Katay Don Sasorith, takma adı william rabbit

 Katay Don Sasorith, takma adı william rabbit

 

(d. 12 Temmuz 1904 – ö. 29 Aralık 1959, Vientian, Laos), 1954-56 arasında Laos başbakanı. Gençliğinde yayımladığı
67 Katayev, Valentin Petroviç
broşürlerle ulusal direniş hareketine katkıda bulunmuştur.
1926’da, o dönemde bir Fransız sömürgesi olan Laos’ta devlet hizmetine girdi ve bu görevi 1945’e değin sürdürdü. II. Dünya Savaşı boyunca ulusal direniş hareketinin önde gelen sözcülerinden biri oldu. Önce Japonlara, ardından da Laos’u yeniden işgale girişen Fransızlara karşı mücadele eden Lao Issara (Özgür Laos) hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Ardından kurulan geçici hükümette maliye bakanlığına getirildi. Ama kısa bir süre sonra Fransa denetimi yeniden ele geçirince sürgün hükümetinin yerleştiği Tayland’a kaçmak zorunda kaldı (1946). Tayland’da bulunduğu yıllarda Fransız egemenliğine son verilmesini savunan bir gazete çıkardı ve William Rabbit adıyla Contribution à l’histoire du mouvement d’indépendance national Lao (1948; Laos Ulusal Bağımsızlık Hareketinin Tarihine Katkı) başlıklı bir broşür yayımla-■dı; broşürde kullandığı İngilizce Rabbit (Tavşan) adını, asıl adı Katay’ın Laos dilinde “tavşan” anlamına gelmesinden dolayı almıştır.
1949’da Vientian’a dönen Katay 1951’de Ulusal Meclis’e seçildikten sonra hızla yükseldi ve Laos’un bağımsızlığını kazanmasından (1954) sonra başbakanlığa getirildi. Komünistlerin denetiminde ama son derece milliyetçi bir askeri örgüt olan Pathet Lao’ ya (Lao Ülkesi) karşı sürekli bir kuşku duyan Katay, kendi adlandırmasıyla “dış kaynaklı komünist saldırganlığa” karşı mücadelesinde ABD’den mali destek sağlamayı başardı. Ardından, Viet Minh’in Laos’u Pathet Lao aracılığıyla işgal ettiğini öne sürerek Viet Minh’e karşı ABD’den yardım aldı. Ama 1955’te meclisin desteğini yitirdi ve başbakanlığı Prens Souvanna Phouma’ya bırakmak zorunda kaldı. İç siyasetteki dengeleri korumaya çalışan Prens Souvanna bu amaçla Pathet Lao ile uzlaşma yollan aradığında Katay’ın sert eleştirileriyle karşılaştı.
Katayev, Valentin Petroviç, kataev olarak da yazılır (d. 28 Ocak 1897, Odessa, Ukrayna – ö. 12 Nisan 1986, Moskova, SSCB), romancı ve oyun yazan. Devrim sonrasındaki toplumsal koşulları canlı ve yergili bir dille ele aldığı yapıtlanyla o dönem Sovyet edebiyatına egemen olan kuru ve resmî üslubu aşmıştır.
Katayev öykü yazmaya 1916’da başladı. Bir süre Kızıl Ordu’da görev yaptıktan sonra 1920’de Odessa’da gazeteciliğe başladı. 1922’de Moskova’ya taşındı ve Gudok dergisinde çalışmaya başladı. İki serüvenciyi konu alan Rastratçiki (1926; Dolandıncılar) adlı romanı, Gogol tarzında yazılmış bir pi-karesk öyküydü. Kvadratura kruga (1928; İmkânsızı Denemek) adlı komedisi, bir odayı paylaşan iki evli çiftin yaşamı çerçevesinde konut sorununu ele alıyordu. 1937’de Vladimir Legoşin’in sinemaya uyarladığı Beleyet parus odinoki (1936; Ufukta Beyaz Bir Yelken, 1974) adlı romanı ise 1905 Dev-rimi’ni Odessalı iki çocuğun gözünden inceliyordu. Çok kısa bir sürede dev bir çelik tesisi inşa etmeye çalışan işçilerin anlatıldığı Vremya vperyod (1932; Zamanıdır, İleri) SSCB’de 1928-32 arasında uygulanan ilk beş yıllık planın etkisiyle yazılmış romanlann edebi değeri en yüksek olanlanndan biriydi.
Katayev 1950’lerde ve 1960’larda Yunost adlı derginin yayın yönetmenliğini üstlendi. Dergide Yevgeni Yevtuşenko ve Bella Ah-madulina gibi genç kuşağın umut veren
katedra 68
şairlerinin yapıtlarına yer verdi. Bir ameliyat öncesinde yapılan anestezi etkisiyle gördüğü düşleri lirik-felsefi bir dille anlattığı Svıatoy kolodets (1967; Kutsal Kuyu) 1966’da Novi Mir adlı edebiyat dergisinde yayımlandı. Proust, Joyce ve Kafka etkilerinin açıkça görüldüğü bu otobiyografik yapıtta Katayev ailesine, arkadaşlarına, sevgililerine, Amerika yolculuğuna ve Sovyet tarihine ilişkin olayları bilinç akışı tekniğiyle anlatır. Geniş düşgücü, duyarlı ve özgün anlatımıyla Katayev, Sovyet edebiyatının önde gelen yazarları arasına girmiştir.
Katayev’in öyküleri Türkçede Rus Hikâyeleri (1938) adıyla yayımlanmıştır.
katedra (Latince cathedra: “iskemle” ya da “koltuk”), Romalıların kullandığı ağır yapılı koltuk. Eski Yunanlıların kullandığı daha hafif ve ince yapılı klismos’tan türemiştir.
Erken dönem Hıristiyan bazilikalarında altann arkasında, apsis duvarına yakın biçimde yerleştirilen katedra piskopos tahtı olarak kullanılırdı. Sonraları, her piskoposun kendi bölgesindeki en önemli kiliseye “katedral” adı verildi. Ex cathedra (“kated-radan”) deyimi de papanın iman ve ahlak konularında bütün inananlan bağlayan resmî konuşmaları için kullanılırdı.
katedral, Hıristiyanlıkta, piskoposun resmî tahtı katedranın(*) bulunduğu kilise. Katedraller, ilgili piskoposun kilise hiyerarşisindeki konumunun yükselmesine (bölge piskoposları, başpiskoposlar ya da metropolitler, patrikler ve Katolik Kilisesi’nde papa) bağlı olarak önem kazanır.
Katedral kiliselerinin büyük ve görkemli yapılar olması zorunlu değildir, ama tarih boyunca katedrallerin çoğu bu özellikleri taşımıştır. Bölgesel kilise örgütlenmesi başlangıçta Roma İmparatorluğu’nun bölgesel örgütlenmesine uyduğu için, o dönemden beri katedrallerin köylerde değil kentlerde kurulmasına özen gösterilmiştir. Batı’da ortaçağ başlarında, katedral bulunan kentler katedral kenti adıyla anılmıştır.
Katolik Kilisesi’nin resmî kuralları katedral mimarisine ilişkin bir düzenleme getirmez. Ama özel ayinler için yeterince geniş bir altar alanının olması yeğlenir. Kilise hukukunun öngördüğü tek kural, katedralin kutsanmış olması ve yeterli gelirinin bulunmasıdır. Katedral yapımı konusunda karar vermeye papa yetkilidir; ama olağan koşullarda her bölge piskoposunun seçimi ya da karan papalıkça onaylanır. Piskoposun Ad-vent (Noel’e hazırlık) ve Büyük Perhiz dönemleri ile Noel, Paskalya, Pentekostes ve Corpus Christi yortulannda katedralinde bulunması, papazlığa atama işlemlerini burada yerine getirmesi gerekir.
Ortodoks Kilisesi’nde katedral, bir kentte piskoposun bulunduğu ve yortularda ayinleri yönettiği ana kilisedir. Sayılan az olan piskoposluk bölgelerinden her birinin çok geniş bir alana yayıldığı Rusya’da her büyük kentteki en büyük kilise, piskoposun kilisesi olmasa da, katedral (sobor) adım almıştır. Büyük manastırlann ana kiliselerine de bu ad verilir.
16. yüzyılda Reform hareketinden sonra piskoposluk makamının kaldınldığı ülkelerde katedraller sıradan kiliselere dönüştü. İsveç’te Lutherci piskoposun bulunduğu kilise katedral adını korudu. Piskoposluk düzeninin sürdüğü İngiltere Kilisesi’nde de katedrallerin konumu değişmedi.
kategori (Yunanca kategorein: “dile getirmek”, “doğrulamak”), felsefede, düşünce biçimlerinin ya da varhklann en genel ya da
temel türlerini belirtmek için kullanılan terim. Belirli bir kategoriye giren bir biçimin yerine bir başka kategoriye giren bir biçimin konması anlamsız bir önermeyle sonuçlanır.
Aristoteles kategori terimini yüklem türlerini belirtmek için kullanır. Ona göre, belirli bir özne üzerine söylenebilecek ya da ona yüklenebilecek her şey şu 10 kategoriden Dirine girer: Töz (ne’lik), nicelik, nitelik, görelik (bağıntı), yer, zaman, durum, konum (iyelik), etki ve edilgi. Bunlar hem varlığın hem de düşüncenin özellikleridir. Yüklem kategorilerinin açık seçik kılınması, Eski Yunan düşünürlerine paradoks gibi gözüken bazı sorunlan çözmekte yardımcı olmuştur. Örneğin giderek yaşlanan Sokrates bir yıl içinde önceleri daha uzun olduğu Alkibiades’ten daha kısa boylu olabilir ve böylece şimdi öncekinden farklı bir durumda olur. Ama bu, insan olma özelliklerini yitirdiği anlamına gelmez. Bu durumda, eskisi gibi (yani daha uzun boylu) olmadığı halde gene de eskisi gibi olması (yani insani özelliklerini koruması) şaşırtıcı gelebilir. Bunun yanıtı, iki önermedeki kategorilerin farklılığında yatar: İlişki değişikliği, töz (ne’lik) değişikliği değildir.
Eski Yunanlı Stoacı filozoflann yalnızca “en genel” dört kategori (özdeşlik, farklılık, değişmezlik ve değişme) kabul etmelerine karşın, Aristoteles’in 10 kategorisi ortaçağ boyunca belirleyiciliğini korudu. Yeni-Pla-toncu Porphyrios, Aristoteles’in Kategoria’ sı (Kategoriler) üzerine bir yorumuyla ortaçağ boyunca sürecek tümeller tartışmasının (bak. Adcılık) çerçevesini çizdi ve her türlü kategori kuramının çözmesi gereken sorunlan belirlemiş oldu.
18. yüzyılda Immanuel Kant, değişik yargı türlerini ya da mantıksal önermelerin değişik işlevlerini belirtmek amacıyla kategori terimini yeniden canlandırdı. Kant, anlama yetisinin a priori kavramlan olarak tanımladığı kategorileri her biri üç alt bölüme aynlan dört gruba ayırdı: Nicelik (Teklik, Çokluk, Tümlük), Nitelik (Gerçeklik, Ölumsuzlama, Sınırlama), İlişki (Töz ve İlinek, Neden ve Etki, Eyleyen ve Eylenen), Kiplik (Olanaklıhk-Olanaksızlık, Varlık-Yokluk ve Zorunluluk-Rastlantısal-hk). Kant da Aristoteles gibi “nitelik”, “nicelik” ve “ilişki” gibi terimleri kullanmakla birlikte, onun aynmlan Aristoteles’in aynmlanndan farklıydı. Örneğin “nitelik” kategorisi Aristoteles için “beyaz” ya da “tatlı” gibi yüklemleri belirtirken, Kant için olumlu ve olumsuz arasındaki ayrımı dile getiriyordu.
Kant’tan sonra G. W. F. Hegel, diyalektik bir yapı içinde yükselen üçlüler biçiminde birçok kategori düzenledi ve böylece kategorilerin sayısını mantıksal ya da metafizik bir sistemin temel ilkelerini içerecek ölçüde çoğaltan çağdaş eğilimin temellerini attı. Bu anlamda Hegel’e göre kategoriler hem biçimi, hem de içeriği kapsıyordu. 20. yüzyılın başında matematiğin temellerinde bir “çelişki” ile karşılaşan Bertrand Russell, geliştirdiği tipler kuramı aracılığıyla dilin değişik düzeylerini ayırt ederek bunların birbirle-riyle kanştınlmaması gerektiğini savundu.
Bu arada ABD’li mantıkçı ve pragmatist Charles Sanders Pierce yalnızca üç yüklem türünün olabileceği görüşünü savundu: “Birincilik” (“salt olanaklılık”), “ikincilik” (“gerçek varoluş”) ve “üçüncülük” (“gerçek genellik”). Örneğin tümeller “üçüncülük” kategorisine giriyorsa, bunlann gerçek bir varlığı (“ikincilik” kategorisi) olmadığım öne süren Adcılar, kategorileri birbirine kanştırarak anlamsız bir önerme kurmuş oluyorlardı. 20. yüzyılın ortalarında Ox-fordlu Analitik felsefecilerden Gilbert
Ryle’m “kategori yanlışlan” olarak adlan dırdığı bu tür yanlış yargılar yakın geçmişi] Analitik felsefe incelemelerinde önemli ro oynadı. Çok sayıda kategori geliştiren Ana litik felsefeciler, bu eleştiri yaklaşımını fel sefi söyleme uygulayarak güçlü bir etk uyandırdılar.
PolonyalI mantıkçı Stanislaw Lesniewsk (1886-1939) ve Alman anlambilimci Rudolı Camap (1891-1970), kavramlann karşılık! ilişkilerini konu alan sözdizimsel kategorileı ile kavramlan ve belirttikleri nesneleri konu alan anlambilimsel kategorileri birbirinden ayırdılar. Aristoteles’in kategorilerine benzer ayrımlar dilsel ifadeler, şeyler ya da olaylar arasındaki aynmlardan çok, türler ya da anlam kipleri arasındaki aynmlan belirttikleri için günümüzde anlambilimsel kategoriler arasında sayılır. Bir başka Ox-fordlu felsefeci olan P. F. Strawson da kategori kuramının betimleyici metafizik üzerindeki sonuçlarını tartışmıştır.
kategorik önerme bak. koşulsuz önerme
katekol, kateşol ya da pîrokateşol olarak da bilinir, fenoller grubundan, 1,2-dihidroksibenzen yapısında organik bileşik. Fotoğrafçılıkta geliştirme banyosu olarak kullanılan bu bileşikten ayrıca saç boyalarının, ilaçlann, yükseltgenme önleyicilerinin, parfümlerin ve yapay sepileme maddelerinin yapımında yararlanılır.
Katekol, ilk kez 1839’da akasya ve man-grov gibi bazı ağaçlardan çıkarılan ve sepicilikte kullanılan kateşinden elde edilmiştir. Katekol, bireşimsel olarak iki yöntemle hazırlanır: Fenol ya klor eşliğinde orto-klorofenol’e ya da sülfürik asit tepkimesiyle 2,4-fenoldisülfonik asite dönüştürülür ve oluşan ürünler bazlarla ısıtılır.
katekolamin, memelilerdeki adrenalin ve noradrenalin adlı hormonları da kapsayan azotlu organik bileşiklerin ortak adı. Bazı kaslarla sinirlerin birleşme yerleri gibi bölgelerde sinir uyarılannın iletilmesinde işlev görürler. Adrenalin ve noradrenalinden başka bazı katekolaminler bitkiler, kurbağalar ve böceklerde de bulunur.
katekümen, Hıristiyanlık eğitimi gören vaftiz adayı.
Yeni Ahit’e göre Havariler, Hıristiyanlığı benimseyenleri vaftizden sonra eğitiyorlardı (Resullerin İşleri 2:41-42). Aynca Hıristiyanlığı benimseyen herkes eğitimden geçiyordu (Luka 1:4, Resullerin İşleri 18:25, Galyalılara Mektup 6:6). Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanlann sayısı arttıkça bu eğitim de belirgin biçimler kazandı. 4. yüzyılda heretik akımlann ortaya çıkması üzerine, kilise üyelerine öğretiye ilişkin ayrıntılı bilgiler verilmeye başladı. Ama artık kilise üyeleri eğitimleri tamamlanıncaya değin vaftiz edilmiyordu; örneğin İmparator Constantinus ancak ölüm döşeğinde vaftiz edilmişti. Bu nedenle Hıristiyanlann büyük bölümü katekümen durumundaydı. Bunların bir bölümü vaftiz için eğitiliyor, çoğu ise yalnızca kilisenin “yandaşı” sayılıyordu.
Çocuklann doğumdan kısa süre sonra vaftiz edilmesi yaygınlaştıkça katekümenle-rin sayısı azaldı. Günümüzdeki vaftiz ayinleri, yetişkin katekümenlerin kiliseye kabulü için yapılan ayinlerin bir uyarlamasıdır. Katekümenlik kurumu, misyoner etkinlikleriyle birlikte yeniden canlanmıştır.
Katerina I bak. Yekaterina I
Katerina II bak. Yekaterina II
Katerini, Yunanistan’ın Makedonya bölgesindeki Pieria ilinin (rıomös) merkezi kent.
Pieria Ovasının tarım ve tütün merkezidir. Kentin limanı olan Paralia kumullar ve tuz yataklarıyla kaplı kıyı şeridinde yer alan az sayıdaki demirleme yerinden biridir. Un değirmenlerinin ve demiryolu traversi üreten tesislerin bulunduğu kentin nüfusu 1920’lerde Türkiye’den gelen Rum göçmenlerin bölgeye yerleşmesiyle artış gösterdi. Kent demiryoluyla Lârisa ve Selanik’e bağlanır. Nüfus (1981) 38.404.
kateşizm, Hıristiyanlıkta, gençleri bilgilendirmek, kiliseye yeni üye kazanmak ve katekümenleri(’) vaftize hazırlamak amacıyla sorular ve yanıtlar biçiminde düzenlenmiş inanç ve ibadet kılavuzu. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde inanç ilkelerinin vaftiz adaylarına sözlü olarak aktarıldığı öğretim biçimine katekhesis (Yunanca katekhein “öğretmek”) adı verilirdi. Bu dönemde özellikle Yunan eğitim sistemi içinde yetişmiş olanlara Hıristiyanlıkla ilgili daha geniş bilgi verebilmek ve Hıristiyanlığı yaygınlaştırmak amacıyla eğitim kurumlan oluşturuldu. İskenderiye’deki okul bunların en ünlüsüydü. Bu kurumlar, daha sonra gelişen yüksek ilahiyat okullarının ilk örneklerini oluşturdu.
İlk yazılı inanç ve ibadet kılavuzları Hippo-lu Aziz Augustinus, Aziz İoannes Khrysos-tomos ve Kudüslü Kyrilos gibi Kilise Babalan tarafından kaleme alındı. Ama kateşizm terimi ilk kez 16. yüzyılda, elyazması kitaplan adlandırmak amacıyla kullanıldı.
15. yüzyılda matbaanın geliştirilmesinden,
16. yüzyılda da Reform hareketinden sonra yazılı kılavuzlar, hem Protestanlar hem de Katolikler için daha büyük önem kazandı. Bu kılavuzlarda da, Kilise Babaları’nm yapıtlannı örnek alan ortaçağ kateşizmleri-nin etkisi görülüyordu. Oftaçağ kateşizmle-rinin temelini, kilise öğretisini özetleyen Havariler Amentüsü’nün, Hıristiyan umudunu tanımlayan Rabbin Duası’nın(*) ve Tann sevgisini dile getiren On Emir’in açıklanması oluşturuyordu. Bu üç geleneksel konuya vaftiz ve komünyon tartışmalan-nı da ekleyen Luther’in Kleiner Katechis-mus (1529; Küçük Kateşizm) adlı yapıtı Reform döneminin belki de en etkili kate-şizmiydi. Luther’in Grosser Katechismus’u (1529; Büyük Kateşizm) ise daha çok din adamlanna yönelikti.
Jean Calvin 1537’de çocuklann eğitimine yönelik bir kateşizm yayımladı; ama bu metnin anlaşılması çok zor olduğu için 1542’de daha basit bir uyarlamasını hazırladı. Caspar Olevianus ile Zacharias Ursi-nus’un 1563’te hazırladığı Heidelberg Kate-şizmi 1619’da Dort Sinodu’nda gözden geçirilerek Reform kiliselerinde en çok kullanılan inanç ve ibadet kılavuzu oldu. 1647’de Westminster Meclisi’nce tamamlanan Büyük ve Küçük Westminster kateşizmleri de Presbiteryenlerce standart metinler olarak kabul edildi.
The Book of Common Prayer (Toplu Dua Kitabı) içinde yer alan Anglikan kateşizmi-nin ilk bölümü büyük olasılıkla 1549’da Thomas Cranmer ve Nicholas Ridley tarafından hazırlandı, ama 1661’e değin birçok kez değişikliğe uğradı. Vaftiz ve Komünyon ayinlerinin anlamının tartışıldığı ikinci bölüm 1604’te Hampton Sarayı Konferansında Püriten grubun önerisine yanıt olarak hazırlandı.
En ünlü Katolik kateşizmini kaleme alan (1555) Cizvit kilise bilgini Aziz Petrus Canisius’un yapıtı 150 yıl içinde 400 kez yeniden düzenlenerek basıldı. Roberto Bel-larmino’nun 1597’de yayımlanan kateşizmi de sonraki yayınlar üzerinde etkili oldu. Fransa’da Edmond Auger (1563) ve Jacqu-es-Benigne Bossuet’nin (1687) çalışmalan,
19. yüzyılda ABD’de Baltimore Kateşizmi (1885), İngiltere’de A Catechişm of Christi-an Doctrine (1898; Hıristiyan Öğretisi Kateşizmi) ve Almanya’da Joseph Deharbe’nin (1847) yapıtı Katolik kateşizmlerinin önemli örnekleridir. 1960’larda hazırlanan Hollanda kateşizmi, II. Vatikan Konsili’nin öngördüğü çeşitli değişiklikleri geleneksel kate-şizmle bütünleştirme yönünde bir denemedir.
Kiev metropoliti Petru Movilâ 17. yüzyılda Cizvitlerin ve Reform Kilisesi’nin Örto-dokslar arasındaki etkinliklerine tepki olarak Katolik ve Apostolik Doğu Kilisesi’nin Ortodoks İtikatnamesi’ni hazırladı. Bu kılavuz 1640’ta bölgesel bir sinodda onaylandı, 1672’de de Kudüs Sinodu’nda standart metin olarak kabul edildi. Çar I. Petro’nun (Büyük) emriyle 1723’te daha kısa bir Örtodoks Kateşizmi hazırlandı.
Öteki Hıristiyan gruplannın çoğunun da kendi kateşizmleri vardır. Ama 19. yüzyılda ABD’de Pazar okulu anlayışının yaygınlık kazanması bir eğitim aracı olarak kateşizm kullanımını azaltmıştır.
kateşol bak. katekol
kateşu bak. kaşu
katgüt, çeşitli hayvanların, özellikle de koyunların bağırsağından yapılan ve cerrahide damarların bağlanmasında, yaraların dikilmesinde, keman ve benzeri çalgıların tellerinde ve tenis raketleriyle ok yaylarının tellerinde kullanılan dayanıklı iplik. Eski Mısırlılar ve Babilliler, sonraları da Yunanlılar ve Romalılar aynı amaçla daha çok otçul hayvanların bağırsaklarından yararlanmışlardır. Katgüt teriminin İngilizce cat-gut (kedi bağırsağı) sözcüğünden geldiği sanılmakla birlikte kedi bağırsağından yararlanıldığına ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır.
Katgüt yapımında önce koyunun bağırsaktan yıkanır, şeritler halinde kesilir, mukoza ve dairesel kas dokusu kazınarak temizlenir. Şeritler alkali banyosunda birkaç saat bekletildikten sonra tezgâhların üzerine gerilir. Daha sonra malzeme tümüyle kurumadan alınır, uzunluğuna göre sımflandınlır ve bükülerek değişik kalınlıklarda iplikler haline getirilir. Son olarak da düzleştirme ve parlatma işlemlerinden geçirilir.
Müzik aletlerinde kullanılan en nitelikli katgütler, İtalya’da yapılanlardır. Cerrahide kullanılan katgüt, birkaç saat süreyle, giderek artan oranlarda ısı uygulanarak mikroplardan arındınlır ve genellikle sıvıyla doyurma işleminden geçirilir.
kathak, Hindistan’daki klasik beş dans üslubundan biri. Öbürleri bharata-natya, kathakali, manipuri ve orası’dir. Kathak, Kuzey Hindistan’a özgü yöresel bir oyundur ve İslam etkisi içerir.
Kathak’m karmaşık ayak figürleri ve kesin ritim kalıpları vardır. Dansçı ayağına takılı 100 kadar halkayı denetleyerek hareketlerini düzenler. Kathak hareketleri yaşamdan alınmış, bunlar stilize edilerek karmaşık ritimler eklenmiştir. Kathak’ı hem erkekler, hem kadınlar yapar. Dansların çoğu aşkı ve Krişna’ya bağlılığı dile getiren ruhsal du-rumlan canlandınr.
kathakali, Hindistan’daki klasik beş dans üslubundan biri. Öbürleri bharata-natya, kathak, manipuri ve orissi’dir. Kathakali Güneybatı Hindistan’a (Kerala) özgüdür ve konusunu Ramayana, Mahabharata ve Şiva edebiyatından alan bir danslı oyundur. Bu dans açık havada bütün gece boyunca yapılır. Dans sırasında şarkı olarak söylenen öyküyü dansçılar mim aracılığıyla yo-
69 Katharosçuluk
rumlar; yer yer kulakları sağır edercesine çalman davul eşliğinde yapılan ara danslar, yorumu zenginleştirir. Geleneksel olarak kathakali dansını, erkekler ve erkek çocuklar yaparlar ve hem erkek, hem kadın rollerini oynarlar. Dansçılar yaşamları boyunca bu dansın yorumunu daha da yetkinleştirmek için çalışırlar.
Dans, güçlü ve çok süslü hareketlerle yapılır. Stilize vücut hareketlerinde ve yüz ifadelerinde bharata-natya’mn kurallarına uyulur, jestler büyük ve güçlüdür; vücudun salınımları ve kolların çizdiği geniş daire bir parmağın uzanışıyla son bulur. Yüzler boyalı maskelere benzetilir. Giysiler tam etek ve kalın bir ceketten oluşur. Çok sayıda çiçek kolye ve gerdanlık takılır; saçlar tepede topuz yapılır.
Katharevusa, Yunanca kathareuousa. 1976’ya değin Yunanistan’ın resmî yazı dili olan “arındırılmış” dil. Bu tarihe değin resmî yazışmalarda, parlamentoda, mahkemelerde, çoğu gazete ve teknik yayınlarda kullanılıyordu. 1976’da yerini halicin konuşma dili Demotikos(*) almıştır.
Katharevusa 19. yüzyılda yerel lehçeleri yabancı öğelerden anndırma, Eski Yunanca kökler ve çekimler kullanarak bu lehçelere sistemli bir yapı kazandırma çabalan sonucunda ortaya çıkmıştır. Sözdizimi Demoti-kostan çok farklı olmamakla birlikte, daha az yabancı sözcük barındırır. Bu dile ait birçok öğe, Demotikos’a da aktarılmıştır. Katharevusa, Yunanlıların Osmanlı yönetiminden kurtulmalarından sonra (1828) Atina’da gelişen Romantik okulun yapıtlarıyla zenginleşmiş, Aleksandros Rizos Rangaviş klasik od, ilahi, balad, öykülü şiir, trajedi ve komedi türlerindeki yapıtlarında, Ahil-lefs Parâshos da retorik zenginlikleriyle dikkati çeken, alaylı destan tarzındaki yurtseverlik şiirlerinde bu dili kullanmıştır. 1980’lerde edebiyatta da Katharevusanın yerini Demotikos almıştır.
Katharosçuluk (Yunanca katharos: “an”, “temiz”), 12. ve 13. yüzyıllarda Batı Avrupa’da ortaya çıkan heretik Hıristiyan mezhebi. İyi ve kötü iki temel ilke bulunduğunu ve maddi dünyanın kötü olduğunu ileri süren Yeni-Manici dualist bir öğretiyi savunmuştur.
11. yüzyılın ilk yansında Almanya’nın batısı ile Flandre ve Kuzey İtalya’da birbirinden bağımsız bu tür heretik grupla; ortaya çıktı. Daha sonra 11. yüzyılda ad unutulan bu gruplar 12. yüzyılda yenideı belirdi ve özellikle 1140’ı izleyen 30 yj içinde hızla gelişti. Bu tarihlerde Bogom Kilisesi içinde yeni düzenlemeler yapılıyoı du [bak. Bogomilcilik). Bogomilci misyc nerler ve II. Haçlı Seferi’nden (1147) döne Batılı dualistler yüzyılın ortalarında Batı’d misyonerlik çalışmalarına başladıla 1140’tan sonra Katharos mezhebi kem hiyerarşisi, ayrı bir ayin biçimi ve öğre sistemi olan örgütlü bir kilise durumuı geldi. Yaklaşık 1149’da Fransa’nın kuzeyi de kurulan Katharosçu ilk piskoposluj birkaç yıl sonra Albi ve Lombardiya pisk poslukları izledi. Buralarda görevli pisk posların unvanları onaylandı. 1167’de B gomil piskoposu Niketas’m ziyareti Kati; rosçu Kilise’nin saygınlığını artırdı. Sonrf yıllarda yeni piskoposlukların kurulması; yüzyılın sonunda sayılan biri Kuzey Fri sa’da, dördü güneyde ve altısı İtalya’ olmak üzere 11’e çıktı.
Çeşitli Katharosçu gruplar farklı öğretil vurgulamakla birlikte hepsi maddeı
katharsis 70
kötülüğü konusunda birleşiyordu. Bu kötü dünyada yabancı bir gezgin olan insanın amacı, doğası iyi olan ruhunu özgürleştirmek ve Tann’yla birliğini yeniden elde etmek olmalıydı. Katharosçular et yemenin kesinlikle yasak olduğu katı perhiz kuralları uyguluyorlardı; ayrıca cinsel ilişki yasaktı.
Aşın çileci tutumlan Katharos mezhebini bir seçkinler kilisesi durumuna getirdiyse de, Fransa ve Kuzey İtalya’da öğretileri halk tarafından da benimsendi. Bu başan, yandaşlannın “kusursuzlar” ve “inananlar” biçiminde iki gruba ayrılmasıyla sağlandı. Kusursuzlar, consolamentum adı verilen bir kabul töreniyle inananlardan aynlıyorlardı. Kendilerini bütünüyle tefekküre adayan kusursuzlar yaşamlannı en yüksek ahlaki ölçülere uygun olarak düzenlemek zorundaydılar. Buna karşılık, inananların kusursuzlarla aynı düzeye ulaşması gerekmiyordu.
Katharosçulann yaratılış öğretisi, Kitabı Mukaddes’teki yaratılış öyküsünün yerini kapsamlı bir mitolojinin almasıyla sonuçlandı. Mezhep üyeleri Eski Ahit’in büyük bölümüne kuşkuyla yaklaşıyor, kilisenin bedenleşme öğretisini de reddediyorlardı. Onlar için Hz. İsa yalnızca bir melekti; insani acılan ve ölümü bir yanılsamaydı.
Kilise ve devlet yetkilileri geleneksel Hıristiyanlığa ve Hıristiyanlığın siyasal kurumla-nna temelden karşı çıkan Katharosçu öğretiler karşısında birleşti. Papa III. Innocenti-us (1198-1216) Toulouse kontu VI. Rai-mond’u heretikleri bastırmak için kendisiyle birleşmeye zorladıysa da bu girişim bir felaketle sonuçlandı. Papalık elçisi Ocak 1208’de öldürüldü ve kontun bu cinayete ortak olduğu düşüncesi yayıldı. 1209’da heretiklere karşı Albi Haçlı Seferi düzenlendi. Kuzey Fransa’dan gelen baronların önderliğinde bir ordu Toulouse ve Proven-ce’ı yağmalayarak Katharosçu olup olmadığına bakmadan yerli halkı kılıçtan geçirdi {bak. Albi heretikleri). Aziz IX. Louis’nin onayıyla daha düzenli biçimde yürütülen ve kuruluş dönemindeki Enkizisyon’un da desteğini alan baskı politikası Katharos tarikatının gücünü kırmada daha etkili oldu. 1244’te kusursuzların Pireneler’de büyük Montsegur Kalesi’ndeki müstahkem mevkileri ele geçirilerek yok edildi. Mezhep etkinliklerini gizlice yürütmek zorunda kaldı ve Fransız Katharosçulannın çoğu baskının daha az olduğu İtalya’ya kaçtı. Katharosçulann kilise hiyerarşisi 1270’lerde yok oldu. Mezhep 14. yüzyıl boyunca varlığım sürdürdüyse de 15. yüzyılın başında bütünüyle ortadan kalktı.
katharsis (Yunancada “anndırma”), Aristoteles’in Poetika adlı yapıtında, gerçek trajedinin seyirci üzerindeki etkisini anlatmak için kullandığı terim. Aristoteles’e göre trajedinin amacı, “korku ve acıma” duygulan uyandırarak seyirciyi bu duygulardan arındırmaktı. Bu katharsis tanımı, uzun yıllar edebiyat eleştirisinin önemli tartışma konulanndan biri oldu. Alman oyun yazan ve edebiyat eleştirmeni Gott-hold Lessing (1729-81) katharsis yoluyla aşın duygulann erdeme dönüştürülebileceğini savundu. Başka eleştirmenler de trajedinin, trajik kahramanın yazgısının uyandırdığı korku ve acıma duygulanyla seyirciyi kahramanla aynı biçimde davranmamaya yönelten bir ahlak dersi içerdiğini ileri sürdüler. Yaygın kabul gören katharsis yorumuna göre, denetimli bir ortamda başkası adına duyulan korku kişinin kaygılan-nm kendi dışına yönelmesine yol açar.
Kendini trajik kahramanla özdeşleştirmesi sonucunda da seyircinin kavrayış gücü artar, bakış açısı genişler. Bu nedenle de trajedi seyirci ya da okur üzerinde sağlıklı ve insani bir etki yapar.
katharsis (Yunancada “arındırma”), psikanalizde, acı veren ve çatışmalı, bastmlmış yaşantılann bilinç düzeyine çıkarılması sürecini ifade eden terim. Eski Yunan’da bu yöntem, tutkulardan annma, özellikle içgüdüsel ve çatışmalı coşkuların boşalımı amacıyla kullanılırdı. Daha sonra Viyanalı hekim Josef Breuer, histerik bir kadının konuşarak rahatlamasını sağlamada katharsis yönteminden yararlandı. Boşalım süreci içinde kişi yalnızca yaşantılannı anımsamakla kalmayıp sorunun kaynağı olan olayı duygusal açıdan da yaşar. Katharsis bir psikanalitik tedavi yöntemi olarak bireysel ve grup psikoterapilerinde kullanılmaktadır.
Katherina Manastırı, Sina Yarımadasında Musa Dağının kuzeyinde yer alan Rum Ortodoks manastın. Dar bir vadide 1.500 m yükseklikte inşa edilmiştir. Çoğu kez yanlış olarak Sina Bağımsız Rum Ortodoks Kilisesi olarak adlandırılır. Doğu Ortodoks Kili-sesi’ni oluşturan özerk kiliselerin en küçüğüdür. Aynı zamanda Sina, Paran ve Rait-hu başpiskoposu olan manastır başkeşişi keşişler tarafından seçilir ve Kudüs Rum Ortodoks patriği tarafindan kutsanır. Ma-nastınn ilk başkeşişlerinden biri Aziz İoan-nes Klimakos’tu. Başlangıçta Kudüs patriğinin yetki alanında olan manastır 1575’te Fener Patrikhanesi’nin onayıyla bağımsız bir yapı kazandı. Manastırdaki keşiş sayısı 36 olarak sınırlanmıştır; bu sayı günümüzde Kahire ve Süveyş’teki manastırlarda yaşayanları da kapsar. Sina Kilisesi’ nin cemaati manastırda çalışan bazı Hıristiyan Araplardan ve Kızıldeniz kıyısındaki et-Tur’da oturan balıkçılardan oluşur. Manastırın yakmlannda yaşayan Müslüman Bedevi Araplar her dönemde manastırın koruyuculuğunu yaparak karşılığında manastırdan destek görmüşlerdir.
Bizans imparatoru I. İustinianos’un 527’de kurduğu manastıra yerleşen münzevi keşişlerin hırsızların saldırılarına uğraması üzerine, 530’da gene İustinianos’un girişimiyle, Sina Dağımn alçak tepelerinde Hz. Musa’ya göründüğüne inanılan yanan çalı yerinin çevresine duvarlar örüldü. Manastır İslam dininin yayıldığı 7. yüzyılda dağınık Hıristiyan topluluklannın sığmağı oldu. Müslü-manlarca canlan bağışlanan keşişlerin, duvarlarla çevrili alanın içinde yerel Bedevi Arapların bugün de ibadet ettikleri küçük bir cami yaptırarak istilacıları yatıştırdıkları söylenir. Ortaçağ boyunca bir hac yeri olan ve bugün de özgün biçimini koruyan Katherina Manastın’mn 6. yüzyıldan bu yana kesintiye uğramamış bir geçmişi vardır. İlk manastırın kenar uzunlukları 84 ve 75 m olan gri granit duvarlanyla aynı tarihte inşa edilerek Meryem Ana’ya adanan kilise hâlâ ayaktadır. Kilisenin apsisinde İsa’nın nura bürünüşünü temsil eden, Erken Bizans Döneminden kalma onanlmış bir mozaik vardır.
Manastınn en önemli hâzineleri, bazıları 8. yüzyıldan önce yapılmış ikonlar ile yazmalardır. 1945’te inşa edilen bir kitaplıkta korunan bu yazmalann çoğu Yunanca ve Arapçadır. Amerikan İnsan Araştırmaları Vakfı, 1949-50 yıllannda Washington, D.C.’deki Kongre Kitaplığı hesabına ve İskenderiye Üniversitesi’nin yardımıyla yazmalann çoğunun mikrofilmlerini çekmiştir. Yazma koleksiyonunda yaklaşık 400’de yazılmış Süryanice İncil metinlerini içeren
Codex Syriacus da bulunmaktadır. 4. yüzyıldan kalma hemen hemen eksiksiz Yunanca bir İncil olan ve bugün Londra’da British Museum’da bulunan Kodeks Sinaiti-kos önceleri Katherina Manastırı’nda korunmuştur. 1975’te manastırda onanm yapan işçilerin kazayla yıktıkları bir duvann arkasında, varlığı bilinmesine karşın uzun zamandan beri kayıp olan eski İncil metinlerini ve başka belgeleri içeren yaklaşık 3 bin ek yazmadan ve çeşitli sanat yapıtlann-dan oluşan bir hazine ortaya çıktı. Bulgular arasında Kodeks Sirıaitikos’un eksik parçaları, 50 kadarı eksik, 10 kadarı da eksiksiz başka derlemeler ve Yunan yazı tarihine ışık tutan ve yuvarlak büyük harflerle yazılmış Yunanca metinler vardı. Aynca çeşitli Hami-Sami ve Hint-Avrupa dillerinde 6. yüzyıldan ya da daha öncesinden kalma çok sayıda belge bulundu.
Kathiavar Yarımadası, Hindistan’ın orta-batı kesimindeki Gucerat eyaletinin güneybatısında yanmada. Kuzeyde Küçük Kuç (Kaç) Bataklığı, kuzeybatıda Kuç Körfezi, güneybatıda Umman Denizi, doğuda da Kambay Körfeziyle çevrilidir. Yüzölçümü
60.000 km2’dir. Yarımadaya kuzeydoğudan büyük bölümü lavlarla kaplı yaşlı bir kum-taşı oluşumu sokulur. Yarımadanın kıyı bölgeleri batı ve doğuda kil ve kireçtaşı, güneyde alüvyon ve rüzgânn taşıdığı kumla-nn taşlaşmasıyla oluşmuş milyolitle kaplıdır. Kambay Körfezim çevreleyen bölge ise büyük ölçüde alüvyondan oluşur.
Yarımadanın büyük bölümü, deniz düzeyinden en çok 180 m yükseklikte olmakla birlikte Girnar Tepeleri ve Gir Tepelerinde yükseklik, sırasıyla 1.117 m ve 650 m’ye ulaşır. Kuru ve sıcak bir iklimi olan bölgenin doğal bitki örtüsü daha çok kurakçıl, dikenli ağaçlardan oluşur. Deniz kıyısındaki düzlüklerde ise mangrov korulukları yaygındır. Gir Ormanı Ulusal Parkı’nda, Hindistan’da sayısı çok azalan aslan ve başka yabanıl hayvanlar koruma altına alınmıştır. Ekonominin ağırlıkla tanma dayalı olduğu yarımadada başlıca ürünler buğday, darı ve pamuktur. Bhavnagar en önemli kent ve limandır.
Kathiavar’da yerleşimin tarihi İÖ 2000’lere değin uzanır. Lothal ve Prabhasa Patan’da (Patan Somnath) Harappa uygarlığına ait arkeolojik kalıntılar bulunmuştur. İÖ 3. yüzyılda Maurya İmparatorluğu’nun denetimine giren yarımadaya daha sonra Sakalar egemen oldu. İsa’dan sonraki ilk yüzyıllarda bölgeyi Kshatrapa hanedanları yönetti. Gupta imparatorluğu’nun çökmesi üzerine İS 5. yüzyılda Valabhilerin eline geçen bölge ardından Müslüman saldınlarına hedef oldu; Gazneli Mahmud buraya birkaç sefer düzenledi ve 1024’te Somnath yağmalandı. Daha sonra Hint-Türk İmparatorluğu’na bağlanan yarımadada 1820’den sonra birçok küçük prenslik İngiliz egemenliğini kabul etti.
Kathiri Sultanlığı, Arabistan’ın güneyinde, günümüzde Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne bağlı bir il olan Hadramut’ un iç kesimlerinde eskiden kurulmuş yarı bağımsız devlet. Belirli mevsimlerde su taşıyan Hadramut Irmağı vadisinden, kuzeyde, Arabistan Çölünün güney kesimini oluşturan Rubü’l-Hali’ye kadar uzanan toprakları kapsayan sultanlığın başkenti Say’un’du. 1500’den sonra Hadramut’a egemen olan Kathiriler 19. yüzyılın başlarında Kuayti’lerin ayaklanarak bir sultanlık kurmalarına değin bölgeyi denetimleri altında tuttular. Kuaytilerden yana çıkan İngilizle-rin müdahalesi üzerine 1918’de imzalanan antlaşmayla deniz kıyısındaki topraklarını
yitirdiler. Sultanlık 1967’de Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne katıldı. Kathiri-lerin başlıca uğraşıları tarım, hayvancılık ve el sanatlarıdır.
Kathmandu bak. Katmandu
katholikos bak. katoğikos
Kathua, Hindistan’mn kuzeyinde, Cemmu ve Keşmir eyaletinin Hint yönetimi altındaki kesiminde il ve il merkezi kent. Himalaya Dağlarında yer alan ve yüzölçümü 2.651 km2 olan Kathua ili güneybatıda Pakistan, güneyde ve doğuda da Ravi Irmağıyla çevrilidir. Vadilerle parçalanmış olan Siva-lik Dağlan il topraklarının ortasında kuzey-batı-güneydoğu doğrultusunda uzanır. Başlıca ürünler buğday, pirinç ve şekerkamışı-dır. En kalabalık kentler il merkezi Kathua ile Parol ve Basoli’dir. Nüfus (1981) kent, 23.612; il, 369.123.
katı bak. taşlık
katı’, kaatt olarak da yazılır (Arapça kat: “kesme”), kâğıt ya da deriyi oyarak süsleme yapma sanatı. Bir dantel görünümündeki bu süslemelere katıa, yapanlara da katta (“kesen”, “oyan”) denir. Katı’ özellikle İran’da ve OsmanlIlarda benimsenmiş ve yayılmıştır.
Oyulacak kâğıt ne çok ince, ne de çok kalın olmalıdır. (Eskiden bu iş için beyaz kâğıttan çok, renkli ve genellikle aharlı ya da iyi mührelenmiş kâğıtlar kullanılırdı.) Uygun nitelikteki 5-6 kat kâğıt tahtadan bir altlığa yapıştırılır. Bunun için çirişsiz nişasta ya da koladan yapılmış yapıştırıcı kullanılır. Kâğıtlann en altta olanı yalnız dört yanından tahtaya yapıştınlır, ortası boş bırakılır. Bir süre bekledikten sonra, kuruyan kâğıtlann en üsttekine çizilmiş bulunan desen, bir keski ya da bir oyma aletiyle kesilir. Oyulup çıkartılan parçaya “erkek oyma”, geride kalan parçaya da “dişi oyma” denir. Oyulan parçalar soğuk suya atılarak kâğıtların birbirinden ayrılması sağlanır. Ardından bu parçalar özel bir yapıştırıcının sürüldüğü bir altlığın üstüne yapıştırılır. Bu yapıştıncı, un ya da nişastanın suyla karıştınlıp pişirilmesinden sonra içine çiriş katılarak hazırlanır. Katı’ olarak hazırlanan çeşitli çiçek, yaprak, vazo, hatta insan figürleri ve geometrik örgelerle kitap sayfalan süslenir, cilt kapaklan yapılır. Aynı yolla kesilen harflerle yazı örnekleri de oluşturulabilir.
Doğuda Çin ve Japonya’da da varlığı bilinen bu sanatın İslamdan önce Herat’ta ortaya çıktığı ve deri oymacılığına dayandığı ileri sürülmektedir. Bunun kökleri de Uygur Türklerinin 8-9. yüzyıllardaki kitap ve cilt sanatına kadar uzanmaktadır. OsmanlIlarda bilinen en önemli kattalar, her ikisi de
17. yüzyılda yaşamış olan Bursalı Fahri Dede ve Gazneli Mahmud’dur.
katı, maddenin üç temel halinden biri. Madde, sıvı ya da gaz halinden katı hale dönüşürken maddeyi oluşturan atomlar görece düzenli bir üç boyutlu yapıya geçer ve bunun sonucunda atomlann enerjisi azalır. Katı maddelerin özellikleri, katiyı oluşturan atomlann özelliklerine, atomlann katı içindeki diziliş biçimlerine ve ortam koşullarına (örn. sıcaklık, basınç) bağlıdır. Çeşitli katilar arasında gözlenen büyük davranış farklılıkları, atomları bir arada tutan bağın türü ile atomlann yapısal diziliş biçiminin sonucudur. Katilar yapısal açıdan, santimetreden angströme (10 * cm) kadar değişebilen ölçekler temel alınarak sınıflandınfa-bilir. İlk gözlemler, maddenin çıplak gözle görülebilen özelliklerine dayanıyordu. Eski Yunanlılarda (örn. İÖ y. 400 dolaylarında Demokritos) Atomculuk düşüncesi, sera-
mik malzeme dokusunun ve seramik, tunç gibi malzemelerdeki kınk yüzeylerin gözlenmesinden kaynaklanmıştı. 19. yüzyılda metal yüzeylerin aside yedirildikten sonra büyütme gücü düşük mikroskoplarla incelenmesi yoluyla, katılann, günümüzde tane (gren) yapısı olarak adlandınlan ölçekteki (y. 10~3 cm) özelliklerinin ortaya çıka-nlması olanaklı duruma geldi; doğal minerallerdeki kristaller incelenerek de kristal yapıları ve bakışım (simetri) özellikleri belirlendi. Ama kristallerin atom yapıları ancak 1912’de, X ışınlannın kristal yapılı katilarda kırınımı olgusu bulunduktan sonra, tam olarak anlaşılabildi. Alman fizikçi Max von Laue’nin önerisi üzerine geliştirilen bu yöntemle, kristali oluşturan atomlann düzenli diziliminden kınmma uğrayan X ışınlarının oluşturduğu desenler incelenerek katı madde yapısının atom ölçeğindeki (y. 10“8 cm) özelliklerinin saptanması olanaklı oldu. Günümüzde, elektron mikros-kopu ve iyon mikroskopu kullanılarak ay-nm gücünün yükseltilmesiyle katı madde içindeki atomlar tek tek belirlenebilmekte-dir. Katılann yapısına ilişkin bilgiler çoğaldıkça, katı madde içinde atomlann dizilimindeki düzensizliklerin katının özelliklerini büyük ölçüde etkilediği ortaya çıktı ve bu düzensizlikler aynntılı biçimde incelendi.
Katilar genellikle iki ana sınıfa ayrılır: Kristal yapılı katilar ve kristal yapıda olmayan biçimsiz (amorf) katilar. Kristal yapıdaki katilarda atomlar belirli ve çok düzenli bir biçimde dizilmiş durumdadır. Hemen bütün metaller ve mineraller kristal yapıdadır. Kristal yapıda olmayan katilarda ise atomlar ve moleküller belirli bir örgü oluşturacak biçimde dizilmiş değildir. Bu tür katilar arasında çeşitli cam türleri, plastikler ve jeller sayılabilir.
Kristal yapıdaki katilar. Madde sıvı ya da gaz halinden katı hale geçerken atomlar belirli bir düzenleniş içine girer ve atomlann enerjisi azalır. Gaz halinden katı hale geçen maddede azalan enerjiye kohezyon enerjisi denir; bu enerji iki farklı etkileşim türünden kaynaklanır: Atomlann birbirlerine fazla yaklaşmalarını engelleyen itici bir kuvvet ve atomların birbirinden ayrılmalarına karşı kristali kararlı durumda tutan bir çekme kuvveti (bağlanma kuvveti). Atom-lannın birbirlerine bağlanma biçimlerine bağlı olarak kristal yapıdaki katilar, başlıca beş gruba aynlır; bu gruplar, iyon (elektro-valaus) bağı, ortaklaşım bağı (kovalent bağ), metal bağı, molekül bağı ve hidrojen bağı içeren katilardır. Gerçekte birçok katı madde bu türlerin birkaçına birden girer; örneğin galyum arseniyür, indiyum antimo-nür ve aluminyum fosfürde atomlann bağlanışı hem ortaklaşım hem de iyon bağı biçimindedir; bizmut ve antimon elementlerindeki bağlar ise hem metal bağı, hem de ortaklaşım bağıdır.
İyon bağı(*), artı yüklü iyonlar oluşturan güçlü elektropozitif (elektron ilgisi zayıf) elementler (örn. alkali metaller) ile eksi yüklü iyonlar oluşturan güçlü elektronegatif (elektron ilgisi yüksek) elementler (örn. halojenler) arasında ortaya çıkar. Bu tür katilarda atomlar arasında (elektropozitif atomdan elektronegatife doğru) elektron aktarımı gerçekleşir ve katı, böylece ortaya çıkan artı ve eksi yüklü atomlardan (iyonlar) oluşur. Sodyum klorür, lityum flüorür ve sezyum klorür gibi yalın iyon bağlı katilarda elektron aktarımı sonucunda oluşan iyonlar kapalı elektron kabuklanna sahiptir. Bu iyonlar, uzayda, karşıt işaretli iyonlar arasındaki Coulomb çekme kuvveti, aynı işaretli iyonlar arasındaki Coulomb itme kuvvetini dengeleyecek biçimde sıralanırlar. İyon bağıyla çok çeşitli kristal yapı-
71 katı
lan oluşabilir, bunlar arasında en sık rastla-nanlar sezyum klorür, sodyum klorür ve çinko sülfürdür. Bütün bu kristal yapılann-da her iyonun en yakın komşulan konumunda karşıt yüklü iyonlar bulunur. İyon bağlı kristal yapıdaki bir malzemeye elektrik alanı uygulandığında malzemeden geçen elektrik akımı iyonlar tarafından taşınır; bundan ötürü de malzemenin elektriksel iletkenliği iyonlann yayınım hızına bağlıdır ve sıcaklıkla üstel olarak artar.
Ortaklaşım bağı(*), yüksüz (nötr) durumdaki atomların komşu atomlarla değerlik (valans) elektronlarını (en dış kabuktaki elektronlar) paylaştığı kristallerde ortaya çıkar. Böyle kristallerde, atomlar komşu atomlarla elektron paylaşarak en dış kabuk-lannı kapalı duruma getirirler. Ortaklaşım bağı genellikle iki elektron içerir; kapalı bir elektron kabuğu için sekiz elektron gerektiğinden, her atom dört komşu atomla ortak-laşım bağı kurar, bu nedenle atomlann uzayda dizilişleri dörtyüzlü biçiminde olur. Ortaklaşım bağlı katilar arasında periyodik tablonun IV. grubundaki elementler, örneğin karbon (elmas biçiminde), silisyum ve germanyum bulunur. Bu elementlerin atomlannda dört değerlik elektronu vardır ve bu elektronlar dört ortaklaşım bağında paylaşılmış durumdadır. Bu yapı “elmas yapısı” olarak adlandınlır. Başka elementlerde de ortaklaşım bağı bulunabilir; örneğin hidrojen molekülündeki (H2) iki atom arasında ortaklaşım bağı vardır. III. ve V. grup elementlerinin oluşturduğu bileşikler, örneğin galyum arseniyür (GaAs) ve indiyum antimonür (InSb) kısmen ortaklaşım bağı içerir; bunlarda III. gruptan oluşan element (Ga, In) ortaklaşım bağına üç, V. gruptan olan element de (As, Sb) beş değerlik elektronu verir. Bu bileşiklerdeki yapı “blent yapısı” olarak adlandınlır, bu yapının elmas yapısından farkı, her atomun (örn. galyum) öteki türden (örn. arsenik) atomlan komşu alması ve onlarla çevrili bulunmasıdır. Temel bağlanma biçiminin ortaklaşım bağı olduğu kristallerin özellikleri büyük ölçüde bağı oluşturan elektronlann niteliğine bağlıdır. Bu tür maddeler arasında elektriksel yalıtkanlar (örn. elmas, oda sıcaklığındaki iletkenliği yaklaşık 10’14 [ohm-cm]-1) bulunduğu gibi, yarıiletkenler de (örn. germanyum, oda sıcaklığındaki iletkenliği yaklaşık 40 [ohm-cm]”1) vardır. Bunlann hepsinde elektrik akımı, ısıl olarak uyanlmış (ısı etkisiyle enerjisi yükselmiş) elektronlar aracılığıyla taşınır; böyle uyarılmış bir elektron, atomundaki temel konumundan daha yüksek bir enerji düzeyine yükselir ve uygulanan bir elektrik alanının etkisiyle hareket edebilir duruma gelir. Elektronların uyarılarak değerlik bandından iletkenlik bandına geçmeleriyle oluşan bu iletkenlik türünde malzemenin elektriksel iletkenliği sıcaklıkla üstel olarak artar. Bir elektronu iletkenlik bandına geçecek ölçüde uyarmak için verilmesi gereken enerji kristal türüne bağlıdır; örneğin elmas için bu enerjinin değeri mol (6,02 x 1023 elektron) başına 160 bin kalori; silisyum için ise mol başına 28 bin kaloridir. Ortaklaşım bağlı kristaller genellikle sert ve kınlgan niteliktedir.
Metal bağıyla(*) bağlanmış katılann (metaller ve alaşımlar) temel nitelikleri bunlardaki değerlik elektronlarının yerleşik olmama özelliğinden kaynaklanır. Böyle bir kristalde herhangi bir değerlik elektronu belirli bir iyon çekirdeğiyle özdeşleştirilemez; bir başka deyişle bu elektronlar kristal yapı içinde serbestçe hareket edebilir. Bu
katı çözelti 72
tür kristaller arasında bakır, aluminyum, berilyum, sodyum ve daha birçok element sayılabilir. Periyodik tablodaki geçiş elementlerinin (atomlarında dolmamış d kabuğu içeren elementler, örn. demir, vanadyum, krom, zirkonyum, molibden) nitelikleri ise d kabuğundaki elektronların davranışına bağlıdır; bu elektronlar da çekirdek çevresinde büyük ölçüde yerleşik durumda bulunur. Metal bağlı kristallerde, değerlik elektronlarının serbestçe hareket edebilmesi nedeniyle, bu tür malzemelerin elektriksel iletkenliği yüksektir (örn. bakır gibi bir metal için yaklaşık 106 [ohm-cm]^’). Serbest elektronlar, uygulanan bir elektrik alanının etkisiyle hareket edebilir; bir başka deyişle bunların hareket edebilecek duruma (iletkenlik bandına) geçmesi için ısı enerjisine gereksinimleri yoktur. Bu elektronların kristal yapısı içindeki hareketleri, kristalde bulunan düzensizliklere rastlamaları ya da ısıl titreşim yapan atomlara yaklaşmaları gibi nedenlerle sınırlanır. Sıcaklık yükseldikçe atomlann ısıl titreşim genlikleri büyüyeceğinden bu tür katilarda elektriksel iletkenlik sıcaklık yükseldikçe azalır.
Soy gazlann (örn. argon, kripton, ksenon) ve metan (CH4), hidrojen (H2), klor (CI2), karbon dioksit (CO2, kuru buz) gibi bazı gazlann katı hallerinde molekül bağı ya da van der Waals bağı olarak adlandınlan bağ türü bulunur. Yüksüz (nötr) moleküller arasındaki van der Waals kuwetlerinden(*) kaynaklanan molekül bağı, bu kuvvetler çok zayıf olduğundan, zayıf bir bağdır; bu nedenle molekül bağlı kristaller ancak düşük sıcaklıklarda kararlıdır. Bu tür kristallerde elektronlar atomlarda tümüyle yerleşik durumda bulunduklanndan molekül bağlı katilar elektriksel olarak yalıtkandır. Böyle bir kristalde elektronları uyararak yerleşik durumdan hareketli duruma geçirebilmek için çok büyük enerjiye gereksinim vardır; kristalin kohezyon enerjisi küçük olduğundan, kristal, elektronlara uyarılma-lan için gereken yüksek enerji sağlanamadan katı halden sıvı ya da gaz haline geçer. Hidrojen bağı organik katilarda ve buz, hidrojen flüorür, potasyum hidrojen fosfat gibi bazı molekül bağlı katilarda önemli rol oynar. Hidrojen atomunda bir tane değerlik elektronu vardır, bundan ötürü de yalnızca bir tek başka atomla ortaklaşım bağı oluşturabilir. Azot, oksijen, flüor gibi güçlü elektronegatif atomlar içeren bazı katilarda ise hidrojen, iki elektronegatif atom arasında bağ oluşturabilir. Burada hidrojen atomu tümüyle ya da kısmen artı yük kazanmış durumdadır. Bu tür bağ pek çok polimer maddede ve örneğin DNA (dezoksiribonük-leik asit) gibi organik katilarda önemli rol oynar. (Ayrıca bak. kristal.)
Biçimsiz katilar. Cam, bazı yarıiletkenler ve plastiklerin çoğu biçimsiz (amorf) katilardır. Camsı hal olarak da tanımlanan biçimsiz haldeki katilarda atomlar ve moleküller belirli bir desen oluşturacak biçimde dizilmemiştir. Sıvı haldeki bir madde soğutulduğunda atomlann ısıl titreşimleri ve maddenin hacmi sürekli olarak azalır; donma noktasında kristal hale geçen sıvı ısı salar (erime ısısı) ve atomlann kristal yapı oluşturmak üzere belirli bir dizilişe geçmesi nedeniyle hacmi birdenbire önemli ölçüde azalır. Sıcaklığın daha da azaltılması, atomlann dizilişlerinde yeni bir değişme olmayacağı için, hacmin yavaş yavaş azalması sonucunu doğurur. Eğer sıvı donma noktasından daha düşük sıcaklıklara kristalleşmeden geçerse hacimde ani bir azalma ortaya çıkmaz. Aşınsoğumuş sıvı hali olarak adlan-
dırılan bu halden daha da soğutulduğunda, bir dönüşüm sıcaklığı bölgesinde, madde, daha da düşük sıcaklıklarda değişmeden kalacak bir yapıya sahip olur ve termodinamik açıdan kararsız bir hal olan cam haline geçer. Bir başka deyişle, cam, değişmez duruma geçmiş sıvı türü bir yapısı olan maddedir. Aşın soğumuş sıvı halinde iken maddeye bir kristal eklenirse, kristalin eklendiği noktada donma başlar, erime ısısı salınır ve kristalleşme bütün sıvıya yayılır; sonunda sıvı tümüyle kristal yapıya geçerek katılaşır. (Ayrıca bak. cam.)
Katiların özellikleri. Katılan sıvı ve gazlardan ayıran en önemli özellik gerilime dayanma yeteneği göstermeleridir. Katılann kullanım biçimlerinden çoğu bu özelliğe dayanır. Katilar gerilim(*) etkisiyle biçim değişimine (deformasyon) uğrar. Gerilim ortadan kalktığında malzeme eski biçimine dönüyorsa, biçim değişimi, esnek biçim değişimi olarak adlandırılır (örn. çelik bir yayın gerilmesi); gerilim ortadan kalktığında eski biçimine dönemeyen malzemedeki biçim değişimine ise plastik biçim değişimi (örn. bir çivinin bükülmesi) denir.
Katiların ısıl özellikleri arasında en önemlileri özgül ısı(*) ve ısıl iletimdir(*). Özgül ısı (birim kütleye sahip bir maddenin sıcaklığını 1 derece yükseltmek için gereken ısı), enerjinin, atomların ısıl titreşimi biçiminde kinetik enerji olarak ya da atomları birbirine bağlayan bağlarda ortaya çıkan çarpılmalar biçiminde potansiyel enerji olarak depolanmasının bir sonucudur. Kristal örgüsündeki titreşimler biçiminde depolanan bu fonon(*) enerjisine ek olarak, elektron-lann uyarılma sonucu üst enerji düzeylerine geçmesi nedeniyle de enerji depolanması söz konusudur. Sıcaklık farkı olan noktalar arasında ısının iletimi, enerjinin elektronlar ve fononlar tarafından taşınması yoluyla gerçekleşir. Metallerde ısıl iletim, oda sıcaklığından daha yüksek sıcaklıklarda, büyük ölçüde elektronlar tarafından sağlanır. Düşük sıcaklıklarda ise ısıl iletim, hemen tümüyle fononlardan kaynaklanır. Elektron ve fononlann hareketleri, kristaldeki düzensizliklerden (örn. katışkılar, kristal yapıdaki kaymalar, tane sınırlan) ya da başka elektron ve fononlardan saçılmaya uğraması nedeniyle sınırlanır. Bu saçılma süreçleri katının ısıl iletkenliğini belirler.
Katilar elektriksel iletkenlik bakımından çok büyük farklılıklar gösterir. Metaller elektriği en iyi ileten katilardır. Yarıiletkenleri*) ve yalıtkanların elektriksel iletkenlikleri ise metallere göre çok düşüktür. Metaller ile yaniletkenler ve yalıtkanlar arasındaki belirleyici bir fark da sıcaklık yükseltildikçe metallerin iletkenliklerinin azalması, yarıiletkenlerin ve yalıtkanlann iletkenliklerinin ise artmasıdır. Yaniletken ya da yalıtkan malzemeye çok küçük oranlarda katılan yabancı bir madde (katışkı), malzemenin iletkenliğini çok büyük ölçüde yükseltir. Örneğin, yalıtkan bir madde olan kadmiyum sülfürün (CdS) iletkenliği, belirli bir katışkının yüzde 0,01 oranında eklenmesi sonucunda 10 trilyon (1013) katına yükselir. Silisyum ve germanyum gibi yarıiletkenlerde ise katışkı etkisiyle iletkenliğin artış oranı 1 milyon ile 10 milyon kat arasındadır. Metallere eklenen katışkılar ise, tersine, iletkenliğin azalmasına yol açar; azalma oranı da 10’dan küçüktür. Malzeme üzerine ışık düşmesi ile elektriksel iletkenliğin yükselmesi ısıliletkenlik olarak adlandınlır. Bu olgu yalnızca yalıtkanlarda ve yarıiletkenlerde gözlenir; örneğin kadmiyum sülfürün iletkenliği, üzerine ışık düşürüldüğünde, 100 milyon katma çıkar. Yarıiletkenlerde ısıliletkenlik olgusu görünen ışığın yanı sıra kızılötesi ışınımla da ortaya çıkabilir.
Katilar değişik magnetik özellikler gösterir. Paramagnetizma(*) özelliği gösteren katilar magnetik geçirgenlikleri(*) l’den biraz büyük olan, bir başka deyişle bir magnetik alana yerleştirildiğinde bu alan yönünde zayıf bir mıknatıslık kazanan ve içinde, dış alana oranla, biraz daha güçlü bir magnetik alan oluşan katilardır. Aluminyum, sodyum, manganez, krom, magnezyum, potasyum, titan bu gruptandır. Diya-magnetizma(*) özelliği gösteren katiların magnetik geçirgenlikleri ise l’den biraz küçüktür; bunlar bir magnetik alana yerleştirildiğinde bu alanı iten ve bu nedenle içinde, dış alana oranla, biraz daha zayıf bir magnetik alan oluşan katilardır. Bakır, çinko, germanyum, gümüş, altın ve bizmut bu gruptandır. Ferromagnetizma(*) özelliği gösteren malzemelerin magnetik geçirgenlikleri ise çok büyük, örneğin 10.000-
100.000 dolayındadır. Demir, nikel, kobalt ve bunlann alaşımlan bu özelliği gösterir.
katı çözelti, çözünürlük sınırına kadar değişebilen göreli miktarda iki ya da daha çok katı maddeden oluşan homojen kan-şım. Sıvı çözeltinin katı benzeşenidir. Sıvı fazlarırida olduğu gibi, aynı anda var olan iki katı fazı arasında da karşılıklı çözünürlük eğilimi vardır; katı fazların kimyasal benzerliklerine bağlı olarak, iki mineral örneğinin karşılıklı çözünürlüğü, alkol ile su arasında olduğu gibi yüzde 100 ya da su ile gazyağı (kerozen) arasında olduğu gibi sıfıra yakın olabilir. Denge sıcaklığı yükseldikçe karşılıklı çözünürlük de artar.
Bir katı çözeltiler dizisi, bileşimi iki ayrı mineral fazı arasında (uç üyeler) değişen maddelerden oluşur. Bir katı çözeltiler dizisinde, bileşenlerin molekülleri kristal yapısında birbirlerinin yerini alır; dizideki ara üyelerin bileşimi ve özellikleri bir uç üyeden ötekine doğru giderek değişir. Bütün üyeleriyle birlikte doğada var olan ya da laboratuvarda elde edilen bir katı çözeltiler dizisi, tam dizi olarak tanımlanır; kısmi katı çözeltiler dizilerinde ise, bileşim dizisi kuramsal olarak olanaklı olmakla birlikte henüz gözlemlenmemiş durumdadır.
Kesintisiz bir katı çözeltiler dizisi örneği, olivin minerallerinden forsterit-fayalit dizisidir. Bu dizinin üyeleri kimyasal olarak forsteritten (magnezyum silikat, Mg2SiO<t) fayalite (demir silikat, Fe2SiÖ4) kadar değişir. Ara üyelerinin yapısı uç üyelerin-kiyle aynıdır; fiziksel özellikleri ise fosteri-tinkinden fayalitinkine doğru giderek değişir.
katı hal fiziği bak. katilar fiziği
katliama, sementasyon olarak da bilinir, metal malzemelerin yenime (korozyon) karşı dayanıklılığını ve başka fiziksel özelliklerini geliştirmek amacıyla uygulanan yüzey işlemi. Malzemenin katılanacak bölgesi, katliama maddesini içeren bir katı, sıvı ya da gaz ortamda, yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılır. Yüzeyinden içeri doğru katıla-nan malzemenin bu bölümünde yeni bir alaşım oluşur. Sanayide uygulanan başlıca katliama yöntemleri, çeliğin karbürlenmesi (karbon emdirme); demirli ve demir dışı metallerin kalorizasyonu (aluminyum emdirme); nikel, kobalt ya da vanadyum temelli alaşımlann korunmasına ya da tuğ-lamsı metallerin çok yüksek sıcaklıklarda yükseltgenmesini önlemeye yönelik seramik kaplamadır.
katilar fiziği, kati hal fîzîgî olarak da bilinir, katılann elektriksel, magnetik, optik ve esneklik özelliklerini inceleyen fizik dalı. Ayrıca bak. elektronik, katı, yarıiletken aygıtlar.
katılma tepkimesi, organik bir moleküldeki karbon atomlarından en az birine bağlı atom ya da atom gruplarının sayısının artmasıyla sonuçlanan kimyasal tepkimelere verilen ad.
Bazı moleküllerde karbon atomlarına dört atom ya da atom grubu bağlıdır. Bağlı atom sayısı dörtten az olduğunda karbon atomu, alkenler(>C = C<),aldehitler ve ketonlar-da(>C=0)olduğu gibi çift bağ, alki.nlerde (—C=C—) olduğu gibi üçlü bağ oluşturur. Katılma tepkimesi, atomlar arasındaki çift ya da üçlü bağların tümüyle ya da kısmen parçalanarak moleküle yeni atom ya da atom gruplarının bağlandığı bir süreç olarak düşünülebilir. Bazen alken ve alkinlerin girdiği katılma tepkimelerine, karbon atomları dört atom grubuyla bağlanıp doymuş hale geldiği için doyma tepkimeleri de denir. Propenin hidrobromlanması katılma tepkimesine tipik bir örnektir:
CH,CH = CH, + HBr -► CH,C+HCH,+ Br -► CH3CHBrCH3.
Bu tepkime iki aşamada gerçekleşir: Önce hidrojen bromürdeki hidrojen atomu (artı yüklü bileşen) çift bağla bağlı karbon atomlarından birine katılır (burada daha az alkil-lenmiş karbon atomuna), bunu brom atomunun (eksi yüklü bileşen) öbür karbon atomuna katılması izler. Aldehit ve ketonların girdiği katılma tepkimelerinde ise bu sıra tam tersine işler, başka bir deyişle ilk aşamada tepkenin eksi yüklü bileşeni karbon atomuna katılır, ardından artı yüklü bileşen oksijen atomuna katılır. Bir ketonun (RCH3C=0,burada R.bir alkil grubudur) hidrojen siyanürle tepkimesi buna örnek olarak verilebilir:
RCH,C = O + HCN
-* RCHjC-O- + H+-* RCHjC OH.
I I
CN CN
Propenin hidrobromlanmasını ya da genel olarak alkenlere katılmayı elektron arayan (elektrofilik) tepkenlerin başlattığı, alkinle-re, aldehitlere ve ketonlara katılmayı ise elektronca zengin (nükleofilik) tepkenlerin başlattığı ileri sürülür. Organik kimyada, asit katalizörler eşliğinde alkenlerin İçendi kendine katılması ya da alken, aldehit ve ketonların metal katalizörler eşliğinde hid-rojenlenmesi gibi katalizörlü katılma tepkimeleri ile halkalı bileşiklerin oluştuğu katılma tepkimeleri ve zincir mekanizmalarıyla ilerleyen katılma tepkimeleri gibi başka katılma tepkimelerine de rastlanır.
katır, erkek eşekle (eşek aygırı) kısrağın melezi. Daha az görülen dişi eşekle (kancık) aygırın melezine ester denir. Esterler katırdan daha küçük yapılıdır. Katırların en azından 3 bin yıl önce Anadolu’da yük hayvanı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Genellikle kısır olan bu hayvanlar öbür çeki ve yük hayvanlarının çoğuna göre zor koşullara yatkınlığı ve dayanıklılığı nedeniyle, bugün de yeryüzünün birçok yerinde kullanılmaktadır.
Katır yüksekliği, kıllarının düzgünlüğü, boyun ve sağrı biçimiyle ata, başının biçimi, uzun kulakları, ince bacakları, küçük toynakları ve kısa yelesiyle eşeğe benzer. Tüyleri kahverengi ya da dorudur. İri olanların cidago yüksekliği 160-180 cm, ağırlığı 550-700 kg, küçük olanların cidago yüksekliği 120-160 cm, ağırlığı 275-675 kg’dir.
katır geyiği (Odocoileus hemionus), Artio-dactyla (çifttoynaklılar) takımının Cervidea
familyasından, Kuzey Amerika’nın batısında, Alaska’dan Meksika’ya kadar uzanan bölgelerde yaşayan, iri kulaklı geyik türü. Eti, derisi ve boynuzlarıyla değerli bir av hayvanıdır. Katır geyiği tek başına ya da küçük gruplar halinde yaşar. Kışın engebeli dağlık alanlarda ve çöllerde daha büyük
Erkek katır geyiği (Odocoileus hemionus)
Harry Engels – The National
Audubon Society Collection/Photo Researchers
sürüler oluşturabilir. Genel olarak kış aylarında alçaklara inen ve karlar eridikten sonra yaylalara dönen göçmen hayvanlardır.
Katır geyiği, akrabası olan ak kuyruklu geyikten (O. virginianus) daha bodurdur. Omuz yüksekliği 90-105 cm, postu yazın kızıl kahverengi, kışın boz kahverengi, beyaz kuyruğunun ucu siyahtır. Kuzeybatı’da yaşayan bir alttür olan kara kuyruklu geyik (O. h. columbianus) üst yüzeyi tümüyle siyah olan kuyruğuyla ayırt edilir. Yalnız erkeklerde bulunan boynuzlar erişkinlerde beşer uçludur. Bunlardan ilki boynuz dibine yakın bir yerden çıkarken öbürleri uçta iki çatal oluşturur.
katırtırnağı (Spartium junceum), baklagiller (Fabaceae) familyasından, özellikle Akdeniz bölgesinde yaygın çalı. Yaklaşık 1-3 m yüksekliğindeki bu çokyıllık, silindirik dallı bitkinin 1-2,5 cm uzunluğunda küçük ve seyrek yaprakları, keskin kokulu, parlak
Katırtırnağı (Spartium junceum)
Turhan Baytop Koleksiyonu
san çiçeklerin oluşturduğu çiçek salkımları ve içinde çok sayıda tohum bulunan koyu renkli meyveleri vardır. Bazı çeşitlerinden süs bitkisi olarak yararlanılır.
Çiçekleri idrar söktürücü olarak kullanılan bitkinin özellikle tohum ve çiçeklerinin doğrudan yenmesi zehirlenmelere yol açar.
Kâtibi, 17. yüzyılda yaşamış ve uzun süre Yeniçeri Ocağı’nda hizmet görmüş âşık.
Yaşamına ilişkin fazla bilgi yoktur. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde (1898-1938,
10 cilt) o çağın ünlü çöğür çalanları arasında iki kez adı geçer. Asıl adının Osman olduğu ileri sürülmektedir. IV. Murad döneminde yapılan Revan (1635) ve Bağdat (1638) seferleriyle ilgili şiirlerden, bu tarihlerde orduda bulunduğu anlaşılmaktadır. Sazı ve
73 katil balina
deyişleriyle kendisini kabul ettiren Kâtibi, âşıklara ilgi duyan IV. Murad’dan yakınlık görmüştür. Evliya Çelebi’nin, yapıtında ondan “Celeb Kâtibi” diye söz etmesine bakılarak hayvan alım satımıyla uğraştığı ileri sürülmüştür. Bunun doğru olmadığı, Kapıkulu sınıfına asker yetiştiren Acemi Ocağı’nda yazıcı olduğu, mahlasını ve “Celeb” lakabını buradan aldığı anlaşılmak-tadır.
Çağdaşı Âşık Ömer’in Şairname başlıklı destanında, “Evvel Kâtibî’den idelüm âgaz” diyerek âşıkları anmaya onunla başlaması ününün yaygınlığını ortaya koymaktadır. Kâtibî’nin bir şiirinde kendisi gibi asker olan Kayıkçı Kul Mustafa, Kuloğlu ve Gedayî gibi âşıklarla dostluğunu belirtmesi de, ilişki içinde bulunduğu çevreyi göstermesi bakımından önemlidir.
Deyişlerinde duygularını açık ve içten bir dille ortaya koyan, sağlam bir şiir yapısı oluşturan Kâtibi, öteki çağdaşları gibi aruz ölçüsünü de denemiş, ama başarılı olamamıştır. Sadeddin Nüzhet Ergun’un XVII’in-ci Asır Sazşairlerinden Kâtibi (1933) adlı kitabında Kâtibî’nin bazı şiirlerinin yanı sıra yaşamı ve sanatına ilişkin bilgiler de yer alır.
Katif, el-, Suudi Arabistan’da eş-Şarkiye yönetim bölgesinde (mıntıka) kent ve vaha. Basra Körfezindeki Katif petrol bölgesinde yer alır. 1940’ların sonunda petrol ve doğal gaz bölgelerinin gelişmesinden dolayı önemli bir liman olma özelliğini ed-Dem-mam’a kaptırmıştır. Kentte petrol kuyularının yanı sıra petrol-gaz ayırma tesisleri, boru hatları ve büyük işçi konutları vardır. 1964’te büyük bir sulama projesinin tamamlanmasından sonra vaha, Suudi Arabistan’ ın hurma, yonca, pirinç, meyve ve sebze yetiştirilen başlıca tarım bölgelerinden biri durumuna geldi. Nüfusun büyük bölümünü Baharineler oluşturur. Nüfus (en son tah.)
11.795.
Katihar, eskiden saifganj. Hindistan’ın kuzeydoğu kesimindeki Bihar eyaletinde il ve il merkezi kent. Katihar kenti, Ganj Irmağının bir kolu olan Saura Irmağının doğusundadır. Kara ve demir yollarının kavşak noktasında yer alan kentte tarım ürünleri ticareti yapılır. Kentte pirinç, jüt, yağlı tohumlar ile ilgili sanayi dallarından başka bir kibrit ve un fabrikası vardır. Katihar’da iki hastane bulunur.
Katihar ili Kuzey Bihar Ovalarının doğu ucunda 3.100 knr’lik bir alanı kaplar. İlin sularını Kamala ve Saura ırmakları toplar. Ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanan ilde süpürgedarısı, mısır ve yağlı tohumlar üretilir. Nüfus (1981) kent, 104.781; il,
1.428.622.
katil balina (Orcinus orca), Cetacea takımının Delphinidae familyasından Kuzey Kutup Bölgesi’nden Antarktika’ya kadar bütün denizlere yayılmış balina türü. Yunusların en irisi olan bu türün erkekleri yaklaşık 9,5 m uzunluğundadır. Dişiler ise genellikle çok daha küçüktür. Katil balinanın sırtı siyah, karnı, gözlerinin üstü ve göğsü beyaz, burnu küt, yüzme ayakları yuvarlak ve sırt yüzgeci üçgen biçimindedir. Çenelerinde 40-50 iri ve konik diş bulunur. Erkeğin yüzgeci, yüzme ayakları ve kuyruğu yaşla birlikte büyür ve sırt yüzgeci 1,8 m yüksekliğe ulaşabilir. Katil balinalar sayılan birkaç bireyden yaklaşık 50 bireye kadar değişen sürüler halinde yaşar, tek bir çizgi üstünde yan yana ya da sıralar halinde yüzer ve bazen suyun üstüne sıçrarlar. Balıklar,
Katiola 74
kafadanayaklılar ve memeli deniz hayvanları başlıca besinlerini oluşturur. Yırtıcılıklarıyla ünlü olan bu yunuslar vücut yapıları, dişleri, kuvvetli çene kasları ve sürüler
Katil balina (Orcinus orca)
Miami Seaquarium
halinde avlanırken gösterdikleri örgütlü davranışları bakımından avlanmaya çok iyi uyarlanmıştır. Katil balinalar okyanus akvaryumlarında (osenaryum) eğitilerek çeşitli gösterilerde kullanılmaktadır.
Katiola, Fildişi Kıyısı’nın orta kesiminde il (department) ve il merkezi (1969) kent. Katiola kenti, başkent Abidjan’dan Ouaga-dougou’ya (Burkina Faso, eskiden Yukarı Volta) giden kara ve demir yolu hatlarının üzerindedir. Bir piskoposluk merkezi olan kent, aynı zamanda Bole (Baule), Senufo ve Dyula halklarının tatlı patates, tütün, sığır ve koyun gibi ürünlerini pazarladıkları bir ticaret merkezidir. Katiola, yörenin yerli halkı olan Mangoro kadınlarının ürettikleri gömleklerle tanınır; modern bir seramik okulunun bulunduğu Katiola kentinden Abidjan’a satılmak üzere çanak çömlek gönderilir. Nüfus (1975) kent, 21.559; il, 77.875.
Kâtip Çelebi, asıl adı mustafa, Doğu’da haci haUfe, Batı’da haci kalfa olarak da bilinir (d. Şubat 1609, İstanbul – ö. 6 Ekim 1657, İstanbul), Osmanlı bilgin. Düşünsel yaşamdaki medrese egemenliğini aşmaya çalışmış, 17. yüzyıl bilim dünyasında özgür düşüncenin önde gelen temsilcilerinden olmuştur.
Enderunda yetişmiş, bilgin ve şeyhlerin meclislerinde yer alan Abdullah adında dindar bir sipahinin oğluydu. Beş ya da altı yaşından başlayarak Kırımlı İsa Halife’den Kuran okumayı öğrendi. Daha sonra İlyas Floca’dan Arapça dilbilgisi, Böğrü Ahmed Çelebi’den hat dersleri aldı. On dört yaşında Anadolu Muhasebesi Kalemi’ne girdi. 1623’te babasıyla birlikte Abaza Mehmed Paşa ayaklanmasını bastırmak üzere gönderilen Osmanlı ordusuna katıldı. 1625’te gene babasıyla birlikte katıldığı Bağdat seferinden dönerken Musul’da babasını yitirdi (1626); kendisine büyük acı veren bu olaydan sonra bir süre Diyarbakır’da kaldı ve 1627’de İstanbul’a döndü. 1629-30 yıllarında Hüsrev Paşa önderliğindeki Bağdat ve Hemedan seferlerine katıldı. 1633’te Taba-nıyassı Mehmed Paşa komutasındaki orduya katılarak Halep’e, oradan da hac için Mekke’ye gitti. Bir süre Diyarbakır’da dönemin ünlü bilginlerinin derslerini izledi.
Yeniden orduya katılarak IV. Murad’ın Revan seferinde (1635) bulundu. İstanbul’a döndükten sonra bir yakınından kalan mirasın tümüyle kitap satın aldı ve yaşamını bilime adadı. 1638 ya da 1639’da evlendi. 1645’te sırası geldiği halde halifeliğe yüksel-tilmediği için Mukabele Kalemi’ndeki görevinden ayrıldı. Ama 1648’de Şeyhülislam Abdürrahim Efendi aracılığıyla kalemde ikinci halifeliğe getirildi.
Çok iyi Arapça ve Farsça bilen, ayrıca çeviri yapacak düzeyde Latince öğrenen Kâtip Çelebi, çalışmalarını tarih, coğrafya ve kaynakça yazımı alanlarında yoğunlaştırmıştı. Ona göre insan için en büyük mutluluk, Tann’yı tanımak ve akıl ile nefsi koruma yoluyla ona ulaşmaktı. Her türlü bağnazlığa da karşı çıkan Kâtip Çelebi’nin kişiliği ve yapıtları, ülkesinde olduğu kadar Batı’da da büyük ilgi görmüştür. Coğrafya ve kozmografya alanındaki Cihannüma(*) (ös 1732) en büyük yapıtı sayılır. Bir başka önemli yapıtı da kısaca Keşfü’z-Zünun’ dur(*) (1941-45, 2 cilt, yay. haz. Rifat Bilge, Ş. Yaltkaya). Arapça yazdığı ve 20 yılda tamamladığı bu kaynakça sözlüğünde
14.500 kitap ve risalenin adları ile yazarları yer alır. Gene Arapça yazılmış Fezleke (Fezleket-i Akvâli’l-Ahyâr fi İlmi’t-Tarih ve’l-Ahbar), Kâtip Çelebi’nin ilk tarih kitabıdır ve 1642’de tamamlanmıştır. Dört bölümden oluşan yapıtta tarihle ilgili bazı genel bilgiler ve temel tarih kitaplarını içeren bir kaynakça verilmiş, ardından Yer’ in yaratılışından 1639’a değin geçen önemli olaylar anlatılmıştır. Bu yapıtın zeyli olarak Osmanlıca yazılmış Fezleke (1869-70, 2 cilt), 1591-1654 arasındaki olayların ele alındığı bir Osmanlı tarihidir. Ayrıca her yılla ilgili bölümün sonunda, o yıl içerisinde ölen devlet adamı, bilgin, şair gibi önemli kişilerin yaşamlarıyla yapıtları da kısaca verilmiştir; kitabın çok sayıda yazması vardır. Kâtip Çelebi, 1648’de iki ay içinde tamamladığı Takvimü’t-Tevarih’te (ös 1733) ise Âdem’den 1648’e değin gelen tarihsel olayların kronolojisini verir. Yapıt Arapçaya, Farsçaya ve kısaltılarak bazı Batı dillerine çevrilmiştir. Tuhfetü’l-Kibâr fi Es-fâri’l-Bihâr (1729; yb 1973), Osmanlılann ilk dönemlerinden, yapıtın yazıldığı 1656’nın başlarına değin Osmanlı denizciliğinin bir tarihçesi niteliğindedir. İngilizceye ve Fransızcaya da çevrilen bu ünlü kitabında Kâtip Çelebi, özellikle Girit seferi sırasında karşılaşılan başarısızlıklar dolayısıyla geçmişteki çeşitli yenilgilere neden olan hata ve eksikliklerden söz etmiş; gene böyle yenilgiler yaşanmaması için geliştirdiği önerileri yapıtın sonundaki “Vasâyâ” (Öğütler) bölümünde kırk öğüt halinde sunmuştur. Öbür yapıtları arasında, Osmanlı devlet ve toplum düzeninin iyileşmesi için alınması gereken önlemler konusunda bilgiler içeren Düsturu’l-Amel li lslahi’l-Halel (1863; yb 1982) adındaki dört bölümlük risale, 21 ayrı konuyu işleyerek pozitif bilimlerin gereğini ve toplumun gücünün her güçten üstün olduğunu vurguladığı son kitabı Mizanul-Hakk fi İhtiyari’l-Ahakk (1863; yb 1972) ile dinsel konulann işlendiği İlhamü’¡-Mukaddes fi Feyzi’l-Akdes sayılabilir.
kâtipkuşu (Sagittarius serpentarius), sekre-terkuşu olarak da bilinir, Falconiformes takımının Sagittaridae familyasından Afrika’nın kurak ovalarında görülen yırtıcı kuş türü. Bu familyanın tek üyesi olan kâtipkuşu aynı zamanda yerde yaşama alışkanlığı edinmiş tek yırtıcı kuş türüdür. Kâtipkuşla-nnın bacakları uzun, vücutları ince yapılı ama güçlü, uzunluğu 1,2 m, kanat açıklığı 2,1 m dolayındadır. Yirmi kadar siyah tepelik tüyü, kulaklarının arkasına iliştirilmiş tüy
Kâtipkuşu (Sagittarius serpentarius)
New York Zoological Society
kaleme benzer. Uylukları ve kanat telekleri siyah, kanat altı örtü tüyleri beyaz, öbür tüyleri açık bozdur. Kuyruğunun ortasında bir çift uzun tüy vardır. Bacaklarının alt bölümündeki kalın pullar yılan sokmasına karşı iyi bir koruma sağlar.
Kâtipkuşu başta yılanlar olmak üzere kertenkele, çekirge, fare gibi hayvanlarla kuş yumurtası yer. Çiftler ya da küçük gruplar halinde yerde avlanan bu kuşlar birbirlerine seslenerek haberleşir, yılanları yere vurarak ya da havadan yere atarak öldürürler. Bazıları eğitilerek çiftliklerin çevresindeki yılanların yakalanmasında kullanılmaktadır. Afrika’nın birçok ülkesinde koruma altına alınmalarına karşın sayılan çok azalmıştır. Kâtipkuşları dikenli ağaçlarda çırpıdan yaptıkları geniş yuvalara genellikle iki yumurta bırakırlar. Yavrular yedi haftada yumurtadan çıkar ve erişkinlerin sindirip kustuğu besinlerle beslenirler.
katkı maddesi, bir yaniletken malzemeye elektriksel iletkenliğini değiştirmek amacıyla katılan madde. En çok kullanılan yarıiletkenler, silisyum ve germanyum elementleridir; bu elementler, her atomun komşu dört atomla birer elektron paylaştığı bir kristal yapısı oluştururlar. Böyle bir kristal yapısındaki atomlardan küçük bir bölümünün yerine beş değerlikli (bağ oluşturmak üzere beş elektronu bulunan) fosfor ya da arsenik atomlan yerleştirilecek olursa, bu yabancı atomlann her birinde birer elektron fazlası ortaya çıkar ve bu elektronlar serbest kalarak elektriksel iletkenlik sağlarlar. Bu durumda yaniletken fosfor ya da arsenikle katkılanmış olur; bu yabancı atomlara verici (donör) atom denir ve yarıiletken n türü olarak adlandırılır (bu tür yarıiletkenlerde yük taşıyıcı işlevini elektronlar, yani eksi yüklü parçacıklar üstlenmiş olduğu için, türü belirten harf olarak negatif sözcüğünün baş harfi olan rı kullanılır).
Galyum gibi üç değerlikli atomlarla katkı-lamada ise, böyle bir atomun bağ oluşturabilecek yalnızca üç elektronu bulunduğundan, kristal yapısında artı yüklü bir ‘kusur (delik) ortaya çıkar; elektriksel iletkenlik, bu artı yüklü deliğin kristal örgüsü içinde yer değiştirmesiyle sağlanır. Bu tür atomlara alıcı atom denir; alıcı atomlarla katkılan-mış yarıiletkenler ise p türü olarak tanımlanır.
katkı maddesi, gıdaların renk, tat, koku, besin değeri gibi niteliklerini yükseltmek ve bozulmadan saklanmalarını sağlamak amacıyla kullanılan çeşitli kimyasal maddelere verilen ad. Yapay ya da doğal renklendirici-ler, koku ve tat vericiler, kararlılaştırıcılar,
emülsiyonlaştırıcıiar, koyulaştırıcılar ve koruyucular ile besin değerini artırıcı maddeler başlıca katkı maddeleridir. Yemeklerde yaygın olarak kullanılan birçok baharatın yanı sıra karbonat, sirke ve yüzyıllardır etin korunmasında kullanılan tuz da birer katkı maddesidir.
Gıda sanayisinde, ürünün görünümünü çekici hale getirmek (örn. renklendirmek), bozulmasını geciktirmek ya da besleyici değerini artırmak gibi amaçlarla kullanılan katkı maddelerinin yanı sıra koku ve tat verici olanlardan da yaygın biçimde yararlanılır. Ürünün raf ömrünü uzatmak amacıyla nemlendiriciler ya da şeker, tuz gibi ince taneli ürünlerin kolay akmasını sağlayan katılaşma önleyiciler gibi katkı maddeleri de çok kullanılır. Katkı maddelerinin çoğunun yararlı ya da en azından zararsız maddeler olmalarına karşılık bazıları ürünlerin besleyici değerini azaltıcı ya da işleme ve üretim hatalarını örtücü etki gösterirler.
Katkı maddeleri eskiden tersi kanıtlanmadıkça güvenilir olarak kabul edilirdi; ama 1950’lerin sonlarına doğru bir bölümünün kansere ve sakat doğumlara yol açabilecek olası zararlarının gündeme gelmesi üzerine pek çok ülkede hem halk sağlığının korunması, hem de tüketicinin aldanmasının önlenmesi amacıyla kullanımlarına yeni düzenlemeler getirildi. Ayrıca bak. emülsiyon-laştıncı, gıda boyalan, koruyucu.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*