EN BÜYÜK ECZANE: DOGA
Aydın SEZGİNER
i Ikokul öncesi yaşamım büyük bir bataklığa I yakın oldukça geniş bir evde geçti. Büyükannem her gece yatmadan önce evdeki bütün çocukları toplar ve bilmediğim bir takım bitkilerden hazırladığı bir suyu süngerle vücudumuza sürerdi. Anımsadığım kadariyle bataklıktan gelip sürüler halinde evde dolaşan sivrisinekler bizler için bir sorun yaratmazdı. Ama akşamları bu ilâç- lama töreninden kaçan misafir çocukların ertesi günkü sivrisinek ısırıklariyle dolu korkunç görünüşleri hâlâ gözümün önündedir.
Üniversiteyi bitirince bir Orta Anadolu köyü yakınında kurulan şantiyeye ilk giden ekibin içindeydim. Kampta bizi ilk karşılayanlar sivrisinekler oldu. Ertesi günü hepimiz ilâçlama töreninden kaçan çocuklara dönmüştük. Hatırıma Büyükannemin ilâcı geldi, ne var ki, kadıncağız hiç birimizin formülünü almayı düşünmediğimiz ilâcının sırriyle beraber toprak olmuştu.
Durumu merkeze bildirdiğimizde bize ertesi günü yeterli sayıda cibinlik ve üzerinde D.D.T. Dichlor Diphenol Trichlorethan yazılı bir varil dolusu toz gönderildi. İkinci yaz şantiye ve köy civarında sivrisinek yoktu ve şantiyede kaldığım 5 yıl içinde bu konuda bir şikâyetle karşılaşmadık. O günlerin harika ilâcı tesirini göstermişti.
Aradan 20 yıl geçti, meslek hayatıma ilk başladığım köye eski dostlarımı görmek üzere bir ziyaret yaptım. Gece bana köy odasında cibinlikti bir yatak veren köy muhtarı soru sormama gerek bırakmadan “Bey” dedi “Şimdiki sinekler senin ilâçlara alıştı. Başka ilâçlar verdik, bu sefer bebeler zehirlendi. Ne yapalım sineklerin de bu dünyadan nafakası kesilmemiş”.
Bu kaderci felsefe esasında muhtarın değil, doğanın bilincini hesaba katmadan doğa dengesini kendi yönüne çevirmeye çalışan insan bilincinin yenilgisini simgeleyen felsefeydi.
Doğanın bilinci varoluştan beri bir denge düzeni kurmuştur. İnsan bilinci bu düzeni kendi yararına değiştirmek istediği zaman ya doğanın yöntem ve yasalarının gösterdiği yoldan gidecek veya doğanın denge düzenini korumak için alacağı önlemlerin sonuçlarına katlanacaktır.
D.D.T. gerçeği insanın doğa paralelinden çıkmasının ilk ve son örneği değildir. Antibiyotiklere alışkın mikroplar, zehirlenmeler, allerjiler, doğa kirlenmesinin yarattığı hastalıklar, yan tesirli sentetik ilâçlar, Cüzzama karşı kullanılan sentetik ilâçların getirdiği yeni tehlikeler ve sonuç olarak düşüncesiz atalarının bir anlık rahatlarının faturasını hayatlariyle ödeyen nesiller.
insan hayatı bu şekilde tehlikeye girince, 1960’larda birçok gelişmiş ülke böcek öldürücü ilâçlardan başlayarak etkin denetleme yasaları yürürlüğe koydu. Sentetik ilâçlar bazı koşullarda kimyasal niteliklerini uzun yıllar koruyorlar ve umulmadık bir zamanda, umulmadık bir yerde zehirleyici etki yapıyorlardı. Böcek ve sinekleri temasla öldüren ilâçlar ise kuş, kedi, köpek gibi ev hayvanlarına ve hatta küçük çocuklara zararlı oluyordu.
Bu gibi durumlara karşı Birleşik Amerika’da konan denetleme yasaları karşısında, Orta Afrika’nın dağlık bölgelerinde çok miktarda yetişen “Chrysanthemum cinerarielfolium” adında bir bitkiden çıkarılan Pyrethrum maddesi, gelişmiş memleketlerde üretilen böcek öldürücü aerosol- lerin ana maddesi haline geldi. Bu bitkiye Türkiye’de “Pirekapan” denmekte, Trakya ve Balkan dağlarında yetişmekte olup eskiden beri eriyik veya toz durumunda, bağışıklık yapmayan, insan ve diğer memelilere zarar vermeyen, bir böcek öldürücü olarak kullanılmaktadır. Eğer bu ilâç bir Balkan göçmeni olan büyükannemin ilâcı idiyse olaya insan bilincinin eskiye dönerek doğa bilinci ile bütünleşmesi olarak bakabiliriz.
Eskiye dönüş olsun olmasın doğanın kuvvetlerini doğanın yöntemleriyle insan yararına kullanmak insanlık kadar eskidir.
Son iki asırda ekonomik veya bilimsel nedenlerle sentetik ilâçların kullanılmasına başlanmadan evvel hastalıklar, bitkisel, hayvansal veya doğal inorganik kökenli ilâçlarla tedavi ediliyordu.
Sümer Uygarlığına ait ve 4000 yıl önce yazılmış Nippur tabletlerinin önemli bir bölümü ilâç
tarifelerini kapsamaktadır. Bu reçetelerde bitkisel maddeler olarak mersin, incir, kekik, hardal, söğüt, sakız ve armut, hayvansal maddeler olarak kuş gübresi, koyun yünü, öğütülmüş yılan derisi ve işkembe, inorganik maddeler olarak çeşitli tuzlar formüllere en çok giren elemanlardı. Sümerler bu maddeleri su, şarap veya birada eriyik haline getiriyor, bazen de damıtma veya presleme uygulayarak konsantre ediyorlardı. Önemli noktalardan biri de bu tabletlerdeki tariflerin bugünkü reçete anlayışı içinde yapılması yani dinsel veya büyüye dayanan dua, söz, davranış gibi yöntemlere konu edilmemesiydi.
Bu konuda ikinci önemli belge Ebers papirüsleridir. 1872 yılında Mısır tarihi uzmanı, Alman Ceorge Ebers’in Mısır’da bir antikacıdan satın alıp bilim âlemine sunduğu bu belgeler 3500 yıl öncesine aittir Diğer kültür belgelerindeki benzerliğe rağmen Mısır-Sümer eczacılığı arasında, yerel maddelerin farkı nedeniyle, çok az bir benzeşim vardır. Ebers Papirüsleri eskiden beri kullanılmakta gelen Hint yağı, Nar suyu, Bakır tuzları gibi klasik eczacılık reçeteleri yanında modern tedavi alanına