ABDUH; Mısırlı yazar ve din adamı. İsmi Mu-hammed Abduh olup, Abduh diye meşhûr olmuş-
tur. 1849’da Mısır’da doğdu. 1905’te yine burada öldü. İlk tahsiline Tanta’da başladı. Bir müddet sonra medreseyi terk ederek köyüne döndü ve zirâat-le meşgûl oldu. Babasının ısrârı ile tekrâr tahsile başladı. 1866’daKâhire’ye giderek Câmi-ül-Ezher Medresesine girdi. Bu sırada tasavvufla meşgûl oldu. 1872’de Ehl-i sünnet îtikâdına aykırı sözleri yüzünden İstanbul’dan kovulup, Mısır’a gelen Ce-mâleddîn Efgânî ile tanışıp, onun derslerine devâıiı etti. Onun din ve siyâsette ıslâh adını verdiği reformcu fikirlerinin tesirinde kaldı. Bu sûretle İslâm âlimlerinin nakli esas alıp, aklı onun hizmetçisi yapan yolundan ayrıldı. Bundan sonra dînî meselelerde İslâm âlimlerine bağlı kalmadan kendi görüşüyle konuşmaya ve hüküm vermeye başladı. Fransızcayı öğrenerek bu dille yazılmış eserleri okudu. Avrupalı müsteşriklerin (doğu ilimleri ile uğraşan AvrupalIların) tesirinde kaldı. Felsefî fikir ve yorumlarla yazılmış kitaplara yöneldi.
Mısır’da kaldığı müddetçe hiç ayrılmadan, de-vâmlı Cemâleddîn Efgânî’nin konferanslarını tâkib eden Abduh, kitaplar neşretmeye ve Mısır’ın önde gelen gazetelerinden El-Ahram’da yazılar yazmaya başladı. 1879’da Dâr-ül-ulûm’a hoca olarak tâyin edildi. Aynı yıl içinde dînî ve siyâsî konulardaki zararlı fikirleri sebebiyle hocası Cemâ-lekjdîn Efgânî Mısır’dan sürülünce, o da köyüne gönderildi. Hidiv İsmâil Paşa çekilip, Hidiv Tev-fikPaşaıktidâra gelince, Muhammed Abduh önce Matbûat Gazetesi yazarlığına, daha sonra da tahrir heyeti reisliğine (başyazarlığa) tâyin edildi.
1881’de meydana gelen Arâbî Paşa isyânı ile alâkasının görülmesi sebebiyle, önce hapsedildi, 1882’de de Mısır’dan çıkarıldı. Beyrut’a geldi. Fikirlerini yaymak için faâliyetlerde bulunduysa da, kendisine buradaki Ehl-ı sünnet âlimleri fırsat vermediler. Sonra Cemâleddîn Efgânî’nin dâveti üzerine Pâris’e gitti. 1884 yılı başında buluştular. Hocasıyla birlikte El-Urvet-ül-Vüskâ adıyla bir cemiyet kurup, bu isimle bir de gazete çıkardılar. Gazetenin, İslâm dünyâsında Arap milliyetçiliği fikirlerinin uyandırılmasında büyük tesiri oldu. Sekiz ay sonra gazetenin yayını durdurulunca, Efgânî ile Abduh gizli konferanslar vererek, fikirlerini yaymak üzere birbirlerinden ayrıldılar. Tunus’a giden Muhammed Abduh, burada fikirlerinin propagandasını yaptı. 1885’te Beyrut’a döndü ve üç buçuk sene kalarak Tevhîd Risâlesi’ni yazdı.
Bâzı kimselerin arabuluculuğuyla affedilen Abduh, 1888’de tekrar Mısır’a döndü. Hidiv Tev-fik Paşa hükümeti onun zararlı fikirlerini bildiği için, mahkeme memurluklarında vazifelendirdi. Bir müddet sonra Câmi-ül-Ezher Medresesi idâre heyetine girdi. İlk iş olarak ders programlarını değiştirdi. Üniversite kısmındaki dersleri kaldırdı.
Daha önce, Mason Reşîd Paşanın tanzîmât ile OsmanlI medreselerinde yaptığı gibi lise ve orta kısmındaki kitabların yüksek sınıflarda okutulmasını sağlayarak eğitim ve öğretimdeki kaliteyi düşürdü. Hocası ile masonluğa da giren Abduh, masonluğun Ezher’e girmesini temin etti. Bütün dinlerdeki insanların kardeş olduklarını iddiâ etti. 1899’da İngilizlerin desteği ile Mısır müftîliğine getirildi. Bu sırada banka fâizinin câiz olduğuna dâir fetvâ verdi.
İbn-i Teymiyye’nin zararlı fikirlerine sıkı bağlılığı bulunan Abduh, mezheb imâmlarım taklitten (onların sözlerine bağlanmaktan) kurtulmayı ve serbest bir akılla hareket edilmesini istedi. Me-deniyet-i İslâöıiyye kitabının müellifi (yazarı) Corci ‘Zeydan onun hakkında: “Öncekilerin sözlerine bağlanmamış, onların koyduğu kâidelere değer vermemiştir.” der.
Abduh, âyet-i kerîmelere batılılaşmaya uyacak şekilde kendi aklına göre mânâ vererek tefsir âlimlerine muhâlefet etti. Fil sûresinde bildirilen Ebâ-bîlkuşlarına “sivrisinek”, attıkları taşlara “mikrop” dedi. Mûsâ aleyhisselâmm âsâsı ile denizi yarma mûcizesini med ve cezir hâdisesidir diye tevil etti. Zilzâl sûresindeki “Zerre ağırlığında hayır yapan, karşılığına kavuşur.” meâlindeki âyet-i kerîmeyi tefsir ederken; “Müslüman olsun, kâfir olsun, sâlih (iyi) amel işleyen herkes Cennet’e girecektir.” diyerek Ehl-i sünnet âlimlerinden ayrıldı. Âyet-i kerîme ile göke çıkarıldığı bildirilen hazret-i Isâ’mn öldüğünü ve rûhunun göke çıkarıldığını iddiâ etti. Kur’an-ı kerîmden sonra İslâmiyette en kıymetli kitaplar olan Sahîh-i Buhârî ve Müslim’deki bâzı hadîs-i şeriflerin zayıf veya uydurma olduğunu söyleyerek binlerce hadîs âlimine muhâlefette bulundu. Asırlarca, medreselerde matematik, mantık, târih ve coğrafya dersleri okutulduğu hâlde, İslâm âlimlerinin bu ilimlerden haberleri olmadığını, İslâmî anlayamadıklarını söyleyerek, onları gözden düşürmeye çalışdı. Önce geçen İslâm âlimlerinin büyüklüğünü, üstünlüğünü anlayamadı. Her şeyi ben bilirim tavrı içerisine girdi. İslâm âlimlerinin din gayreti sebebiyle mes’e-leleri kılı kırk yararcasına incelemelerini beğenmedi.
Abduh’un reformcu fikirleri, selefîlik adıyla talebeleri ve sevenleri tarafından günümüze kadar devâm ettirilmişdir. Bugün mezhepleri birleştirme ve mezheb sâhibi âlimler gibi dinde kendilerini yetkili görmek, Abduh’un hayranlarının en bâriz (açık) husûsiyetlerindendir.
Abduh’un fikirleri, talebelerinden bilhassa Re-şîd Rızâ tarafından yayıldı. Yazdığı Tefsîr-i Me-nâr, Reşîd Rızâ tarafından tamamlanıp neşredildi. Reşîd Rızâ’nın, mezheb taklidini reddeden El-
Muhâverât isimli kitabı, Ahmed Hamdi Akseki tarafından Mezheblerin Telfiki ve İslâmm Bir Noktaya Cem’i adıyla ilk defâ Türkçeye tercüme edildi. Aynı eser son olarak Hayreddin Karaman tarafından neşre hazırlanmış ve Diyânet İşleri Yayınları arasında yer almıştır.
Abduh’un zararlı fikirleri, selâhiyetli âlimler tarafından reddedilmiştir. Muhammed Hüseyin Zehebî, Ebû Hâmid bin Merzûk, Yûsuf Decvî, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Zâhid-ül-Kev-serî, Muhammed Hamdi Yazır ve Ahmed Davu-doğlu bunların önde gelenlerindendir.
ABDULLAH BİN ABBÂS; Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından. Resûlullah efendimizin amcası hazret-i Abbâs’ın oğludur. Annesi Lübâbe binti Hâris Hilâliyye olup, Hâlid bin Velîd’in teyzesidir. Hicretten birkaç sene önce Mekke’de doğdu. 687 (H. 68) senesinde Tâif’te vefât etti.
Abdullah bin Abbâs doğduğu zaman, Peygamber efendimiz onu kucağına alıp; “Allah’ım! Onu dinde fakîh kıl ve Kitâb’ını ona öğret.” diye dua etti. Küçük yaştan itibâren Peygamber efendimizin huzûrunda ve hizmetinde bulunup iltifat ve ihsanlarına kavuştu. Hicretten sonra sekiz sene Mekke-i mükerremede kalan Abdullah bin Abbâs,,hicretin sekizinci senesinde Mekke’nin fethinden önce Medine’ye âilesiyle birlikte hicret etti. Aklı, zekâsı, çabuk kavrayışlılığı ile dikkati çeken Abdullah bin Abbâs, Peygamber efendimizin sağlığında Kuran ı kerîmin bir kısmını ezberledi. Peygamber efendimiz vefât eîtiği sırada on üç veya on dört yaşındaydı. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin meclislerinde bulundu. İlim ve fazilette yüksek dereceye ulaştı. Hulefâ-i Râşidîn (Dört Halîfe) devrinde fetvâlar verdi. Hazret-i Osman devrinde Afrika seferine katıldı. Bu seferde İslâm ordusu adına kendisine elçilik vazifesi verildi. Hazret-i Osman’ın şehîd edildiği günlerde, halîfenin emriyle hac emirliği yaptı. Hazret i Osman’ın şehîd edilmesinden sonra hazret-i Ali’nin yanında yer aldı. Basra valiliği vazifesinde bulundu. Sıffîn’de hazret-i Ali’nin kumandanlarından olup, onun şehâdetinden önce istifa edip, Mekke’ye oradan da Tâif’e gitti ve vefatına kadar burada kaldı.
Ömrünün sonlarında gözleri görmez oldu. Bunun için şu beyti söylemiştir: “Allahü teâlâ gözlerimden görme nûrunu aldıysa, dilim ve kalbimde, o nûr devâm ediyor. Kalbim parlaktır, aklım da kusûrdan uzakta, dilimde ise kılıç gibi keskin bir tesir vardır.”
Uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücûdlu bir zât olan Abdullah bin Abbâs, sakalını kına ile boyardı. Allah korkusundan dolayı çok ağlaması se-
Suudî Arabistan’ın Tâif şehrindeki Abdullah bin Abbas Câmii.
bebiyle yanaklarında göz yaşlarının bıraktığı izler görünürdü.
Abdullah bin Abbâs, Eshâb-ı kirâm arasında ilminin üstünlüğü ile tanınmıştı. İlimdeki yüksekliği sebebiyle, kendisine Bahr-ül-İlim yâni ilim aer-yâsı veya Hibr-ül-Ümme yâni Ümmetin Âlimi denildi. Bilhassa Kur’ân-ı kerîmin tefsîri ve âyet-i kerîmelerin îzâhında yâni tefsir ilminde yüksek bir dereceye sahipti. Bu vasfından dolayı Tercü-mân-ül-Kur’ân denilmişti. Abdullah bin Abbâs tefsîr ilminden başka hadîs, fıkıh, edebiyât ve sa-hâbenin ihtilâf ettiği konularda ve diğer ilim dallarında mütehassıs idi. Abdullah ibni Mes’ûd (ra-dıyallahü anh), Abdullah bin Abbâs hakkında; “O Sultân-ül-Müfessirîndir.” derdi. Abdullah bin Ab-bâs’m ayrı bir tefsir kitabı yoktur. Fakat tefsire dâir pekçok rivâyetleri vardır. Bu rivâyetlerden bâzıları kitaplar hâlinde toplanmıştır. Meselâ tefsire dâir nakledilegelen rivâyetlerinden bir kısmını Fîrûzâbâdî, Tenvîr-ül-Mikbâs min Tefsîr-i İbn-i Abbâs adlı eserinde toplamıştır. Hadîs ilminde de bir deryâ olan Abdullah bin Abbâs, 1660 kadar hadîs bildirmiştir. Fıkıh ilminin direklerinden olup, fetvâları ciltler dolduracak kadar çoktur.
Abdullah bin Abbâs’ın günlük çalışmaları, plân ve intizâm içinde geçerdi. Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve onlara eksiksiz uyardı.
Buyurdu ki: “İçinde harâm olanın, yâni ha-râm yiyenin namazını Allahü teâlâ kabûl etmez.”
“Benim için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibâdetle geçirmekten daha iyidir.”
Her binânın bir temeli vardır. İslâm binâsmın temeli de güzel ahlâktır.”
Tnsanlara hayrı öğretenler için, denizdeki ba-Mlara vanncaya kadar, her şey, Allahü teâlâdan mağfiret diler.”
Peygamber efendimizden rivâyet ettiği bâzı ha-dis-i şerifler şunlardır:
Kur’ân-ı kerîme saygı göstermek, E’ûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur’ân-ı kerî-ı anahtarı besmeledir.
Ölünün mezârdaki hâli, imdâd diye bağıran > düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir duâ gelince, dünyânın hepsi kendisine verilmiş gibi sevinmekten daha cok sevinir. Allahü teâlâ, yaşayanların duâları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için duâ ve istiğfâr etmektir.
\ Allahü teâlânın size verdiği sayısız nimetler •cin onu seviniz. Beni de Allahü teâlâyı sevdiğiniz için seviniz.
Kemâl; doğru konuşmak ve doğrulukla iş görmektir.
Beş şeyden önce beş şeyi fırsat ve ganîmet bil: İhtiyarlık gelmeden gençliği, hastalık gelmeden sıhhati, yoksulluk gelmeden zenginliği, meşguliyet gelmeden boş vakti ve ölüm gelmeden hayâtı ganimefcjjil.