GÜNEŞ LEKELERİNİN ÖZEL ETKİLERİ

GÜNEŞ LEKELERİNİN
ÖZEL ETKİLERİ

Güneşin insan organizmasını etkileyen önemli bir fenomeni de “Güneş Lekeleri” dir. İlk defa Galile tarafından belirtilen, uzun bir süre gök bilginleri tarafından inkâr edilmiş olan bu lekeler, son zamanlarda kozmik etkileri nedeniyle önem kazanmıştır. Bazan çıplak gözle de farkedilen bu lekelerin uzunluğu 100.000 Km.yi bulur. Zaman zaman bunlar, güneşte daha aktif bir faaliyet, bir püskürme faaliyeti gösterirler. Bu görüntüleri esnasında, çok önemli kuzey kutup kızıllıkları, mağnetik kasırgalar, toprakta çok kuvvetli telluıjik akımlar oluşur.
Ünlü astronom A. Moreaüx’nun zaman zaman zevkle bir bilim hikayesi olarak okuduğum “İlmin Bilmeceleri” adlı eserinden birkaç satırı aynen alıyorum:
“Hayatımın bir kısmı öğretmenlikte geçmiştir. Genel olarak büyük mağnetik sapmanın olduğu günlerde cezalar çoğalmaktaydı ve güneş lekeleri yalnız pusulayı sarsmıyordu ; duyarlı çocukların organizmalarını da sarsıyordu. Güneşe bağlı atmosfer
elektriğinin karakterimizi, değişik mizacımızı, davranışlarımızı müteessir ettiği bir gerçektir; ve hatta politik ilişkileri ve hatta savaşları ilgüeudiıir. Yarım asır içinde kuvvetli ordulu Almanya’nın Avrupa’da diğer memleketlerle yaptığı savaşların güneş krizleri zamanına rastlaması dikkati çeker.”
“Naturisme” denilen doktrinin Hippoc-rate’dan sonra yeniden kurucusu olan ünlü doktor Carton, “Tabiatın Ritmleri” ni incelemelerinde, güneş lekelerinin en az veya en azgınlıkları zamanlarına göre, insan hayatında duraklama ve çöküntü aksine, sinir kamçılamaları ve olayları tesbit etmiştir. Hatta daha ileri giderek, güneşin aşırı faaliyetleri dönemleriyle sosyal, millî ve uluslararası hırçınlıklar ve ayaklanmalar arasında, bir tesir ilişkisi kurmuştur. Buna karşılık güneş lekelerinin sükûnet zamanlarında dünyada genel bir huzur görülmektedir. Carton birçok savaşlara ait örnekler vermektedir. Birçok yetkili doktorların, güneş lekelerinin en yüksek faaliyetleri esnasında, birçok kronik hastalıklarda tesbit ettikleri azgınlıklar, dikkate değer.
AY DÖNEMLERİ VE İNSAN RUHU
Yıldızlara ait akımlar yani kozmik ışınların etkileri son;zamanlarda bir “Cosmobiologie” dalı olarak ilerlemeler kaydetmektedir. Bu dar sütunlarda bunu bir tarafa bırakarak, daha ziyade dünyamıza en yakın bir yıldız olan ve en eski zamanlardan beri hakkında çok şeyler yazılmış bulunan Ay’ ın etkileri hakkında bir özetleme yapmakla yetiniyoruz.
Eskilerin ay dönemlerine bağladıkları tesirlerden bir kısmının boş inançlardan ibaret olduğu bir gerçektir. Ancak bunlardan bazıları bilimsel kontrollere ve denemelere dayanmaktadır. Özellikle geçen asrın sonlarında ünlü fizikçi Arthenius bu problemi ciddiyetle ele almış ve ay seyrinin kasırgaların dağıtımında, arz mıknatısının bozukluklarında, kadınların ay başlarında, sara nöbetlerinde düzenli bir tesiri olduğunu meydana çıkarmıştır. Görüşün esası, atmosfer elektriğinde ay dönemleriyle bu çeşitli fenomenler arasındaki ara faktörü bulmaktı. Halen atmosferik cisimler ve dünyamız-
dan 10 Km. yükseklikteki gaz cisimleri arasındaki hava sınırları, “Atmosferik zamanlar”, bu görüşü doğrulamaktadır. Ancak kutuplara ait yüksek atmosfere bağlanan gerçek ve objektif elektromağnetik fenomenlerin oluşuna rağmen zamanımız bilimi bu hususta henüz aydınlanmış sayılamaz.
Hekimlikte bilimin kabul ettikleriyle, halk inançları arasında bir boşluk vardır ve doğrudan doğruya bilimin ispatlamadığı esrarlı olaylar mevcuttur. Ayın insan ruhu üzerindeki tesirleri 2 ayrı kutupta toplanmaktadır.
Eskiler özellikle büyücülüğün hâkim olduğu devirlerde, bazı ruhsal bozuklukları ayın tesirine bağlar ve bu gibi insanlara “Lunatie” derlerdi. Uykuda oldukları halde uzak yerlere gidip dolaşanların mağ-netik olarak ay tarafından çekildikleri ve yataklarından çıkıp ona doğru yaklaşmak zorunda kaldıklarına inanılırdı. Bu bir ay hastalığı idi ve bu seyahat esnasında uykunun devam ettiğine ve uyandırılmanın tehlikeli olduğuna da inanılırdı.
Bunun gibi sara gibi diğer bazı devri bozukluklar ay hastalığına bağlanırdı. Şüphe-sizki gece vaki olan birçok devri hallerin ay fenomenleriyle bir ilgileri yoktur ve bunların etkenleri başka ve değişiktir. Ancak bazı vakalar, özellikle ay dolgunluğu zamanında daha çoktur. Bunların da ay ışığının bollukla yatak odasına girmek suretiyle uyuyanın rüyasını etkilemesine bağlanmıştır. Nitekim bu gibi vakalarda ışıktan korunma, gece dolaşmasını engeller. Her halde bu gibi insanlarda bir “İşığa Eğilim” vardır ve nitekim yüzlerine yakın lamba yaklaştırılmak suretiyle bu aynı hal uyarılmıştır.
Bütün bunlar bertaraf edildikten sonra ay devreleriyle ilgili bazı bozuklukların mevcut olduğunu kabul etmekle beraber, bilimsel bir aydınlanmaları yoktur. Ancak bazı sara nöbetleriyle ay dönemleri arasında yakın ilişki olduğu günlük müşahedele-rimizdendir. Bazı saralar yeni ayın başlamasından evvel belirirler. Dünyanın birçok yerlerinde, halk inancına göre, ay dönem-
13
leriyle insan üremesi ve tarlaların bereketleri arasında ilişki vardır. Sevdalıların hatıralarında yer alan ay tesirleri, yalnız şairlerin tasvir ettikleri ve ilhamlar veren mehtaba ait değil, bu yıldızın kozmik özelliklerine de bağlıdır. Fizik sevgi dolunaya ait bir dürtü kabul edilmektedir. Bazı memleketlerde
bazı tanınmış kadın doğum uzmanları, dolunay ve yeni aydan önce veya sonraki günlere göre, kadın ay başlarındaki değişikliklere ait dolgun istatistikler yayınlamışlar. Bazıları da ay dönemlerinin ilkbahar mevsimindeki krizler gibi cinsel içgüdü fonksiyonuyla bir ilişkisi olduğunu belirtmişlerdir.
0 Hayat merdivenlerini çıkarken, insanlara iyi davranalım; çünkü inerken yine aynı kimselere raslayacağız.
Cenap ŞAHABETTİN
£ Bir önder olarak, insan faktörünü göz önüne almazsanız, yenilirsiniz.
LordMONTG OMER Y
0 Hiçbir şey yaşanmadan gerçek olmaz. Hattâ, atasözü, hayatımızda doğrulanana kadar atasözü değildir.
John KEATS
# Herkes sorunlar üstünde konuşur, ama kimse bu sorunların çözümlerini bulma zahmetine katlanmaz. Herkes çapraşık konulardan yakımr, ama bu çapraşıklığın nasıl çözümleneceğine aldırmaz.
Herkes kendine yarar bir düşünceyi, dilediği yerden alır ama bunun üstünde bir çalışma yaparak, bu düşünceye bir katkıda bulunmaya çabalamaz.
K. CHESTERTON
# Hayatın tadını çıkarmaya bak, sandığından daha geç kalmış sayılırsın!..
# Evlilikte başarı, aranan niteliklere sahip insan bulmaktan çok, aranan niteliklere sahip insan olmaktır.
R. BRÎCKNER
14
mm—•-
^!»MWW<v……r««™ ………
YER YUVARI İLE VAROLUŞ ve
KANITLARI
< M. Semih ULAKOĞLU
»ğp , İst. ti. Yerbilimleri Fakültesi
İli.
Hayatın oluşumu, insanlık tarihinin uygarlığa geçişinden bu yana, hep merak konusu olmuş ve çeşitli yorumlamalarla mantıksal yaklaşımlar bulmaya çalışılmıştır. İlk önceleri dinsel açıklamalar şeklinde çabalar harcanmış, sonraları müsbet bilimlerin gelişimi ile yeni yorumlar geliştirilmiştir. Bu gün de henüz bu gizemin çözümüne yaklaşılmaya çalışılmaktadır.
CANLILIĞIN KÖKEN ¡.TOPRAKTAN VE SUDAN GELİŞ
Hayatın oluşumuna, yer yuvarlağını oluşturma ile başlamak gerekir.Uzay-da kozmik toz bulutunun sıkışmaları ile, güneş ve gezegenler sistemi meydana gelmiştir. Daha sonra yer yuvarının soğuması ve çevresinde oluşan atmosfer ve buradan gelen yağışlarla su, dünyamızın buruşan yüzeyindeki boşlukları doldurmuştur. Böyle-ce süratle soğuma 100 dereceye kadar gelmiş ve dolayısıyla Karalar ve Okyanuslar oluşarak ilk canlının oluşumuna ortam sağlanmıştır.
Su içinde anorganik maddeler yapımında, organik madde olarak amino asit oluşumu gerçekleşmiştir. Artık buradan Hidrokarbon moleküllerine geçiş kolaylaşmıştır. Bu makromoleküiler canlının yapı taşlan şeklinde birbirlerini çekerek yığışımlaşma-ya ve bölünüp çoğalmaya, besin alıp vermeye çalışan ilkel hücreleri ortaya çıkarmışlardır.
Bütün bunlara bir dizi hayatın kaynağı ile diğer koşulların da eklenmesi ile güneş kaynağı, soğumanın olumlu devamı ve atmosferdeki diğer anorganik elementlerin yardımları ile anorganik, organik evren arasındaki akıcı geçişlerle, yeni değişik mak-
romolekül veya hücrelerin formları çoğalmaya hızla devam etmiştir. Artık bu ana aşamadan sonra diğer aşamalarla Protozoa-lar ve evrimleri ile Metazoa’ların gelişimini düşünmek kolaylaşmaktadır.
Bütün bunlar, yer yuvarlağının düşünülen
3 ila 5 milyar arası yılların gizeminde saklı kalmaktadır. Son yıüarc’ı ilk canlı kalıntısının 3-3,5 milyar yıl yaşlı kayalarda bulunduğu varsayımı kuvvet kazanmıştır. Bakterilere bertzetilen bu ilk organizma artıkları yeryuvarının en yaşlı kayalarında bulunmuştur. Böylelikle dinsel-felsefi yorumlar ile doğal bilimlerin yüzyıllar boyu açıklamaları “Topraktan ve Sudan gelip, Toprağa ve Suya dönüş” varsayımında birleşmektedirler.
FOSİL:GEÇMİŞİN DİLİ
Louis AGASSIZ; “Dünya; mezartaşları, kayalardan ibaret olan geniş bir mezarlıktır. Burada yatan ölüler, kitabelerini bizzat kendileri bu kayalara yazmışlardır” demiştir.
Dünya, oluşumundan zamanımıza kadar birçok evrelerden geçmiş ve geçmektedir. Bu geniş zamanlı aşamalar milyonlarca yılları kapsamaktadır. Yaklaşık 4 milyar yıl yaşında varsayılan yeryuvarının bilinen
Resimler: Günümüzden 280 milyon yıl evvel Permo-Karbonifer devrinde Akdeniz’de yaşamış olan tek hücreli organizma fosilleri.
(A—Pseudoschuıagerina sp.; B—Triticites sp.)
Ancak esaslı sistematikleri yapılabilen Fosil kalıntıları, günümüzde 500 milyon yıl öncelere ait Kambriyen devrini tanımlayan Trilobitler (Deniz böcekleri) olmuşlardır. Böylelikle günümüze doğru Silüri-yen’de: Graptolitler, Devoniyen’de: İlkel Mercanlar, Brachiopodîar (Kolsuayaklılar) ve İlkel balıklar, Karbonifer’de: Bitkiler: Permiyen’de: Fusulinler; Triyas’da: İlkel Lamellibranşlar (Yassısolungaçlılar); Ju-ra ve Kretase’de: Cephaiopcdlar (Kafadan-bacaklılar); Tersiyer’de: Nummulitler ve Gastropodlar (Karındanbacaklılar) ve Omurgalılar yaygınlaşmış; Kuvaterner’de ise İlkel insanlar ortaya çıkmışlardır (Tabloya bakınız).
İşte bütün bu canlıların yaşamış oldukları dönemlerin doğa koşulları, yeryüzü ve günümüzden yaklaşık kaç milyon yıl öncesine ait oldukları, geriye sayma yöntemiyle saptanmıştır. Artık yeryuvarımızın tortul katmanlarında bulunan fosil veya fosil izleri geçmişe ışık tutarak, doğa zenginliklerinden; petrol, kömür, madenler hatta yeraltı-suyu gibi pek çok ekonomik değerlerin bulunmasında anahtar olmaktadırlar.
Fosiller için doğanın gizemlerle dolu geçmişinin dili olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.
* * *
“Türkiye’nin hakiki sahibi, efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür. O halde hergün daha çok refah ve saadete müstehak ve lâyık olan köylüdür. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ‘nin İktisadî siyaseti bu aslî gayeyi istihsale mâtuftur. Yedi asırdan beri cihamn dört köşesine sev-kederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden ahp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tahkir, terzil ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakârlıklarına ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık ve cebbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asıl sahibin huzurunda bugün ihtiramla hakikî vaziyetimizi alalım.. ”
ATATÜRK, 8Nisan 1339 (1923)
ŞAŞILACAK KEHANET!
Bizler birgün veremi iyi edebileceğiz, atomun içindeki saklı gücü kullanabileceğiz, yıldızlara doğru yol alabileceğiz ama; kendimizi daha liyakatli kimselere yönettirmenin sırrına hiçbir zaman eremeyeceğiz.
v JeanROSTAND
KİBARLIK
Baba, oğluna şöyle diyordu: “Oğlum, sana karşı kaba olsalar da, sen herkese karşı kibar davran. Unutma ki, bu kibar davranışı, onlar birer centilmen oldukları için değil, fakat sen bir centilmen olduğun için yapıyorsun”}.
Alabama TİME S
18

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*