ANKARA KENTİ

ANKARA KENTİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olan Ankara kenti topraklarına, çok eski tarihlerde yerleşilmiştir. Bunda en büyük etmen, bu topografya koşullarının ve Anadolu yolları üstündeki konumunun, merkez rolü oynayabilecek bir kentin kurulmasına el-
verişli olmasıdır. Orta Anadolu’da aşağı yukarı bütün kentler bir ova çevresinde, daha doğrusu, bu ovalan çevreleyen dağların yakınında kurulmuştur. Ankara da, ortasından Ankara çayının geçtiği bir. ova kenarında yer ahr. Bent deresi, İncesu ve Çubuk suyu bu ovada, kente yakın bir noktada birleşirler. Söz konusu ova, öbür Anadolu kentlerinin kurulduğu ovalardan küçük olmakla birlikte, korunmaya elverişli bir yerde olduğu için, çok erken tarihlerde yerleşmeye açılmıştır. Ankara’nın yüzey şekillerinde, yükseltileri 1 000 m-1 200 m arasında değişen ve vadilerle derin, bir biçimde yarılmış yaylalar ile üstlerindeki birkaç yüz metre yükseklikte sırtlar ve tepeler ağır basar. Bent deresinin dar vadisi, günümüzde Ankara kalesinin bulunduğu tepeyi, yaylanın ovaya egemen dik kenarından ayırarak, korunmaya elverişli bir yer hazırlamış, Hititler, Frigya-lılar ve Galatlar döneminde hep aym yerde olan kent, Selçuklular ve OsmanlIlar döneminde de yerini değiştirmemiştir. Geçmiş dönemlerde hep bir kale kenti rolü oynayan Ankara’ nın günümüzdeki görünümünde de, ova zemininden yükselen kale hemen dikkati çeker. Kentin adı, eski dönemlerden günümüze kadar çok az değişiklik geçirmiştir. Hititler döneminde kentin hangi adla kurulduğu bilinmemektedir (Hititlerin Anku-va- adlı kentinin yerinde kurulduğu ileri sürülmüşse de, bu konudaki bulgular yeterli değildir). Buna karşılık Frigyalılar döneminde adının Ankyra olduğu bilinmektedir. Bu adın, “gemi çapası” anlamma gelen “anker”den türediği, Frigya kralı Midas’m, bir gemi çapası bulduğu yerde kenti kurarak bu adı verdiği ileri sürülmektedir. Ama bazı tarihçiler de, kenti Galatların kurduğunu ve Mısırlılarla yaptıkları savaşta, ellerine geçirdikleri Mısır gemileri-
Ulus alanından görünüş.
nin çapalarım zafer ganimeti olarak yanlarına aldıklarını,bundan esinlenerek kentlerine de Ankrya adını verdiklerini ileri sürmektedirler: Romalılar döneminde, gemi çapası Ankara kentinin arması olarak kollanılmış ve sikkelerin, madalyaların üstüne çapa simgesi basılmıştır. Daha yakın dönemlere ilişkin bazı Türk-îslâm kaynaklarındaysa kentin adının Engürü olduğu, bunun da farsça engür füziim) sözcüğünden geldiği belirtilmektedir. Ankara kalesinin halka “angarya”yla yapürıl-masmdan kente Angara adınm verildiğini ileri surenler de vardır. Günümüzdeki Ankara adı, çok eski dönemlerden bu yana kullanılan çeşidi adların, az çok değişikliğe uğramış biçimidir.
Ankara ve çevresinde yapılan arkeoloji kazıları sonucunda Yontma taş devrinden kalma araç-gereçlerin ortaya çıkarılmış olması, kentin geçmişinin yazılı tarihten çok öncelere uzandığım gösterir. Yöredeki ilk yerleşme merkezinin, Anadolu’da ilk siyasal birliği sağlayan Hititler döneminde kurulduğu sanılmaktadır.
l.Ö. Vffl. yy’da Ankara ve çevresi Frigyalılann eline geçmiş, Î.Ö.VII. yy’da Frigyahlar Lidy ahlara bağımh hale gelmişler, 1.0.547’de Lidya ltrnlının Perslere yenilmesinden sonra da Pers egemenliği başlamıştır. Batı Anadolu’daki Sardeis (Sar-des) ile İran’daki Susa kentleri arasmda uzanan Kral yolu üstünde yer alan Ankara, Persler döneminde önemli bir konaklama ve ticaret merkezi haline gelmiş, Anadolu’da Perslerin egemenliğine son veren İskender, büyük Doğu Seferi’ne giderken, Ankara’da konaklamıştır.
Î.Ö. m. yy’dan başlayarak Galatların merkezi olan Ankara, l.Ö. II.
yy’da Roma İmparatorluğu’na katılmış ve önemli bir askerî merkez haline gelmiş, Galatlar zamanında tepeden ovaya doğru yayılmaya başlayan gelişmesi, Romalılar döneminde Bent deresinin dirseği içinde sürdü. Romalılar döneminde surları onarılan, tapınaklar, hamamlar ve hipodrom yapılan (günümüze bu yapıtlardan Augustus tapınağı ile Roma hamamının bir bölümü kalmıştır) kent, Bizans döneminde (395-1073) etekten kaleye doğru çekilerek, kaim bir dış surla çevrildi ve tam bir Ortaçağ kenti görünümü aldı. 1071’de Selçukluların Malazgirt zaferini kazanarak Anadolu’ya girmelerinden sonraki yıllarda Ankara, Bizanslılar ve Selçuklular arasında birkaç kez el değiştirdi. Selçuklular döneminde Ankara kenti, kalın surlarla çevriliydi ve askerî önemini korumaktaydı; ama ana ulaşım yollarına göre sapa kaldığından ticari önemini yitirmişti (Ankara’daki Selçuklu yapıtları, Konya, Sivas, Kayseri’dekiler kadar çok ve önemli değildir; o dönemden kalma başlıca yapıtlar arasında Alâaddin camisi ve Çubuk çayı üstündeki Akköprü sayılabilir).
1304 yılında llhanlıların eline geçen Ankara, 40 yıl süreyle onların yönetiminde kaldı (Selçuklu ve Osmanlı dönemleri arasında kentin, Anadolu’da geniş toprakları ve yetkileri olan Ahiler tarafından yönetildiği söylenir); Osmanlılara ilk olarak Orhan Bey zamanında geçti (1356); kısa bir süre için el değiştirdikten sonra Murat I tarafından yeniden (1360) alındı. 1402’de Çubuk ovasında Yıldırım Bayezid ve Timur arasmda yapılan savaş, Osmanlılarm yenilmesiyle sonuçlanınca, Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavga-
ları sırasında Ankara da şehzadeler arasında el ı sonuçta Çelebi Mehmet’i] tahtına çıkmasıyla (1413] Anadolu eyaletinin bir saı ne geldi. XVIII. yy’daki Ce lan sırasında İstanbul üsl yen bütün isyancılar öne kfllftgini «İmale istedikleri dan uzakta bulunmasına k kara kalesi sürekli sağlam XVII. ve XVIII. yy’lardâ çevresindeki ovalarda iyi ve meyve yetiştirilen, ot iyi cins hayvan (koyun, keı lenen, yerel sanayisi ge kentti. Ankara keçilerini: Ankara’da ve çevre kasal lenerek tiftik haline get yapılan dokumalar îstanb üstünden Mısır’a, Avrupa dı. Ama XIX. yy’ın başları pa’da sanayinin gelişmesi Ankara’da tiftik sanayisi ı başladı; el tezgâhları az keçileri bakımsızlık yiizi değerini yitirdi. İktisadine nayisinin önemli rol oyna ra, XIX. yy’da bir yandan melerden ötürü, bir y sıtma hastalığının yaygın yangınlar yüzünden iyicı bir kasabaya dönüştü. Balkan savaşından sonra lerinin yitirilmesiyle ülke ıtırlarının İstanbul’a iyi ması üstüne, devlet merk< Anadolu’ya taşınması s edildiyse de, bu ionuc kenti düşünülmedi.
Bıina karşılık Kurtuluş şat kara’dan yöneten Atatürk en kötü günlerinde kendisiı olan kenti, 13 Ekim 1923’te haline getirdi.
CUMHURİYET SONRASI
1923’te Türkiye Cumhu başkenti olan Ankara, hız! Eski semtlerdeki boş yerleı la dolarken, yeni semtler < du. Bataklıklar kurutular tehlikesi ortadan kaldınld su gereksinmesini karşıla Çubuk barajı yapıldı. Cadı lan, eski yangın yerleri, ağaçlandırılarak kentin çif nüşü değiştirildi. 1926’da sayım denemesinde 57 8C saptanan nüfus, 1927 geı sayımında 74 553’e yüksel 200 000’i aştı (227 000 nül taki bu artış kentin alanını letti ve kuruluş yıllarındı bulunduğu tepede yer al .yy’da bir surla kuşatıl ovaya yayılıp, ovayı sınırla tepelere ulaştı. Devlel olması nedeniyle aşın niifu sının sonucu, kent çevresi gecekondularla doldu.
212
Günümüzde Ankara kenti eski yerleşme alanını her yönden aşmış ve geniş bir alana yayılmıştır. Eski kesimi iki bölümden oluşur: Hisar tepesinde yer alan Kaleiçi; bu tepenin ortasından ovaya doğra yayılan ve günümüzde ortadan kalkmış bulunan ova surları içindeki mahalleler. Eski Ankara’da, son yıllarda açılan caddeler boyunca dizilmiş çok’ katlı yapılar ve alanlar bulunmasına karşılık, küçük kerpiç yapılı evlerin yer aldığı dar ve dolambaçlı yollara da raslanır. Tarihsel yapılar da kentin bu eski kesiminde yer alır(Augustus tapınağı; Roma hamamı kalıntıları; Osmanlı döneminden kalma camiler). Ankara kalesi, tepenin yüksek bölümünü kaplayan bir iç kale ile çevresini .kuşatan dış kaleden oluşur. Dış ve iç kale surları arasındaki alan ile iç kalenin kuşattığı alan, dar sokaklar boyunca dizilmiş eski evlerle kaplıdır (Ankara’ya özel bir görünüm kazandıran bu evler, kurulan ahşap iskelet boşlukların kerpiçle doldurulmasıyla yapılmıştır; duvarları,’ kireçle badanalıdır). Ama son yıllarda bunların çoğu yıkılmış, kale dışındaki mahalleler hızla gelişmiş, genişletüen ya da yeni açılan yollar ve alanlar boyunca çok katlı yapılar yükselmiştir.
Cumhuriyetten önce yalnızca Kale-tepe çevresinde yayılan Ankara, cumhuriyetle birlikte gelişmeye başladı. O zamanlar kentin iş merkezini oluşturan günümüzün Ulus alanına açılan caddeler boyunca,yeni yapılar kuruldu (eski Türkiye Büyük Millet Meclisi; Ankara Palas). 1930-1940 arasındaki dönem, Ankara’nın genişleme dönemi oldu. H. jansen’in yaptığı plana göre kent Kaletepe çevresinde yeşü şeridin (bağlar, bahçeler) dışına taştı. Ankara’nın kale dışındaki mahalleleri, caddeler açılarak genişletilirken, güneyde de Yenişehir kuruldu. Kent kısa sürede Cebeci ve Maltepe yönünde genişler di. Çankaya’ya doğru uzanan kesimde bakanlıklar ve elçilikler kuruldu. 1940’ta yapılan sayımda nüfusu 157 000 olan kentin gelişmesi, İkinci Dünya savaşının bunalımlı yıllarında yavaşladiysa da, kentin çevresinde ikinci bir şerit oluşturuldu (Etlik, Gazi Eğitim Enstitüsü, Atatürk Orman Çiftliği, Harp Okulu üstünden Dikmen ye Çankaya’ya uzanan bu ikinci şerit üstünde sonradan Anıtkabir yapıldı). 1950’de nüfusu 288 000’e yükselen Ankara’ da, iş merkezi Ulus’tan Yenişehir’e kaydı; kent, Maltepe yönünde genişledi ve Bahçelievler’in ilk bölümleri kuruldu.
1950-1960 döneminde ikinci yeşil şerit da atlanarak, kentin alanı daha da genişletildi. Yeni semtler kuruldu (Yenimahalle, Aydınlıkev-ler, Gazi Mahallesi, Anıttepe);
ayrıca eski bağların yerine sürekli yerleşmeler yapıldı. 1960-1970 yılları arasmda yoğun bir yapı çalışmasına girişilerek Kavaklıdere, Çankaya ve Ayrancı kalabalıklaştı. Yenimahalle’ye, Karşıyaka, Demetevler gibi yeni semtler eklendi ve bu kesim ile Atatürk Orman Çiftliği arasındaki boşluklar hızla doldu. 1965’te 902 000’e yükselen kent nüfusu, 1970’te ilk kez 1 milyonu aştı (1236 000 nüf.); 1980’de 1877 755,1985’te 2 235 035 oldu.
Ankara çevresindeki bazı köyler de başkentin büyümesiyle gelişti ve zamanla belediye sınırları içine girdi (Dikmen, Etimesgut). Belediye sınırları dışındaki köylerden bazıları da bu gelişmeye katıldı (Gölbaşı, Sincan). Ayrıca iki yerleşme yeri Ankara’yla birlikte gelişip, köyken ilçe meskezi haline geldi: Günümüzdeki yerinin 6 km güneydoğusunda bir köyken, demiryolunun yapılmasından sonra yeni yerinde gelişen Po-latlı; Ankara’nın 40 km kadar doğusunda bir köyken (eski adı Asi Yozgat ya da Küçük Yozgat’tı) asker! sanayinin kurulmasıyla gelişen Elmadağ. Ankara ilinin merkezden sonra en kalabalık yerleşme yeri olan ve bir ilçe merkezi olmasına karşın nüfusu 1985’te 100 ÖOO’i aşan Kırıkkale’yse, Cumhuriyetin ilk yıllarında “Kınk” adlı eski bir köyken, askerî fabrikalar kurulmaya karar verilince hızla gelişti ve 15.6.1897 tarihli, 3 578 sayılı yasayla kurulan Kırıkkale ilinin merkezi oldu.
ESKİ ANITLAR
ANKARA KALESİ. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmeyen, Hititlerden bu yana hep aynı yerde bulunan» Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklular dönemlerinde birçok kez Onarılan Ankara kalesi, tepenin yüksek bölümünü kaplayan iç kale ve çevresini kuşatan dış kaleden oluşur (dış kalenin 20’ye yakın kulesi
vardır). İç kale yaklaşık 43 000 km2’ lik bir. yer kaplar. 14-16 m yüksekliğindeki duvarları üstünde çoğu 5 köşeli 42 kule vardır. Duvarların alt bölümü mermer ve bazalttan yapılmıştır, üst kesimlerine doğru bloklar ], arasında tuğla bölümlere raslanır. (ı Tuğla bölümlerin büyük ölçüde zarar görmesine karşın, iç kale bozulmadan günümüze kadar gelmiş- J tir. Vm. ve IX. yy’larda kent istila- | lara uğrayınca, kaleyi hızla onar- İ mak için, o sıralarda yıkıntı halinde 1 olan Roma anıtlarının mermer blok- | lan, sütun başlıkları, su yollarının mermer olukları kullanılmıştır (bun- j! lara özellikle iç kalenin güney yö-nünde raslanır). f
AUGUSTUS TAPINAĞI. Frigya tan- | rıçası Men adına 1.0. II. yy’da yapılan tapınak sonradan yıkılmış yerine
l.S. 10. yılda günümüzdeki tapmak yapılarak Roma imparatoru Augus-tus’a adanmıştır (tapınağın duvarında, aslı Roma tapmaklarında bulunan İmparator Augustus’un vasiyetleri yazılıdır). Bizans döneminde çeşitli değişikliklerle kiliseye dönüştürülen tapınağın yanmda,günümüz-de Hacıbayram camisi yer almaktadır-. i’ ROMA HAMAMI; HL yy’da Roma İmparatoru Caracalla tarafından yaptırılan bu hamam, çeşitli dönemlerde ekler yapılarak, genişletilmiştir. Düzgün taş temeller üstünde yükselen hamamın dış duvarları taş ve tuğlaların üst üste konulmasıyla yapılmıştır.. O dönemlerde iç duvarlarının mermerlerle kaplı olduğu, hem içinde, hem dışında heykeller J bulunduğu sanılır. Yıkanma odaları, : spor alanı, yüzme havuzu, soyunma yeri, soğuk, sıcak ve ılık bölümleriyle Roma hamamlarının en önemlile- l Tindendir.
jULİANUS SÜTUNU. 362’de Roma imparatoru julianus tarafından diktirildiği sanılan bu sütuna,, “halk arasmda Süleyman peygamberin eşi Saba melikesi Beİkıs’a maledilerek “Belkıs sütunu” denir. 14,5 m yüksekliğindeki sütun, üstünde yiv- 1 ler bulunan 15 yuvarlak taştan oluşmuştur; üstünde dört köşeli bir sütun başlığı yer alır.
CAMİLER
AHİ ELVAN CAMtSltSamanpazan’n- i da 1382’de Ahi Elvan Mehmet “tara- 1 fından yaptırılan bu cami, 1413’te Osmanlı padişahı Mehmed I Çelebi döneminde onarılmıştır. Ağaç işle- [ meleri son derece güzeldir. Ceviz \ oymalı 5 köşeli yıldız motifleriyle | süslü mimberi de Selçuklu üslubu ahşap işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Duvarların alt kesimi taştan, üst kesimi kerpiçten olan caminin taş ve tuğladan yapılmış mi- j naresitekşerefelidir.
213 j
ALÂADDİN CAMİSİ. Selçuklu sultanı Kılıçarslan Il’nin oğlu Muhiddin Mesut Şah tarafından XII. yy’da yaptırılan Alâaddin camisi, Ankara’ nın en eski camilerinden biridir. Tek şerefeli minaresi tuğladandır. Camiyi aydınlatan 13 pencerenin üstündeki yazılar, okunmayacak kadar silik durumdadır.
HACIBAYRAM CAMİSİ. Ülus’ta, Augustus tapmağı yanında yer alem bu cami, XV. yy’ın ilk yarısında Hacı Bayram Veli adına yaptırılmış, sonradan Mimar Sinan tarafından onarılmıştır. Tavam ile mihrap ve mimber süsleri, sanat değeri bakımından ilgi çekicidir. Müezzin mah-felinin altı XVIII. yy. Kütahya çinileriyle süslü olan caminin yanında, Hacıbayram Veli’nin türbesi yer alır (türbenin kapıları günümüzde Etnografya Müzesi’ndedir).
ÖBÜR CAMİLER. Yukarda saydığımız üç caminin dışında Ankara’nın başlıca camileri arasında Aslanha-ne camisi (XII. yy.), Yenicami, Karacabey camisi (XV. yy.), Direkli cami (XTV. ya da XV. yy.), Kurşunlu cami (XVI. yy.). Zincirli cami, ‘İbadullah camisi, Îİd Şerefeli cami, Çi-çekçioğlu camisi (XVII . yy.). Tabakhane camisi (XVIII. yy.) sayılabilir.
salonda sergilenir). Yan salonlar daki yapıtlar, tarih sırasına göre dizilmiştir.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, dünyadaki en zengin Hitit arkeoloji müzesi sayılmaktadır.
ETNOGRAFYA MÜZESİ. Türkiye’ nin en büyük etnografya müzesi olan Etnografya Müzesi, Ankara’nın başkent olmasından sonra kurulmuş, zamanla gelişerek günümüzdeki biçimini almıştir. 10 salonda 20 000’i aşan yapıt sergilenir (Atatürk’ün naaşı 1938-1953 arasında 15 yıl bu müzede kalmıştır): Anadolu’dan derlenmiş çeşitli giysiler, işlemeler, dokumalar; Türk mutfağıyla ilgili bakırlar; tipik bir Ankara evinin konuk odası; tekke eşyaları; yazma yapıtlar ; ağaç işçiliği örnekleri.
ÖBÜR MÜZELER. Ankara’daki öbür müzeler Anıtkabir Atatürk Müzesi, Çankaya’da Atatürk’ün evinin yer aldığı müze, Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi ve Devlet Demiryolları Müzesi’dir.
DOĞAL GÜZELLİKLER VE TURİZM OLANAKLARI
Ankara halkının günlük açık hava, dinlenme ve eğlenme gereksinmelerini karşılamak için kent içinde
Ankara-lstanbul karayolı nlan bir yol üstünde, Kar aı ra’ya 70 km uzaklıkta Çul nin kuzeyinde bulunur (yaı kenli olan göl, orman i alır). Beynam ormanı, Aı şehir karayolu üstünde, I yakınlarında, Ankara’yE uzaklıktadır (İç Anadolu arasında korunmuş bir < hntısı olmasının yanı sıra, Yıldırım Bayezid’le yapüj fillerini sakladığı orman c tarihsel açıdan da önemli pazarı ilçesinin .14 km Tekkedağı’ndaki dinlenm üe Nallıhan ilçesi, Kösteb şebe de zengin orman ört havasıyla çok sayıda ziyaı yerlerdir.
Bu orman içi dinlenme halkın gereksinimlerini 1 için masa, bank, içme £ otopark gibi çeşitli hizı Eştirilmiş tir. Ankara’nın hamam ilçesine 2 km u Soğuksu yöresinin 1 tarlık kesimi ulusal pa ayrılmıştır (yoğun kullar ekim ayları arasıdır; pik yeri, yürüyüş, dağcılık iç labilir).
Ankara ilindeki çok sayıı
Hacı Bayram camisi. Etnografya Müzesi.
MÜZELER
ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ. Ankara kalesi yakınındaki Mahmut Paşa Bedesteni ile Kurşunlu Han’ın onarılmasıyla müzeye dönüştürülen, 1951’de Hitit yapısı salonların açılmasıyla önce Hitit Müzesi, 1969’da 2 salonun daha eklenmesiyle Anadolu Medeniyetleri Müzesi adı verilen bu müzede, Anadolu’ nun çeşitli yerlerinden getirilmiş arkeoloji kalıntılarının asüları sergilenir. Müzenin ortasındaki büyük salon 10 kubbeyle örtülüdür ve 4 kapılıdır (Karkamış, Alâcahöyük, Aslantepe’den getirilen yapıtlar bu
Gençlik Parkı, Kuğulu Park ve Atatürk Orman Çiftliği kurulmuştur.
Denizden oldukça uzakta yer alan kentin halkı, suya olan özlemini Ankara çevresindeki göllerde ve baraj gölleri tesislerinde giderir: Emir ve Moğan gölleri; Karagöl; Çubuk baraj gölü; Kurtboğazı baraj gölü. Ankara çevresindeki ormanlık alanlarda da, orman içi dinlenme yerleri kurulmuştur. Bunlardan Sö-ğütözü, Ankara kent merkezine 5,5 km uzaklıktadır. Atatürk’ün dinlenmek için uğradığı yerlerden olan bu söğüt koruluğunda, Atatürk’ün dinlenme evi onarılmıştır. Çamkoru,
ve maden suyu kaynakU dinlenme, hem de tedavi sağlarlar. Başhcalan Ayaş’ta Karakaya ka] içmesi, Beypazarı’nda İ nakları, Haymana kaplı cahamam’da Büyük kapl kaphca, Acısu kaphcas cahamam içmeleri, Çubu şah kaynakları sayılabiliı Kış sporları açısından Aı km uzaklıktaki Elmadağ, yakçılık merkezidir. 40 lan uzaklıktaki Ayaş b deki Çaldağı ve Anka uzaklıktaki Hüseyin C sporlarına elverişlidir.
214
ANITKABİR
Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ankara’ya egemen bir tepe olan Rasattepe’de, bir Anıtkabir yaptırma karan aldı ve açılan proje yarışmasını, Emin Onat ile Orhan Arda’nın kazanmalarından (1942) sonra yapımına 9 KHm 1944 yılında başlanan anıt, 1953’te tamamlandı. Atatürk’ün naaşı 10 Kasım 1953’te Etnografya Miizesi’nden törenle alınarak, Anıtkabir’deki yerine yerleştirildi. Tepenin adı da Anıttepe’ye çevrildi.
Anıtkabir’in batıdaki giriş kapısından merdivenlerle (merdivenlerin solunda Hürriyet, sağındaysa İstiklâl kuleleri yer alır) Aslanlı Yol’a çıkılır. Sağlı-sollu 24 aslan heykelinin bulunduğu Aslanlı Yol, Zafer Alanı’ na açılır. Girişinde sağda Mehmetçik Kulesi, solda Müdafaa-i Hukuk Kulesi bulunan galerilerle çevrili Zafer Alanı, 40 000 kişi alacak büyüklüktedir; 33 basamaklı bir merdivenle Atatürk’ün 1 ahdinin bulunduğu Şeref Holü’ne bağlanır. Merdivenlerin üst yanında Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” buyruğunu verirken gösteren kabartmalar yer alır. Şeref Holü’ nün tabanı ve duvarları renkli mermerlerle, tavanı mozaiklerle süslüdür; duvarlara Atatürk’ün özdeyişleri işlenmiştir. Karşıdaki büyük pencerenin önünde tek parça renkli mermerden Atatürk’ün lahdi yer alır (lahdin taşı Adana’nm Osmaniye ilçesinden, duvarlarındaki mermerler Bilecik’ten, öbür taşlar da Çankırı ve dolaylarından getirilmiştir). Anıtkabir’de aynca bir Atatürk Müzesi (Atatürk’le ilgili eşyalar sergilenir) ve bir Atatürk Kütüphanesi vardır.
ANKARA İLİNİN İKTİSADİ ETKİNLİKLERİ
Ankara ilinin topraklarının % 45’i tarıma ayrılmıştır. Tahıl türleri arasında buğday başta gelir; onu arpa ve yulaf izler (Kirmir çayı tabanında da pirinç tarımı yapılır). İlde sulak topraklar azdır. Sulanabilen yerlerde ve vadi tabanlarında meyve (armut, elma, kayısı, vişne, üzüm, dut) ve sebze ye-
tiştirilir. Ünlü Ankara armudu genellikle Kalecik ve Beypazarı’nda üretilir. Sanayi bitkilerinden en çok şekerpancarı ekilir.
Ankara ilinde hayvancılık, özellikle de koyun yetiştiriciliği gelişmiştir. En çok kızıl ve akkaraman türleri yetiştirilir. Keçi sayısı da koyun sayısına yakındır. Kıl keçileri az sayıdadır ama, Ankara keçisi de denen tiftik keçisi, Ankara’nın önemli gelir kaynak-
lan arasında yer alır (parlak ve yumuşsak tüylerinden yapılan sof kumaşı, yıllardır yurt dışına satılmaktadır). Ankara kentinde çok sayıda büyük ve orta sanayi tesisi, iş, ticaret, kültür ve eğitim merkezleri kurulmuştur. Kent ayrıca, önemli bir ulaşım (karayolu, demiryolu ve hava ulaşımı terminalleri) merkezidir (ayrıca Elmadağ’da önemli barut fabrikaları vardır). ai
ıra
şması
20 Ekim 1921’de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan anlaşma (Ankara itilaf namesi da denir).
Birinci Dünya savaşının sürdüğü yıllarda Osmanh Devleti’ne “Hasta Adam” gözüyle bakan Avrupa’nın büyük devletten, Osmanlı İmpara-
toriuğu’ımn topraklarını aralarında paylaşmak için gizli görüşmeler yapıyorlardı. Bu arada, özellikle Fransa, İngiltere ve Rusya, gizli bir anlaşma imzalamak için Moskova’da toplanmaya karar verdiler. 26 Ni-san-9 Mayıs 1915 tarihleri arasında
yapılan ve Fransa adına Picot’mm, Ingiltere adına Sykes’m, Rusya adına da Mark’ın katıldığı toplantı sonucunda, gizli anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre İngiltere ve Fransa, Anadolu’nun güney ve doğu illerini aralarında paylaşacaklar,
215
anlambilim
Rusya da Kars, Ardahan ve Ba-tum’u alacaktı. Nitekim, Birinci Dünya savaşma son veren Mondros ateşkes anlaşması imzalandığı sırada, söz konusu devletler, daha önce imzaladıkları gizli anlaşmaya işlerlik kazandırmak amacıyla, istedikleri yerlere asker çıkarabilir içeriğini taşıyan yedinci maddeyi koydurdular ve bu maddeye dayanarak îngi-lizler ve Fransızlar Anadolu’nun güneydoğu illerine asker çıkarırken, Yunanlıların ve İtalyanların da Anadolu’ya asker çıkarmalarını sağladılar.
Bu arada, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde örgütlenen Anadolu halkı direnişe geçti ve 9 Şubatta Antep’e giren Fransızlara karşı halk büyük bir savunma örneği verdi. Düzenli bir ordu kurmayı amaçlayan Mustafa Kemal Paşa, “Batı Cephesi Ordusu” adı verilen ordunun komutanlığına önce Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’yı, sonra Albay İsmet (İnönü) Bey’i getirdi. İsmet
Bey komutasındaki Batı Cephesi Or-dusu’nun Birinci İnönü (9 Ocak 192İ) ve İkinci İnönü (30 Mart 1921} savaşlarında Yunan saldırısını püskürtmesinden sonra, Fransa T.B.M.M. hükümetine dostça yanaşmayı kendi çıkarına daha uygun buldu (o sırada Fransa’da savaş yanlısı kabine düşmüş, yerine barıştan yana olan bir hükümet gelmişti). Bu arada, Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Aynı günlerde üst üste toplanan T.B.M.M. hükümeti, Türkiye ordularının başkomutanlığına Mustafa Kemal Paşa’yı getirdi. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk Ordusu, Yunan saldırısını Sakarya’da durdurunca (11-12 Eylül
1921),bu başarı sonunda Fransa’yla Ankara anlaşması imzalandı (20. Ekim 1921). T.B.M.M. hükümeti adına dışişleri bakanı Yusuf Kemal (Tengirşeng) Bey ile Fransa adına F. Bouillon arasmda imzalanan bu anlaşmanın ana maddeleri şunlardır:
1. İki taraf arasmda saı erecek ve dunım ilgililere c çaktır.
2. Her iki taraf savaş tu serbest bırakacaklardır.
3. Anlaşmanın imzalanma ay sonra Fransızlar An: askerlerini çekmiş olacakli
4. Misak-ı Milli tarafında: azınlıkların hukukunu, hükümeti de tanıyacaktır^
5. T.B.M.M. hükümeti P Nusaybin arasındaki Bağc yolu parçası ile Adana’de binaların giderleri için I ayrıca görüşecektir.
6. Anlaşma onaylandıkta Türkiye ile Suriye arasındi riik sözleşmesi yapılması i yon oluşturulacaktır.
7. Kuveik suyu, Halep ile. Türk bölgesine eşit koşulîc tılacakür; ayrıca, Halep kı gereksinimleri için,giderle tarafından karşılanmak Fırat ırmağından su alabil
Dilbilimin dallarından biri. Anlambilim (semantik) doğal dillerdeki anlam evrenini inceler (doğal diller dışındaki anlamlı dizgelerle ilgilenen bilim dalma da. göstergebi-lim [ semiyoloji.semiyotik]denir).Kuramsal olarak.bir dilde anlamla ilgili her şey anlambilimin alanına girer; bu anlamlar,dilbilgisel düzeneklerin fbiçimbilim.söz’dizim) ya da sözlüğün ürettiği anlamlar olabilir. Bununla birlikte, anlambilim araştırmaları her zaman sözcüklerin anlamına yönelik olmuştur. Anlam açısından sözcük ilk birimdir. Bu nedenle, anlambilim sözlükbiiime (dilbilimin sözcükleri inceleyendah [leksikoloji]) sıkı sıkıya bağh kalmıştır. Anlam, gerçekten dilin temel öğesidir. İnsanlar bir anlam iletmek, bir anlam aktarmak için konuşur; dilyetisi her zaman “düşünceler’! aktarmaya yarayan bir araç olarak görülmüştür. Anlam, dilyetisindeki hem en dolaysız, hem de kavranılması en güç öğedir. . Her doğal konuşucu için anlam apaçıktır ama, bu konuşucu anlamı tanımlayamaz.
KÖKENBİLİMİN KURULUŞU
Sözcüklerin anlamıyla düzenli bir biçimde ilk olarak Eski Yunanlılar ilgilendiler. İlk felsefeciler, akıl yürütmede kullanılan terimlerin anlam açısından kesin biçimde tanımlanabilmesini istiyorlardı. Bu * kaygı, kökenbilimin (etimoloji) kurulmasına yol açtı. Kökenbilim, sözcüklerin ilk biçimlerini (kökenlerini) araştıran bir bilim dalıydı; yalnızca bu ilk biçimlerin, ilk anlamı, yani gerçek anlamı ortaya çıkaracağına inanılıyor^
du. Ne var ki, incelemeler uygulama açısından Yakınçağ’a kadar hep bu aşamada kaldı. Düyetisinin anlamsal yapıları üstüne bazı varsayımlar ileri sürülmüştü (bu varsayımları, “eşanlamlı”, “çokanlamlı” , “sözcük aüesi” gibi kavramların kullanıldığı geleneksel öğretimde üstü-ka-palı bir biçimde buluruz); ama düzenlenmiş hiçbir kuram yoktu.
SÖZCÜKLERİN ANLAMLARININ DEĞİŞMESİ
XIX, yy’ın başlarında, dillerin zaman içindeki evrimini inceleyen tarihsel dübilimin gelişmesiyle, sözcüklerin anlamlarının da dilin tarihi boyunca değiştiği görüldü. Bunun üstüne söz konusu değişiklikler incelenmeye başlandı. Bu konudaki ilk girişim 1830 yılına doğru Alman dil bilgini Leisi tarafından gerçekleştirildi. Onu,¿a Vie des mots (Sözcüklerin Yaşamı) adlı yapıtıyla Darmes-teter izledi. Ama, Darmesteter’in savları, Darwin’in doğal ayıklanma konusundaki görüşlerinin dilbilime uygulanmasıyla, özünden saptırıldı. Daha sonra Michel Bréal, sözcüklerin anlamının bilimsel olarak incelenmesiyle İlgili temel ilkeleri ortaya attı. Essai de sémantique (Anlambilim Denemesi; 1897) adlı yapıtı, ilgi çekici kuramsal görüşler içermesine karşın, temelde tarihsel çözümlemeye dayanıyor, sözcüklerin niçin ve nasıl anlam değiştirdikleri araştırılıyordu. Bréal,. tarihsel anlam kaymalarının nedenlerini incelerken, toplumsal değişiklikleri (kuramların değişmesi, kullanılan bir sözcüğün, bir toplum tabakasından öbürüne
geçmesi), yabancı dillerdi aktarmaları, bir nesneyi adlandırmayı yasaklayan ortaya çıkmasını, anla araştırılmasını, yanlış köl vb. etmenleri saptadı.Ayn anlam değişmelerini türlı sınıflandırmayı denedi: özelleşmesi (sözgelimi, lat re “öldürmek” sözcüğü, da noyer “boğmak” sözci miştir); anlamın genelleş geÜmi, latince mansione ‘ luk sırasında durulan yer fransızca da maison “ev” vermiştir); anlam kayma: mi latince coxa “kalça’ fransızcada cuisse “uylu sözcüğünü vermiştir), yapılması gerekli olan tn türü, sonradan Meillet (Li historique et linguistique [Tarihsel ve Genel Dübil sonra da “artsüremü aı adı altında, Trier, Baldic riu veUllmann tarafında] di.
Anlam değişmesinden söî ölçüde kolaysa da (latifi “öldürmek.” sözcüğüyle türemiş fransızca noyer sözcüğü arasındaki ayrı] kabul eder), anlamın k söz etmek zordur. Oysa, t rüş açısından uzaklaşıldı^ belli bir andaki bir dizge görüş) olarak ele alındığu likle anlamdan söz etmek
GÖSTERGENİN NEDENSİ
Dilin eşsüremli açıdan ir ni ilk olarak öneren Feı
216
i’-
ikinci Dünya savaşında yapılmış, bir A.B.D. denizaltısım gösteren resim. Denizaltılar, Japon hatları arkasına sızarak, 27 ticaret gemisi batırmışlardır.
i

satın almış olan A.B.D., kanalı Kolombiya’dan ayırmak ve görünüşte bağımsız ama gerçekte kendi egemenliği altında bulunan bir cumhuriyet kurmak için, bir ayaklanma düzenledi. Böylece kanalı tamamlama ve 1914’ten sonra kendi denetimi altında bir deniz trafiği düzen-me olanağını buldu.
Aynı dönemde, Japonlarla rekabet sonucunda, Hawaii adaları (1893) ve İspanyolların bırakmak zorunda kaldığı (1898) Filipinler, denetim altına alındı. Birinci Dünya savaşının başlarında Başkan Wilson’m barışçı eğilimlerine, A.B.D. halkının köken farklılığına ve sermaye çevrelerinin çıkarlarına uygun düşen bir yansızlık siyaseti izlendi. Ama İngiltere’nin ablukaya alınmasından ötürü İtilaf devletlerinin A.B.D ‘yle ticaret ilişkilerinin kesintiye uğraması, A.B.D’nin günden güne bu devletlere yaklaşmasına yol açtı ve “denizaltı savaşı”nın verdiği zararların yanı sıra Almanya’nın Meksika’ya ittifak önermesini bahane eden A.B.D., 2 Nisan 1917’de savaşa girdi. A.B.D’nin savaşa girmesi, itilaf devletleri yararına kuvvet dengesini bozduğu için, gerek savaşın sonucunda, gerek dış siyaset düzeyinde etkili oldu ve başkan Wilson, barış görüşmelerinde büyük rol oynadı.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*