İÇKİ YASAĞI
Ülkesinin Avrupa karşısında benimsediği geleneksel siyasetten aşağı yukarı bütünüyle aynlan Wilson’in tutumu, ülke içinde iyi anlaşılamadı ve 1921’de iktidara gelen cumhuriyetçiler, A.B.D’ni yeniden kıta sınırları içine çekilmeye yöneltip, Versailles, anlaşması Senato tarafından kabul edilmediği için Milletler Cemi-yeti’ne katılmadılar (oysa Versailles anlaşmasında Milletler Cemiyeti’nin kurulması üstünde özellikle durul-
muştu); ama ülkenin savaşta oynakmış olduğu rolden ötürü, Avrupa’ daki olayların tam anlamında uzağında kalmayı ve eksiksiz bir yansızlık siyaseti gütmeyi başaramadılar. Bu arada ülke içinde, 1919’da çıkarılan ve alkollü içkilerin yapım- satımım yasaklayan 18. maddeyle ve bu maddenin uygulanma biçimini düzenleyen Volstead yasasının öngördüğü içki yasağı sorunuyla uğraşmak zorunda kaldılar. Çok geçmeden, sözkonusu yasağın uygulanmasının güçlüğü ve amaçlarının tam tersi etkiler (içki kaçakçılığı gibi) yarattığı anlaşıldı.
Bu dönemin temel özelliğiyse, doların sağlamlaşması ve gerek iç tüketime, gerek Kanada, Asya ve Avrupa pazarlarına yönelik yoğun üretime dayanan olağanüstü bir “refah”ın gerçekleştirilmesi oldu. Maliyet fiyatlarının, taylorculuk yöntemleriyle ve standartlaştırmayla daha da düşürülmesi, üretime, himayeci gümrük rejiminin de katkısıyla, büyük yararlar sağladı.
WALL STREET ÇÖKÜNTÜSÜ VE BUNALIM
1929 yılında A.B.D’nde patlak veıan ve dünyanın her yanına hızla yayılan iktisadi bunalım, uluslararası mali dengesizliğin (A.B.D., o yıllarda, dünya altın stokunun yarısını elinde tutuyordu), tarım ve sanayi alanındaki aşın üretimin ve hesapsız bir borsa spekülasyonunun sonucuydu. 22 Ekim 1929’da başlayan Wall Street çöküntüsü, 24 Ekim günü en büyük boyutlarına ulaştı ve bankacıların engellemeye çalışmasına karşın, 1933 yılına kadar sürdü. Sanayi ve bankacılık alanlarında birçok iflasa yol açan bu olay, işçilerin yanı sıra memurları da kapsayan 13 milyonluk bir işsizler ordusu yarattığı için A.B.D. tarihindeki en korkunç toplumsal bunalım oldu.
172
Eyaletlerin haklarına ve öz re dokunmak cesaretini g yen Başkan Hoover yönetin olumlu sonuç elde etmeyi be dı ve iktisadi kalkınma için önlemlerin (gümrük resi yükseltilmesi; faiz oranlar şürülmesi) etkisiz kaldığı meden anlaşıldı.
1931’den başlayarak A.B.D yelerinin, ülkenin kısa vade lerinden yararlanan ülkeleı çekilmesi, genel bir bunalım Avusturya, Almanya, îngill süre sonra da. Fransa, i olan borçlarına ilişkin anla uymalarını olanaksızlaştırdı ruma düştüler; Almanya d tazminatlarını ödeyememey dı. Bir yıllık süre için tas Hoover. “moratoryom”u, A nın tazminatları, öbür Avru lerinin de borçlarını ödemelt nunun bir yana bırakılmas nuçlandı.
ROOSEVELT VE NEW DEAL SİYASETİ
Bunalım, siyasal aurumun d ğe uğramasına yol açtı; demokrat aday F.D. Roose\ önceki dönemin başkanı ola huriyetçi Parti’den H. C. (1929-1933) karşısında:büyülı kazandı; Kongre’de çoğun’ cumhuriyetçüere geçti. İktidara gelir gelmez, içki y kaldıran Roosevelt, New Dec Bölüşme) adını verdiği bu uyarınca bazı önlemler aldı; ve para sorunlarının düzenle bankalar ve borsanın, feder letin denetimine verilmesi; 1. 1934’te A.B.D. dolarının de % 41 oranında düşürülmesi; i devletin başlattığı büyük bayı çalışmalarıyla işsizlik sorumu ölçüde çözülmesi. İktisat alan sa, 12 Mayıs 1933’te çıkarıl yasayla tarım üretimi kısıtla tarım ürünlerinin fiyatları yü. di; 16 Haziran 1933’te çıkarıl yasayla da, sanayinin toparle ve alman yan önlemlerle, çalı rın yaşama düzeyinin yüks sağlandı.
Sonuçlarsak, söz konusu döı federal hükümet, olaylarm zoı siy la, toplum yaşamına büyült de müdahaleci bir tutum beı miş oldu. Bu tutum, muhal güçlenmesiyle sonuçlandı. Den Parti ’nin sağ kanadı ve b % 80’ini elinde tutan büyük iş : cumhuriyetçiler, eyaletlerin y< rine ve “serbest teşebbüs”« verdiğini üeri sürdükleri bu 6 leri, kıyasıya eleştirdiler. Dan ın 1935’te ve 1936’da, gerek ta gerek iktisatla ilgili yasaların yasaya aykırı olduğunu açıkla
nde Vietnam a karşı bir ien görünüş.
, Fransızların sinden (1954 t anlaşmaları) Vietnam’da 12 n bir savaşa 7 Ocak 1973’te ş anlaşması ¡dı; üç ay sonra I.D. birlikleri n’dan çekildiler. ı sonuna doğru, ■ ide de bir fet ortaya çıktı.
muhalefeti daha da şiddetlendirdi.
Ama siyasetinden dönmeyen Roose-velt, büyük ölçüde işçilerin desteğiyle, 1936 Kasımındaki seçimleri kolayca kazanarak yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Ama bütün çabalarına karşın,’ sanayi üretimi, ancak bir yıl sonra 1929’daki düzeyine ulaştı ve işsizlik ortadan kaldırılamazı: 194Q’ta ülkedeki işsiz sayısı hâlâ 8 milyondu.
PEARL HARBOR
Avrupa’daki çekişmeler karşısında A.B.D. kamuoyunun ve çoğunluğu cumhuriyetçilerin oluşturduğu Se-nato’nun yansız kalma eğilimli olması, Roosevelt’i, dış siyasette ihtiyatlı davranmaya yöneltti. Bununla birlikte, 5 Ekim 1937’de Chicago’daki büyük yankılar uyandıran konuşmasında, dünya barışını tehdit eden çatışmalar karşısında duyduğu tedirginliği dile getirdi; ayrıca, demokratik rejimlere duyduğu yakınlığı belirtip, diktatörlüİderi ve yönetim biçimlerini eleştirdi. İkinci Dünya savaşının başlangıcında ülke çatışmaya katılmadıyşa da, 7 Aralık 1941’de japon uçaklarının Pearl Harbor’a apansızın saldırıp, A.B.D’ nin Büyük Okyanus filosuna zarar vermeleri üstüne Roosevelt, Japonya’ya savaş açma kararının alınmasını Kongre’den istedi. Bu arada, Almanya ve İtalya da, 12 Aralık’ta Japonya’nın yanında yer aldılar.
ATOM BOMBASI
A.B.D’nin savaşa girmesi, kesin sonucun alınmasını sağladı: Avrupa’ da açılan ikinci cephe, Almanya’nın çökmesine yol açarken, Büyük Ok-yanus’u yeniden ele geçirme girişimi, Japonya’nın teslim olmasıyla sonuçlandı. Hiroşima’ya ve Nagazaki’ ye atılan atom bombası, savaşı sona erdirirken, strateji kurallarını yıkan ve insanlık tarihinde yeni bir dönem başlatan bu önemli silah konusunda A.B.D’nin ne kadar ilerlemiş olduğunu da ortaya koydu. Bu arada Ağustos-Ekim 1944 Dumbarton Oakls Konferansı’nda taslağı hazırlanmış ve Nisan-Haziran 1945 San Fransis-ko Konferansı’nda son biçimini almış olan Birleşmiş Milletler yasasının 1945 Temmuzunda A-B.D. senatosu tarafından onaylanmasıyla, Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
SOĞUK SAVAŞ
Savaş sona erince, A.B.D. ile
S.S.C.B’nin çıkarları yavaş yavaş çatışmaya başladı. Amerikalıların çoğu, Hitler’in yenügiye uğratılmasının, totaliter bir rejimin yerine bir başkasının konulmasından başka işe yaramadığını düşünüyordu. Dördüncü başkanlık dönemine başlayan Roosevelt’in 1945 Nisanında ölmesiyle başkan yardımcılığından başkanlığa yükselen Harry Truman (1949’da yeniden seçildi) da, bu görüşü paylaşmaktaydı. Dış siyasetini Marshall planı uyarınca Avrupa ülkelerine iktisadi yardıma ve Wa-shington’da 5 Nisan 1949’da kurulan Atlantik Paktı üyelerine askerî yardım yapılması ilkelerine dayandıran Truman, böylece, hem A.B.D. iktisadının gereklerine, hem de soğuk savaşın kısıtlamalarına uygun düşen Welfare State (Refah Devleti) siyasetini ortaya koymuş oldu. A.B.D’nin Kuzey Kore’nin saldırısına uğrayan Güney Kore’nin yanında yer alması (Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kararıyla), soğuk savaşı tehlikeli bir aşamaya getirdi. Truman, çatışmanın Çin’e sıçramasını önleyerek barış görüşmelerini baş-lattıysa da, barış, ancak 1952’de Roosevelt’ten sonra başkanlığa seçilen Eisenhower tarafından gerçekleştirildi. Kore savaşı, A.B.D’nin dış siyasetinde bir dönüm noktası olmuş ve bu ülkenin yeniden silahlanmasına yol açmıştı. Ülke dış siyaseti artık gerek Avrupa’da, gerek Asya’da komünizmin yayılmasını engelleme ilkesine dayanıyordu.
Cenevre Konferansından (1954) sonra A.B.D’nin, Güneydoğu Asya’ nın savunmasını pekiştirme siyaseti izlediği görüldü: 8 Eylül 1954’te Manila paktı; Milliyetçi Çin’in desteklenip, Çin Halk Cumhuriyeti’nin
Birleşmiş Milletler Örgütü’ne alınmasına karşı çıkılması. Avrupa’daysa, Federal Almanya’nın NATO’ya alınması ve Fransızların çekimserliğine karşın, Batı Avrupa’nın savunulmasına katılması desteklendi. Süveyş olayı, 1956 yılı Kasım-Aralık aylarında yeni bir uluslararası bunalım yarattı. A:B.D., îngilizlerin ve Fransızların Mısır’a karşı harekete geçmesini doğru bulmadığını açıklayıp, S.S.C.B’nin ağır basması karşısında, Yakındoğu’da kendi çıkarlarını savunmak için, eski müttefiklerinin yerine geçmeye çalıştı. Bu kesin tavır, nükleer silahlanma ve uzay yarışına son verme konularında A.B.D. ile S.S.C.B. yöneticilerinin buluşup görüşmeleriyle sonuçlandı. Ama başkan yardımcısı. Ni-xon’m Moskova’yı, Kruşçev’in de Washington’i ziyaretleri sırasında bir yumuşama siyasetini gerçekleştirmek istediklerini açıklamalarına karşın, 1960’ta Paris’te yapılması kararlaştırılan konferans çeşitli olaylardan ötürü (bu arada S.S.C.B. göklerinde bir A.B.D. casus uçağının düşürülmesi) yapılamadı. A.B.D’nin özellikle Japonya ve Latin Amerika’daki etkisine karşı yöneltilen saldırılar, havanın yeniden gerginleşmesine yol açtı. Üstelik
S.S.C.B’nin desteğiyle Küba’da Fidel Castro hükümetinin kurulmasını, Washington, bir kışkırtma olarak yorumladı.
KENNEDY
Demokrat Kennedy’nin iktidara gelmesiyle A.B.D. hükümeti ile A.B.D. siyasetinde bazı değişiklikler yapıldı: Azgelişmiş ülkelere yardımın komünizme karşı savaşımda bir araç olarak kullanılması; nükleer denemelerin yeniden başlatılması; uzay programının uygulanmasının hızlandırılmasıyla, S.S.C.B’yle güç dengesi kurmaya çalışılması; Çin Halk Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler örgütü‘ne girmesine karşı çıkmanın sürdürülmesi, ama Güneydoğu Asya’nın işlerine müdahalenin daha dikkatli biçimde yürütülmesi. 1962’ deki Küba bunalımı, S.S.C.B’yle görüşmeleri yeniden başlattı ve 1963 Ağustosunda nükleer denemelerin kısıtlanması konusundaki Moskova anlaşmasının imzalanmasıyla, soğuk savaşa son verildi.
Kennedy’nin 22 Kasım 1963’te Dallas’ta öldürülmesiyle yerine geçen başkan yardımcısı L.B. Johnson, 1964’te yapılan başkan seçimlerini kazanarak yerini korudu. Kuzey Vietnam ile Vietkong’u görüşme masasına oturtmak umuduyla A.B.D’nin Vietnam savaşına müdahalelerini hızlandırdı. Başarısızlığını fark edip 1968 seçimlerine katılmaması üstüne, Nixon başkanlığa seçildi.
173
NtXON
Nixon, Paris’te, Johnson tarafından başlatılan konferansı sürdürürken, Moskova ve Pekin’le de görüşmeleri başlattı. A.B.D’nin 25 Ekim 1971’de, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler örgütü’ne girmesini kabul etmesi ve Nixon’in 21-28 Şubat 1972’de Pekin’e, 22 Mayıs-1 Haziran 1972’de Moskova’ya gitmesi, iki büyük devletin, yumuşamaya yol açacak sürekli bir görüşme başlattıkları umudunu uyandırdı. Yaptığı ziyaretlerden kazançlı çıkan, yurttaşlarında, Çinhindi’nde barışı, demokrat rakibi Mac Govem’dan daha kolay sağlayabileceği izlenimi uyandıran Nixon, 1972 Kasımında yeniden başkanlığa seçüdi ve ikinci başkanlık döneminin ortasına doğru, Paris’te Vietnam ateşkes anlaşmasını imzaladı (27 Ocak 1973).
Bu arada iç siyasette şaşırtıcı olaylarla karşılaşıldı. 1972’de, Nixon’in adamları, Demokrat Parti merkezinde (Washington’da Watergate binalarında), telefon konuşmalarını ve çeşitli haberleşmeleri gizlice dinlemiş ya da saptamışlardı. Basının bu yasadışı “Watergate 01ayı”mn içi yüzünü ortaya koymak için uzun süre uğraşması sonucu, 1974’te sert bir tarüşmabaşladı; çok geçmeden, kamuoyu başkanın istifa etmesini istedi.
Ağustos ayında açıkça suçlanan Nixon, birkaç gün sonra istifa etti ve yerine, yardımcısı Gerald Ford (Spiro Agnew’in 1973 Aralığında istifa etmesinden sonra bu göreve gelmişti) geçti.
FORD
A.B.D’nin, Watergate rezaleti ve Vietnam savaşı nedeniyle şaşkına döndüğü bir sırada başkanlığa getirilen G. Ford, çok büyük değişikliklerin söz konusu olmadığı bir hava içinde görevine başladı: Nixon kabinesinin bütün üyelerini, özellikle de Henry Kissinger’ı görevlerinde tuttu.
Yeni dönemin başlıca özelliğini, yirmi beş yıldır Kongre üyesi olan deneyimli başkan üe Kongre’nin çoğunluğunu oluşturan demokratlar arasındaki çekişmeler oluşturdu: Demokratlar, 1974 Kasımındaki seçimlerde, Temsücüer Meclisi’nde büyük çoğunluk elde etmiş, Senato’ da denetimi ele geçirmişlerdi. Ayrıca, yerel seçimlerde de başarı kazanmışlar ve cumhuriyetçilerin altı eyalet valisine karşılık, yirmi sekiz eyalet valisi çıkarmışlardı. Gerald Ford’un Nixon’m hiçbir koşula bağlı olmadan temize çıkarılmasına karar vermesine, Kongre şiddetle karşı çıktı. Yolsuzluk olaylarının (Lockheed; petrol şirketleri) açığa çıkanl-
ması, C.İ.A. ile F.B.İ. örgütlerinin yasadışı etkinlikleri konusunda Rockefeller ve Church komisyonlarının yürüttükleri sonu gelmez soruşturmalar ve tartışmalar, yeni başkanın işini güçleştiriyordu. Ayrıca yeni başkan, şeçimle değil, Nixon’in istifası sonucu göreve gelmiş olduğu için, halkıiı desteğinden de yoksundu.
Üstelik, iktisadi durum da iyi değildi: Yıllık enflasyon oranı % 12’yi bulmuştu; etkin nüfusun o/o 9’u işsizdi; tüketim ve katışıklı ulusal ürün azalıyor, A.B.D. iktisadı İkinci Dünya savaşından sonraki en ciddi durgunluğa giriyordu. Bu durum karşısında G. Ford, cumhuriyetçilerin geleneksel tutuculuğuyla davranarak, devletin iktisada doğrudan müdahalesi siyasetine, özellüde de toplumsal nitelik taşıyan harcama tasarılarına karşı çıktı. Ama petrol fiyatlarının artması karşısında, bütçe açığım genişletme tehlikesi yaratan tüketim azalmasını canlandırmak için, mali yükleri hafifleten bir siyaset izlemek zorunda kaldı. Sonuçlarsak, A.B.D’nde bolluk ve sürekli iktisadi büyüme dönemi sona erip, durgunluk, enflasyon, enerji ve beslenme sorunları dönemi başladı.
Dış siyasetteyse soğuk savaşa ve Vietnam savaşına son verildi (1975). Bazı sürtüşmelere karşın, komünist ülkelerle de bir yumuşama havasına girildi. H. Kissinger’ın izlediği siyaset, G. Ford’un önce Vladivostok’ta (1974),sonra da Helsinki’de Brejnev’ le görüşmesine yol açtı. Bu görüşmeler sonucunda, iki ülke arasında beş yıllık değiş tokuş anlaşmaları (A.B.D. tahılına karşılık .S.S.C.B’nin petrol vermesi) imzalandı. Ford’un Aralık 1975’te Pekin’e yaptığı yolculukla, Çin’le de ilişkiler başlatıldı. Bazı yerel çatışmalar ve Kissinger’ m çabalarına karşın sona erdirile-meyen Israil-Arap gerginliği sayılmayacak olursa, bu dönemde, dünya banşını tehdit eden büyük bir çatışma olmadı.
CARTER
2 Kasım 1976’da Jimmy Carter’ın başkanlığa seçilmesi, sekiz yıllık cumhuriyetçi iktidarına son verdi. 1849’dan 1976’ya kadar gerçek Güney’in ilk temsilcisi olan Carter, A.B.D. siyasetine yeni bir üslup getirdi. Kamuoyundaki huzursuzluğun giderilmesi gerektiğini kavrayarak, Vietnam savaşından ve Watergate’ ten sonra iyice sarsılmış olan başkanlık kurumana, eski saygınlığını kazandırmaya, yeni bir toplumsal birlik yaratmaya uğraştı. Kongre’nin çoğunluğu demokrat olduğu için Carter’m, G. Ford’un Uğraşmak zorunda kaldığı sorunlarla da karşı-
laşmayacağı sanılıyordu; am geçmeden, başkan üe Kongr smdaki ilişküer gerginleşti. Carter, taşanlarına karşı Kongre’ye karşı bir dayanalı bümek için, A.B.D. halkına dan seslenmek zorunda kald sat alanında ılımlı bir gelişm seti gütmek istiyordu ama, he dişine büyük ölçüde oy verm Kuzey’deld zencileri,hem aşın neleşmeden ve kentleşmeden gin olan Kuzeydoğu kesimini,] kendisini seçmiş olan ve b siyasetinin uygulanmasını i “Güney”i hoşnut etmek zoruı Bu arada, yolsuzluklara adı 1 bütçe müdürü Bert Lance’u etmek zorunda bırakılması; 1 üe basın ve “kurulu düzen” ı daki uçurumu daha da deri di. Maden işçüerinin 1978’de grevi ve gelirleri azalan çif hoşnutsuzluğu, durumu da ağırlaştırdı. Yalnızca güncel lerin artması yönünde s veren sendikalar da, ileriye köklü bir toplumsal değişikliğ çıkıyorlardı. Yapılan resmî malara göre, 1977’de iilkeniı nın % 12’si (26 milyon kişi) du; bunların büyük bölümf zencüer oluşturuyordu.
HASTA BİR İKTİSAT
Carter’m izlediği iktisat siya! 1976’dan sonra iki dönen etmek gerekir: Bütçe açıklaı bütün iktisadi belirtilerin, nin gerçek olanaklarının yaşadığını gösterdiği dönem; yonu durdurma isteğinin ve leri sıkma siyasetinin ağır 1978’den sonraki dönem. Ge A.B.D’nde, genel olarak bal da, çeşitli nedenleri olan bir yonun yerleştiği gözlenir: SG su nedenler arasında ticaret sindeki açığın günden güne t: si (1975’te 11 milyar dolar; 26 milyar dolar), tasar yatırımda kullanılabilecek sı lerin azalması, toplumsal harcamalarının artması I Bakanlığı., 1978’de, % 35 ı bütçeden en büyük payı aliyi tüketimin aşırılaşması saj Carter’ın, 1977’de 45 milyar, 48 milyar açığı olan bütçeleri ması sonucunda katışıklı ulu: 1977’de 4,9’luk, 1978’de 3,Ç yükselme göstermiş, ayrıca, % 7,5, 1977’de % 6,9 olan 1978’de % 6’ya (bu, 1974’ten yıllarda ulaşılmış en düşük dir) düşmüştür, buna karşılı] yon artmıştır: 1978’de % 11 % 13.
SİYASAL BAŞARILAR
Carter’m tutumunun, dış siy
mada, daha özgün değilse de, daha açık olduğu söylenebilir. Devlet bakam Cyrus Vance’e (Nisan 1980’e kadar görevde kaldı), güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski’ye ve 1979’da istifa edinceye kadar Birleşmiş Milletler Örgütü elçiliği yapan Andrew Young’a dayanan dış siyaset, Kissinger’m benimsediği siyasetten bütünüyle farklıydı ve “yalnızca Sovyet blokuna karşı değil, Üçüncü Dünya devletlerine karşı da, insan haklarım savunmak için ideolojik saldırıya geçme” ilkesi üstünde temelleniyordu: Angola ve Mozambik gibi ülkelerle işbirliği yapma isteği; Zaire’deki Mobutu rejimine silah yardımının azaltılması; lan Smith’e ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne sürekli baskı yapılması. Öte yandan, Güneydoğu Asya’da, durumun normale dönmesi için gerçek bir çaba harcandı; Küba’yla ilişkiler yeniden kuruldu. Avrupa’daysa Kissinger’ın seçimlerle ilgili zamansız müdahalelerinin yerini, “Avrupa komünizmi” karşısında hiç olmazsa görünüşte ilgisizce bir tutumun benimsenmesi aldı. Ama İran şahının önce desteklenmesi sonra da Beyaz Saray’ın desteğinin çekilmesi (İran’da Amerikalı rehineler işinin karmakarışık olması), “diplomat” başkan görüntüsüne gölge düşüren olaylardı.
Carter yönetiminin başlıca üç başarısı olduğu söylenebilir: 1977 ve 197a’de Panama kanalı konusunda iki anlaşma imzalanması (görüşmeler on üç yıl sürmüştü); Çin’le, 1 Öcak 1979’da diplomatik ilişkilerin kurul-‘ ması (31 Ocak 1979’da iki ülke arasında geniş kapsandı bir işbirliği anlaşması imzalandı); Washington’da, İsrail-Mısır barış anlaşmasının imzalanması (26 Mart 1979).
5.5.C.B. konusundaysa, 1980’de soğuk savaş havası yeniden her yanı sardı. S.S.C.B’nin Afganistan’a askeri müdahalesi üstüne, A.B.D.,
5.5.C.B’ne buğday satmayı durdurdu, ticaret ve kültür akşverişini azalttı; Moskova olimpiyatlarına katılmadı. Ayrıca, aynı tutumu benimsemeleri için, Avrupa’daki müttefiklerine ve Japonya’ya baskı yaptı. Bu arada Tahran elçiliğinde Amerikalıların rehin tutulması olayından sonra, İran’daki yeni rejime karşı sert yaptırımlar uygulandı: İki ülke arasında, diploması ilişkilerinin bütünüyle kesilmesi; A.B.D’nin İran’a hiç mal satmaması; İran’ın A.B.D. bankalarındaki bütün varlığına el konması; İran’la her çeşit para ve ticaret ilişkisinin yasaklanması; vb.
REAGAN
Kasım 1980’de Ronald Reagan’ın başkanlığa seçilmesi (20 Ocak 1981’de göreve başladı), A.B.D’nin dış siyasetinde de yeni bir değişikliğe yoi açtı. A.B.D’ne daha güçlü bir gö-
rünüm kazandırmak isteği ağır basmaya başladı. Ama Ronald Reagan,
5.5.C.B’nin genişleme siyasetine her yerde etkili bir biçimde karşı durarak A.B.D’nin önderliğini kurmak isteğini, her zaman aynı kararlılıkla uygulayamadı. Nitekim bozgunculukla suçlanan Nikaragua ve Küba’nın uyarılmasına, Salvador’daki Amerikalı danışmanların sayısının artırılmasına karşın, yeni yönetim “Vietnam benzeri” bir çıkmazın içine düş* me korkusundan kurtulamadı. Avrupa konusundaki siyaset de kesinlik ve açıldık kazanamıyordu: Washington, bir yandan Salvador ve Afganistan olayları konusunda, müttefiklerinin daha kararlı ve kesin davranmalarım isterken, bir yandan da
5.5.C.B’ne konmuş olan tahıl ambargosunu kaldırdı. Ortadoğu konusunda da kararsız bir tutum izlenerek Suudi Arabistan’a AWACS radar-uçak-lan verilmesi, Washington ile İsrail arasında gerilime yol açtı. İç siyasetteyse, yeni yönetim korkunç sorunlarla karşılaştı: 1980’de işsizlik arttı; birçok kesimde gerileme görüldü (otomobil üretiminde % 30); enflasyonun hızı azalmak bir yana, şiddetlendi (% 12,4). 5 Şubat 1981’de Ronald Reagan, ülkenin, “1930’dan bu yana en ciddi iktisadi kargaşayı” yaşadığını açıkladı. Enflasyonla savaşım bir ölçüde başarıya ulaştı ve doların değeri yükselmeye başladıysa da, 1983’te S.S.C.B’nin birGüneyKo-re yolcu uçağım, A.B.D. hesabına ca-
…..şür-
.ere
yol açtı. 1984’te yapılan başkanhk seçimlerinde, Demokrat Parti adayı Walter Mondale karşısında oylann % 59’unu alarak yemden başkanlığa seçilen Reagan, S.S.C.B.’yle ilişkileri yoğunlaştırmaya yönelerek, orta menzilli nükleer başkklı silahların karşılıklı olarak azaltılması ve Orta Asya’daki konvansiyonel silahların kaldırılması konusunda, Andro-pov’a görüşme önerdi. Andropov’un 9 şubatta ölmesi üstüne bu görüşme gerçekleştirilemediyse de, 1984 Ey-lül’ünde S.S.C.B. Dışişleri Bakam A. Gromiko’nun Beyaz Saray’da Rea-gan’la görüşmesi, iki ülkenin ilişkilerinin sıklaştırılmasında, başlangıç adımı oldu. Reagan’m Polonya’ya uygulanan iktisadi ambargoyu kaldırması ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret etmesi (26 Nisan), sosyalist blokun öbür ülkeleriyle de ilişkileri yumuşattı. Gorbaçov’un başkan olmasıyla yeni bir döneme giren A.B.D.-S.S.C.B. ilişkileri, 1985 Ka-sım’mda iki ülke önderinin Cenevre’de buluşmalarından sonra hız kazançlıysa da, gerek bu görüşmede, gerek 1986 Ekim’inde İzlanda’da yapılan ikinci görüşmede, Reagan’m
S.S.C.B’nin “Yıldız Savaşları Progra-mı”ndanvazgeçilmesi(Gorbaçovbu-
na karşılık, Cruise ve Pershing füzelerinin görüşme dışı tutulmasını kabul etmişti) ve stratejik silahlarda her iki ülkenin % 50 indirim yapmaları önerisini kabul etmemesinden ötürü, somut bir sonuca ulaşılamadı.
Bu arada, Reagan’m Orta Amerika siyaseti sürdürülerek Nikaragua’da rejime karşı savaşan Contralar’a yardımlar artırıldı. A.B.D yörüngesindeki El Salvador gibi ülkelere yapılan askeri ve iktisadi yardımlar da çoğaltıldı.
Libya’yla ilişkiler, Libya’nın uluslararası terörü desteklediği gerekçesiyle Büyük Sirt körfezine gönderilen 6. filo gemilerine Libya’nın füzelerle saldırması üstüne yeniden gerginleşti ve 1985 Mart’ında Â.B.D. uçaklarının Libya’daki bir radar üssünü bombalayarak, iki Libya gemisini batırmaları sonucunda tehlikeli bir duruma geldi: 1986 Nisan’ında A.B.D. uçakları (İngiltere’den ve Akdeniz’deki bir uçak gemisinden kalkmışlardı) Trablusgarp ve Bingazi’yi bombaladı.
1986 Kasım’mda, Lübnan’da yayımlanan bir derginin, A.B.D’nin gizlice İran’a silah sattığı yolunda bir habere yer vermesiyle patlayan ve “İrangate” diye adlandırılan skandal sırasında yapılan soruşturmalarda, İran’a satılan silahlardan elde edilen gelirin, A.B.D. Kongre’sinden gizli olarak Nikaragua’daki “Contralar”a yardım için kullanıldığı anlaşıldı ve olayda sorumlu bulunan CİA başkam, Rea-gan’ın danışmanı ve Ulusal Savunma Komisyonu’nun bazı üyeleri görevden alındı. Bütün bu olayların yıprattığı Reagan’sa, 1988 Kasım’ın-da yapılan seçimleri yitirerek, A.B.D. başkanlığını Cumhuriyetçi Parti adayı George Bush’a devretmek zorunda kaldı.
BUSH
1989’un Ocak ayı sonunda devlet başkanlığını devralan Bush,
S.S.GB’yle ilişkilerde gerçek bir barış dönemini başlatarak, 20 Haziran 1989’da Gorbaçov’un A.B.D.’yi ziyaretinden sonra, Malta’da yaptıkları zirve toplantısının (Aralık 1989) ardından, “A.B.D. halkının Başkan Gorbaçov’u yürekten desteklediğini….” ve “…. S.S.C.B.’nin uluslarası pazara katılması için elinden geleni yapacağını…” açıkladı. Dostluk havası, iki başkanın 1990 Mayıs’mda bu kez Washington’da biraraya gelmeleriyle daha da geliştirildi.
Ne var ki, bu gelişmelerle yıllardır baskısı altında olduğu “komünist tehdidin” kalkmasıyla ferahlayan A.B.D. halkı, bu kez de Panama’da görev yapan bir A.B.D. subayının öldürülmesi (17 Aralık 1990) üstüne A.B.D. birliklerinin 20 Aralık 1990 gecesi Panama’ya müdahaleleriyle
175
(Başkan Noriega, 3 Ocak 1990’da A.B.D. Narkotik Büro yetkililerinin teslim olarak, Florida’da yargılanmaya başlandı) yeni bir huzursuzluğa kapıldı. Bunu, 2 Aralık 1989’da Kuveyt’i işgal etmiş olan Irak’m, bütün uyanlara karşın Kuveyt’ten çekilmeyi kabul etmemesi üstüne, A.BD.’nin ağırlıkh girişimleri sonucunda Birleşmiş Mifletler’in duruma müdahale karan almasıyla, büyük bölümünü A.B.D. birliklerinin oluşturduğu BM kuvvetlerinin Irak’a müdahalesi (17 Ocak 1991) izledi. “Çöl Harekâtı” adı verilen bu harekât, 24 Şubat’ta başlatılan kara savaşının, 100 saat içinde sonuçlandırılarak Irak’m Kuveyt’ten çıkanlmasıyla ve BM kuvvetlerinin Basra’ya kadarı uzanan bölgeyi ele geçirmeleriyle sonuçlandı.
Ne var ki, çok kısa süren, ama A.B.D.’ye çok büyük bir mali yük getiren bu savaşın da etkisiyle, ülke iktisadında başlayan büyük durgunluk, 1992 seçimlerinde kararsızların oy-lannı Bush’a karşı kullanmalarına yol açtı ve Demokrat Parti’nin adayı Bili Clinton, 3 Ekim 1992’da A.B.D. başkanlığına (Anayasa gereği 20 Ocak 1993’te göreve başlayacaktır) seçildi. Bush’sa, görevi devretmesine çok az kaldığı bir sırada (Aralık
1992), B.M’nin bu kez de kıtlığa karşı Batı’dan gönderilen yardımlann halkın eline geçmemesi gerekçesiyle Somali’ye müdahale karan almasında (oluşturulan BM kuvvetlerine katılmak için 19 Aralık 1992’de 300 kişilik bir Türk birliği de Mersin’den Somali’ye hareket etti) etkili oldu.
BAŞKANLIK REJİMİ
17 Eylül 1787 Federal Anayasası uya-nnca yürütme gücünün başında bulunan A.B.D. cumhurbaşkanının yetkileri son derece geniştir; bu yüzden A.B.D’nin siyasal rejimi, “başkanlık” rejimi diye nitelenen yönetim biçimi-
nin en iyi örneği sayılabilir.
BÎR UZLAŞMANIN ÜRÜNÜ
Birliğin, eyaletler üstündeki egemenliğini vurgulayan “federalist” eğilimler ile eyaletlerin özerkliğini savunan “federalizm karşıtı” eğilimler arasındaki bir uzlaşmanın sonucu olan A.B.D. anayasası, yasama gücünden ayn ve onu dengeleyen, güçlü bir yürütme gücü öngörmüştür.
Yürütme gücünü ellerinde tutan başkan ve başkan yardımcısı dört yıl için, genel oyla seçilirler. Başlangıçta, başkanın sürekli seçilebileceği öngörülmüş, ama Washington’in üçüncü kez başkanlığa aday olmayı istememesi üstüne, başkanlığa yâlnızca iki kez aday olmak bir gelenek haline gelmişti. Ama Roosevelt, bu geleneğe uymayarak 1940’ta üçüncü, 1944’te de dördüncü kez başkan seçilme başansım gösterince, Ana-yasa’mn 22. maddesiyle (1951’den bu yana uygulanmaktadır) “ bir kişinin başkanlığa yalnızca iki kez seçilebileceği” kuralı getirilmiştir. Bununla birlikte, başkan yardımcısının, görevinin bitiminden iki yıldan daha az bir süre önce başkanın yerine geçtiği durumlarda, iki kez daha başkanlığa adaylığını koyabileceği de kabul edilmiştir.
BAŞKANIN SEÇİLME BİÇİMİ
A.B.D’nde başkanlık seçimi, birçok evrede gerçekleşir. Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Parti ya da herhangi bir başka parti önce, partinin başkan ve başkan yardımcısı adaylannı seçer (adaylar, her eyaletin temsilcilerinden oluşan parti genel kurulu tarafından seçilir). Adayların kıyasıya çekiştikleri üç ay kadar süren bir seçim kampanyasından sonra, her eyalette, kasım ayının ilk pazartesi gününü izleyen sah günü, parti büyük
seçmenlerinin (ya da başl menleri) seçimi genel oylam, çekleştirilir. Sözü geçen seç bu oylamadan birkaç gün so lanarak başkanı ve başkan yı sim seçerler. Her eyaletin, k< fusuna oranla belli sayıda seçmeni vardır. Bu göreve ad lar, rekabet halindeki partile: lerini oluştururlar: Çoğunki eden liste, bütünüyle seçiln Partilerin ülke çapındaki baş menleri sayısı 538’i bulur.1 iki parti söz konusu olunca, e oy elde eden partinin başkaı kan yardımcısı seçilmiş olur seçmenleri, kendi partilerin lanna oy vermeyi kabul eder lece A.B.D’nin başkam ve yardımcısı, genel halk oyu ğunluğunu almadan seçileb kan seçmenlerinin mutlak < ğunun oyu, seçilmek için y 1876’da Hayes, 1888’de de’ böyle seçilmişlerdir. Seçin parti katıldığında, hiçbiri 27 etmeyebilir. O zaman baş başta giden iki aday arasınd silciler Meclisi üyeleri seçer lak çoğunluk zorunludur; eyaletin, temsilcilerinin sa olursa olsun, ancak bir oyı Jefferson 1800’de, John Adams da 1824’te, bu yol! gelmişlerdir. Başkan, seçilr sonraki 20 Ocak günü göre lar.
BAŞKANLIK ÖRGÜTÜ VE BAŞKANIN YETKİLERİ
Başkan, kabinesinin üyele: devlet bakam diye adlandi kanlarını seçer (Senato taıa onaylanmalan gerekir). Ki rak yalnızca başkana karşı olan bu bakanlar (kabinem sorumluluğu yoktur), gene başkan tarafından göre uzakjaştınlabilirler. Başk