Kato Hiroyuki, danşaku (Baron)

Kato Hiroyuki, danşaku (Baron)

(d. 5 Ağustos 1836, Izuşi, Tacima – ö. 9 Şubat 1916, Tokyo, Japonya), Japon eğitimci ve siyaset kuramcısı. Japonya’da Batı düşüncesinin tanınmasında ve şogunluğun 1868’de çökmesinden sonra yeni yönetim biçiminin belirlenmesinde önemli rol oynamıştır.
1850’lerin sonları ve 1860’ların başlarında yabancı yapıtların incelendiği bir devlet dairesinde çalışırken Batı düşüncesine ilgi duymaya başladı. Bu dönemde Japonya henüz dışa kapalı yapısını korumaktaydı. 1864’te çalıştığı devlet dairesi Batı düşüncesi üzerine eğitim veren bir kuruma dönüştürülünce, Kato dış ilişkiler konusunda dersler vermeye başladı. Meici Restorasyonu döneminde Japonya’daki feodal şogunluk düzeninin kaldırılmasından sonra, imparatorun özel öğretmenliğine getirildi. Ayrıca eğitim ve dış ilişkiler konusunda önemli hükümet görevlerinde bulundu. Bu arada Şinsei taii (1870; Doğru Hükümet Politikasının Genel Kuramı) ve Kokutai şinron (1874; Yeni Ulusal Yapı Kuramı) adlı yapıtları aracılığıyla yönetim, demokrasi ve insan haklan konusunda Avrupa’da geliştirilmiş birçok kuramı Japon kamuoyuna tanıttı.
Ama lSSO’lerde demokratik bir yönetimin kurulması yolundaki talepler yaygınlaşmaya başlayınca, görüşlerini değiştirerek ülkedeki koşullann bir ulusal meclis kurulması için yeterince olgunlaşmadığını ve Prusya örneğinde de görüldüğü gibi ülkenin gücünün demokrasinin varlığına bağlı olmadığını ileri sürdü. 1889’da yürürlüğe konan anayasa Prusya örneği temel alınarak hazırlandı. Meici Anayasası ayrıca Kato’nun Cinken Şinsetsu (1882; Yeni İnsan Hakları Kuramı) adlı yapıtındaki görüşlerle uyumlu olarak, insan haklannın devletin tanıdığı bir aynca-lık olduğunu ve geri alınabileceği düşüncesini içeriyordu.
Kato 1890’da kurulan Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nin ilk rektörü oldu. 1900’de soyluluk unvanı aldı. 1906’da Özel Danışma Kurulu üyeliğine getirildikten sonra yönetimdeki etkisini daha da artırdı. 1893’te Almanca yayımlanan Der Kampf und Recht des Stärkeren und seine Entwicklung (1893; Güçlünün Kavgası, Hakkı ve Gelişimi) adlı yapıtıyla uluslararası bir ün kazandı.
Kato Kiyomasa (d. 1562, Nakamura, Ovari – ö. 2 Ağustos 1611 Kumamoto, Higo, Japonya), Japonya’nın birliğini sağlamak için yürüttükleri mücadelede Toyotomi Hideyoşi ile Tokugava İeyasu’ya yardımcı olan Japon asker. Koyu bir Budacı olarak Japonya’da Hıristiyanlığın yasaklanması için de yoğun çaba harcamıştır.
Delikanlılık çağına gelince akrabası olan Hideyoşi’nin hizmetine girdi ve kahramanlığıyla kısa sürede kendini gösterdi. Hideyoşi’nin 1592’de Kore’yi istila etmesinin ardından seferin komutasını üstlendi. Savaştaki acımasızlığı nedeniyle Korelilerin “Şeytan” lakabını taktıkları Kato, Hideyoşi’nin 1598’de ölmesi üzerine Japonya’ya döndü. Ardından Hideyoşi’nin küçük oğlunun naipliğini üstlenmiş olan Tokugava İeyasu’yu iktidardan uzaklaştırmaya çalışan feodal toprak sahiplerine karşı, İeyasu’nun yanında çarpıştı.
İeyasu’ya yaptığı hizmetlerin karşılığında Japonya’nın güneydoğusunda yer alan Ku-mamoto’daki geniş araziler babadan oğula
77 katoğikos
geçmek üzere kendisine verildi. Arazileri ıslah etmek için büyük çaba gösteren ve bölgede bir kale inşa ettiren Kato Kiyoma-sa’nın ölümünün ardından, toprakları Ho-sokava ailesine devredildi.
Kato Takaaki, kato komei olarak da bilinir (d. 25 Ocak 1860, Nagoya – ö. 28 Ocak 1926, Tokyo, Japonya), Japonya’da
II. Dünya Savaşı öncesindeki en demokratik hükümeti kuran Japon başbakanı (1924-26).
Siyasete girmeden önce Japonya’nın büyük şirketler topluluğu Mitsubishi’de çalıştı. Siyasal yaşamı boyunca kendisini destekleyen Mitsubishi’nin çıkarlarını korumak için özel çaba harcadı. 1887’de Dışişleri Bakanı Okuma Şigenobu’nun özel sekreteri oldu. Ardından Maliye Bakanlığı’na bağlı bir dairenin müdürlüğünü üstlendi. 1894-99 arasında Japonya’nın İngiltere büyükelçisi olarak görev yaptıktan sonra 1900 ve 1906’da kısa sürelerle dışişleri bakanlığı görevinde bulundu. Hükümetin demiryolla-nnı kamulaştırma karanyla Mitsubisni’nin çıkarlannı zedelediği gerekçesiyle 1906’da bakanlıktan istifa etti, iki yıl boyunca hiçbir devlet görevi almadı. 1908’de yeniden Londra büyükelçiliğine atandı. 1913’te Japonya’ya geri çağrıldı ve yeni başbakan Katsura Taro’nun kısa ömürlü hükümetinde üçüncü kez dışişleri bakanı oldu. Ardından Katsu-ra’nın kurduğu Rikken Doşikai adlı partiyi yeniden örgütleyerek adını Kenseikai (Meşrutiyetçi Parti) biçiminde değiştirdi, 1913’te partinin başkanlığını üstlendi. Kato önderliğindeki Kenseikai, tutucu Meşrutiyetçi Yönetim Dostlan karşısında başlıca muhalefet gücü durumuna geldi.
Nisan 1914’te Okuma hükümetinde bir kez daha dışişleri bakanı olan Kato’nun bu görevi sırasında Japonya, Çin’e 21 Talep adıyla bilinen bir nota (18 Ocak 1915) vererek bu ülkede birçok yeni ayncalık ve sanayi tekeli elde etti. Kato, Ökuma’nın aynı yıl mart ayında yapılan seçimlerde yolsuzluk yapmasını protesto amacıyla seçimlerden hemen sonra bakanlıktan aynldı.
On yıl süreyle siyasal yaşamın dışında kaldıktan sonra Haziran 1924’te kurulan koalisyon hükümetinde başbakanlık görevini üstlendi. Kenseikai’nin ertesi yıl yapılan seçimlerde parlamentoda çoğunluğu elde etmesinin ardından kendi hükümetini kurdu. Kato’nun başbakanlık yıllarında Japonya’daki demokratik yönetim anlayışında önemli gelişmeler oldu. Bu dönemde bütün erkeklere genel oy hakkı tanındı, ordunun asker sayısı ve siyasal yaşam üzerindeki etkisi azaltıldı, Soylular Meclisi’nin gücü kırıldı ve toplumsal içerikli birçok ılımlı yasa çıkarıldı. Kato hükümeti aynca ülkenin “geleneksel yönetim biçimi”ni değiştirmeyi amaçlayan ya da özel mülkiyetin kaldırılmasını savunan örgütlere üye olanlara 10 yıla kadar hapis cezası verilmesini öngören bir yasa çıkardı. Aynı dönemde orta ve yüksek öğretim kurumİarında askerlik eğitimi verilmeye başladı ve ordu modernleştirildi. Kato başbakanlık süresi dolmadan öldü.
katoğikos (Yunanca katholikos: “evrensel”), Ermeni, Gürcü ve Nasturi kiliselerinde başpatrikle eşanlamlı kullanılan unvan. Kilise tarihinin ilk dönemlerinde Doğu’da arkhimandrites ve eksarkhos gibi yüksek düzeyde din adamları ya da başkeşişler için kullanılırdı. Dolayısıyla katoğikos’laı ayrıcalıklı birer başpiskopos olmakla birlikte, belirli bir patriğe şu ya da bu biçimde bağlıydılar. Katoğikos unvanı sonradan
Katoğlu, Oya 78
patrik ya da başpatrikle eşanlamlı oldu. Günümüzde Ermeni Apostolik Kilisesi’nde biri Eçmiadzin’deki “bütün dünya Ermenilerinin katoğikos’u”, öbürü Lübnan’da An-tilyas’taki lölikya katoğikos’u olmak üzere iki katoğikos’\uV. vardır. Ermeni Katolik Kilisesi’nin başı ise Katolik Ermenilerin patriği ve Kilikya katoğikos’u olarak adlandırılır; 1928’den beri Beyrut yakınlarındaki Zımmar Manastın’nda oturmaktadır.
Katoğlu, Oya (d. 15 Şubat 1940, İstanbul), Anadolu yaşamım betimlediği naif anlatımlı yapıtlarıyla tanınan ressam.
Ressam Turgut Zaim’in kızıdır. Yükseköğrenimini 1960-64 arasında Ankara Üni-
Birliği orduları, Prag yakınındaki Beyaz Dağ (Bila Hora) Çarpışması’nda Friedrich’ in ordusunu bozguna uğrattı. Tilly’nin askerleri daha sonra Pfalz ile kuzeydeki öbür Protestan yerleşmelerini yakıp yıktılar; Protestanları savunmaya gelen Danimarka kralı IV. Christian’ı bir dizi çarpışmada alt ederek fethedilen Protestan topraklarında Katolikliğin yeniden egemen kılınmasını sağladılar. Ferdinand’ın 1626’dan sonra kendisine bağlı Albrecht von Wallenstein’ın komutasındaki kuvvetlere dayanmasıyla Katolik Birliği’nin önemi azalmaya başladı. Tilly’nin 1631’de Breitenfeld’de İsveç kralı
II. Gustav Adolfa yenilmesi ve ertesi yıl ölmesi, birliğin çöküşünü hızlandırdı. İmparatorluk içinde askeri konfederasyonların kurulmasını yasaklayan Prag Banşı’yla (1635) birlik dağıtıldı.
“Amasralı Kadınlar”, Oya Katoğlu’rıun bir yapıtı, 1966, özel koleksiyon, İstanbul
İsa Çelik
versitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde yaptı. Resim çalışmalarına da bu dönemde başladı. 1960’ların ikinci yansında naif bir anlatım geliştirdi. Minyatürlerin renk ve çizgileriyle biçim istifinden, Turgut Zaim’in şematize edilmiş figür yorumundan etkilenerek yalın bir kompozisyon anlayışı geliştirdi. Genellikle belli figür şemalarını yinelediği düzenlemelerinde ayrıntıcı ve özenli bir işçilik görülür.
Katolik Birliği, Almanca katholische liga, Almanya’daki Katolik güçlerin, Protestanlığın yayılmasını önlemek amacıyla Bavyera dükü I. Maximilian’ın önderliğinde kurduklan askeri ittifak (1609-35). Habs-burg hanedanından imparatorlarla ittifak içinde hareket eden birliğin Tilly kontu Johann Tserclaes komutasındaki orduları Otuz Yıl Savaşlan’nda (1618-48) kilit bir rol oynamıştır.
Katolikler arasında uzun süreden beri gündemde olan birlik konusunda ilk somut adımlar Protestan Birliği’nin kurulduğu 1608’den sonra atıldı. 10 Temmuz 1609’da oluşturulan birliğin ilk üyeleri arasında Bavyera Düklüğü’nün yanı sıra Bavyera, Franken ve Schwaben piskoposluklarıyla Ren Bölgesi’ndeki Mainz, Trier ve Köln elektörlükleri vardı. Maximilian 1617’de giriştiği yeniden örgütlemeyle Ren Bölgesi üyelerini çıkararak, birliği tümüyle bir güney Alman konfederasyonu durumuna getirdi.
Pfalz’m Protestan elektör prensi V. Friedrich, 1619’da Bohemya tahtına çıkmayı kabul edince, Kutsal Roma-Germen imparatoru II. Ferdinand, Katolik Birliği’nden askeri yardım istedi. Maximilian 1620’deki görüşmeler sonucunda Protestan Birliği’nin Friedrich’e destek sağlamasını engelledi. Kasım 1620’de Tilly komutasındaki Katolik
Katolik Eylem, kilise öğretisi, ahlak kural-lan, ayin usulleri, eğitim ve hayır işleri gibi alanlarda bir piskoposun denetiminde çalışmalar yürütmek amacıyla halktan kişilerce kurulmuş örgütler bütünü. Bu çalışmalar 1927’de Papa XI. Pius tarafından, “cemaat üyelerinin kilise hiyerarşisine katılması” biçiminde tanımlanmıştır.
Bu örgütlerden bazıları bütün Katoliklere, bazılan da yalnızca belli gruplara açıktır. Kutsal Ad Topluluğu ya da Meryem Lejyonu gibi genel Katolik Eylem örgütlerine bütün Katolikler ya da en azından belli bir yaş grubundakiler girebilir. Özel Katolik Eylem gruplan ise işçiler, öğrenciler, hekimler, hukukçular ya da evli çiftler gibi, belli bir meslek ya da çıkar grubunun üyeleriyle sınırlıdır. Bu grupların en ünlüsü, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Peder (sonradan Kardinal) Joseph Cardijn’in Belçika’ daki fabrika işçileri arasında örgütlediği ve Fransızca adından (Jeunesse Ouvrière Chrétienne) dolayı Jocist’ler olarak anılan Genç Hıristiyan Emekçiler’dir(*).
Dar anlamda Katolik Eylem, kilise hiyerarşisinin bir uzantısı olarak görülür. Ama cemaat üyelerinin kilise dışındaki çevrelerinde de Hıristiyanlığı yaymak amacıyla yürüttükleri bütün bağımsız çalışmalar, daha geniş bir anlamda bu eylem içinde değerlendirilebilir. Din adamları dışındaki Katoliklere daha büyük sorumluluk yükleyen bu anlayış, II. Vatikan Konsili’nden (1962-65) bu yana vurgulanmaktadır.
Katolik Kilisesi, günümüzde Hıristiyanlığın en yaygın kolunu oluşturan, kimliğini kesintisiz biçimde sürdürmüş en eski kilise topluluğu. Roma piskoposu olarak Aziz Petrus’un ardılı sayılan papanın üstünlüğüne dayalı hiyerarşik yapısı ve ayrıntılanyla işlenmiş ilahiyat öğretisiyle, kökenini İS 1. yüzyılda Hz. İsa’nın havarilerinin oluş-
turduğu kilise örgütlenmesine dayandırır. Katolik adı, İS 2. yüzyıldan sonra evrensel Hıristiyan kilisesini yerel cemaatlerden ve heretik ya da bölücü mezheplerden ayırmak için kullanılan katholikos (Yunanca “evrensel”) sözcüğünden türemiştir. Bütün dünyada Katolik Kilisesi’ne bağlı Hıristiyanların sayısı, Hıristiyanlığın öteki iki büyük kolu olan Ortodoks ve Protestan kiliselerinin üyelerinin toplamından fazladır.
Roma Kilisesi, 4. yüzyıl başlarına değin çoğunlukla alt sınıflardan beslenen küçük bir mezhep niteliği taşıyordu. O yıllarda hiç kesintiye uğramadan varlığını sürdürebilmesi, imparatorluk yönetiminin görece hoşgörülü tutumunun ve kilise üyelerinin ahlaki yetkinliği sayesinde sürekli yeni üyelerin kazanılmasının sonucuydu. 3. yüzyılda bir yandan kilisenin genişlemesi, bir yandan da Romalıların geleneksel din anlayışı ile onla-nn gözünde insan ve yurt sevgisini yadsıyan Hıristiyanların “tanrıtanımazlığı” arasındaki çatışma, imparatorluk yönetiminde gitgide büyüyen bir tedirginlik yarattı. İmparator Decius (hd 249-251), Valerianus (hd 253-260) ve Diocletianus (hd 285-305) dönemlerinde girişilen büyük çaplı ve acımasız Hıristiyan kıyımları, önceki tekil ve yerel çatışmaları kat kat geride bıraktı. Ama daha bu dönemde kilisenin öğreti ve örgütlenme yapısı belirginleşmeye başlamıştı. Bağlayıcı kutsal metinler belirlenmiş, piskopos, papaz ve diyakoz kademelerine dayalı örgütlenme yapısı öbür yönetim biçimlerinin yerini almış, Roma piskoposluğu öteki kiliseler üzerinde evrensel bir denetim uygulamaya başlamıştı.
Batı imparatoru olarak 312’de Roma’ya giren Constantinus’un (324-337 arasında tek Roma imparatoru) Hıristiyanlığı benimsemesi kilise tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 313’te Milano Fermanı’yla Hıristiyanlık yasal bir din konumunu kazandı. 4. yüzyılın sonlanna gelindiğinde artık imparatorluğun resmî dini olmuştu. Bu ayrıcalıklı konum Hıristiyanlığın kısa sürede yayılıp gelişmesini sağladı; imparatorluk başkentinde bulunması da Roma Piskoposluğumun saygınlığını artırdı. Bu dönemde kilisenin hiyerarşik yapısı imparatorluğun eyalet ve kent örgütlenmesi doğrultusunda daha da gelişti. Heretik unsurların karşısında Hıristiyan inançlan oldukça kesin tanımlara kavuştu. 4. yüzyıl ortalarında Kudüs piskoposu Aziz Kyrillos, katholikos sıfatıyla, kilisenin bütün dünyaya yayılmış olduğunu, öğretilerinin eksiksizliğini, bütün insanların gereksinimlerine yanıt verebilmesini ve tinsel kusursuzluğunu ilan etti. Evrensel yaygınlık taşıyan öğretinin en doğru öğreti olduğu yönünde Aziz Augustinus’un (354-430) ortaya attığı kuram giderek egemen oldu. 5. yüzyıl ortalarında Aziz Vin-cent’m getirdiği tanımla, doğru öğreti, ilk kaynaklara ve eski kuşaklann en seçkin bilginlerinin görüş birliğine uygun biçimde kilisenin bütün dünyada yaydığı öğretiydi.
476’da Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılması ve barbar istilaları, Roma piskoposunu Batı’da düzeni sağlayabilecek tek etkin güç durumuna getirdi. Sonraki yüzyıllarda gitgide daha etkin olan keşiş topluluklarının da yardımıyla papalık istilacı halkları Hıristiyanlaştırdı. Böylece Hıristiyanlığın Roma Kilisesi’ne özgü biçimiyle Batı Avrupa kültürü arasında sağlam bağlar kuruldu. Ortaçağda kilise Avrupa’da yaşamın bütün alanlarını etkisi altına aldı, eğitim, hayır işleri ve siyaset bütünüyle kilisenin egemenliği altına girdi.
Doğu kiliselerinden kopuş (1054), Katolik Kilisesi tarihinde bir başka dönüm noktası oluşturdu (bak. Doğu-Batı Bölünmesi). Papa VII. Gregorius döneminden (1073-85)
16. yüzyıldaki Reform hareketine değin kilise hukukçuları ile ilahiyatçıların da katkısıyla Roma gerek ruhani gerekse dünyevi alanlarda papalığın üstünlüğünü vurgulayan yeni bir öğreti geliştirdi. Ama kilise dışındaki hükümdarlar ve bilginler papalığın bu savlarına karşı çıktılar. 14. ve 15. yüzyıllarda VIII. Bonifatius’un (hd 1294-1303) Fransa Kralı IV. Philippe’le arasındaki çatışmada yenik düşmesi, Avignon papalığı(*) (1309-77) ve Büyük Bölünme(*) (1378-1417) birbirini izleyince papalığın gücü ve saygınlığı sürekli geriledi. 15. yüzyıl ortalarına gelindiğinde heretik akımlar, papaya meydan okuyan konsiller ve iç yozlaşma kiliseye büyük darbeler indirmeye başlamıştı. Papalık artık ne etkili bir yönetim sergileyebilecek, ne de kendisini ya da kiliseyi yenileyebilecek durumdaydı.
16. yüzyıl boyunca Martin Luther, Jean Calvin, Huldrych Zwingli ve başka birçok din adamı kilisedeki yozlaşmaya ve manevi tükenişe karşı mücadeleye giriştiler. Kilisede köklü bir reform gerçekleştirilmesi yönündeki genel istem bütün Batı Hıristiyan dünyasında yayıldı. Reform hareketi bir yandan Roma’mn Batı Hıristiyanlığındaki ruhani egemenliğine son verirken, öbür yandan Katolik Kilisesi’ni de kendi içinde bir yenilenmeye girişmek zorunda bıraktı. Papalığın başlattığı Karşı Reformun doruk noktasını oluşturan Trent Konsili’nin (1545-63) kararlan 400 yıl boyunca kilise yaşamına yön verdi ve Katolik Kilisesi’nin hem kendine bakışını, hem de başka kiliselerle ilişkilerini belirledi. Ama böylece kilise etkinliklerinde kapsamlı dönüşümler gerçekleşirken, öğreti alanında Roma’nın geleneksel tutumu daha da katılaştı. Trent Konsili’nden sonra Katolik Kilisesi’ni eski gücüne kavuşturabilmek için, papalığın ve daha etkin biçimde yeniden örgütlenen Curia Romana’mn (günlük dinsel uygulamalarda papaya yardımcı çeşitli Vatikan bürolan) kilise yaşamı ve yönetimi üzerindeki denetimi gitgide arttı; merkezileşmiş, otoriter ve gelenekçi bir kilise yapısı doğdu.
Bundan sonra Katolik Kilisesi bir yandan Avrupa’da Reform hareketi sırasında yitirdiği etkinlik alanlannı yeniden ele geçirmeye, bir yandan da geriye döndürülemeyecek kayıplan Amerika kıtası ile Doğu’daki misyonerlik etkinlikleriyle gidermeye çalıştı. Yeni kurulan etkili tarikatlar, özellikle de Cizvitler bu çabaya büyük katkıda bulundular. 16. yüzyıldaki Din Savaşlan’ndan sonra Avrupa dinsel bir gerileme dönemine girince, Karşı Reform hareketi de yavaşladı. Aydınlanma ve siyasal devrimler dönemi boyunca kilise hem öğreti alanındaki yetkisine, hem de doğrudan var olma hakkına karşı saldınlarla yüz yüze geldi. Bu tehditler karşısında 19. yüzyılda, modern dünyaya karşı düşmanca bir tutum takınmak ve inancın değişmezliği ile dinsel otoriteye koşulsuz bağlılığı vurgulamak yolunu seçti. I. Vatikan Konsili’ni (1869-70) ve Papalık Devletleri’nin ortadan kalkışını (1870) izleyen yüzyıl boyunca da bunalımlardan kurtulamadı. Kilisenin sanayileşmiş ülkelerdeki toplumsal adalet mücadelesine katılmakta geç kalması Avrupa’da çalışan sınıflann büyük bölümünün kiliseye sırt çevirmesine yol açtı. Antiklerikal rejimler de kilisenin siyasal gücünü ve eylem özgürlüğünü sınırlamakta başanlı oldular. Katolik Kilisesi’ nin Avrupa’da uğradığı bu kayıplar büyük ölçüde ABD, Kanada ve Avustralya’da göçmenlerden kaynaklanan çarpıcı bir gelişmeyle dengelendi. II. Vatikan Konsili (1962-65) kilisenin öğretisini ve iç yapısını çağın koşullanna uydurma ve Katoliklikle çağdaş yaşam arasındaki karşıtlığı yumuşatma yönünde kararlar aldı. Konsili izleyen
yıllarda modernleşme girişimleri kilise içinde çeşitli aynlıklara yol açtı.
Katolik Kilisesi, Havârilerce kurulan ilk kilise ile tarih boyunca ortaya çıkmış öteki Hıristiyan kiliseleri arasında da bir süreklilik bağının kanıtlanabileceğini ve onların da Hıristiyan inancının tutarlı bir yorumunu sürdürmüş olabileceğini uzun süre reddetmiştir. Hz. İsa’nın evrensel kilise üzerinde Havari Aziz Petrus’a bıraktığı yetkiyi sürdüren papa, bu nedenle öteki havarilerin ardılı sayılan öbür piskoposlardan daha yetkilidir. I. Vatikan Konsili kararlanna göre papa, hem evrensel kilisede en yüksek yargı yetkisini elinde tutmakta, hem de inanç ve ahlak sorunlanndaki öğretilerinde yanılmazlık ayncalığını taşımaktadır. Papayı seçme yetkisi Kardinaller Kutsal Kurulu’nun elindedir.
Kitabı Mukaddes’e ve kilisenin ilk döneminden günümüze uzanan dogmatik mirasa bağlılık ile Doğulu ve Batılı kilise bilginlerinin ilahiyat kuramlan Katolik öğretisinin temel çerçevesini çizer. Günümüzde Katolik öğretisini Hıristiyanlığın öteki kollarından ayırt eden başlıca üç dogma, papanın yanılmazlığı, Meryem Ana’nın günahsız doğduğu ve yeryüzündeki yaşamını tamamladıktan sonra bedeniyle birlikte göğe çıktığıdır. Katolik Kilisesi’yle, aynı temel çerçeveyi ve kutsal ayinleri paylaşan Ortodoks Kilisesi arasındaki aynlıkta ilahiyat sorunla-nndan çok, siyasal ve kültürel farklılıklar belirleyici olmuştur. Öğreti düzeyinde Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki başlıca aynlık, Ortodokslara göre Tann’nın üç kişiliğinden Kutsal Ruh’un yalnızca Baba’ dan kaynaklanmasına karşılık, Katoliklerin Kutsal Ruh’un hem Baba’dan hem de Oğul’dan kaynaklandığını savunmasıdır. Öte yandan, Ortodoks din adamlannın papazlık yetkisi almadan önce evlenebilmelerine karşılık, Katolik Kilisesi’nde bekârlık kuralı(*) diyakozlar dışındaki bütün din adamları için bağlayıcıdır. Ortodoks Kilisesi’nde Komünyon’da cemaat üyelerine kutsanmış ekmek ve şarap aynı anda verilirken, Katolik Kilisesi’nde yalnızca ekmek dağıtılır.
Reform döneminden bu yana yalnızca kutsal metinlerin Hıristiyan inancının temeli olabileceğini savunan Protestanlara karşı Katolik Kilisesi, kutsal metinlerin vahiyde özel bir yeri bulunduğunu kabul etmekle birlikte, geleneğin de aynı ölçüde bir vahiy kaynağı olduğunu vurgular. Protestanlar Kitabı Mukaddes’e dayandınlabilecek kutsal ayinleri vaftiz ve Komünyon’la sınırlarken, Katolikler bunlann yanı sıra günah çıkarma, nikâh, papazlık yetkisi verme, pekiştirme (konfirmasyon) ve hastaya yağ sürme ayinlerini de bağlayıcı sayar. Bunlar arasında Komünyon özel bir önem taşır: Katolik inancına göre bu ayin sırasında İsa’nın Son Akşam Yemeği ve ölümü yinelenir, kutsanan ekmekle şarap İsa’nın gerçek etine ve kanına dönüşür (tözdönü-şümü).
Katolik Kilisesi’nin zengin ayin yaşamını, özellikle azizler için düzenlenen Komünyon törenleri ve benzeri ibadetler bütünler. Katolikler, gerçek Hıristiyan yaşamının örnekleri olarak azizlere büyük saygı göstermeleri ve dar zamanlannda onların yardımına sığınmalan bakımından da Protestanlar-dan aynlırlar. Ama II. Vatikan Konsili’ni izleyen ayin reformlanyla bu tür ibadet etkinlikleri yerine Komünyon’a ağırlık verilmiştir.
Katolik Reform Hareketi bak. Karşı Reform

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*