Oluşum sırasında bitkiler, değişik yaşam koşullarına uyma açısından, belirgin bir olumluluk gösterdiler. Yaşam için gerekli olan temel gereksinmeler, onları toprağa çeşitli şekilde bağladı. Güneşten enerji, havadan oksijen ve karbon dioksit, topraktan su ve çeşitli mineraller bunların başlıcalarıdır.
Etyiyici bitkileri incelerken göreceğiz ki bizi en çok ilgilendiren yaşam çevreleri, genellikle asitli, mineral yönünden fakir, bataklık, taze suyla beslenen çayır ve savanlardır. Böyle özellik gösteren yerlerde bitkiler arasında etoburluk yaygındır.
Taze suyla beslenen birçok çayır ve bataklığın bitki örtüsü, zenginliği ile, görenleri büyüler. Buralarda yosun, eğreltiotu, orkid gibi türler bulunur. Toprak nemli ve siyah görüntüsüyle çok besleyici izlenimi bırakır, fakat bu toprakların kimyasal analizi çoğunlukla bu ilk etkiyi yalanlar, ilk önce, kahverengi suların son derece asitli olduğunu hatırlayalım. Asitli su ve bol yağış alan yerlerde kıymetli mineraller erir.
ikinci olarak, ılıman iklimlerde, yüksek oranda bulunan bakteriyel devinim ve mikroorganizmaların genellikle kıt olan mineral stokunu tükettiğini, daha büyük bitkilerin gereksinmelerine bırakmadıklarını hatırlayalım. Soğuk iklimlerde çürüme daha yavaş olur, fakat buralarda da ölü bitki ve hayvanların kalıntıları diğer canlılara gerekli mineralleri, çok yavaş çürüyen bünyelerinde tutarlar.
Üçüncü olarak, yakın gözlem sonucu koyu renk eriyik toprağın ince kum ve steril karbon ile kömürümsü bir maddenin bileşimi olduğunu görürüz. Böylelikle, bu tür koşullara kendini uydurarak yaşam sürdürüp, üreyebilen bitkilerin başka bir kaynaktan yararlanmaları gerekir. Mineral gereksinmesini gidermek için bazı bitkiler ufak hayvanları yemek ve öğütmek yeteneğini geliştirmişlerdir. Böcek ve hayvanları kendilerine ‘av’ yaparak, yetersiz koşullara uyum yapan bu bitkiler et yeme özelliğini kaİıtHn yoluyla kendinden sonrakilere geçirirler.
Geçerli olan ‘av’ sözcüğü bitkilerin yedikleri nesnelere verilen bir tanımlamadır, fakat bunlar, sezdirmeden ava yaklaşma gibi hayvansal bir özellik taşımazlar. Daha çok rastlantı sonucu veya çekici özelliklerine kapılan canlılardan yararlanırlar. Yakalandıktan sonra ‘av’ öğütülmeye başlanır. Kimyasal yönden öğütme iÇlemi, hayvanlardakiyle aynı gelişmeyi gösterir. Aynı zamanda çeşitli mikroorganizmalar, bakteriler, öğütülmeye başlanan maddeyi daha emilebilir parçacıklar haline getirmekte yardımcıdırlar.
Asrımızın hemen başlarında, öğütme işleminin, bitki kapanlarında başladığını kanıtlamak ve bu işlemin hangi yöntemle yapıldığını saptamak için deneyler gerçekleştirildi. Bu, çok emek verilen denevlerin sonuçları halen geçeriidir. öğütme işlemi için gerekli enzimler, biyolojik organizmaların kimyasal reaksiyonlarını, yaşama elverişli ısılarda, süratle sonuçlandırmak için, etkiler. Reaksiyonlar, daha karmaşık bileşiklerin sentezini kapsar. Birçok deney sonucu, etyiyen bitkilerin kapanlarındaki öğütme işleminden enzimlerin sorumlu olduğu anlaşılmıştır.
Enzimler, kapanın içindeki ‘av’a bir karşı koyma olarak mı, yoksa sadece açık bir kapanda çürümekte olan ‘av’ artıklarından mı türediler? Bu tür sorulara bilimde kesin cevaplar vereme
mek çelişkilere yol açar. Bazı türlerde, kapan içinde, enzim salgılayan özel bezler bulunduğu saptanmıştır. Başka türlerde ise aynı salgı bezlerinin bulunmasına rağmen, steril deney koşullarında, mikroorganizma üremediği için salgriama olmamıştır.
Bazı bitki kapanları, salgı hücresi olmaksızın, fonksiyonlarını sürdürürler. Türlerin değişik özellik göstermesi sonucu, öğütme işlemine ilişkin birçok soru yanıtsız kalmıştır. Bir kısım bitkilerin tümüyle kendi salgılarına güvenirlerken, bir kısmının bakteriyel devinime, bir kısmının da her iki yoldan besinlerini öğüttüğü sonucuna ulaşılmıştır.
Et yiyici bitkiler, hangi tür öğütülebilir maddeleri avlar, bunların hangileri bitki için gereklidir, hangilerini sadece avlar ve öğütür? Bitkiler bağlı oldukları yaşam ortamında bulamadıkları besinleri avladıkları canlılardan mı sağlarlar, yoksa gelişim sürelerince üretme yeteneğini yitirdikleri, birtakım daha karmaşık besinleri mi alırlar? Bu sorulara yanıt vermek için çalışmalar noksan ve çok bireyseldir.
Başta sözü edilen mineraller arasında, yeşil bitkilerin ençok gereksinme duyduğu nitrojen olup, fosfor ve potasyum sırasıyla onu izler, asitli toprakta kalsiyum’da yetersizdir.
Toprak ve bitki kimyasında her zaman ‘en önemli yeri nitrojen tuttuğu için bunun beslenme ve büyüme açısından en gerekli madde olduğu saptanmıştır. Fakat etyiyiciliğin temelinde diğer bazı maddelerin de rol oynayabileceği düşüncesiyle yeterli çalışma yapılmamıştır.
örneğin, gözlemler sonucu bitki, toprak ve av’daki potasyum dengesinin, etyiyen bitkilerdeki nitrojen oranıyla etkilendiğini görüyoruz. Araştırıcılar, zararız boyalarla bu bitkilerin emiş yeteneğini ölçmüşlerdir. Çoğunun hava ile temas eden yüzeyleri kalın, mumlu bir deri tabakasıyla örtülüdür. Sulu maddeler bu tabakadan çok yavaş veya hiç geçmemektedir. İlk farkedilen özelliklerden birisi, etyiyici bitkilerde emici iç yüzeylerin bu mumlu tabakadan yoksun oluşudur. Böylece boyalı sıvıların bitki içindeki yol alışı izlenebilmektedir. Çok kısıtlı koşullarda yapılan deneyler ancak bu tür ufak ayrıntıları gözleme olanağı vermiştir. Daha sonra radyoizotop izleyicilerin bulunuşu ile, radyoaktif madde yüklü olan bitkilerde, bazı maddelerin emilişi ve gerçekten kullanılışı izlenebilmiştir.
Daha sonra yapılan araştırmalar, yapay gübre ile bitkilerin beslenebildiğini, fakat etyiyici özelliklerini kullanamayan bu bitkilerin büyümede yavaşlık, hastalığa karşı dirençsizlik ve üreme bozukluğu gösterdiğini ortaya koymuştur.
Buraya kadar etyiyicileri, izole edilmiş, deney bitkileri olarak ele aldık. Aslında doğanın bir parçası olan bu türler, çevreyle o denli alışveriş içindedirler ki onları tek bir açıdan gözlediğimiz zaman hayret vericidirler. Biyolojik toplumlar değişkendir, sürekli değişen bir çevreye uyum sağlama çabası içindedirler. İnsan eliyle veya doğal etkilerle değişen çevrede, eğer toprak, bataktan otlak veya ormana dönüşürse, etyiyiciler ve benzer su bitkileri derhal yok olurlar. Söz konusu bitkiler, anlaşılıyor ki, başka bitkilerin verimli olduğu, daha zengin topraklarda yetişemiyorlar.
Konuyu biraz daha açarsak, bu bitkilerin yetişme koşullarının çok karmaşık, anlaşılması güç olmadığını görürüz. Başta, bitkilerin değişen koşullara nasıl uyum sağladığını gördük, fakat asitli, beslenme yönünden yetersiz, sulak topraklarda her yetişen bitki de etyiyici olmaz. Gelişme, seyrek olarak problemi çözer. Sürekli değişen çevrede, tür değişimi veya kademeli göç, yaşamın anahtarı olabilir.
Etyiyici bitkilerin yaprakları çok değişik, süslü ve çekicidir, örneğin; Sarracenia türünden olan ba» süslü bitkilerin ‘avlayıcı’ yaprakları çiçek zannedilebilir.
Tohumlu et yiyicileri genellikle 2 grupta (aktif ve pasif) inceleriz. Ayrıca türleri de 4 ayrı grupta toplayabiliriz.
Aktif Kapantılar
Bunlarda hızlı bir bitkisel devinim, avlanma işlemini tamamlar.
örtülen Kapaklılar
Ortalarından bir kaburga ile eş şekilde ikiye ayrılmış yapraklılardır. İkiye açılan kapan ‘avIn üzerine kapanır. Batı yarım kürede buna örnek bir tür vardır: Dionaea muscipula (Venüs’ün sinek tuzağı). *
Kapı-Kapanlılar
Bunlar su bitkileridir, Utricularia (keseotu) türün bir örneğidir. Kapan kısmı şişkince, top gibi olup, tepesinde, açılan küçük bir kapağı vardır. Ağız kenarındaki kıllar su ile birlikte ‘av’ı içeri alır, üzerine kapak kapanır, öğütülür.
Pasif Kapanlar
Bunlarda bitkisel devinim avlanmanın bir parçası olmaz.
Tuzaklılar
Silindirimsi bir gövdesi olan bu türde, av sürahi ağızı gibi açık kısma yaklaşır, çukuruna girer ve çıkamaz, orada öğütülür. Sarracenia ve Darlingtonia bu türün örnekleridir.
Sinek Kâğıdı ve Yapışkan Kapanlar
Bunlara Drosera ve Pinguicula örnektir. Yapraklarının dış yüzeyi yapışkandır, ‘av’ buraya değince yapışır, kurtulamaz. Drosera’da yapışkan yaprak avı tutunca, öğütme işlemi sırasında yavaşça sallanır, diğer bazı türlerde ise yaprak katlanır.
Etyiyici bitkilerin genellikle sulak yerlerde, nem içinde yetiştiğini belirttiysek de istisnalar olabilir. Yetişme bölgelerine göz atalım: Doğu Kanada ve Kuzeydoğu Amerika’da, sphagnum (1) bataklıklarının asitli sularında, amatör doğa gözlemcilerinin bile rahatlıkla izleyebileceği, etyiyici bitkiler vardır. Sarracenia purpurea (sürahi çiçeği), Drosera (güneş şebnemi), Utricu- laria (keseotu, ciğerotu) buralarda yetişir.
Appalaş sıradağlarının güneyindeki bataklıklarda aynı türleri bulabiliriz. Virginia kentinin güneyi ve batısı, Teksas’ın doğusu ve Florida’nın tümü, önceki zamanlarda, okyanus altı arazi olduğu için, zamanla kıyıların yükselmesi sonucu, bu çevrenin türleri, su ve nem bulabilecekleri yerlere kademeli olarak göç etmişlerdir. Güneydoğu Amerika kıyı düzlükleri etyiyicilere çok uygun yaşam çevresi olduğundan, tür yönüyle hayli zengindir.
Bu bitkilerin gelecekleri kuşkuludur. Onları bekleyen en büyük tehlike, insanoğlunun kendi çıkarı için, çevreyi düzenlemesidir. En basiti, yangına karşı alınacak tedbirlerdir ki, yangın artıkları, kömürlü^ topraklar bataklığın esasıdır. Kurutulan veya temizlenen bir batakta bitkisel yaşam sona erebilir. Bitkilerin, amatör koleksiyoncular tarafından toplanması bile, bilinçsizce türleri yok edebilir.
Çevre korunması ve ender bitkilerin yok olmaması için az da olsa çabalar gösterilmektedir. Bunu sağlamak için gerekli bilgi ve kanunlar yetersizdir. Meraklıları, yerlerinden aldıkları bitkileri, en iyi bakıma rağmen üretememededirler. İleriyi görerek, bazı bölgeleri korumak, bitki türlerini yaşatmak gerekmektedir.
(1) sphagnum: Bataklıkta yetişen ve ambalaj işlerin* de kullanılan bir çeşit yosun.
SCIENCE DIGESTten Çeviren: t. DALLI
Oluşum sırasında bitkiler
09
Mar