yükseklerde uçar

çından daha yükseklerde uçar. Bundan dola­yı hava ısısının yükselmesini beklemek zo­rundadır, çünkü serin hava kütlelerinin akımı sürdükçe kuşun gıdasını sağladığı böcekler­den hiçbiri ortalıkta gözükmez.

Kuşlar esasen yolculuğa günlük gıda “ta- yın”larını arttırarak hazırlanırlar. Bu şekilde vücutlarında toplanan yağlar, bütün yolculuk boyunca kullanılacak enerji depolarını teşkil eder. Çizgili çalı bülbülü bu bakımdan tipik bir örnektir. Batı Kanada ile Güney Ameri­ka’nın doğusu arasındaki yaklaşık 10000 ki­lometrelik yolculuğu boyunca birkaç yerde konaklar. Birinci durağı Birleşik Amerika’­nın Massachussets eyaletidir. Orada iken gıda depolamaya devam eder. Güneye doğru ha­reket ettiği anda 20 ilâ 23 grama, yâni nor­mal ağırlığının hemen hemen iki katına eriş­miştir. Gri çalı bülbülü ve bahçe çalı bülbülü hemen hemen aynı şekilde davranırlar. Bo- bolink kuşunun durumu daha dikkate değer­dir. Kuzey Amerika’nın bu göçmen kuşu gı­da rejimini yolculuğu boyunca değiştirir, diğer deyimle önüne geleni tadı değişik diye geri çevirmez. Bu yüzden yolculuğu esnasın­da o derece yağ bağlar ki kendisine “yağ kuşu” lakabı takılmıştır.

Kırlangıçlar önceden depo yapmazlar, bu da hayat tarzlarıyla ilişkilidir. Yol boyunca Tasladıkları böcekleri yutarak “ikmal”lerini sağlarlar. Bundan dolayı çölü en büyük sür’- atle aşmaları gerekir, çünkü çöl üzerinde hiç­bir böcek bulunmaz. Ayrıca bazı “küçük şeytanlar “da işe karışır. Meselâ hava korsanı bir çeşit iri martı diğer göçmen kuşların yol­larını keserek ağızlarından yemlerini kapar. Bu “maffia” çok iyi teşkilatlanmıştır. Bü­yükleri Bassan martısına saldırırken daha kü­çükleri stern’leri hedef alırlar.

Görüldüğü gibi, bu çeşit yolculuklar iyi bir fiziksel hazırlığı gerektirir. Ancak akla bir soru daha gelmektedir: Bu kuşlarda göç iste­ğini uyandıran ve onları direnmeksizin yola çıkmaya zorlayan “çalar saat” nasıl işlemek­tedir? Ne zaman yolculuk saatini çalmakta­dır? Meselâ guguk kuşu, temmuz gelir gel­mez bavullarını toplamaya başlar. Bu, üreme mevsiminin sonuna doğrudur. 31 Ağustosta ise artık tamamen ortadan kaybolmuştur. Fizyologlar yaz sonlarında gün aydınlığı sü­resinin kısılmasının bir uyarıca etki yaptığın­dan şüphelenmiş ve kuşların gonadlarının yâni erbezi ve yumartalıklannın yılın mevsi­mine göre büyüyüp küçüldüğünü tesbit etmiş­lerdir. Bunların boyu ilkbaharda en büyük, kış ortasında en küçük değere erişmektedir. Aydınlık süresi varsayımını doğrulamak için birkaç kuş üzerinde bazı deneyler yapıldı.

m« nwwırır ir – ■ 11- f w mmüm mbmh—

PARİS

GÜVERCİNLERİNİN

PUSULASI

ŞAŞIRTILACAK

M                             M

Güvercinlerde manyetik bir pusula olduğunun keşfi, can sıkıcı bir prob­lem üzerinde yapılan çalışmaların tam üstüne geldi. Yıldan yıla çoğal­makta olan Paris güvercinleri kamu yapılarını kirletmekte, tarihi anıtlara pislemekte ve bazı bulaşıcı hastalıklar taşımaktadır. Şimdiye kadar ne kim­yasal ne de mekanik tuzaklar sayıları­nı mâkul bir hadde indirmeye yetme­miştir. Eğer güvercinlerle yapılan mü­cadelede elektro manyetik dalgalar kullanılırsa, bu uçucu kuşların yön bulma hissini bozmak mümkün ola­caktır. Nitekim bu itici dalgalar gü­vercinlerin pusulasını alt üst edebilir. Bu dahiyane metot,Paris Belediye Sa­rayı civarında ve başkentin çeşitli pa­zarlarında kısa bir süre sonra denene­cektir.

Alacalı Juneo kuşlan iki gruba aynlarak bi­ri tabii ışıkla, diğeri yapay ışıkla aydınla­tılmış kafeslere kondu. Sonra hayrete değer bazı gözlemler yapılabildi. Tabii gün ışığına mâruz bırakılan kuşlarda şiddetli bir göç is­teği uyanmıştı. Diğer grupta ise aydınlık sü­resi yapay ışıkla devamlı olarak uzatılarak kuşların davranış biçimleri önemli ölçüde değiştirildi. Sonunda kuşlar yeniden üretken oldular.

Son yıllar içinde kuşların düzenli bir gi­diş-dönüş şeklinde göç yolculuklarını yap­malarını sağlayan bir çok olağanüstü meka­nizma ortaya çıkarılmıştır. Manyetik alana göre yön bulmaları herhalde az şaşırtıcı bir keşif sayılamaz. Kuş bilimciler bu mekaniz­mayı ayrıntılanyla açıklayabilirlerse belki de kuş göçlerinin sırrını çözmüş olacaklardır.

Sciences et Avenir’den çeviren: Dr. Ergin Korur

Başlangıçta ikisi de eşit yaratıl­mıştı, fakat madde üstün geldi.

E

vrenin neden böyle olduğu, insan so­yunun en üstün beyinlerini her zaman meşgul etmiştir. Örneğin, Albert Einstein, tanrının dünya ile kumar oynamadığım söy­leyerek, evrenin böyle olması gerektiği için böyle olduğunu, başka türlü olamıyacağmı belirtmiştir. Şu anda Einstein’ı doğrulamak­tan uzaktayız. Fakat geçen bir kaç yıl içinde elementer partiküllerin gizli dünyası çok önemli bazı aydınlatıcı bilgileri bize verdi.

Uzayımızın yapısı hakkındaki sorular ara­sında, onun madde ve antimadde yerine ne­den yalnız maddeden oluştuğu da bulun­maktadır. Madde / antimadde tartışmasının

1  Ağustos 1932 de Kalifomia Teknoloji Ens­titüsünde çalışmakta olan Cari Anderson isimli genç bir araştırmacının, elektron ile aynı kütlesi olan negatif yük yerine pozitif yüklü bir taneciği keşfetmesi ile ortaya çıktı-

ğı söylenilebilir.

Anderson ;juna pozitron adım verdi. Bu yeni taneciğin an ti madden in ilk parçacığı olduğu bulgusu, kısa bir sürede O na 1936- daki Nobel Armağanını kazandırdı.

Daha sonraki araştırmalar gösterdi ki, po­zitron, bir özellik dışında tıpkı pozitif bir elektrondan beklenilebilen davranışları gös­termekteydi. Bir pozitron adi bir elektron ile çarpıştığında, ikiside, “yok olma” diye adlandırılan mikroskopik bir patlama ile kaybolmakta ve bütün bu parçacıkların ener­jisi X – ışınına dönüşmekteydi.

Bu yok olma olayım göz önünde canlan­dırmanın en kolay yolu, belki de, düz bir toprak parçasından kazma işlemi ile toprak çıkarmayı düşünmektir. İş bittiğinde bir ta­rafta bir yığın toprak, diğer tarafta bir çukur oluşacaktır. Bu madde ve antimaddeye öz­deş bir durumdur. Çukur yığın toprak ile doldurulduğunda

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*