CİHAD

CİHAD

Şuur sahibi insanların, hayatlarını iman üzere bina etmeleri ve de imanlarını aksiyon haline getirmeleri tabii bir neticedir. İmanın, gönül ufuklarında dal-budak salması, bâtınî hükümlere uymayı zaruri kılar. Gerek zahir, gerek bâtın ahkâmın zuhuru zahmet ve meşakkati gerektirdiğinden, imanın aksiyon haline gelmesi gerekir. İşte bu aksiyonun adına ‘cihad’ denir.

Aksiyonsuz imanın hiçbir fonksiyonu olamıyacağına göre, hayatın bütünü, başka bir ifade ile İslâm’ın aksiyonu cihad demek olur. O halde cihadsız İslâm, hayatsız iman veya aksiyonsuz iman düşünmek de mümkün olamaz. Bu duruma göre cihad kelimesi üzerinde durmak zaruri olmuştur kanaatindeyiz.

Cihad, sıkıntı ve meşakkat anlamlarına gelen ‘cehd’ kökünden gelir. Hakikatte de cihad, zorluklar ve meşakkatlerle dolu bir ibadettir. Cihad, içinde bütün hayırları toplayan yüce bir ibadettir de. “Cihadda hayat vardır” hükmü bu gerçeği ifadede en kesin karardır. Gerek harp meydanlarında ve gerekse nefsî planda Hak adına nefsin mağlubiyeti, vücud ülkesinde ve toplumda Hakk’ın hakimi

yetini ifade eden ibadet olması münasebeti ile cihadsız hayatı düşünmek tamamen nefsperestlik olur. Bu tür yaşayış, şekilde İnsanî görünse bile hakikatte hayvanî bir hayat olur; ruhi yücelik ve üstünlükleri yoktur. Halbuki insan, hayatını bir gayeye hasrederek üstün bir hayat örneği vermesi gereken bir yaratılışa sahiptir. Onun için, insanın hem imanı hem de yaradılışının gereği olarak cihad ile hayatı bütünlük arzeder. Kısaca, mü’minin hayatı baştan başa cihaddır. Cihad, İ’lâ-yi Kelimetullah için Hakk’m hakimiyetini nefsin üzerine bina etmek olayıdır. Yani cihadda; sadece düşman hedef olmayıp, nefsi de düşmanı da Hakk’a râm etmek ve her iki durumda Hakk’ın hakimiyetini ilan etmek vardır. Bu sebeple, zorluk ve meşakkat dolu olan bu ibadet emredilmiş ve övülmüştür. Şimdi cihad mevzuunda vârid olan naslardan bazılarını görelim:

“Siz bütün müşriklerle savaşınız. Nasıl ki onlar sizin hepinizle harp ediyorlar. Şunu da bilin ki, Allah kendisinden korkanlarla beraberdir”4 .

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin hoş görmediğiniz birşey hakkınızda hayırlı ve sevdiğiniz birşey de hakkınızda fena olabilir. Fayda ve zararı Allah bilir, siz bilmezsiniz”5.

“Ey mü’minler; önce kâfirlerden size yakın bulunanlarla savaşın! Onlar sizde şiddet ve kuvvet bulsunlar”6 .

“Muhakkak ki Allah, dinine yardım edene yardım edecek, zafer verecektir. Şüphe yok ki Allah çok kuvvetlidir, herşeye galiptir”7.

“İman eden, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır…”8

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmağa vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa

“Allah yolunda düşmanla savaşın ve bilin ki, Allah kemaliyle işiticidir, bilicidir”1 .

Ebu Hammâd’dan (r.a.): Resul-i Ekrem (s.a.v.) minber-de iken O’ nun şöyle buyurduğunu işittim; “Düşmanlara karşı elinizden geldiği kadar kuvvet hazırlayınız. Şunu da iyi biliniz ki; kuvvet, atmaktır” buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı”11.

Bu deliller, cihadın önemini anlatmağa kâfidir.

Vücud ülkesinde emniyet ve istikrarı sarsarak insanı ebedi felâkete sürükleyen nefis ve şeytan İkilisine karşı verilen cihad, mücahede olarak bilinen cihad-ı ekberdir. Cihad-ı ekber, baştanbaşa hayatı içine alan cihad mükellefiyetinin de temelidir.

Cihad-ı ekber hakkında bazı deliller nakledelim:

“Ey huzur içinde olan nefs; hoşnut etmiş ve edilmiş olarak Rabb’ine dön”

eresiniz”

“Allahü Teâlâ bir kuluna hayır murad ettiği zaman ona kalbinden bir vaiz gönderir” 19.

“Âgâh olunuz ki, kalbler Allah’ı zikretmekle mutmain

OQ

olur ve huzur bulur!”

“Allah’dan korkun ve Allah size bildirsin”21.

Yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya kadar küfür ve zulümle mücadele etmek cihadın hedefidir:

“Yeryüzünde fitneden eser kalmayıp din, tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın, cihad yapın” 22

“Kâfirlerin emrine itaat etmeyin; Onlar o kimselerdir ki, yeryüzünü fesada verirler de düzeltmezler’’23.

O halde, zahir-bâtın bütün Hak düşmanlarıyla her zaman ve her yerde, kendi şartlarında cihad etmek gerekmektedir. Bu durumda anlaşılmaktadır ki, hayat baştanbaşa cihaddır. Cihad ise imanın tezahürüdür. Yani cihad imanla birlikte imanın bir göstergesi, tezahürü yahut gereği olan şerefli bir ibadettir. O halde cihad, imandan müstakil bir şube olmak yerine, imanın aksiyon halidir. Nasıl ki, iman, hayatın bütün cihetlerini maddi-manevi en ücra köşelerini ihata ediyor, imanın alâmet-i fârikası olan cihad da bütün hayatı içine alır. Demek, cihadın şuurunda olanlar bütün hayatını ibadet haline sokmuştur. İbadetin özü ise zikirdir ki, cihadı bâtıl kavgalardan ayırır. Daim cihad, daim zikir demek olduğuna göre; cihad, zikr-i daim halini gerçekleştiren, hayatın kanı, canı hükmündedir.

İşte bu noktada cihad-ı ekberle, diğer cihadın birleştiğini görürüz. Aslında bu ayırım, mevzuu izah etmek zaruretinden doğmuştur. Her iki cihad, her insanda aynı anda gerçekleşir. Harb meydanlarında mücahid, düşmandan ziyade kendi nefsi ile uğraşır. Zira, yanlış bir niyet cihadı bâtıl kılar. Bu bakımdan “küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz” hadisiyle demek istenen şudur: “Dikkat edin

işin aslı mücahededir. Mücahedesiz mücadele, işi bâtıl eder. Canınızı veriyorsunuz, sakın ha niyetinizi bâtıl ederek kendinizi heba etmeyin”. Demek, cihad-ı ekber asıl harp meydanlarında lâzımdır.

Cihadda hâkim mantık, ‘İ’lâ-yi Kelimetullah’dır. Bu ise ancak samimi bir niyetle gerçekleşir. Bu gaye, bu niyet değişmemek şartıyla, sanayiden-ticarete. tarımdan-sanata kadar bütün hayat cihadın meydanıdır. Yeter ki gaye Hak rızası ve de İ’lâ-yi Kelimetullah olsun.

Cihad; çile, meşakkatle, aşk ve muhabbeti birleştiren en şerefli ibadettir. Öyle ki; bu yolda en çok sevilen, can feda etmektir. Aslında insan, herşeyden çok kendisini sever ve herşeyi kendisi için sever. Herşeyin kendisine feda edilmesini ister. Eğer insan, Hak muhabbetinde fani olabilirse, gözü Hakk’tan başka hiçbir şeyi görmez. Sadece Hakk’ı görür. Hakk’ı talep eder; Hak ve hakikatin galebesini ister. Kendini âdetâ unutur. Hatta canını feda etmeyi şeref, bir mutluluk olarak görür. Böyle bir insan, fâni nimet ve lezzetlerden hiçbir şeyi düşünmez. Onda; “Ne varlığa sevinirim/ Ne yokluğa yerinirim/Aşkın ile avunurum/Bana seni gerek seni” sırrı ve nüktesi hakim olur. İşte cihadı bir sevda haline getiren sır budur. Bu sevda, bu aşktır ki, çile ve meşakkatleri zevk haline getirmiştir. Bu hal, mücahidleri şimşek gibi cihad meydanlarına çekmiştir. Bu yüzden sahabiler, şehid olmak arzusu ile Resulullah’dan dua talebinde bulunmuşlardır. Bunlardan şehidlik için sabırsızlanıp elindeki hurmayı yemeyi bitirmeden düşman üzerine atılanları şanlı tarihimizden öğreniyoruz.

Bu halin izahı şöyledir: Nefsi aradan çıkartarak, ruhu sahibine vuslat ettirme olayı çile ister. Nefsi aradan çıkartmak için yapılan cihad çile; bundan sonra ruhun sahibine kavuşması ise aşktır. İşte cihad, cehd ile nefsi aradan çekerek vuslatı tahakkuk ettirmektir. Onun için cihad, bir vecd bir aşktır.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*