TÜRKİYE’DE BOTANİK BİLİMİ

Atatürk’ümüzün doğumunun 100. yılını kutlama heyecanı ile sorumluluğu içinde milletçe yaşanan yeni bir şahlanış ile toparlanış döneminde bulunuyoruz. Bu noktada diğer pekçok meselemiz, konumuz ve bilim alanlarımız gibi, mensubu bulunduğum Botanik biliminde de Cumhuriyet dönemindeki gelişme seyri ile bugün ulaşılmış bulunulan noktayı tespitte pekçok faydalar bulunduğu muhakkaktır Bu nedenle de bana bu konuda yapılan talebi memnuniyetle kabul ettim.

Kaldı ki, bugün hemen herkesin sözünü ettiği ‘yurt kalkınmamız’ bakımından öncelikle değerlendirilmesi gereğinde birleşilen tabii kaynaklarımızın, ana unsuru sayılan bitki örtümüz ile zenginliklerimizin sakladıkları imkânlar, ekonomimize aktarabilme konusu, botanik bilimimizdeki gelişmelerle sıkı sıkıya bağlı bir husus olduğundan böyle bir tespit daha da büyük önem ve mâna kazanır. Bu nedenledir ki, bu bilim dalımızdaki gelişmeleri, Cumhuriyet döneminde nerelerden geçtiğimizi, nereye vardığımızı, bundan böyle ne tarz bir yaklaşım ile yönelmeyi benimseyeceğimizin açıklığa kavuşması ve muhasebesinin yapılması şarttır.

Hemen ifade edelim ki: Ata’mızın Cumhuriyetimizi ilân ettiği yıllarda, ülkemizde pekçok diğer bilim dalı gibi Botanik de, esas itibariyle 1900 yılında “Osmanlı Darülfünunu” olarak açılmış ve 1 Nisan 1924’de 493 sayılı kanunla “İstanbul Darülfünunu” adını almış ve o tarihte yurdumuzdaki üniversiter tek kuruluşun, beş fakültesinden biri sayılan “Fünun Medresesi” bünyesinde “İlmî Nebatat” dersi hüviyetinde bir varlığa sahip olmuştur. Bu durumda da, o zaman uygulanan “Darülfünûn-u Osmani Nizamnamesinin 5, maddesindeki, “Her Medresenin esaslı dersleri kürsü itibar olunur” hükmünce, botanik bilimi bakımından Cumhuriyet Dönemine “ilmi Nebatat Kürsüsü” adı ile anılan bir birimle girilmiş olduğu kabul edilebilir.

O dönemde Darülfünün’da hakim olan, İçtimaî ve manevi bilimlerin önceliği, genel anlayışına uygun olarak, tüm fen bilimlerinin tâli olduğu eğilimi istikametinde, botanik biliminin de pek önemsenmediği görülmektedir. Nitekim öğretimde, faydalanılan bitkilerin genel niteliklerini tanıtma ile klasik sınıflandırma çerçevesinde kalan deskriptif bilgilerin derslerde kitabi biçimde işlenişinin esas alınması da bunu ortaya koymaktadır. Bu dönemde araştırmalar bakımından da çok dar, klasik sınırlar içinde kalındığı, kadro imkânla-
rının da bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar olduğu görülür.

Nitekim 6.6.1933 tarihinde Atatürk’ün Üniversite Reformu diye tanınan operasyona ve Darülfü-nün’un ilgasına yol açıp, İstanbul Üniversitesi’nin kurulması sonucunu veren 2252 sayılı-kanun yürürlüğe girdiğinde “Botanik Bilim dalı”nı, Zeynep Hanım Konağı’nın bir katında, birkaç odada toplanan 2-3 müderris-müderris muavini iie, hizmeti götüren bir birim hüviyetinde görüyoruz. Bu küçük birimde de en önemli hizmetleri, 933 reformu ile tasfiyeye uğrayan merhum müderris Esat Şerefed-din Hocanın 1912’de yayınladığı “Nebatât-ı Seyde-laniye” adlı eserinin daha sonraları bile kullanıldığına ve Hocanın araştırmalarının dış ülkelerden yıllar sonra dahi, istenişine şahit olarak tespit etmiş bulunduğumu da burada belirtmek isterim. O günkü kısıtlı imkânlara, müsait olmayan şartlarda ve çok dar bir kadro ile mütevazi de olsa böyle bir sonucu yaratabilmiş olma konusunun, üzerinde ayrıca durulacak bir husus olduğu inancındayım.

Belirli ölçüler içinde de olsa, Halkalı Ziraat ve Orman Ali Mekteplerinde yabancı hocalarca, Eczacılık-Dişçilik Okulunda müderris Merhum Ş.T. Tertemiz’ce yürütülen Botanik öğretimiaaliyetleri ile, ayrıca Tıp. Fakültesinin 1. sınıfına Botanik okutan ve ülkemizde yayınlanmış ilk Botanik kitabının yazarı Prof. Dr. C. A, Bemard’ın da Cumhuriyet öncesi botaniğin gelişmesindeki katkılarını belirtmek gerekir. Buna ilâveten, yabancı okullarda görevli ekaliyetler ile geçici görevli yabancılar ve Boissier, Sistenis, Bornmüler, Handel-Mazetti gibi birçok yabancı bilimcinin, bitki örtüsüyle ilgili olarak yayınladıkları makaleleri ile ülkemiz botanik biliminin o dönemdeki gelişmesine katkılarını da kaydetmek lâzımdır.

Şüphesiz ülkemizde botanik biliminin Cumhuriyet dönemi gelişmesinin en büyük ve önemli hamlesi, 1933 Atatürk reformu ile İstanbul Üniversitesi’nde başlatılan yeni oluşma hareketi ile sağlanmıştır. Gerçekten 933 reformundan sonra Atatürk’ün emri ile, değişik bilim dallarında Almanya’dan yapılan çok sayıdaki bilimci ithalinden botanik bilim dalı da kendi payına düşeni almıştır. Böylece 933 reformunu hemen takıp eden aylarda, Almanya’dan önce Prof. Dr. A. Heilbronn “Farma-kobotanik ve Genetik Enstitüsü”, Ord Prof. Dr. L. B rauner de “Genel Botanik Kürsüsü’ başına getirilmişlerdir.

stanbul Botanik Kürsüsünün bugünkü

Açıklıkla ve samimiyetle teslim etmek gerekir ki, ancak bundan sonradır ki ülkemiz botanik bilimi dalında, batılı anlamı ile ciddi, etkin gelişmeler başlatılmıştır. Gerçekten bu hocalar başına getirildikleri Enstitülerde yürüttükleri çalışmalarla önce Süleymaniye’de ülkemizde ilk defa-, gerçek manası ile botanik hizmeti yapma amacı ile bir Enstitü binası düşünülüp plânlanmış, inşasına geçilmiş ve by inşaat 1937’de tamamlanarak bilim dalının fiziki gelişmesi bakımından önemli bir atılım yapılmıştır. Buna paralel olarak öğretim ile araştırma faaliyetlerinde de batılı anlamda çok etkin gelişmelerin öncülüğünü yine bu hocalarımız yapmışlardır. Bu öncü çalışmalarında Türk eleman olarak Hocam Sayın,.Prof. Dr. S. Akdik ve merhum Doç. Dr. L. Irmak’ın yönlendirme ve milli ihtiyaçlara göre düzenlenme yönünde önemli katkıları olmuştur. Bu hocalarımızın hizmetleri önünde burada saygı ile eğilmek isterim.
«T
Ege Botanik Kürsüsü binasının genel görü
durumuyla ana girişten genel görünüş..

Prof. Brauner ve Prof. Heilbronn Hocalar 22 yıl süre ile bu yöndeki gayretleri ve çalışmaları ile pekçok öğrenciye batılı anlamda botanik öğretmişler, birçok doktora ve doçentlik çalışmasını yönlendirmişler, çeşitli araştırmalar yapmışlar ve mütevazi de olsa Avrupaî bir botanik bahçesini de gerçekleyerek ülkemizin Cumhuriyet dönemi botanik bilini dalının gelişmesinde önemli atılım-ları sağlamışlardır. Bugün İstanbul Fen ve Eczacılık Fakültelerinde, Ege ile Ankara Üniversiteleri Fen Fakültesinde, hatta sınırlı da olsa diğer üniversitelerimizde şu veya bu ölçüde şekillenmiş botanik bilimi birimlerini motive edip, gerçekleyen ve yürütenlerin çoğunun, esasta bu Alman Hocalardan feyzalmış kişiler olduğu da bir gerçektir. Bu arada 1933 yılında 2291 sayılı kanunla Ankara’da kurulan Ziraat Enstitüleri bünyesinde yer alan botanik birimlerinde Prof. K. Krause, Prof. Dr. Fİ Bre-mer ile botanik öğrenimlerini Almanya’da tamamlayarak bu birimlere atanan Prof. Dr. H. Birant ile

Prof. Dr. Esat Muhlis hocaların da hizmetlerini önemle kaydetmek gerekir. Gerçekten daha sonra 30.5.1940 tarihinde 3848 sayılı kanunla kurulan Ankara Üniversitesi’nde Prof. Birant Hocanın bu üniversitenin Fen Fakültesinde Botanik Kürsüsünün
şekillenmesi, bir bahçe ile herbaryum teşkili, Esat Muhlis Hocanın da İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinde çekirdek bir botanikçi kadronun oluşması yolu ile yaptıkları katkılarla, ülkemizdeki botanik bilim dalının gelişmesine önemli’ hizmetleri olmuştur.
Ege Botanik Bahçesi ve Herbaryum binasının genel görürıiişu..
Bu iki hocamızın gayretlerini, İstanbul’da 933 reformundan sonra Alman hocaların yaptıkları ilk atılımı takiben botanik bilim d alınırı ülkemizdeki gelişmesinde ikinci bir hamle olarak nitelemek de mümkündür. Bu esas içinde bu bilim dalının ülkemizde, bu alandaki diğer bir gelişme atılımı olarak 1955 yılında 6595 sayılı kanunla İzmir’de kurulan Ege Üniversitesi’nde, faaliyete geçen Fen Fakültesinde yer alan genel ve sistematik botanik kürsülerinin çalışmalarıyla oluştuğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Çünkü burada da, kısa sürede modern botanik ihtiyaçlarının gerektirdiği şekilde mütevazi de olsa botanik kürsü binaları inşa edil miş, bir herbaryum gerçekleştirilmiş, bir küçük bahçe kurulmuş ve birkaç yıl içinde bir çekirdek
kadronun oluşmasında etkin bir gayret ve başarısı küçümsenemeyecek bir çalışma ortaya konmuştur. B u son kademedeki ilerlemem/) Türkiye’nin gene) konjonktüründe 950’den sona gerçeklenen gelişmelerle paralel başladığını ve genel üniversiteleş-me hareketi ile tamamen aynı çizgide bir gelişim seyri takip ederek; Hacettepe, Ortadoğu, Atatürk, Ziva Gökalp, Çukurova, Selçuk, hatta Elazığ Üniversitelerinde de belli ölçülerdeki şekilleniş biçiminde botaniğin gelişip filizlenişini meydana getirmiştir. Ayrıca bu dönemde Anadolu, 19 Mayıs, Cumhuriyet, Trabzon, Bursa gibi birçok yeni üniversitelerde de en azından giriş niteliğinde de olsa öğretim gerekliliği açısından botanik bilim dalında bazı kadrolaşma ve oluşumlarla belirlenen gelişmelere rastlanmıştır.

Ayrıca Cumhuriyet döneminde; başta Rehinger, Huber-Murath ve Davis gibi yabancı botanikçilerin gezilere dayanan yayınlarıyla da botanik biliminin gelişmesine katkıları önemli olmuş ve halen Türkiye florasının en temel kaynağı sayılan 12 ciltlik “Flora of Turkey” adlı eser de, Edinburg Üniversitesi öğretim üyelerinden Davis’in gayretleri ile bu dönemde ortaya konmuştur.

B ütün bu çalışmalar sayesindedir ki, Cumhuriyetin başlangıç yılında 4-5 müderris ve müderris muavini durumunda olan botanik biliminin insan-gücü, bugün kabaca 30 kadar Profesör, 50 kadar Doçent, 100 ün üstünde Doktor Asiştan ve Asistan düzeyine ulaşmıştır. 40’a yakın botanikle ilgili şu veya bu konuda Türkçe ders kitabı yayınlanmış, gerçekleştirilen pekçok araştırma sonuçlarına ilişkin yurt içinde ve yurt dışından yayınlanan yüzlerce makale ile botanik bilimimizin milli kaynakları zenginleştirilmiştir.

Bugün birkaç merkezde küçümsenmeyecek çekirdek niteliğinde de olsa, oluşan botanikçi kadrolar, oldukça müsait binalarda, mütevazi de olsa hizmete sokulmuş botanik bahçelerinden kitaplıklarından ve herbaryumlarından yararlanma imkanına sahip bir gelişme düzeyine ulaşmışlar ve istenirse botanik biliminin de batılı anlamı ile, küçümsenemeyecek birçok ciddi, seviyeli çalışmanın yapılabileceği imkânlara kavuşturulmuşlardır.
Vücudun hastalıklara karşı başlıca bağı-şıklık sistemi (immune systeme), kendini stres dediğimiz, baskı’nm zararlarına karşı savunamıyor. Uzun süren stresler, vücudun normal bağışıklık gücünü kırarak bir çok hastalıkların, bu arada kanserin oluşumuna yardım ediyor.

San Fransisco’da bir tıp merkezinin şefi olan Dr. David Sobell, streslerin Hypothala-mus’da değişimlere neden olduğunu ileri sürüyor. Hypothalamus, beyinde minik bir bölgedir; pituit ve diğer salgı bezlerinin hormon salgılamasını stimüle etmektedir. Hypothala-mus’un bağışıklık sistemiyle ilişkisi henüz tam aydınlığa kavuşmamıştır.

Baskı karşısında insan ve hayvanda oluşan hormon salgılaması vücudu uyarıyor; nabız ve tansiyon yükseliyor, solunum hızlanıyor. Hormon salgısının yüksek düzeyde kalması tansiyonu olumsuz etkiliyor, böbrek hastalığı ve diğer bazı sağlık sorunlarına neden oluyor.
Şüphesiz, panoramik bir tarzda sergilemeye çalıştığımız bu gelişim çizgisi içinde bir değerlendirme yapılınca, Cumhuriyet döneminde önemli bir gelişmenin ortaya çıktığını söylemek pek hatalı olmaz. Ancak o yandan bu yana geçen yarım asın aşan zaman ile devletçe esirgenmeyen geniş imkânlar düşünülünce, bu gelişmeler tatmin edici olmuş mudur sorusuna tam ikna edici bir cevap bulmak mümkün değildir. Çünkü, dünyamızın moleküler botanik dönemine girdiği günümüzde, bizim milletçe elân Klâsik Botanik sorunlarımızı bile ele alamayışımız ve halledemeyişimiz çok büyük bir eksikliktir. Ayrıca Cumhuriyet dönemimizde bilim için milletçe yapılan bütün fedakârlıklara ve sarfedilen bunca gayretlere rağmen, farklı ulus bilimcilerinin beynelmilel organlarda yayınladıkları yıllık araştırma sayısına dayanan, “Uluslararası Bilimsel Etkinlik Çizelgesi” nde sürekli alt sıralara doğru iniş göstermekte olunuşu çok düşündürücü bir sonuçtur. Kesin olan husus, birçok bilim dalında olduğu gibi, botanikte de daha çok gelişmeye ve bunu süratle gerçeklemeye mecbur oluşumuzdur. Bunun içinde yeni bir yol, yeni bir hız ve işe koyulmamızı sağlayıcı, milli hizmet aşkımızı bileyen gayretle, misyoner ruhu ikâme edici yeni bir düzenlemeyi sağlayacak bir çalışmanın içine girip, ciddi bir atılımı pekçok işimizde olduğu gibi, “Botanik Bilimi”nin gelişmesinde de mutlaka gerçeklemek zorundayız.
Avustralya’da yapılan bir araştırmada, eşini kaybetme nedeniyle fazla baskıya maruz kalan dulların, hastalık ve ölüm oranı daha yüksek bulunmuştur.

Stres üzerine araştırma yapan öncü bilim adamlarından Dr. Hans Selye, stres altında kalan farelerin, adrenal gudde kabuğundan salgılanan “corticosterone” hormonunun fazlalığını saptamıştır. Normal olarak corticoid’-ler vücudu enfeksiyona karşı korurlar; fakat bu hormonun yüksek düzeyde sürekli salgılanması, vücudun bağışıklık gücünü kırabilir.

Stres nedeniyle bir başka değişim T-lymphocyt’lerin azalması olarak görülüyor. Bu beyaz kürecikler antikor (antibodies) lant üretiminde rol oynarlar ve organizmanın tümörlere karşı korunma sistemini oluştururlar Araştırıcılar, T-lymphocyt’lerin yüzeylerinde nörohormon bulunduğunu saptadılar. Böylece bu hücreler beyinden kimyasal mesajlar alırlar. Bu mesajlar stres’lerle ilgili de olabilir

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*