Avrupa’da Avare Bir Sadrazam
Mithat Paşa bir sabah, Padişahın iradesi ve İzzettin vapuru ile Avrupa’ya sürülür. Sürgün Paşa, bir buçuk yıl süreyle Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde avare dolaşır, durur. Batılılardan gördüğü saygınlıkla Padişah aleyhine, yurt yararına giriştiği eylem ve yayınlarını İstanbul zararlı bulmaya başlar. Şüphe burada insanın aklına bir soru getiriyor: İyi bir Vali, acaba iyi bir sadrazam olabilir mi? Şimdi olayları birlikte izleyelim: Padişah Avrupa’da sakıncalı geziler yapan Paşa’yı kandırır ve Suriye Valiliğiyle dönüşünü sağlar. Suriye’de çalışırken de jurnalciler boş durmaz, Sultan’ın uykularını kaçırtırlar. Artık Mithat Paşa’nın kesinlikle ortadan kaldırılması gerekir. Paşa Aydın Valiliğine giderken İzmir’deki konağı basılır. Oysa Vali Paşa bu tutuklanmadan öncelikle haberlidir. Dışarı kaçması gerekirken, İzmir Fransız Konsolosluğuna sığınır. Sarayla Paris arasında çirkin bir pazarlık tezgâhlanır; Fransızlar Tunus’un kendilerine tanınması karşılığında, Konsolosluğuna sığınmış Paşa’yı, Kızıl Sultan’a satarlar. Bu olay, tarihte yabancılara güvenmenin en tipik bir örneğidir., doğaldır ki ibret alınırsa…
Yıldız Mahkemesi ve Dış Basın
Abdülhamid, Mithat Paşa’yı ortadan kaldırmaya kararlıdır. Amcası Sultan Aziz’in ölümünde parmağı bulunanları suçlama bahanesiyle hepsini mahkemeye verir. Bunun için de Saray’da tiyatrovari özel bir mahkeme kurulur. İşte yazının başındaki alıntılar o zamanın Ingiliz basınındaki tepkileri gösterir.
Sarayı Parkının kuzeyinde oturur. İnce yapısı, oyma işlemeli yabancı taylarıyla bugün halkın hizmetine açılmıştır. Vaktiyle bu tajların Malt* Adasından getirilmesinden dolayı Malta adı verildiği söylenmektedir. Yemyeşil parkın zümrüt ormanı üstünden Boğazın karşı kıyılarını doyasıya seyrettirir. Bilinen Yıldız Mahkemesi, bu köşkün üstündeki düzlükte çadır içinde. kurulur. Ne var ki bu özenti ve gösteril mahkemesi sadece Paşa’yı tutan Avrupa’nın gözünü boyamak içindir. Aslında Padişahın niyeti besbelli; kendisine borçlu ve engel tanıdığı Sadrazamını yoketmek.. Senaryo bu amaçla düzenlenir. Parkın daha aşağılarına doğru ve alt yamaçta Çadır Köşkü bulunur. Neden Çadır KöjkU denildiğini bilemiyoruz. Yalnız Mithat Paşa’yı, yargılaması sırasında burada hapsederler. Tarihin insanı şaşırtan bir cilvesi var: nasıl oluyor da Mithat Paşa gibi bir kişilik dostunu, düşmanını İyi tanı yamıyor ve onların basit tuzaklarına dürebiliyor? Belki de kendine ve yabancılara fazlaca güvenişten… Nitekim o kaypak güvencenin saf kurbanı olma yolundadır da.. Ne yazık ki bu cinayetin hesabı II. Meşrutiyet devrimcileri tarafından da sorulmaz. Hesap hâlâ açıktır sanıyoruz.
Taif Sürgünü ve Boğulan Özgürlük
Belli hüküm ilân olunur: Mithat Paşa ve arkadaşları süresiz olarak Hicaz Çölünün Talf zindanlarına sürülürler. Orada hücreye konulan Paşayı önce zehirlemek isterler. Her zalimin türlü maşaları da olur. Zehirle ölümünü başaramayınca açlık ve hastalıkla bitirmeyi denerler. Ailesiyle mektuplaşmasına izin verilmez. Hele despot avı kapısı kırılarak açılır. Parayla kandırılmış 8-10 kişilik er taifesi paşanın üstüne çullanarak boğarlar. (Mayıs 1884): Buyruklu cinayeti..
İstanbul’daki Sultan bu kadarla da yetinmez. Sonradan mezarının açıldığını ve başının Saraya gönderildiğini oğlunun “Hatıralarından” öğreniyoruz.
Herşeye karşın Mithat Paşa gibi bir devlet adamının çok yetişmediğini söylemek zorundayız. Galiba bir bilginin şu sözlerinden haberi olmasa gerek: “Insanoğlunda bulunan herjeyln, hiçbiri bana yabancı değil.”
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
Hatıralarım, 1946, Ali Haydar Mithat,
Mithat Paşa, 1961, S. Özkan ■ H. Göktürk.
w Yıldı* Mahkemen. 1967. 1. Hakli
I
” laç hammeddeleri doğal veya sentetik kökenli olup, doğal kökenli ilaç hammeddeleri hayvanlardan, minerallerden, yüksek bitkilerden ve bitkisel mikroorganizmaların fermantasyon ürünlerinden elde edilmektedir.
Tıpta kullanılan hayvansal kökenli etken maddeler organextraktlari, kurutulmuş salgı bezleri, belirli hormonlar, fermentler ve antitoxin- lerdir.
Terapide değerli hammedeler için önemli diğer bir kaynak da yüksek bitkilerdir. Bitkisel kaynaklı ilaç hammaddelerinden Morfin, Hyosc- yamin, Ergobasin, Ergotamin, Strophantin, Digitoxin v.b. gibi türlerin sentezleri yapılamamıştır. Diğer bir grup bitkisel etken maddelere ise yarı sentetik ilaçların yapımında başlangıç maddesi olarak gereksinme vardır. Yarı sentez denilen yöntem bugün ilaçların hazırlanışında önemli bir yer tutmaktadır. Yarı sentez kısaca bitkiden elde edilen bir bileşiğin kimyasal yapısının küçük değişikliklere uğratılmasıdır.
Tam sentetik ilaç hammeddelerine gelince; bunların bir kısmı doğal ürünlerle aynı yapıdadır (Örneğin Papaverin, Efedrin), diğer bir kısmı ise doğal maddelere sıkı sıkıya bağlı kalarak geliştirilmişlerdir (örneğin Cocain: lokal anestetikler, Saligenin: Salisilik asit derivatları, Morfin: Zentralanalgetikler). Diğer geniş bir sınıfı ise doğal maddelere dayanılmadan genellikle tesadüfi gözlemlerle keşfedilmiş sentetik ilaç hammeddeleri oluşturmaktadır.
Bitkisel İlaç Hammedeleri
Bitkisel ilaç hammaddeleri bitkilerin metabolizma ürünleri olup, bitki içinde depo edilirler veya dışarıya salgılanırlar (örneğin bazı balsam ve reçineler gibi) veyahutta bazı antibiyotikler |lbl fermantasyon sıvısı içerisindedirler. Her metabolizma ürünü ilaç hammeddesi olmadığı |!bl terapatlk değerdeki etken maddelerde diğer farklılıklar vardır. Bundan dolayıdır ki, terapatik etkenliği bulunan madde genellikle belirli bir organda daha fazladır.
Bitkisel ilaç hammedeleri:
Yaş bitki veya yaş bitki organlarının,
Droglar’ın (kurutulmuş bitki kısımları).
Bitkilerden izole edilen saf maddelerin işlenmesi sonucu elde edilirler.
Önemli bazı bitkisel etken maddeler ve tıpta kullanılma alanları şöyle sıralanabilir:
Alkaloidler: Azot içeren bazik bileşiklerdir. Bitkilerde genellikle organik asitlere bağlı olarak bulunurlar. İlk bitkisel alkaloid olarak Morfin 1803 yılında keşfedilerek Alkaloid kimyası bundan sonra geliştirilmiştir. Ana alkaloidin yanı sıra bitkilerde genellikle yan alkaloidlerde bulunur. Alkaloidlerin çoğunluğu sinir sistemi üzerine etki ederler. Ağrı dindirici, kısmen uyuşturucu, antispazmatik, bazen kan dolaşımını uyarıcı veya kan dindirici özellikleri vardır. Bazı önemli alkaloid bitkilerine örnek olarak Papaver somniferum, Atropa belladonna, Hyoscyamus türleri verilebilir.
Clikozidler: Kimyasal olarak bir şeker ve bir alkol yada fenolden oluşan bileşiklerdir. Terapatik yönden ilginç glikozidlere örnek olarak arctostaphylos uva-ursi yapraklarındaki Arbutin, bazı salix türlerindeki salicin, Rheum palmatum ve Rhamnus franguladaki Anthraglikozidler verilebilir. Mavi ve kırmızı çiçek ye meyve renklerini veren Anthozyanlar da glikozidlerdir. Flavon glikozidler bu glikozidlere çok yakın olup, bir kısmı tansiyon yükseltici diğer bir kısmıda idrar söktürücü etkinliğe sahiptir (Prunusspinosa, Calluna vulgaris ve Polygonum aviculare flavon glikozidleri içeren bitkilerdir).
Kalp üzerine olan etkenlikleri nedeniyle digitaloid glikozidlerin tıbbi önemi daha fazladır Strüktürleri Sterinlere (Kolesterin, Vitamin D) benzeyip Digitalis, Convallaria, Adonis ve Hel- leborus nlger bu sruD bitkilerdendir. Difier
Eterlk yağları Eterlk yağ İçeren bitkiler kokularından belli olup, eterlk yat miktarı ekolojik kofullar ve hasat zamanına göre değişir. Cenellikle eterlk yağ komponentleri Isoprene yakın olan terpenlerdir. Yerel olarak kan dolaşımını hızlandırıcı özelliği nedeniyle tıpta kullanılır. Ayrıca bazı eterik yağlarında yaraları iyileştirici (Matricaria chamomilla), antispazmatik ve solunum organlarında sekresyon uyarıcı 4Foeni- culum ve Pimpinella anisum gibi) özellikleri vardır. Diğer önemli eterik yağ bitkileri Salvia, Arnica, Thymus, Mentha ve Artemisia absinthi- umdur.
Acı maddeler: Kısmen glikozid, kısmen- de terpenler grubuna girerler. Alkaloidler gibi tadları acı olmakla beraber bileşimlerinde azot bulunmaz, iştah açıcı ve buna bağlı olarakta hazım düzeltici etkileri vardır. Tipik acı madde bitkileri Gentiana centaurium minus ve Cnicus benedictusdur.
Debağ maddeleri: Protein çökeltici etkisiyle hayvansal postu deriye çeviren bitkisel maddelerin tümüne verilen isimdir. Tıpta da bu adstringierend etkiden faydalanılmaktadır, örneğin ağız ve diş eti iltihaplarında gargara veya bağırsak enfeksiyonlarında içten etkili olarak kullanılmaktadır. Debağ maddeleri bitkileri örneğin Vaccinium myrtillus, Agrimonia eupatoria, Quercus türleri ve Juglans regia gibi bitkilerdir.
Türkiye’nin Tıbbi Bitkiler Yönünden Durumu
Türkiye’nin baharat ve ilaç bitkileri gereksinimi bu bitkilerin floradan toplanması, sökülmesi şeklinde karşılanmaktadır. Endüstri ülkelerinin ilaç, baharat, kozmatik ve içki yapımında kullandıkları ilaç ve kokulu bitkilere olan ihtiyaçlarının devamlı artması Türkiye’nin eski- denberi ihracatını yaptığı Glyzyrrhiza glabra (Meyan kökü) ve Laurus nobilis (Hakiki defne) gibi bitkilerin yanısıra bu tip daha başka bitki- leride ihraç etme olanağını yaratmıştır. Bu durumda yumru, soğan ya da kökleri kullanılan bitkilere ihtiyaç olduğu takdirde, yurttaki bu bitki rezervelerinin ticari amaçla toplamalar sonucu önemli miktarda azaldığı saptanmıştır. Yaprak vı tohumları kullanılan pek çok bitki türlerinde di memleketin rezervesi çok zengin olması dolayı sıyla bu yönden pek sakınca görülmediği hald* örneğin Thymus (kekik) ve Salvia (Adaçayı) gib bitkilerde de nesil azalması tehlikesi baggöster miştir.
Bütün bunların yanısıra a$ağıda sözünl ettiğimiz nedenlerden dolayı da, yaprak Vı tohumları kullanılan bitkilerde dahil Tıp Vı Baharat bitkilerinin düzenlenmiş bir jeklldı yetiştirilmesi arzusu meydana çıkmaktadır. H« şeyden önce dünya pazarları ihraç edileı bitkilerde kalite ve saflık, yani standartlı aramaktadır. Türkiye’de bu şekilde kültürl yapılan bitkiler mevcuttur, örneğin Papavt somniferum (Haşhaş) ve Pimpinella anlsur (Anason) gibi. Diğer bitki türlerininde yetiştirm tekniği, elde edilecek drogların kalitesi yönün den ekolojik etkenlik ve sekunder metabolizma ları arasındaki ilişkiler hakkında bilgi edinme şarttır.
Yukarıda bahsedilen konuların detaylı bi şekilde incelenmesi sonucunda diğer Tıp v Baharat bitkilerinin de kültürü Tüfkiye’de münn kün olacaktır.
Hiçbir şey iyi bir kitap kadar insanı kendisinden ayıramaz.
S. de BEAUVOIR
Yazmak geleceği görmektir.
Kendimizden nekadar habersiz olduğumuzu, yazdıklarımızı tekrar
^!^’iirr”!.İfîl: ‘■■■,£$■ ^
ff, i >JiV, <* *#t ı ‘JK ‘\ / ^ ‘£jf‘ğ
IMyÎ* v”l ■# İ’ı < > V .««i
S
t, >o, >‘tV t f[1] ı r • >■!)
1)1 ->{|T ij*!tj. ‘ ’ * ı, ■, f t î , ı. * . . ‘
-., ‘ V r”™-| 1 i)’.’■ l* “■! 1
A,’ , i – İt i» ■’- -M
■ J *İ9rfiS‘Mj -,, . -i^
-’”■ ,.; * JAfi’■«**& vı *
ı f vact .’»SİS
u,,*‘ ‘«’İs*1′ ’*
^ .. î ’-.’■ ’.‘«VJ iV’ı’iıı
ttftMf.Vi .?*£&’■* ı-,.ı * *^1 .’iS.-VV
;^7’ ‘■”,■■■■: y. ,.L..1.;;-.V ‘
I
’stanbulu ve Boğaziçini bırakıp, Ankaraya doğru, Kayseriye kadar Anadolu platosuna kılmak gere|<: Güneydoğuya doğru 800 Km. olculuğu göze almak demektir bu. Ama değer. Tınkü artık vardığınız yer dünya değildir, Ürgüp’- iir. Taşlaşmış vadiler, iğne iğne çıkıntılı tepeler e ancak Jules Verne’in hayalinde canlandırabi- !>ceği bir jeolojik karmaşa.. Artık burada liinyada olmadığınızı bilin.. Aydasınız. Kurşunî cııkli, toz kaplı, birden görünce insanın tüylerini liken diken eden peribacaları var çevrenizde, îıınlar tüften mamûl gökdelenlerdir. Kayaların ;öğsüne oyulmuş kuş yuvalarıdır. Bir labirent ;armaşıklığı içinde daracık yollarla en üst katlara ıkılan insan meskenleridir..
Bu ay bölgesi, Türkiye’nin kalbinde, Ka- jadokya’dadır. İnsan ruhuna ve gözüne seslenen >ir garibeler bölgesidir..
¡ONSUZ BİR BOZKIR
Ürgüp’ten Göreme’ye kadar kilometrelerce ■ö/alabildiğine altı katlı, yedi katlı, oyuk oyuk ıeribac:aları uzanıyor. Burada zaman durmuş- ur. Peki dünya halâ dönüyor mu?
Herşey, bir başka dünyada bir başka çağda lyuyor gibidir. Bununla birlikte bu vadilerin leritılıklerinde kayadan oyma bir kentte yaşam lürüyor. Dimdik duvarlı vadinin gerileri evdir, lirkaç bin insanın yaşadığı.. Kayadaki her bir lelik bir pencerediî, bir kapıdır. Her basamak iıiate göre veya şartlara göre bir giriştir veya bir jkıştır..
Altüst olmuş, tepetaklak edilmiş bu yörede Kişmişin şanlı izleri kayalara nakış nakış işlen- Hll| İnsanlar destanlarını kayalara kazımışlar. . Çiikmllş dağlarla çepeçevre kuşatılmış sonsuz l^tyMkır düşününüz, Gök orada bir bıçağın tüfiinden olduğu için yumuşaktır. Kar, rüzgâr, buz, sular, yüzyıllar boyu bütün özgürlükler içinde yaratmış burayı.. Vadiler, bıçakla kesilmiş iiibi derince yarılmış. Yağmur ve donmuş suların yardımıyla iğnelenmiş kayalar kimi yerlerde ba/alttan bir şapka ile korunmuşlardır. Kaya artık bu noktada erozyona karşı duracak ve aşınmaya- c aktır Böylece peribacaları değişik bir gezegenin oluşum öncesini haber verir gibidir..
Kayseri eskiden Sezare adını taşıyordu. Canlı bir şehirdi. Yunanistan’la, Mısır’la, Roma’yla ticaret yapıyordu. Anadolu’ya sonra Küçük Asya adı yakıştırıldı. Bölgeyi Bizans kendi egemenliğine kattı. Havarilerden Sen Piyer, Sen Pol, Anadoluyu bir uçtan bir uca geçtiler. Hristiyanlar sessizce yerleşti bu yöreye, önemli yollardan ırak olması, bölgenin olumlu bir özelliğiydi. Birkaç yüz yıl daha sonra halk Anadoluya akın üstüne akın yapan Araplardan korunmak için sığınaklar yaptılar. Bir süre sonra Kayseri değişik bir dünya oldu. Erciyaş sayesinde oluşmuş kaya piramitler ev oldu, kilise oldu. Kötü niyetli kimse, kayaların yükseklerine tünemiş bu evlere ulaşamıyordu. Kimse kayadaki kartal yuvalarını bozamıyacaktı. Böylece Ürgüp ve dolaylarındaki vadilerde bir Kapadokya uygarlığı gelişmeye başladı. Araplardan sonra Moğollar, Memlükler, geldi. 1082 de Türklerin eline geçti Kayseri. Fakat ne zararı var? Kapadokya uygarlığı günümüze kadar sürdü geldi, eserleri korundu..