü tarihçi J. Huizinga, en uzun destan olarak bilinen Hint destanı Mahabharata’da evrenin bir kumar oyunu gibi kavrandığı görüşündedir. Bir Hint söylencesinde Tanrıça Şiva ve Tan-
rı Şakti, insanları pul, geceyi ve gündüzü ise zar olarak kullanıp Hint tavlası (pac-hisi) oynarken anlatılır. Zar oyunlan, günümüzden 8 bin yıl öncesine uzanıyor. Kimi tarihçilere göre tavla, 5 bin yıl önce senet denilen Mısır tavlasından evrilmiş. Firavunların olduğu kadar halk da kumar oynarmış onunla.

Kıtaları ve halkları ayırmaksızm insanları saran kumarın mistik zevki, yinelenmesinden gelir. Zarı fırlattığınız an ile tablaya düştüğü an arasındaki sürede yaşamınızı adeta bilinmeyen kuvvetlerin eline bırakırsınız. Sanki zar, elinizden çıkar çıkmaz atanın siz olduğunuzu unutup aşkın bir zamana geçmektedir. Sanki onu bir hayalet kapmış, hay-
laz kaprisleriyle sizinle eğlenmektedir. Zarın kaç yüzü olduğunu, hangi olanaklarınızın bulunduğunu bilebilirsiniz. Ama neyin kısmet olacağını belirlemek elinizde değildir. Geleceğin bilinemezli-ğini çaresiz kabullenip keyfince size gülen veya sırt çeviren olağanüstü amansız bir gücün iradesine teslim olursunuz. Gözlerinizi her kapayıp açtığınızda, her şeyin değişiverdiğini hayal etmeyi deneyin. Kapılacağınız derin kaygıyı ve hayreti canlandırın. Her zar atma bilgiden bilgisizliğe götüren böyle bir ilktir. Sonunda belirsizlik biter, alnınıza yazılmış olan gerçekleşir: Kazanç veya kayıp! Her yineleme, dirilme veya yeniden ölme gibidir. Her seferde kaderiniz yeniden yazılır, çarkıfeleğin bir batıp bir çıktığınız bu ebedi döngüsünde her şey olmamışa döner. Kaybetme olmaksızın, riske girmeksizin böyle bir heyecan duygusu yaşanamazdı. Öyle bir döngüdür ki bu, kazanma arzusu ve kaybetme korkusu hayret duygusuyla ilginç bir alaşım oluşturur; arzu arzuyu üretir; kumar bir arzu makinasma dönüşür.

Zar atarak ilahlara erişilebiliyorsa onlardan neden haber alınmasın? Örnek, adım Mısır Tanrısı Thoth’dan alan Tarot falı; veya altı yüzlü üç zarın gelişini bunun için hazırlanmış kitapları kullanarak yorumlayan Tibetli rahiplerin kâhinliği. Olasılık teorisinin kurucusu Pascal da Tanrının varlığını bu teoriyle ispatlamaya kalkışmıştı. Bin yıllarca yaşamış kumarcı rahiplerin sonuncusudur o; bizzat kendi eliyle bir dönemin kapanmasında öncülük etmiştir. Şans, sanayileşme veya aydınlanma dediğimiz süreç boyunca Tanrıların, Tanrıçaların elinden alınmış, olasılık leorisiyle evcilleştirilmiştir.

Böylece başta termodinamik ve kuan-tum mekaniği yoluyla fiziğin, yanı sıra felsefenin ve insan bilimlerinin ana kavramlarından biri oldu. Evcil şans, risk yönetimi biçiminde borsamn, sigorta şirketlerinin, devlet çekilişlerinin ve gazinoların elinde kazanç ve kâr amacına hizmet eder oldu.
Her geçen gün, yüz yüze insan ilişkilerini kayganlaştırıp kırılganlaştırarak, ye-rellikleri eriterek ısınan dünyamız, “risk toplumu” adına elbette layıktır. Zarınız hilesiz, bahtınız açık olsun.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*