BİLGİKURAMI

BİLGİKURAMI

BİLGİKURAMI

BİLGİKURAMI

BİLGİKURAMI blş. i. — AXS1KL. Fels.pozitivizmin, çöküşü
Norwood R. Hanson’un belirttiği gibi, bilimsel kuramların yorumu sorunu, «çağımızın büyük eklektik pozitizivizmi»ne David Hume’un ampirizmi ile David Hilbert’ in mantığı arasında bir sentez yapmayı deneme fırsatı verdL «Viyana okulunun öne sürdüğü kavramlar, yorum getirilmeyen bir algoritma gibi ele alman bilimsel bir kuram etrafında, tümdengelimci kuramların katı kriterlerine uygun olarak oluşturulur. Sözü edilen algoritmanın yorumu da, yorumlanmamış semboller bütünü, ampirik olarak zayıf gözlem bildirimlerine dönüştüren koordinasyon tanımlamaları sayesinde, gerçekleşir», fThe Interpretation of Scientific Theories [Bilimsel Kuramların Yorumu]). Einstein’in artık anlamını yitirmeye başlayan «eter» varsayımını çürütmede (ki bu çürütme «bilimler tarihinin en büyük olumsuz sonucu» olarak nitelenen Micnet-son-Marley deneyini takibetmişti) ve sınırlı bağıllık kuramını geliştirmede kullandığı u-saVurnla biçimi, mantıksal pozitivıstler tara-fından kendi bilim felsefelerini ve anti-metafizik programlannı hazırlamada bir paradigma olarak benimsendi. Pozitivist bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, Einstein’m açıklamasının, Hendrik Antoon Lorentz’in-kindeki ad hoc (uygun) niteliğe sahip olmadığı görülür. Einstein’ın kavramları «anlambilim ve işlemsellik açılarından saygıdeğerdir; gözleme dayanan varsayımları er geç. sınanabilir» (a.g.e*). Einstein’ın metodolojisi çerçevesinde, «yeni gözlemlere karşı direnç asla bir erdem değildir». Zaten Viyana okulu ve Kari Raimund Pop-per’m gözünde Einstein fiziğini olgun ve
sorumluluğunun bilincinde bilim örneği raddesine çıkaran da bu tutumdur. Ve bu tutum kötü ve yalancı bilimin «her türlü eleştiriye bağışıklık kazanmış stratejilerine en iyi yanıttır. Hanson şöyle der: «Bu durumda, sinanamayan şey, yoksul bir gramer, gevşek bir mantık, tutarsız bir anlambilim ve yapılaşamamış, düzensiz gözlem tekniklerinin ürünü olarak yorumlanır. Tersine, sınanabilir lik kıstaslarının neredeyse deposu halindeki sınırlı bağıllık kuramı ise, metodoloji, anlam ve ölçüm alanında (yani algoritmalarm fiziksel yorumu için büyük Önem taşıyan herşeyde) pozitivizm için bir altın madeni haline gelmiştir» (a.g.e.).
Einstein’ın bilimsel eseri ve bu esere baş-, langıçta yüklediği felsefi, epistemolojik yorum ile başka büyük devrimd fizikçilerin aldığı benzer konumlann düşündürdükleri şöyle ifade edilebilir: «Kuramsal yapılarla, bu yapıların yorumu arasındaki fark (yorumların da işlemsel kıstaslara uymasını gerektiren kuralla birlikte alındığında), gerçek bilimsel , kuramlara içkin bir niteliktir». Bundan çıkan kaçınılmaz sonuç ise, «mantıksal pozitivizmin terminolojisi içinde çağdaş bilimin rasyonel yapısı ile bilimsel kuram çözümlemelerinin tek ve aynı şey» olduğudur. Her ne kadar pozitivistler «keşfetme bağlamı» ile «gerçekleme bağlamı» (ya da rasyonel biçimde yeniden kurma) arasında öteden beri ayrım yaparlarsa da, bilimsel kuram çözümlemelerinin ve yorumlarının «yalnız kavramsal açıdan açıklayıcı olmayıp, tarihsel açıdan da aydınlatıcı olduğu» tartışılmaz bir gerçektir1 (a.g.e.). Bu son konuda, Viyana okulunun bilim felsefesiyle çağdaş fransız bilgikura^ mı arasındaki fark daha da belirginleşir. Mantıksal pozitivistlerin bilimler tarihini önceden hazırlanmış bir şemaya göre yeniden yazma eğilimi, daima, «keşif» tarihi ya da psikolojisinin değil, «çözümleme» nin ilke olduğu gerçeğinin ardına saklanır. Bu noktada bilimlerin gerçek tarihsel-1 iğin in kavramsal çözümlemeye uymadığı önermesi tartışma konusu edilebilir. Ya da Bachelard’m, yaptığı gibi, çağdaş fizik alanındaki büyük devrimlerden çıkarılacak dersin 20. ‘ yy. pozitivistlerinin önerdiklerinden çok farklı olduğu söylenebilir: «ispat, kabuller, ölçüm, tasvir, sınıflama dışındaki tüm değerler doğa bilimlerinden çıkmıştır. Başka bir deyişle ampirizm gününü doldurmuş bir felsefedir» (le Rationalisme appiliqùé [Uygulamalı Rasyonalizm^). Ortak bilgi ile bilimsel bilgi arasındaki kopuşun kesinleştiği bilimin «dördüncü çağı», çağdaş pozitivistlerin, geçersiz hale gelse bile yeniden ileri sürdükleri ideallerin çöküşünün damgasını taşır. Soyut bir biçimsellik içinde, kurulmuş bilim kuramlarının «standart»’ yorumu (gerçekleme bağlamı düzeyinde olup bitene hakkını vermemiş de olsa) mantıksal pozitivistlere, bilim dillerinin sözdizkni ve anlambilim a-çısından ele almışında, aydınlık bir çözümleme ve eşi az buunur bir kesinik sağa-dı. ,
Ancak söz konusu yorum biçimi, sonunda hareketin son temsilcileri, özellikle Rudolf Carnap ve Kari Gustav Hempel tarafından hemen hemen tamamen terke-dildi. . Mantıksal pozitivizmin tüm temel dogmaları yani, çözümleyici-bireşimsel, sözdizimi – anlambilim, kuram – yorum’, kuramsal terim – gözlemsel terim, «yapı»
– «veri» vb. arasındaki İdesin ayrımlar giderek yumuşadı; hatta sonunda terkedile-rek bizzat vaktiyle savunmuş olanlar tarafından açıkça eleştirildi. O kadar ki, Hanson’un şu sorusuna katılmak mümkün: Son eserleri gözönüne alındığında Carnap. Herbest Feigl. ve Hémpel’i hâlâ meşru birer «mantıksal pozitivist» sayabilir« miyiz? En önemli değişiklik, Popper’ın usanmadan mücadele ettiği, her türlü kuramdan bağımsız gözlemsel bir temele ve tüm kuramsal özlerin gözlenebilir verilere indirgenmesini öngören bir programa dayanan ampirik varsayımların terkedilmesi oldu. Paul Feyerabend’in (doğ. 1924) yazdığı gibi: «Fiziğe göre, gözlemlenebilir bir durum, kendi aralarında kısmen bağımlı, kısmen ba-, ğımsız birçok kuramsal özün üst üste gelmesinin bir sonucudu: Bu yüzden, karmaşık ve bulanık bir durumu temsil eder.
JtJir pozitiyist ise’durumu tersten alır. Po-zitivist için gözlemlenebilir durumlar, ilkel vé çözümlenemez öğelerdir. Herhangi bir gözlemlenebilir duruma ancak çok küçük bir katkısı olaıi kuramsal özler hesaba katılırsa durumları yalnızca gözlem temeli üzerinden açıklama girişimi hëmeii saçma bir nitelik kazanacaktır» (On the interpret tation Scientific Theories).
Popper, «mantıksal pozitivizmi kim öldürdü?» sorusuna hiç duraksamadan şu karşılığı verir: Ben! Mantıksal pozitiyistler, fazla katı buldukları gerekçesiyle bilimsellik kıstası olarak sınanabilirlik ölçüsünden vazgeçtikten sonra, ,temel çabalarını bilim kuramları konusunda kısmi bir doğrulama (confirmation) kuramında yoğunlaştırdılar. Doğrulama sorununa ilişkin en parlak tartışmalar Carnap’m ve Hempel’in yazılarında bulunur. Ama doğrulama mantığı ikisinde de «Bütün kargalar karadır» türünden basit tümdengelimci genellemeleri a-şamadı ve gerçek bir bilim kuramı konusunda sorunun çözümüne, ciddi olarak yaklaşamadı. Popper’in bilim felsefesinin temel öncülerinden biri de tümdengelimden başka mantık olmadığı konusundadır. Dolayısıyla gözlemsel verilerden kurama varmaya elverişli çıkarım (inférence) yoktur. Yalnız tümdengelim yoluyla, kuramın varsayımlarından hareketle ve gözlem sonuçlarının çürütebileceği mantıksal sonuçlardan çıkarım yapılabilir. Bilim, açıklayıcı cesur tahminler vo onları yanıltmayı denemek için testler uygulanmasıyla ilerler. Çürütülmemiş iki karşıt kuramdan, daha iyi-si,’ daha cesur olanıdır; yani daha büyük içerik zenginliğine, daha büyük mantıksal olamazlığa sonuç olarak da, daha yüksek bir çürütülebilirlik derecesine sahip olanıdır. Carnap’çı anlamda bir «doğrulama derecesi»nin yokluğunda, sınanmış bir kurama, «sağlamlaştırma derecesi» verilebilir. Bu kıstasın tümevarım« olasılıkla ilgisi yoktur vè sadece kuramın o güne kadar sınanmaya karşı gösterdiği dirençle ölçülür. Bilimsel ilerleme, her zaman daha büyük sayıda, çürütülmüş kuramın tasfiyesiyle gerçekleşir. Hiçbir anlamda, «gerçek» bir bilim kuramından söz edilemese bile, sözgelimi Einstein’m kuramına, pabucunu dama attığı-Newton’unkinden daha büyük bir «gerçeklik» ya da «yaklaşık, doğruluk» sıfatı tanınabilir«
Popper, protokolcu önermeler kuramına ve dar gözlemsel veriler «mit»ine karşı, gerçekte . daha .önce kuramı sindirmiş bütün bilimsel önermelerin (bizzat gözlem önermeleri de dahil) temelde düzenle ilgili, yani sınamaya ve yadsımaya’ elverişli olduğu gerçeğini belirtir. Bunu yaparken^ de, Viyana okulunun bilim felsefesinin en temel ön varsayımlarına öldürücü darbeyi indirmiş olur. Popper, özellikle Pierre Duhem’ in (1861 – 1916) formüllendirdiği ve sont-radan Willard Van Orman Quine’nin yeniden ele aldığı görüşe bağlı olarak, çoğunca naif bir – çürütmecilikle suçlandı. Bu görüş, bir varsayımın ya da bir kuramın çürütülmesinin hemen hemen doğrulanması kadar problematik ‘ bir kavram olduğunu öne sürer. Sınanan, her zaman (az ya da çok sayıda), yan varsayımlarıyla birlikte kuramsal sistemin bütünüdür, öyle ki, kuramı çürüten bir durumun varlığı halinde, bu bütün içinde, ayrım gözetmeden, çürütülmüş görülecek olanı seçmek her zaman olasıdır. Qtfine’in görüşüne göre, hiçbir önerme; ilke olarak çürütmeye karşı bağışıklık sahibi değildir. Ama belli bir çürütmenin Varlığı halinde, sistemin bazı yerlerinde gerekli değişiklikler yapı: larak önermenin bütününü elde tutmak da her zaman mümkündür.
Popper’in bu tür itiraza karşı cevabı şöy-ledir: Bilgi sistemimizin hiçbir parçası, her türlü çürütme girişimine karşı, a priori o-larak düzeltilemez ve bağışıklı değildir;, a-ma biz bu sistemi parça parça, her seferinde «bilginin arka planı» (blackround knowledge) olan belli sayıda .ön varsayımı ve sorgulanmamış kesinlikleri üstlenerek smamalıyız. Popper, gerçékten, bilimlerde belli bir dogmatizm gereğini ve tersi bir deneyle çelişen bir kuramdan hemen vazgeçmenin sakıncasını açıkça kabiıl eder.
Bilim tarihinde devrimci kuramcıların, o-layların kendi kuramlarını açıkça yalanmasını-hesaba katmayışlarına oldukça sık rastlanır. Çünkü hesaba katmak,, kuraıfı daha meyvalarinı vermeden yıktfıp gitmesine göz yummak demektir. Popper’in ken-dişinin de belirttiği gibi, bir çürütmenin kabul edilntesi, gerçekte hemen hemen bir varsayımın formülasyoriu kadar riskli bir işlemdir. Popper’ci bilgi kuramına karşı yöneltilmiş eleştiriler temelde iki türdür. Bunlardan tümevarıma bir sağlamlaştırma görüşüne bağlı kalanlar, bu tür bilgi kuramının sonuçta en iyileri de dahil tüm kuramları gerçeklikten aynı uzaklığa koyduğunu ve bu nedenle de uygulanan gözlemsel smamalardan ( sonra hiçbirinin pozitif anlamda ispatlanamayacağını ileri sürer. Bu görüşün karşısında da ‘sol’ Pop-per’ciler yer alır. Bunlar kuramı işin i-çine katmadan «gözlemsel temel»in eleştirisini daha da. radikalleştirdiler ve iki rakip kujram arasında eleme yoluyla rasyonel bir karara Varılamayacağını öne sürdüler. Çünkü herbiri gerçekler bütününü farklı algılar ve açıklar.
tartışılan rasyonalizm .
Her ne kadar, Popper’in bilim felsefesi (hemen hemen sadece bilimin eksiksiz ü-rünlerinijı mantıksal ve kavramsal çözümlemesine yönelen mantıksal pozitivistlerin-kinden farklı olarak) oluşmakta olan bilim için özel bir yarar sağladiysa da, kendisinin de, yeterince tarihsel olmamak, aşırı bir rasyonalizm kurmak ve bilimsel _bil-gilerin edinilmesi ve ilerlemesinin gerçek sürecini idealleştirmekle suçlanması gecikmedi. Thomas Kuhn’a göre, Popper’in yanlışı, «devrimler .sırasında ^ kuram seçme» sorununu çözmeye kalkmasıdır, üstelik, bu seçimde, söz konusu kuram ancak önceden varsayıldığı z^man yaygın biçimde uygulanabilecek mantık kriterleri kullanmaya çalışmıştır. Popper gündelik bilimin bazı ör zelliklerini, kabul edilemez biçimde, beklenmedik bilime, yani ilerlemenin özellikle çarpıcı tarzda belirdiği nispeten ender devrimci olaylara aktarmıştır. Kuhn’un dediği gibi, «bilimciler, rakip kuramlar arasında seçim yapacakları zaman filozoflaşırlar» ve eleştirel tartışma da o zaman büyük rol oynar.
Bilimsel çalışma çoğu’ kez benimsenmiş bir kurama ve etkinliliği kanıtlanmış kuralla-, râ başvurarak, geleneksel yöntemlerle, kabul edilmiş bir paradigma çerçevesinde o-luşur ve «çok öğeli bir çözüm»e dayanır. Sözcüğün Popper’ci anlamında eleştirel tartışmaya başvurmamakla kalmaz, pratikte onu dışlar. «Bilime geçiş eleştirel söylemden vazgeçiş ile mümkündür» Popper’ce önerilen çürütülürlüğün ötesinde, bilimle eğreti-bilim arasındaki sınır çizgisini yaratan şey, sorunların onları çözmek için sınanmış yöntemlerin varlığıdır. Popper’e. karşı, Kuhn, normal araştırma çerçevesinde daha aydınlık bir kullanım alanı olan «test» (sınama), «çürütme» ve «yanlış« gibi kavramların, bir kuram s değişimi sırasında olup bitenleri tam olarak karakteri-ze etmeye izin vermeyecekleri düşüncesini ileri sürer. Bir yandan, bir kuramın yerine bir İkincisinin, ancak o birincinin gerdek anlamda sınanmasından jsonra getirilmesi gerektiğini savunur. öte~jyundan, hiçbir bilini kuramının Popper’ci buluş mantığının gerektirdiği koşullarla doymayacağını söyler; bu anlamda hiçbir kurama, doğrulamaları, çürütmeleri, kuram açısından uyumsuz sonuçları, sınıflama olanağı verecek, bir biçim yoktur. Gerçi Popper, baştanberi naif çürütmeci etiketini reddetti; ama Kuhıi’a göre, «ona, onlardan (çü-rütmecilerden) biriymiş” gibi davranılmış olması haklıdır». Kuhn da, kendini «bilimi, kuramsal durgunluk dönemleriyle özdeşleştirmekle», «bilim topluluğunu bir din topluluğu modeli gibi, bilimi ise/bilimci-, nin dini gibi düşünmek»le suçlayan «normal bilimin düşmanlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Kuhn, kendi deyimiyle «bilimsel bir devrimle gelen şeyin, daha ‘ önce olup bitenlerle sadece uyumsuz değil, aynı zamanda aynı ölçülere vurulamaz bir nitelikte olduğu» kanısındadır. Psikolojizm, sosyalöjizm, irrasyonalizim suçlamalarına karşı kendini birçok kez savunma gereksinimi duymuş olan Kuhn’da paradigma .değişimini, rasyonel bir-karar gibi değil, yeni , bir biçimin birdenbire ortaya çıkması (Ges-tşltteorisi gibi) ve az ya da çok mistik biçimde değişmesi biçiminde algılama eğilimi vardır. Popper’e göre, Kuİm’cu görecelik, temelde, «başvuru çerçevesi mit’i» (The Myth of the Framework) diye adlandırdığı yanlış bir kanının sonucudur; buna göre eleştirel bir tartışma ve çeşitli bilimsel ve kültürel paradigmalar arasında bir’kıyaslama işlemi, haksız biçimde, imkânsız görülmüştür.
Popper, Kuhn’a karşı, bir paradigmanın (sözgelimi madde kuramı), tarihin akışı i-çinde hiçbir zaman kendini kabul ettiremediği alanlar bulunduğunu vurgular; madde kuramı, Sokrates öncesi zamanlardan günümüze dek süreklilik yandaşlarıyla süreksizlik (atomcular) yandaşlan arasında ve bu iki görüşü kaynaştırma yandaşlan arasında, bitmez tükenmez tartışmalara konu olmuştur. Bu tür sürekli çatışma, Gerald Holton’un bilimsel araştırmanın tematik (konu|u) ön varsayımlarının çözümlenmesi dediği şeyden ve Popper tarzı bir bilim mantığından çok, bir tematik imgelem kuramından doğmuştur. Tematik şonınlann özelliği, bunların gerçekleşme ya da çürütme terimleriyle çözülememesinde ve bilimin başka bir boyutuna ilişkin bulunmasında dır.
Eleştirel rasyonalizmin temel ilhamına, dogmatik çürütmeciliğin sorunlarından kaçan (ki Popper bir noktaya kadar bunun tutsağı olmuştur) ve «bilimsel araştırma programı metodolojisi» kurmaya çalışan Imre Lakatos sahip çıktı. Lakatoş, bir matematik probleminin tarihini ele aldığı bir eserde, afcsiyoncu-tümdengelimci akımın temsilcilerine karşı aşağıdaki düşünceyi savundu: Matematik bilgilerin evriminde de, büyük ölçüde, Popper’in, daha sonra karşı örneklerle çürütülecek riskli varsayımlar şeması geçerlidir.* Matematiğin gelişimi de, doğa bilimlerinde olduğu gibi, yanlış sanıların düzeltilmesi ya da tasfiye edilmesiyle gerçekleşmektedir.
Bilimsel rasyonalizmin en yetenekli rakibi, hiç kuskusuz, Feyerabend’dir; Feyerabend, Popper ci metodolojiyi, mantıksal pozitivizme oranla ilerlemeler yapmış olmasına ve’ liberalliğine ^karşın, aşın kısıtlayıcı, fena halde ilkeci ve natta bilimlerin serbest gelişimine engel çıkarmaya elverişli görür. Feyerabend’e bakarsanız «insanlığın her durumunda ve bütün gelişim dönemlerinde savunulabilir» bir tek’ ilke vardır. Bu da, «her şey iyidir» (anything goes) ilkesidir/ Onun deyimiyle, bilgi kuramına ilişkin a-narşizm (ya da dadaizm), bilimlerin içinde, ilerlemenin temel öğesi olarak düşüncelerde ve kuramlarda sistemli çokluğu savunur. Bilimin dışında ise, «bilimsel» sayılan bilgi, inanç ve haksız yere değerden düşmüş başka biçimler <metafizik, din, mitoloji, büyü, vb.) arasında açık bir yarışmadan yanadır. Her bilimin açıklamaya çalıştığı belli bir. olaylar kategorisiyle belirlendiği olayların kendilerini açıklayan kuramdan bağımsız oldukları düşüncesi salt vê basit bir kuruntudan başka bir şey değildir. Kronoloji düzeninde bile, kuram kendi olaylarından önce gelir. Galile örneği gösteriyor ki, devrimci bilimsel kuramlar, genel olarak, çağlarında bilmen gerçeklerle bütünüyle doğrulanmış olmaktan uzaktırlar; ama dikkafalı bilim topluluğuna, azçök «uygun» durumdaki inanışa ve propagandaya karşı kendini kabul ettir? mek için, Popper’in ve bütün koyiı ilkeçi kimselerin mahkûm ettikleri ad hoc (uygun), varsayımlara başvurmakta duraksa- * mazlar. * –
Kuramsal terimlerin anlamı sadece el attıkları ilkelerle ve postülalarla belirlenir ve eski bir kuram yerini yenisine bıraktığı zaman,’ değişmez bir anlam çekirdeğinin korunmuş olacağını kolay kolay şöyr leyemeyiz. Bağıllık kuramı ile Newton kuramı aynı ölçülerle değerlendirilemeyecek niteliktedir; ikisinin dé dayandığı olaylar, kullandığı kavramlar (uzay, zaman, zaman-daşlık vb.) bir kuranu öbürüyle karşılaştırmayacak kadar farklıdır. İki kuram aynı şeylerden farklı bahsediyor değil, tamamıyla farklı şeylerden bahsediyordur; Rasyonalistlerin büyük kanıtı, «bilimsel ku-
ramların uyumu» olgusu, bı*- açıdan,/ doğallıkla sürüp gitmektedir: Yani, bazı özel -durumlarda yeni kuram, yerine geçtiği eski kuramm yasalarından geçerli sonuçlar çıkarmaya izin verir, böylece de kuramın kendisi ideal bir durum kazanır.
açıklama ve kavrayış üstüne tartışma
1971’de Georg Henrik von Wright biraz unutulmuş bir tartışmaya duyulan ilgiyi yeniden uyandırmaya katkıda bulunan bir kitapta CExplanation and Understanding) [Açıklama ye Kavrayış], iki bilimsel gelenek arasındaki, tematik olarak adlandın-labilen bir karşıtlığı incelemişti: Ereklik (finalité) ve erişmiştik (intentionnalitée) terimleri doğrultusundaki açıklamalara ayrıcalık tanıyan Aristocu gelenek ve nedensel açıklamanın tekelini, ereksel (téléologique) düşüncelerin tasfiyesini öneren Galile geleneği. Bu iki gelenek daha modern ama vine muğlak terimlerle de adlandırılabilir; birine «pozitivist», öbürüne «yorumsama-ci» (herméneutique) denebilirdi. XX. yy pozitivizmi, özellikle, üç temel ilkeye sıkı sıkıya bağlılıkla belirir: Metodolojik tekçilik ve bilimin tekliği görüşü; doğa bilimlerinin, daha da çok matematiksel fiziğin metodolojik ideale ulaştığını; insan bilimleri dahil, bütün öbür bilimlerin ilerleme durumlarının ve kusursuzluk derecelerinin ona oranla değerlendirleceği düşüncesi; bu ada yakışır her türlü bilimsel açiklamanın, geniş anlamda nedensel yapıda olduğuna ve özel durumları genel yasaların altına koymaya (tarih ya da sosyoloji gibi disiplinlerini, «insan doğası»mn yasalarına tâbi kılmak gibi) inan getirmek. Açıklamanın pozitivist kavranışı, XX. yy* m sonundan beri, dönem dönem, yorumsa-macılık akımının, temsilcileri tarafından az çok şiddetli, az çok inandırıcı tepkilere , hedef oldu. Dilthey’ci «açıklamamın ve «kavrama»nın karşı çıkışıyla aydınlanan metodolojik ikicilik, bilimin birliği görüşünü benimseyen Viyana çevresinde öncelikle hedef alman hasmı yarattı. Mantıksal pozitivistler (özellikle, çalışmaları pozitivist açıklama anlayışını ilginç bir biçimde ortaya koyan Karl Gustav Hempel) için «kavrama» (compréhension), kesfin psikolojisi düzeyinde az çok önemli bir rol oynayabilir; ama gerçekleme bağlamında her türlü yetkinliklerden yoksundur. Mantıksal pozitivizme karşı çıktığı halde, Popper’in kendisi de, açıklamada, özel durumun genel yasanın altına > konması görüşüne temelde bağlı kalmış ve çağdaş yorumsama-cılar. tarafından, insan bilimlerine, doğa bilimlerinden, özellikle de fizikten kabul edilemez biçimde devşirilmiş yetersiz bir metodolojiyi sokmaya, kalkışmakla suçlanmıştır.
Bir pozitivist egemenliği evresinden sonra, bugün, ibre bir kez. daha öbür yana kaymış gibidir. Başlangıçtaki psikolojist durumundan sıyrılmış bulunan «kavrama» kavramı yeniden gündemdedir, işin en ilginç yanı da, tepkinin bir kısmının bizzat analitik gelenekten (yani haksız olarak çağdaş pozitivizmle özdeşleştirilmek istenen bir a-kımdan) gelmesidir. Burda, özellikle, «yeni ikicilik» denen akımın temelinde bulunan Ludwig Wittgenstein’in çömezleri söz konusudur:, Von Wright’in dediği gibi: «Toplumsal davranışın tasviri ve açıklaması da, toplumsal etmenlerin kullandığı kavramsal çerçevenin içinde kalmalıdır. Bu nedenle, sosyal bilimlerin pratisyeni, incelediği nesne karşısında yabancı kalamaz (…). Denebilir ki, psikolojist duyumsama (empathie) öğretisi içinde, kavramsal doğrunun çekirdeği burdadır. Duyumsama kav-ı ayışı bir «seziş» değildir; bir hayat biçimine katılma yeteneğidir.
Günümüzdeki tartışmanın sonucu konusunda soru sormak için henüz çok erkén. Ama, hiç kuşkusuz, pozitivizmin güzel günlerine (hiç değilse geçici olarak) bitmiş gözüyle bakılabilir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*