AVRUPA GUNES ICİMDE

AVRUPA GUNES ICİMDE

uydudan bakılır ve hava da iyi olursa, Avrupa tamamiyle le gözükecektir. 1500 kilometre yükseklikten. Kuzey Kutbu tuzey Afrika arasında kalan bütün Avrupayı görmek kabildir

 

Bu foto-mozaikte kısmen kızılötesi (infra ruj) resimler kullanılmıştır. Bunların üzerinde de kar beyaz görünür: bir bölge ne kadar soğuk ise, gri (külrengi) tonu da o kadar açık olur. Kızıl Denizin sıcak suyu ise fesimde kara çıkar. Dikkat edilirse, İtalya’nın batı ye doğu kıyılarında gri bir kenar görmek katildir. Bu ekologlar (çevre bilginleri) için bir tehlike işaretidir: Sıcak su, endüstrinin sıcak, kirli kalıntı suları ile ısınmış deniz suyu, Italyan kıyıları önünde adeta bir set gibi durmak­tadır. Federal Almanya ve Doğu Fransa’nın bir kıskında görünen derin mavi renk endüstri ekzoz gazlarının meydana getirdiği hava kirliliğini göstermektedir. Bu fotoğraflar 1973’tenberi dün­yamızın üzerinde 1500 kilometre yüksekliğinde bir yörüngede uçan Amerikan Araştırma Uydusu NOAA tarafından alınmıştır. Uydu adını National Oceanic and Atmospheric Administralion (Ulusal

Okyanus ve Atmosfer Yönetimi) nden almaktadır ki, uydu da bu yönetim hesabına çalışmaktadır.

NOAA dünyayı 115 dakikada .dolaşır. Bu sırada uydu devamlı olarak ultra* kısa dalga üzerinden dünyaya radyo sinyalleri gönderir, bunlar dev antenler tarafından alınır ve gördüğü­nüz bu resim gibi gözle görünen fotoğraflara dönüştürülür. Bochum’dan alınan uydu sinyal­lerinin alış alanı Sibirya’ya kadar uzanır, Kuzey Kutup bölgesi, Croenland, Nevvfundland, Kap- verdi adaları, Kanarya adaları, Büyük Sahra’nın kurak kemeri üzerinden geçerek, sonunda Arap yarımadasını da içine alır.

Uydu dünyanın çevresini daire şeklinde bir yörüngede dolaşır, içerisinde devamlı dönen bir ayna gece gündüz yerin yüzeyini tarar ve yansıyan güneş ışığını ve ısı ışınlarını (Kızıl ötesi ışınlarını) alır, böylece Kızıl ötesi alanındaki dalgalar sensorlar tarafından ölçülür ve nokta

NfeıİlKr» clönüftürülür, öt«j bir nlarıytre, zemin İstasyonun* gdn- !a otomatik Tele-fotoğraf alıcısı ’   görÛlen blr-rejime : çevirir. *

Tele-fotûğraf âlıCtiı ‘özel blr^kİğıtla çalışır, bunun ürerinde satır satır, bir televizyon ekranı Üzerinde %ri|ş gibi, daima uydunun o anda üstünde uçtuğu dünya parçası görünür. Uydu fotoğrafları özellikle meteorologlar için çok değerlidir,..çünkü onların yardımiyle geleceğe ait daha güvenilir hava tahminlerinde bulunulabilir. Bundan başka bu uydu resimleri ekoloji araştırı­cılarına dünya çapında hava ve su kirliliği hakkında l)ilgi verebilir. Amerika’nın gizli uydu­ları “yanlış renk fotoğrafisi” sayesinde başka memleketlerdeki tarlalarda hangi cins ekin olduğunu bulabilir. Bu gibi fotoğraflardan, sonra

o             yıl alınacak buğday v.b. rekoltelerini hesap etmek kabil olur. (Bundan da örneğin Rusya’nın, Amerika ve Kanada’dan o yıl ne kadar buğday satın alacağı saptanır).

Tekrar Avrupa kıtasının fotoğraflarına dö­nelim. Bir tanesi orta sayfalarımızdaki büyük fotoğraf, öteki de 26. sayfadaki küçük resimdir. Uydu fotoğrafları dünyaya gri renkte gelirler ve özel yöntemlerle renkli fotoğraflara çevrilirler.

Her iki resimde de göze çarpan, bu fotoğraflardaki çevre çizgilerinin bizim haritalar-

•TJfv

dan ıfifmi) pMuİİrırpız» orati’ olmalarıdır. Ispanya rMlmdt çok ise İlci taraftarı biraz buıfmif gibi göftikm«it( bun* Jb^ıtık Norv«Ç ‘ v#*%i|’|to, tan uzunlamâsı n açelu Imİşler gibidft. ‘UkMUİMŞ rita ile uydu fotoğrafları arasındaki bu ftrfcı<q| açıklarlar . İlk önce, küre gibi yuy«rl«kjf, ‘ 4 olan dünyanın yüzeyinden parçalar ı üzerine geçirilirse, ister bir harlffc, fotoğrafı şeklinde olsun, hepsi bir | veya uzamış gözükeceklerdir. BU*iHİ«ft uydulardaki fotoğraf çekme mek*nlım*M ı pek af yasalarına bağımlıdır. Yalnıâ 4Kftfl| nanın altına düşen memleketler» fototr«fl«| tam oıantısında gözükür. 220QkllOfltetni | ligindeki görüş alanının kenartftM* ’ İ bölgeler Doğu- Batı yayılmasında W&:.’ Iıriar.. •.          ,-.v.

Eğer insan gözü 1500 kilorrtetr& %üfeiffltl den Avrupa’ya baksaydı, o da aynt!44|i| farkedecekti. Bundan dolayı fotoğraflar (*z« 26. sayfadaki) bir astronot’un dünya fl**f<ı geçerken Avrupa’yı gördüğü andaki tztonjml tamamiyle uymaktadır. Bugün bu yaWHWN^ olacak astronotlar çok azdır.. Belki dünya etrafında yapılacak bir uçtifiçWl s

Yugoslav Televizyonu, yirminci yüzyılda

oynanmış en güzel satranç partilerini.«               :                              ■« —                                   i?:.

seyircilerine analizli olarak seyrettirmiş sonra da “hangisi en güzel ?” diye bir anket şuZAAMmj iki milyon iştirakçinin girdiği bu ankette aşağıdaki parti birinciliği kazanmış. Bu güzel pattn yayımlarken, aktüel satranç haberlerini ilerde de vereceğimizi okurlarımıza müjdeleriz^

Yılı” geldi geçti. Bilim ve Teknik olarak “Gençlere Satranç Dersleri” vermeğe devanı Şimdi “Spor Yılı” başladı. Tam bir “Kafa sporu” olan satrancı, Gençlik ve Spor zaman himayesine alacak? Gençlerimize doğru düşünmesini., doğru kararlar öğretecek bu şahane spora, sayın Gençlik ve Spor Bakam’nın yardım elini uzatmasını gönülden bekliyoruz.    ¡ 4

Botvvinnik – Capablanca A.V.R.0.1938

d4 Af6 2. c4 e6 3. Ac3 Fb4 4. e3 d5 S. a3 Fc3 6. bc3 c5 7. cd5 ed5 8. F<Ö 0*0 10.0-0Fa611.Fa6 Aa612. Fb2 Vd713.a4 Kfe81f Vd3c415. Vc2 A*»®16- #*** Ac6

f3 Ab319. e4 Va4 20. e5 Ad7 21. VI2 g6 22. f4 15 23. e» Af6 24,13 Kel 25. Kel Hff

Konum: 1).         •’ “•v ‘   !“.ı ‘*

26. Ke6! Ke6 27,fe6 Şg7 28. Vf« V*| 29,Ve5 Ve7 30Fa3!t (Bak.-. Konum: 2)-9^| 31.AH5 gh5 32. VgS Şf8 33. Vf6 Şg8 34.e7 Vc1 35.Şf2 Ve2 36.Şg3 Vd3 37.Şh4 Ve4 3ftfR Ve2 39. Şh4 Ve4 40. *4 Ve| 41. Şh5 1-0,

 

üney Amerika’nın kuzeyinde, özellikle Ko­lombiya’da, Ispanya’lı ve öteki fatihler ve serüvenciler efsanelerin ta eskiden kulaklarına ve hayallerine kadar getirdiği o ünlü altın ülkesinin, “eldorado’nun” bulunduğunu sanıyorlardı, fakat onu hiç birzaman bulamadılar, zaten onların renkli düşlerinde gördükleri böyle birşey hiç bir zaman yoktu. İspanyolların bu altın hırsından kendilerinden sonraki kuşaklara bıraktıkları hâlâ bugünün çocuklarına anlatılacak kadar ilginç birer masal niteliğini taşımaktadır.

Oralarda kayalıkların arasından göle doğru akan ırmağın yavaş yavaş ve şahane bir süzülüşü vardır. Adamın vücudu güneşte parlıyor ve etrafa yıldızlar saçıyordu, bütün vücudu saf altın tozu ile kaplanmıştı. Dolu avuçlarıyla suya altın ve kıymetli taşlar serpiyordu. Sonra kendisini ırma­ğın sularına attı ve üstündeki o kıymetli tozu, reçine ile yağlanmış derisinden yıkamaya baş­ladı, Cuatavita’nın “kazike” adını alan bu yerlisi Tanrıların kurbanını sunmuştu. Irmağın kıyıla­rında sevinç ateşlerinin alevleri parlıyordu, bu kutsal törenin seyircileri de durmadan suya kıy­metli taşlarla altın parçaları atmakta birbiriyle yarış ediyorlar ve bir sal üzerinde yavaş yavaş onların önünden geçen prenslerini, El Doradoyu, Altın adamı, bütün kuvvetleriyle bağırarak selamlıyorlardı. Ispanyollar bu efsaneyi işittiler, yerlilerin bitmek tükenmek bilmeyen bu zengin­lik öykülerini anlattırıp durdular, zamanla hırs gözlerini o kadar bürüdü ki Kızılderililerin evlerinin ön taraflarının altından yapılmış oldu- Unu uyduranlara bile büyük bir istekle inandılar, geçmeden El Dorado bütün bir ülkenin ■esi oluverdi, Dünyanın birçok memleketin- İbinlercŞ^ktr, Mfüvenci, fatih’ ve araştır­ılar mutluluklarını bulacaklarına inandıkları ; zeng|hll||jrMn«ya koyuldular, ı yağırAJHyMsrlerinde — ki onlar hiç nan ^HUKDIyar’a varamadı — altın |u ye dtfer bakımından |IS tahmin edilebilir. Zira imamlyl«’ f»rkltolarak sonra gemilere yükleyerek Avrupa’ya gönderi­yorlardı, oysa Kızılderili yerliler bu asil metalden yalnız manevi değeri yüksek ziynet eşyaları ve dinsel törenlerde kullanılan heykeller, madalyon­lar ve daha başka kültürel eşyalar yapıyorlardı.

Bununla beraber Ispanyollara bu delice hırsı aşılayan ve onları büyük bir coşku ile bu şüpheli emek ve çabalarına yönelten söylentilerinde bir parça gerçek tarafı olmalıydı. Bogota’dan çok uzak olmayan bir yörede Musica-Kızılderililerce kutsal sayılan bir göl keşfedildi. Gerçi onu kurutmak için harcanan bütün emekler boşa çıktı ama, kıyısının yakinlarında ayin ve dua sırasında kullanılan altından bir sürü cisimlerle ziynet eşyaları bulundu. Sonraları Pasca’da suyun altından yazımızın başında biraz hayal ürünü olarak anlattığımız kutsal törenin üstünde yapıl­mış olduğu altın bir sal bile çıkarıldı.

Aradan geçen onlarca yıl sonra Kolumbiya’da daha birçok değerli el işleri gün ışığına çıkarıla­bildi. Nevarki bunlar sistematik bilimsel kazılar­dan ziyade örgütlenmiş mezar kazıcıları tara­fından bulundu. En sonunda Kolombiya Devlet Bankası şimdiye kadar örneğine hiç bir yerde rastlanmamış bir adım attı: Bu Guaquerid (modern yağmacı) ların ellerinde ne varsa Bankaca satın alınacağını ilân etti ve böylece bu definelerin büyük bir kısmını kaybolmakta^; kurtarmış oldu. 1939 da da bu arada dünyaca ün yapmış olan Bogotadaki Museo del Oro’yu (altırj, müzesini) açtı, bu, bu türden dünyada en büyük müze idi. Müzede sergilenen 26.000 den fazla parça altın eşya vardı ve uzmanlarca bu rakipsiz bir koleksiyon sayılıyordu.

Sergilenen birçok parçaların ne olduğu henüz saptanamamış olmasına rağmen, bazıları birçok muammanın çözümüne yardım etmiştir. Böylece bugün Kızılderililerin, altını “Tanrıların bir salgısı” saydıkları ve bundan dolayıda onu

 

 


 

 

saklamak, toplamak istedikler) meydana çıkmış­tır. öteyandan bu asil metal ziynet ve ev eşyası olarak da zenginliğin ve soyluluğun bir simgesi idi, örneğin miğferler taçlar, burun koruyucuları, küpeler, göğüs plakları, gerdanlıklar, kolyeler, bilezikler ve yüzükler.

Perilerin altından yemek takımları

Fülütleri, 1} takımları ve silâhları vardı ve altından belirli bazı ziynet eşyalarını taşımak yalnız onlara müsaade edilmişti.

; ı Tamamiyle stil inceliklerine sahip ve kültür bâkımından yüksek sayılacak bir kuyumculuk sanatına, bugünkü ölçülere göre, rastlanama- mijtl. İklim ve coğrafya bakımından olağanüstü farklar gösteren Kolombiya’da insanlar çevrenin birçok gereklerine uymak zorundaydılar, bunlar da derin birdin bilinci tarafından damgalanmıştı. Ayrı ayrı kültürlerdeki farklılıklar sonra tekrar bir- biriyle karışıyordu, çünkü memleketin değişik kesimleri aralarında canlı bir alışveriş Yaparlardı. Bu gerçek çabukça saptanıyordu, zira zamanın akışı içinde keşfolunan şeylerin hepsi bulunan, yörelerde üretilmiş değildi.

Ortada bir sorun vardı, birçok değişik eşyanın yapılmasında kullanılan bu kadar çok altın nereden geliyordu? Kızılderililer onu toprağı çapalayarak topluyorlardı. Doğrudan doğruya çıkarıyorlar, ırmaklarda yıkıyorlar, topluyorlardı. Toprağın üstünde bulunan altın madenleri de pek nadir değildir, sonradan fatihlerin eline geçen de bunlardı.

Birçok yörelerde büyük bir ustalıkla ve çok , ciçldi reçetelere göre bakırla alışım haline getirilen ergitilmiş altın, Kızılderililer tarafından bugüne kadar hemen hemen hiç bir değişikliğe uğrama­yan değişik tekniklerle istenilen şekle sokulu­yordu, Büyükçe parçalar yassı saçlar haline sokuluyor, bunlar ıstampalarla istenilen büyük­lükle parçalanıyor, odun ateşi üstünde çekiç­leniyor, sıvı maden taş veya balmumundan kalıplara dökülüyor, ayrıca altın tellerden nefis

filigran işleri yapıyorlardı. Büyük bir özen ve

ustalıkla bütün bu parçalar-dövülüyor, parlatilı- < yor ve matlaştırılıyordu.

Musica Indiyanları (Kızılderilileri) Kolömbi- , ya’dan önceki dönemde yaşayan budunların için­de en üst aşamayı elde edenlerdi ve Cuatavita , Çöltlndeki El Dorado (altın adam) efsanesi de oftfiiyii) bölgesin« aitti. M- ‘?.■ i . Mu>ic#’l*r birçok Tanrılara birden t«jsw|Wdı, JTL.—Î’JIL-. —kukîriak» jau uttK!Fİ .

biri Bochia idi. Kızılderililere dokuma sanatını öğreten oydu ve onlara yasalar vermişti. Tairona- Indiyanlarının kültürlerinden de zamanımıza muazzam ve mükemmel gelişmiş bir mimarinin ve tekniğin kalıntıları kalmıştır. Hayranlıkla seyredilen ev temelleri, merdivenler, uzun taş caddeler ve köprüler bulunmuştur. Çiftçiliğin pek verimli olduğu görülüyor. Bu halkın altın işleri yüksek bir gelişim göstermiştir, herşeyden önce uçlarına takılan madalyonlarla gerdanlıklar. Bu madolyonlar çoğu zaman suyun, yağmurun ve refahın Tanrısı sayılan kurbağayı gösterirdi.

Sinu IndiyanlarMrmakların bol geniş otlaklı yaylalarda otururlar ve coğrafik durumlarından faydalanarak komşularıyla canlı bir ticaret ya­parlardı. Altından yaptıkları zarif, filigran işleri büyük bir ün kazanmıştır, ölülerini uzaklarda ki açık höyüklere altın ziynet ve ev eşyalarıyla beraber gömerler, ne yazıkki çok geçmeden buraları mezar soyucularının bir ziyaretgâhı olurdu. Calima-kültürü görkemli “inci kolyele­riyle” ün salmışlardır, bunlar birbiriyle birleşti­rilmiş düzenli damla şeklinde olan altın tanele­rinden gelişen altın incilerden bir araya gelirdi.

San-Augustin-kültürüne mensup Kızılderi­lilerde de kuyumculuk sanatı herhalde çok ilerlemiş olacaktır, yalnız onlara ait çok az şey bulunabilmiştir. Bu ulus bilim adamlarının birçok muammalarla kprşı karşıya kalmaların^ neden olmuştur. Muazzam taş yontlarında çoğunlukla hayvan veya hayvan-insan karışımı figürler görülmektedir, bütün bunlar burada kediye benzeyen bir Tanrıya tapıldığını göstermektedir. Hemen hemen figürlerin yalnız başları süsleni miştir ve onlar buna olağanüstü bir anlam vermektedirler. Yontuların yanında muazzam tapınak tesisleri bulunmuştur, bunlar binden fazla insan alacak büyüklüktedir.

Tierradentro kültür adı verilen başka bir kültürün mensupları da bugüne kadar San Augustin-kültüründen daha muammalı değildir. Bu Kızılderililerin de yer altında tamamiyle geometrik şekilde ve siyah, koyu kırmızı ve beyaz renklerden oluşan tapınakları vardır.

Göze en hoş gelen ve zamanımıza kadar erişen altın işleri — şimdiye kadar elde etitlerj, bilgi ve tecrübeye göre — ¡çok sonraki Qimfyg^- Kızıiderililerinin kültürüne! aittir. Qnlar mükemmelliği ve zariflik .bakımından by gibj “ilker^kült^fljrden beklenenini ‘ çok afcmı«ty;v,* ■             ıtfjndm»

IrliaBIIH” PurlııiılıUİl&MIlbr M «OİUl â»t£d <

 

Ispanyol fatihleri biitün bunları gördükten sonra herhalde hayranlıklarını birtarafa bırakmış ve altının yalnız maddî değerini gözörıünde tutmuş olacaklardır.

El Dorado adıyla işittikleri şeyi bulmak için gösterdikleri açgözlülük yüzünden ölçülmeyecek kadar değerli olan kültür kalıntılarını yok etmeleri, bugün geçmi$in bu zenginliklerine şaşırmış ve sessiz bakmamızın nedenini oluş­turur.

Bogota’nın altın müzesinin o paha biçilmez undan 50 yıl önce dünya’da bulunan altının miktarı 20.000 ton’du ve o zaman bir ons (yaklaşık 30 gram) saf altın tam 20 Amerikan doları ediyordu. ALtın rezervlerinin 50 yıl içinde dört katına çıkmasından sonra bugün onun fiatının (enflasyon yasalarına göre) dörtte bire düşmesi gerekiyordu. Oysa bunun tam tersiyle karşı karşıyayız. Bu süre içinde altının fiatı 20 katma çıktı.

Bu gelişme hakkında Johannesburg’taki dün­yanın en büyük altın madeni tesislerinin başkanı Harry Oppenheimer şu açıklamayı yapmaktadır: “Biz yalnız elimizden geldiği kadar altın çıkarırız. Fakat basılı kâğıt dolara olan gereksinmeyi hiç bir zaman karşılayamayız.”

Doların ve altının borsadaki kurunu karşılaş­tırdığımız zaman bu sözlerin anlamını daha iyi anlarız: geçen yılın 31 Ağustosunda Zürich Bor- sasında 1 ons altın 312 dolar ediyordu. Bir ay kadar sonra, 2 Ekimde aynı ağırlıktaki altın 446 dolarai çıkmıştı. Yani Ağustosun sonunda bir kilo saf attın satın alan bir kişi bunun için Ödediği paradan yalnız 5 hafta sonra 9000 Mark fazlasivle ziyan edecekti, zira Kasım’ın başında ahin Ağustos sonuna oranla ancak 1000 mark (25. ÛOÖ TL.) fazla ediyordu. Altın bir spekülasydri aracıdır ve ekonomist Calbraith’in şü sözü kadar yerindedir: “Altın barbar bir madeniKı Bu uzun süreler için de böyledir. 1972 d* bütün servetini altına çeviren bir fcrçi, 2 Ekimde bu servetin 9 katına sahip olacaktı: öyle yartdan 1972 de bütün serveti karşılığında dolar lalan b# aynı günde bu servetin yarıya düştüJörtÖ görecekti, insanlığın tarihi yazılalıdanberi altının biricik emin servet aracı olduğundan sQz edHlj^ Tarihte yalnız inka’ların önemli altına saHij»’^ malarına rağmen, buna pek fazla önem verdir­diği görülür. Gerçi bu, sonradan Pizarrö ve sürü­lerinin efsanelere mal olmuş Inka altınlarını talan ettikleri zaman, Inka Devletinden çok acı şekilde intikamını almıştı.            1

8 Ocak 1848 de ikinci “altına hücum” b&y- layıncaya kadar dünya böyle bir altın sarhojlılfü görmemişti. Dülger John Marshali o güin lohann Angust Sutter’e testere tezgâhlarını yerleştfflr-

ken tonrakta htılHtıfrıı hır narri altını ki»

hemen hemen nerede bulunabilecekleri hakkın­da biiinedk p*k bir katmamış oiduğu kanısına varilmıjtır.

Fakat geçen yılın Ağustosunda Avustralyanın Ntw South Wtles'(nde iki çiftçi bunun tam tersini ar: Onlar bir ağacın kökü âitında •rı ağır bir tçp^tyn içinden 5,4 kilogram- ı çıkarmayı bıkardılar, değeri 2.750.000 ’«’•diyordu. Hemen hemen o sıralarda Avustral- ıın en eski yerlilerinden iki kişi Batı Avustral­ya’da topraktan bir “Kuvars Yumrusu” çıkardı. Götürdükleri bankada onlara bunun 1.250.000 TL. kıymetinde olduğunu söylediler.

Yazdanberi bu gibi haberler gazetelerin sayfalarını doldurdu ve binlerce insan çadırları, arabaları ve özel gezi römorklarıyla Perth’in Kuzey Doğusuna doğru fırladılar. Avukat Bili Harris, Perth’deki yazıhanesini kapadı, iki Avus­tralya dolarına maden şehri Cue’nun yakınında bir altın arama ehliyeti satın aldı ve işe başladı. Üç ay geçmede» 30.000 dolar kazandı. Genellik­le orada altih arayanlar haftada 500 dolar kazanıyorlardı, hem de hiç bir vergi ödemeden.

|ski banka memuru Trevor Eyden Nisandan beri 550.000 TL. değerinde altın bulmuştu. İlk buluşunu tanıdıklarından birini görmeye gittiği bir Kamping yerinde yapmıştı: 5,5!fons, ki bu

TL. demekti.

Altın yayıcılarının kullandıkları, kürek, sivri uçlu ufak kazma, kepçe ve uzun çizmeler bugüne kadar değişmemiştir, yalnız Avustralya altın arayıcılarının altın arama sırasında bugün kutlandıkları en önemli araç madencilerin maden ararken kullandıkları bir arama aygıtının geliştiril­miş, modern seklidir.

Bu sondenin pahalı modelleri iki kilo

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*