HOLOGRAFİ VE BEYİN TEORİSİNDEKİ SON GELİŞMELER

HOLOGRAFİ VE BEYİN TEORİSİNDEKİ SON GELİŞMELER

Aydın ARITAN

 

 

 

 

H

olografi, Laser ışını ile gerçekleştirilen üç boyutlu bir fotoğraf tekniği. Işıktan oluşan bir resim diye de adlandırılabilecek bu yöntemle bu güne dek bildiklerimizden çok başka türlü resimler çekmek mümkün. Amacımız holografi tekniğini yeniden anlatmak değil, bu buluşun beyin teorisi üzerindeki gelişmeleri nasıl etkile­diğini göstermek.

Hologram, yani üç boyutlu, çevresinde dolaşılabilen ve her bakılan yanından değişik bir gönüşü ile algılanan bu fotoğraf Laser ışını kullanılarak elde edilir. Fotoğrafı alınacak cisme yöneltilen Laser ışını, özel bir ayna yardımıyla ikiye bölünür. Bu ikiye ayrılan İşığın birinci bölümü cismin üzerine yöneltilirken, İkincisi ise yalnızca cisme verilir ve ondan yansır.

Cismin çevresini dolanarak, arkadaki ayna­dan yansıyan Laser ışınları aynı dalga boylarını korurken, cisme çarpıp da geri gelenler kendi dalga boylarından çıkmışlardır, iki ayrı dalga boyundaki ışınlar film üzerinde yeniden karşıla­şınca dalgalar kesişirler. Bu kesişim ve girişim sonucunda yükselen yerlerde birbirlerini kuvvet­lendiren, karşıt dalga boylarında ise birbirlerini zayıflatan dalgalardan oluşan bir örnek kaydedilir filme. Bu değişime uğramış dalgalardan elde edilen ve Hologram’ın plakası (film) üzerine işlenen görüntü Hologram’ın negatifidir. Ama bu bildi­ğimiz film negatifine hiç benzemez. Plaka üzerinde görülenler, uzaklı yakınlı noktacıklar, düzensiz bazı şekiller ve çizgilerden başka bir şey değildir. Çıplak göze anlamsız gibi gelen bu dalgalar ve çizgilerin üzerine yeniden bir Laser ışını yollanacak olursa, bu ışınların dalgaları Hologram plakası üzerindeki dalgalara çarparak odanın içine geri döner ve orada daha önce “ışınlanan” cismin boşlukta üç boyutlu bir resmini çıkarırlar ortaya.

Bu Hologram plakasının (filminin) en önemli özelliği, bir bölümü koparılsa, yarıya bile bolünse, Laser ışını ile ışıklandırıldığında geride kalan bölümün kaydedilmiş cismi bir bütün olarak canlandırabilmesindedir. Yani plaka üzerine kaydedilen görüntü, bildiğimiz fotoğraf ya da resimlerdeki gibi tüm yüzeye, her karece ayrı bir bölümü gelmek üzere yayılmaz Hologram’da her kare aynı anda bütün verileri tek başına içerir Yani her tek bölüm, bütünü ayrı ayrı hafızasına kaydeder. Bu nedenle koparılan ya da ayrılan bir bölüm, bütün görüntünün eksikli olmasına yol açmaz. Üç boyutludan öte düşünemeyen insan aklı için kavranması zor bir olgu bu. Bir Hologram plakasını küçük bir nokta kalana dek küçükseniz bile oraya kaydedilen resmi yeniden üç boyutlu olarak canlandırmak mümkündür Diğer parça­ların eksik olması ancak resmin netliği üzerinde etkili olacaktır Yani cisim aynen ortaya çıkar, ama ilk hali kadar net değildir artık. Her kare tüm enformasyona (bilgiye) sahiptir çünkü ve diğerle­rinin eksikliği onların bilgisinin yok olmasına değil, ancak görüntünün parlaklığının azalmasına yol açar.

işte son yıllarda yapılan araştırmalar insan beyninin de Hologram’la aynı temel ilkelere göre I işlediğini ortaya koymuştur, insanın en çok merak edilen, en çok araştırılan, ama üzerinde en az şe\ bilinen organı beynidir şüphesiz.

Beyin teorisinde bilim adamlarını son yıllarda uğraştıran üç temel sorun vardı:

1)     Bunlardan birincisi hafızanın işlev; mekanizmasıydı. Eski düşünürler uzun yıllar beyinde nasıl görme, duyma, işitme v b. belir; bölgeler varsa, hafıza için de beyinde böyle kesin bir bölgenin var olduğuna inanmışlar, bilin- adamları da bu bölgeyi umutsuz bir çaba\,£| aramışlardı. Ama son yıllarda yapılan araştırmaia- beynin bir kütüphane ya da bir bilgi-sayar gö I olmadığını ortaya koymuştur. Belirli anılar ve izlenimler belirli bölgelerde yer etmiş değillere insan beynince kaydedilen her yeni veri, tü-rJ beyne birden yayılıp, dağılıyordu. Çünkü bev:–l den bazı bölgelerin çıkarılması ya da zedelenn-^4 ler belirli şeyleri unutmaya yol açmıyordu. Feqj geçiren ve beyninin yarısı işlemez hale gelen b evine geldiğinde ailesinin yarısını tanıyıp, yar.s.* tanımamazlık etmiyordu hiç bir zaman. “O ha d diye düşündüler beyinle uğraşan uzmanlar “madem ki hafıza ya hiç kaybolmuyor (zayıfla­ması dışında) ya da tümden yok oluyor, artık beyne bir fotoğraf albümü gibi düz ve üç boyutlu bakmaktan vazgeçmek gerek ”

2)  ikinci sorun, beynin algılamadaki esneklik yeteneğiydi Beyin gibi bölümleri, sinirleri birbirine sıkı sıkıya bağlı, büyüklüğü ve ağırlığı belirli bir yaştan sonra değişmeyen bir “sabit” organın, cisimleri uzaklık ve perspektif engelle­rine bağlı kalmadan yeniden tanıyabilme yetisinin nasıl işlediğini bir türlü anlayamıyordu bilim adamları.

Nesneler nerede, nasıl ve hangi durumda bulunurlarsa bulunsunlar, beyin önceden görüp, bildiği bir nesneyi hemen tanıyabiliyor. O ilk gördüğü biçiminden çok değişik bir açı veya uzaklık beyin için engelleyici olamıyor. İşte kendisi hiç değişmeyen bu organdaki algı esnekliği acaba ne ile açıklanabilirdi?

3)   Uzmanların çözemedikleri üçüncü konu ise, bazı yeteneklerin çeşitli organlara aktarıla- bilme özelliğiydi. Sağ kolu yazamaz olan bir kimse, yazma yeteneğini kolaylıkla sol eline geçirebilir. Ya da hiç elleri olmayan kimselerin ağızları veya ayakları ile yazı yazabildikleri görülmüştür. Bu nasıl oluyor, yazma ile ilgili beyin hücreleri nasıl oluyor da, bunu alışılan organlar yerine başka organlara nakledebiliyorlar, kendilerindeki bu bilgi birimlerini? Tek cevap “yazmak üzerine edinilen bilgilerin beynin çeşitli yerlerine dağıldığı, ama gerekmedikçe bunların hiç kullanılmadıkları” biçimde olabilir.

Holografi tekniğinin bulunması bu çözümü olanaksız gibi gözüken sorunların tümüne birden cevap getiriyor.

Beyin konusunda unutulmaz çalışmalar yapmış olan Sir John Eccles bir makalesinde: “Beyin hücreleri arasındaki alış verişi sağlayan sinapsların iletişimi diğer sinir hücrelerinden soyutlanmış olarak oluşmaz. Çelen bir akım sinir hücresinin tüm kollarına yayılır ve bu elektriksel akım bazı kimyasal değişimler aracılığı ile diğer hücrelere aktarılırken dalgalar ortaya çıkar” diyordu, işte bu dalgalar başka yönlerden gelen, diğer hücrelerin yayınladığı dalgalar (bilgi birim­leri) ile karşılaşınca birbirleriyle kesişirler. Tıpkı Hologram plakasında olduğu gibi bazı motifler, yani girişim (interferans) örnekleri doğar. Kısaca beyin ile Hologram arasında böylesine bir benzerlik ve beraberlik vardır.

Bu paralellik bir kez kurulduktan sonra, geleneksel beyin teorisinin bir türlü üstesinden gelemediği sorunları cevaplamak kolaylaşır.

Madem ki beyin Hologram plakası gibi kesilip, parçalansa bile bilgi değerini tümüyle yitirmiyor, o halde beyindeki anı ve izlenimlerin, kısaca hafızanın da neden beynin bir kısmı zedelense bile yok olmadığı ortaya çıkıyor demektir. Yine aynı yolla , beynin algı esnekliği ve bilgi transferi yetilerinin de nedenini, nasılını açıklamak mümkün.

Hafıza denilen ve kesin tanımlanamayan şey beynin bir bölümünde yer almaz. O aynı bir Hologram gibi çeşitli dalgaları saklayan bir plakaya benzer. Dış dünyadan tanıdığı, bildiği ya da onlara benzeyen bir dalga boyu alınca, hafızada kayıtlı olan dalgalardan bu frekansa uyum gösterenler bir tepki gösterirler. Böylelikle hatırlama ve hatta düşünme dediğimiz olaylar doğar, özetle, insan olarak gösterdiğimiz tepkiler beynimizdeki veriler ile dış ya da iç dünyadan gelen etkiler (uyaranlar) arasındaki uyum ve rezonanstan doğan bir alış-veriş işlemidir.

Bir Holografi plakasına bir çok Hologram’ı üstüste kaydetmek mümkündür Sonradan verilen laser ışını plakadaki değişik Hologram’lar arasın­dan yalnızca kendi dalga boyuna uygun olanı hareketlendirip, oda içinde belirmesini sağlar. Bu arada plakadaki diğer Hologram’lar değişip, bozulmadan orada kalırlar. Hafıza da aynı biçimde işler. Tüm kayda geçmiş algılar hafızada (beynin tümüne dağılmış olan) bozulup, kaybol­madan saklanırlar. Her yeni bilgi ya da algı orada kendi dalga boyundaki dalgalarla ilişkiye girer. Bu yolla hem öğrenme, hem hatırlama, hem de düşünce eylemleri gerçekleştirilmiş olur.

Anlattığımız işlemleri ille de tek bir dalga boyu ve üç boyutlu bir mekân/zaman ilişkisi içinde düşünmek anlamamızı, kolaylaştırır. Ancak gerçekte bu karşılıklı alış-veriş çok boyutlu ve karmaşık bir sistem içinde sürer Tek tek dalgalar biraraya gelince bazı kompleks yapılar, değişik çatılar oluştururlar. Yani insan beynini düz bir Hologram plakası gibi düşünmek yanıltıcıdır. Beyin tek tek her dalga boyunda yayın alıp, verebilmesinin dışında, tüm dalga boylarının birleşmesinden doğan bir de genel frekansa sahiptir. Hatta bu, dalgaların matematik topla­mından da öte bir titreşim düzeyidir, işte insanlar arasında sevgi ve sempati doğması da beyinlerin karşılıklı yaptıkları yayınlar ile yakından ilgilidir.

Bir bilginin küçük bir bölümü tüm bilgiyi de içerdiğinden, beyinde bilgileri kodlama ve saklama işlemlerinin hem az yer tuttuğunu, hem de hızla işlenebildiğini anlamamız kolaylaşır Bir sürü detay ve ayrıntı yerine, bir kaç genel kuralı kodlayıp, saklamak hem zaman, hem de mekân açısından yararlıdır. Nitekim bilgi-sayarlar da aynı yöntemle işlerler. Spritüalistlerin sözünü ettikleri “Akashik kayıt”lar da, olaylardan elde edilen bilgi ve tecrübelerin özünün, ana hatlarının insan ruhunda hiç yitirilmeden yaşamlar sürdüğünce saklanabilmesi gerçeğinin dile getirilmesidir.

Hologram görüldüğü gibi bazı felsefi sonuç­lara, dahası mistisizme dek varan düşüncelerin kaynağı olmaktadır. Çünkü evren de böyle dalgalardan, değişik frekanstaki titreşimlerin çeşitli yoğunlukta biraraya gelmelerinden oluş­muştur. Kuantum fiziği, bu titreşim birimlerinin belirli yoğunluklarda birleşmelerinin boyutları ve bu arada bizim bildiğimiz maddeyi var ettiğini söyler. Yani beynimizle fizik evrenin yapıları ve işleyişleri birbirinin aynıdır, Holografik’tir.

Ama biz dış dünyayı böyle dalgalar olarak değil de, resimler ve nesneler biçiminde algılarız. O halde dış dünya ve tüm algıladıklarımız hani bir zamanlar Berkeley’in dediği gibi gerçek değil de bir yanılma mı?

İnsanın tüm duyuları şu ya da bu biçimde merceksi olarak işler. Mercek izlenilen şeyi uzaktan, bir aracın yardımıyla algılamamıza yol açar. Yani her algıya dıştan bakarak yaklaşılır. Doğrudan yaşamak veya içimizde hissetmek yerine bir perde arkasından izleriz biz evreni. Ama Kuantum fiziği maddelerin yalnız parçacıklar biçiminde değil, aynı zamanda dalgalar olarakta davrandığını ortaya çıkarmıştır. Bir zamanlar Einstein bu ikiliği ortadan kaldırmak için çok uğraşmıştı Fizikçi David Bohm bu dalgasal davranış biçiminin Hologram’a çok benzediğini ileri sürüyor Bu algı biçimi ise mercekle gözlemlenebilenin çok ötesinde yer alıyor.

özetlersek, biz dünyayı nesneler ve resimler olarak algılarız. Çünkü duyularımız ve beynimiz böyle organize olmuşlardır. Ama bu dünyanın gençekten de böyle olduğu anlamını taşımaz! “Dünya görüldüğü biçimde değildir” demekte yanlış olur.

Cerçek tek değildir. Dünya ve evren bizi — algıladığımız biçimiyle vardır ve reeldir. Ama or_ algılamanın bir başka yolu daha vardır. Bunun içinse evrene mercekler sistemi dışında bakmat gerek. Yani mistiklerin yaptığınca olayı kene içinde yaşamak, başka bir gerçekliğe açılmak.

Hologram teorisinin gelişmesine büyük kat­kıları olan Stanford Üniversitesi profesörlerinde^ Kari Pribram şöyle söylüyor: “Frekanslar alanında bildiğimiz anlamda zaman ve mekân yoktur Herşey sanki aynı anda ve birden oluverir. Bu ise normal ile normal ötesi davranışlara yeniden bir bakmak gerektiğini gösteriyor bize. Sanırı- Hologram ile ilk kez mistik yaşantıyı, bilinenır ardındaki gerçeği bilimsel yolla açıklamak olana­ğına kavuştuk”.

Leibniz perceresiz ve bölünmez bir birirr olan “monad”lardan bahseder felsefesinde. Ve Tanrı’nın da bir “monad” olduğunu ileri sürer. Sor bilimsel buluşların ardından penceresiz yerine merceksiz demek daha doğru olacaktır. Monado- loji’de her “monad” ın özünde öteki “monad”ların her biri temsil edilmektedir ve her “monad evrenin bütününü kendisinde taşır, evrenin bir aynasıdır. Tıpkı Hologram’da olduğu gibi bölüm aynı zamanda tümü de içeriyor. Ne dersiniz “Tanrı insanı kendi suretinden yarattı” sözü acaba gerçek mi oluyor, Holografi tekniğini bildikte- sonra?

Kaynaklar: 1-Psychologie Heute: Sayı, Ekim 1979 Sayfa, 32-42.

2-            Plans         and the Structure of Behavior: Kari Pribram, 1960.

3-                 Scientific               American: Sayı: Ocak 1969. Sayfa 73 Karl Pribram: The neurophysiology of remembe­ring.

4-                Denken, Lernen, Vergessen: Frederic Vester Mart 1978. Sayfa, 82-85

Felsefe     Tarihi: Macit Gökberk, Aralık 197- Sayfa, 315-333.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*