Canlılarda kalıtsal bilginin DNA denilen bir molekülde de­polandığı 1944 yılında O. Avery tarafından belirlenmiş

Canlılarda kalıtsal bilginin DNA denilen bir molekülde de­polandığı 1944 yılında O. Avery tarafından belirlenmiş; bundan 9 yıl sonra da Watson ve Crick tarafından DNA denilen bu kalıtım maddesinin sarmal bir yapıya sahip oldu­ğu kanıtlanmış; ve bu önemli buluştan dolayı VVatson ve Crick, Nobel öldülü ile onurlandırılmışlardır. Daha sonraki araştırmalar sonucu, DNA’nın hücrelerde enzimlerin ve ya­pısal proteinlerin sentezinde rol aldığı böylece yapının ve hücre içinde oluşan kimyasal olayların DNA tarafından kontrol edildiği; bu sebepten anlıların kendilerine özgü yapı ve dav­ranışlarını oldukça kararlı bir şekilde sürdürdükleri anlaşıl­mıştır. Her ne kadar, mutasyon ve eşeyli çoğalma gibi doğal olaylar DNA’yı değiştirmek suretiyle canlı özelliklerinde de­ğişmelere neden olurlarsa da, bu doğal yol yavaştır. DNA üzerinde yapay değişiklikler yaparak, canlıların özelliklerinde hızlı ve istenilen yönde değişiklikler yapma fikri, bilim adam­larında, DNA ile ilgili bazı yöntemlerin geliştirilmesi çabala­rını ve heyecanı arttırmış ve sonuçta yeni bazı teknikler or­taya konmuştur. Bu teknikler, I. Protokplast birleştiril­mesi, 2.Gen amplifikasyunu (gen sayısını arttırma) ve 3. Rekombinant-DNA’dır. Anılan son teknik sayesinde bir türden diğer bir türe gen aktarılabilmekte ve aktarılan bu gen, yeni yerinde kendisini ifade edebilmektedir. Örneğin, insandaki insulin geni bir bakteriye aktarılmış ve bu bakteri kendi bünyesinde insülin üretmeye başlamıştır. Bir ilaç şir­keti, bu yeni teknolojiyi kullanarak ticari insan insülininin üre­timine başlamış ve piyasaya sürmüş bulunmaktadır. Aynı tek­nikle, tümör ve virüslere karşı^ etkin bir madde olan interfe- ronun ve metabolizma bozukluklarının tedavisinde kullanıla­bilecek önemli bir hormonun da pek yakında piyasaya çıka­rılması beklenmektedir.

Öyle görünmektedir ki, genetik mühendisleri, amaçla­rına uygun genleri bakterilerde toplamak suretiyle, onlara istedikleri maddeleri yukardaki insülin örneğinde olduğu gibi ürettirmekte, pek yakında, başarılı olacaklardır. Nitekim, ileri endüstriye sahip bazı ülkelerde birçok şirketler bu konuda büyük yatırımlar yaparak çalışmalarını sürdürmektedir. Sa­dece Batı Almanya’da 16 yerde gen-tekniklerini kullanılarak ürün geliştirme çalışmalarının sürdürülmekte olması, ileri ülkelerde bu çalışmalara ne denli önem verildiğini gösterir. Ni­tekim, 1984 yılına kadar, ABD’de genetik mühendisliği tek­nikleri kullanılarak yeni ürünler elde etmek amacı ile toplam yatırımı 2.5 milyor dolar olan 100 yeni şirket kurulmuş bulunmaktadır.

Yeni Gen – Teknikleri ve Aşılar

Edward Jennerş’in çiçek hastalığı aşısı ile ilgili uygulama­yı başamasından yaklaşık 200 yıl sonra, Dünya Sağlık Orga­nizasyonu (WHO) çiçeğin tamamen yok olduğunu açıklamış­ın Çiçeğe yakalananların % 25’inin ve bazen de % 50’sinin öldüğünü anımsarsak; aşı sayesinde böylesine amansız bir has­talığın yok edildiğini görmekle; aşıların insan sağlığı üzerin­de koruyucu etkilerinin ne denli büyük olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Fakat ne yazık ki, birçok insan ve hatta hay­van hastalıktan için halen bir aşı ortaya konanamıştır. Diğer taraftan Kolera, nezle, su çiçeği gibi daha birçok hastalıkla­rın aşıları olmasına rağmen, uzmanlarca bu hastalıklar için daha etkin aşılara gereksinim olduğu belirtilmektedir.

Daha etkin aşılara duyulan gereksinim, genetik mühen­disliğinde aşı konusunda çalışmaları zorlamış ve sonuçta He­patitis Bye etkin yeni bir aşı yapılmıştır.

Önemsiz bir hastalık gibi görünen, fakat insanlığı en çok rahatsız eden hastalıklardan birisi de Enfluenza’ (Grip)dir. Nitekim 1918 – 1919 enfluenza pandemisinde (kıtalararası salgın) 20 milyondan fazla insanın öldüğü belirtilmektedir. Yine 1957 – 1958 epidemisinde (ülke çapında salgın) Asya

Gribinden ve 1968 – 1969’da Hong Kong Gribinden onbfn- lerce insanın öldüğünü anımsamaktayız. Bu durumda böyle- sine gaddar bir hastalığa daha etkin aşının bulunması ve çi­çekte olduğu gibi onun da dünyadan yok edilmesi kaçınıl­maz hale gelmiştir. Bu sebepten genetik mühendisliği tek­nikleri, böyle bir aşıyı oluşturmak için harekete geçirilmiş ve çalışmalar son aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Grip virü­sünde 8 genin Bulunduğu; bu genlerin bitim noktalarından kesilerek birbirlerinden ayrılabildikleri; bu genlerden ikisinin virüsün üst yapısının oluşmasında görev aldıkları ve insanı enfluenzaya karşı koruyucu antikorların oluşmasına bu üst yapının neden olduğu; diğer altı genin ise insandaki zararlı

 

 

faaliyetler ile ilgili oldukları anlaşılmıştır. Bu noktada gene­tik mühendislerinde şöyle bir fikir ortaya çıkmıştır. Eğer grip virüsünde son anılan altı genin yerine zararsız genler kona­bilirse, aşı olarak kullanılabilecek böyle bir virüs, gribe karşı bağışıklık oluşturabilecek; ancak hastalık oluşturamayacak­tır. Bu fikrin gerçekleştirilmesi için yapılan çalışmalar sonu­cunda, çeşitli grip virüslerinden derlenen zararsız altı gen, zararlılarla değiştirilmiştir. Böylece, genleri yeniden sıralan­mış bir grip virüsünün pek yakında aşı olarak uygulamaya sokulabileceği, ilgili bilim adamlarınca belirtilmiş bulunmaktadır.

Bilindiği gibi, kolera mikrobu insan üzerindeki etkisini, sahip olduğu toksini sayesinde gösterir. Kolera aşısının yeni bir tipini ortaya koymak için genetik mühendisliği teknikleri­ni kullanarak yapılan bir girişimde de, bu toksinin üretimiyle ilgili gen üzerinde bazı değişiklikler yaparak, bakteri bünye­sinde onun üretimi engellenmek istenmiş; sonuçta kolera mik­robu toksin üretemez hale getirilmiştir. Toksin üretemeyen, yani artık tehlikeli olmayan, fakat koleraya bağışıklık oluştu­ran bu mikroplardan yapılan yeni kolera aşıları, gönüllü in­sanlar üzerinde denenmiş ve olumlu sonuçlar alınmıştır.

Sentetik Aşılar

Aşı oluşturmada izlenen diğer bir yöntem şu mantıktan kaynaklanmaktadır: Madem ki patojen bir virüs vücuda gir­diğinde bağışık yanıt bu virüsün yüzey kısmının yapısına da­yanıyor, o halde, aşı oluşturmada virüsün bütünün kullan­mak gereksizdir, sadece virüsün dış kısmını aşı amacı ile kul­lanmak yeterlidir. İşte bu düşünceden giderek, antikor olu­şumuna neden olan virüslerin dış kısımlarının taklit edilmesi ile belirli bazı kimyasal tertipler yapılmış ve böylece “sente­tik aşılar” denen aşılar ortaya konmuştur. Şu anda bu sen­tetik aşıların etkinliklerinin arttırılması için bazı maddelerin (adjuvantların) bağlanması üzerinde durulmaktadır. Mevcut

kuvvetli adjuvantların yara vs. gili komplikasyonlara neden oldukları bilindiğinden, şu anda yeni bazı adjuvantların aran­ması üzerinde durulmaktadır.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*