Genel

DEDE KORKUT

DEDE KORKUT

DEDE KORKUT

DEDE KORKUT
SALUR KAZAN’IN EVİNİN YAĞMALANDIĞI BOYUNU BEYAN EDER

(Oğuz ülkesinin hükümdarı Bayındır Han’ın güveyisi, Beylerbeyi ‘Salur Kazan; oğlu Uruz’u, üç yüz yiğit ile yurdunda bırakarak, komi* tanlan ve birlikleriyle ava çıkar. Smır komşusu, Gürcistan bölgesindeki düşman komutanı Sökli Melik, casuslanyle durumu öğrenir. Bir gece, yedi bin kişi ile, Kazan Bey’in yurduna baskın yapar. Yurt, yağ’ ma edilir. Canlı cansız ne varsa sürüp götürülür. Kazan Bey’in ev halkı da, oğlu Uruz, karısı Burla Hatun, anası, götürülen tutsaklar arasındadır. Kazan Bey’in, Kapilu Derbent’inde, Karacık Çoban’m başında bulunduğu on bin koyununu da ele geçirmek için altı yüz silâhlı gönderilir. Ünlü çoban, düşmana karşı çıkar.)

Şökli Melik ay dur: Altı yıiz kâfir varsun koyunu getürsün didi.

Altı yüz kâfir atlandı, koyunun üzerine ılgar (baskın) vardı. Gice ya-tur iken Karaçuk Çoban kara kaygulu vakıa (rüya) gördü. Vakıasından Ni-rmürdi (uyanıp sıçradı), örü turdu (ayağa kalktı). Kıyan Güçi, Demir (iiiçi bu iki kardaşı yanma aldı, ağılın kapusmı berkitdi, üç yerde depe gibi taş yığdı, ala kollu sapanın eline aldı. Nagehandan (ansızın) Karattık Çoban’m üzerine altı yüz kâfir koyuldu.

Kâfir aydur:

Karanku (karanlık) ahşam olanda kaygulu çoban

Kar ile yağmur yağanda çakmaklu çoban

Südü peyniri bol kaymaklu çoban

Kazan Bey’in dünlüğü (penceresi) altun ban (süslü büyük çadır) evinini biz yıkmışız, tavla tavla şahbaz atlarını biz binmişiz, katar katar feı/.ıl devesini biz yetmişüz (götürmüşüz), Kançuk (ihtiyar) anasını biz yı-ıiirmüşüz, ağır hazine bol akçasmı biz yağmalamışuz, kaza benzer kızı |jr*lini biz yesir etmişüz, kırk yiğid ileı#Kazan’ın oğlmı biz getürmişüz, kıı k ince bellü kız ile Kazan’ın halalım (karısını) biz getürmişüz, bere Vob;ııı ırağundan yakmundan berü gelgil, baş indürüp bağır basgıl (gö-ftiis bas), biz kâfire selâm vergil, öldürmeyelüm, Şökli Melike seni ile-I fili m, sana beylik alıvirelüm.

Ala başlu keçimçe şeknez mana

Başındaki tugılgam (tulganı) ne öğersin mere kâfir

Başımdaki börkümçe (başlığımca) gelmez mana

Altmış tutam göndenim (mızrağım) ne öğersin mırdar kâfir

Kızılçuk değnegümçe gelmez mana

Kılıcmı ne öğersin mere kâfir

Eğri başlu çevgeniimçe gelmez mana

Bilüğünde (okluğunda) toksan okun ne öğersin mere kâfir

Ala kollu sapammça gelmez mana

Irağından yakınından beri gelgil

Yiğitlenin zarbım (vuruşunu) görgil andan ötgil

dedi. Bi-tekellüf (hemen) kâfirler at depdiler, oh (çok) sepdiler. Erenler evreni (ejderhası) Karaçuk Çoban sapanımn ayasına taş kodi atdı. Birin atanda ikisin üçün yıkdı, ikisini atanda üçün dördün yıkdı. Kâfirlerin gözüne korku düşdü. Karaçuk Çoban kâfirün üç yüzünü sapan taşı ile yire bırakdı. İkisi kardaşı oha düşdü, şehid oldu. Çobanun taşı dükendi, koyun dimez keççi dimez sapanınım ayasına kor atar, kâfiri yıkar. Kâfirün gözü korkdu. Dünya âlem kâfirün başına karanu (karanlık) oldu, ay dur: Yanmasun (yüzü gülmesin) yarçımasun (bahtsız olsun) bu çoban bizüm hepiimüz kırar ola mı dediler, dahi turmayup kaçdılar.

Çoban şehid olan kardaşlarm Hakkı’na kodı (Tann’ya verdi), kâfirler leşinden bir böyük depe yığdı, çakmak çakup od yaktı, dahi kepeneğinden kurumsı (kurum, kül) edüp yaraşma basdı, yolun kıyısına alup> oturdu, ağladı sıkladı (sızladı).

Aydur: Salur Kazan, Bey Kazan, ölü müsün diri misin, bu işlerden haberün yok mudur dedi.

Meğer hanum ol gice kalın Oğuz’un devleti, Bayındır Han’ın güve-güsi Ulaş oğlu Salur Kazan kara kaygulu vakıa (rüya) gördü. Sermürdi (uyanıp sıçradı) örü turdu (ayağa kalktı) aydur: Bilür misin karındaşım Kara Göne düşümde ne göründü, kara kaygulu vakı’a gördüm. Yumruğumda talbınan (çırpman) şahin benüm kuşumu ölür gördüm. Gökden ıldınm (yıldırım) ağ-ban evüm (ak otağımın) üzerine şakır gördüm, düm (bütün) kara pusank (duman) ordumun üzerine tökülür gördüm, kuduz kurtlar evümi dalar gördüm, kara deve ensemden karvar (kavrar) gördüm, kargu gibi kara saçım uzanur gördüm, uzanuban gözümü örter gördüm, bileğimden on parmağımı kanda gördüm, niçe kim bu düşü gördüm, şundan berü aklım ussum derebilmen, hanım kardaş menüm bu düşümü yorgıl mana dedi.

Kara Göne aydur: Kara bulut dedügün senin devletündür, kur İle yağmur dediğün leşkeründür, saç kaygudur, kan karadur, kftlaiUİHİ yo-rabilmen Allah yorsun dedi.

olmadın gine ben sana gelürem, ordum sağ esen degül ise başunuza çare edün, men dahi gitdüm dedi. Konur atm mahmuzladı. Kazan Bey yola gitdi. Geli geli yurdunun üzerine geldi. Gördi kim uçarda (uçanlardan) kuzgun kalmış, tazı tolaşmış yurtda kalmış. Kazein Bey burada yurd ilen haberleşmiş, görelüm hanum ne haberleşmiş:

Kazan aydur:

Kavim kabile menüm kuma (ortak) yurdum Kulan (yaban eşeği) ile sığın (yabani) geyiğe konşu yurdum Seni yağı (düşman) nereden darımış (dalamış) güzel yurdum Ağ ban evim dikilende yurdu kalmış

Kançuk (yaşlı) anam oluranda yeri (oturduğu yerde) kalmış t Oğlum Uruz oh atamda puta (nişan tahtası) kalmış [ Kara mudbak dikilende ocak kalmış

[Bu hallan gördüğünde Kazan’m kara kıyma (çekik, tahrirli) gözleri kan fyaş toldu, kan tamarları kaynadı, kara bağn sarsıldı. Konur atını ökçe-ledi, Kâfir keçdügi yola düştü gitdi. Kazan’m önüne bir su geldi.

Kazan aydur: Su Hak didârrn (yüzünü) görmüşdür, ben bu su ile haberleyeşim dedi. Görelüm hanum nice haberleşeli:

Çağnam çağnam (çağıl çağıl) kayalardan çıkan su Ağaç gemileri oynadan su Haşan ile Hüseyn’in hasreti su Bağ ve bostanm ziyneti su Ayşe ile Fatıma’nın nigâhı su Şahbaz atlar gelüp içdiği su Kızıl develer gelip keçtiği su Ağ koyunlar gelüp çevresinde yatdığı su . Ordumun haberin bilir misin değil mana I Kara başım kurban olsun suyum sana ■dedi.

• (Salur Kazan, daha sonra bir kurda, Karaca Çoban’m köpeğine

rastlar, yurdunun başma geleni sorar ve çobanla karşılaşır.)

Kazan, Çoban’ın gördüğünde haberleşdi. Görelim hanım ne haberleşeli :

Kazan aydur:

Ağ ban evim şundan keçmiş gördün mü değil mana Kara başım kurban olsun çoban sana

dedi. Çoban aydur:

Ölmüş mü idin yitmiş mi idin a Kazan Kanda gezer idin nerede idin a Kazan

Dün yok öteki gün evin bundan keçti, kançuk anan kara deve boynunda asılu keçdi, kırk ince bellü kızı ile halalun (helalin, eşin) boyu uzun Burla Hatun ağlayuban şundan keçdi kırk yiğit ilen oğlun Uruz başı açuk yalm ayak kâfirlerin yanmça tutsak gitdi, tavla tavla şahbaz atların kâfira binmiş, katar katar kızıl develerin kâfir yetmiş al tun’ akça bol hâzineni kâfir almış. Çoban böyle digeç (deyince) Kazan ah etdi, akl başından gitdi, dünya âlem gözüne karangu oldu.

Aydur: Ağzın kurusun çoban, dilin çürüsün çoban, Kadir senin al mna kada (belâ) yazsın çoban dedi.

Kazan Bey digeç çoban aydur:

Ne kakırsın bana ağam Kazan Yohsa göksünde yok mudur iman

Altı yüz kâfir dahi menüm üzerüme geldi, iki kardaşım şehid oldu, üç yüz kâfir öldürdüm gaza etdüm, semiz koyun aruk (zayıf) toklı (kuzu) senün kapudan kâfirlere vermedim, üç yerde yaralandım, kara başım ; bunaldı, yalunuz kaldım, suçum bu mudur dedi. Çoban aydur:

Konur atm vergil mana Altmış tutam gönderimi vergil mana Ap alaca kalkanım vergil mana Kara polat öz kılıcını vergil mana Sadağında seksen okun vergil mana Ağ tozluça katı yayın vergil mana Kâfire men varayım Yeniden toğamn (doğanım) öldüreyim Yenüm ile (yenimle) alnum kanını ben sileyim ölür isem senin uğruna ben öleyim Allah Taala kor ise evini ben kurtaraym

dedi. Çoban böyle digeç Kazan’a kahır geldi, aldı yürüyüverdi. Çoba dahi Kazan’m ardından yetdi. Kazan döndü bakdı, oğul çoban kan giersin dedi. Çoban aydur : Ağar Kazan sen evin almağa gider is men ahi karındaşım kanın almağa giderem dedi. Böyle digeç Kaz

acdır, hiç nesnen var mıdır yemeğe dedi. Ç

(güçlü) Oğuz beyleri benim başıma kakınç kaharlar, çoban bile olmam Kazan, kâfiri almazdı, derler dedi. Kazan’a gayret geldi. Çobanı bir afta* ca sara sara muhkem bağladı, eylencL yürüyüverdi Çabana aydur: Mera çoban kamın acıkmamışken, gözün kararmamış iken bu ağacı kopan» gör, yohsa seni bunda kurtlar kuşlar yer, dedi. Karaca Çoban zarb eyledi, kaba ağacı yer ile yuıdile kopardı, arkasına aldı Kazan’m ardına düşdii. Kazan bakdı gör di çoban ağacı arkasına almış gelür. Kazan aydur: Mere çoban bu ağaç ne ağaçdur? Çoban aydur: Ağam Kazan bu ağaç ol ağaçdur kim sen kâfiri basarsın, karnın acığur, men sana bu ağaçla yemek pişürürün, dedi. Kazan’a bu söz hoş geldi. Atından indi, çobanın ellerin çözdi, alnında bir öpdi, aydur: Allah menüm evimi kurtaracak olursa seni emirahur eyleyeyin dedi. îkisi bile yola girdi.

Bu yana Şökli Melik kâfirlerle şin (şen), şadman yiyüp içüp otururdu. Aydur: Beyler bilür misiz Kazan’a nice hayf eylemek gerek. Boyu uzun Burla Hatun unu getürüp sağrak (kadeh) sürdürmek gerek dedi. Boyu uzun Burla bunu işitdi, yüreğiyle canma odlar düşdü. Kırk ince bellü kızın içine girdi, öğüt verdi, aydur: Kankınıza yapışurlarsa Kazan Hatun’u kankınızdır deyü, kırk yerde avaz veresiz dedi. Şökli Meİik’den adam geldi. Kazan Bey’in hatunu kankınızdır, dedi. Kırk yerden avaz geldi. Kankısıdır bilmediler. Kâfire haber verdiler, birine yapışdık, kırk yerde avaz geldi, bilmedük kankısıdır dediler. Kâfir ayur: Mere vann Kazan’m oğlu Uruz’u tartun çengele asun, kıyma kıyma ağ etinden çekim, kara kavurma pişürüp kırk bey kızma iletün her kim yedi ol değil, her kim yemedi oldur, alun gelün sağrak sürsün dedi. Boyu uzun Burla Hatun oğlunun yamacına geldi, çağırıp oğluna soylar, görelim hanım ne soylar:

(Burla Hatun, oğluna durumu anlatır. Uruz, anasının çekingen durumu karşısında öfkelenir. Sonra ona güç verir; avutur onu: «Sakın kadın ana, benim için ağlamayasın. Ko beni çengele assınlar, ko etimden çeksinler, kara kavurma etsinler, kırk bey kızının önüne itsinler. Onlar bir yediği zaman, sen iki ye. Seni kâfirler bilmesinler… Atam Kazan’m namusunu lekelemeyesin.» der. Burla Hatun, oğlunun bu mertliği karşısında dayanamaz; göz yaşı döker.)

Anasmun kararı kalmadı, yürüyüverdi. Kırk ince bellü kızın içine girdi. Kâfirler Uruz’u alup kanara (kesim yeri) dibine getürdüler. Uruz aydur: Mere kâfir aman, Tann’nm birliğine yokdur güman, kon meni bu ağaçla söyleşeyim dedi. Çağırup ağaca soylamış, görelüm hanım ne soylamış:

Ağaç ağaç dersem sana enlenme (kaygılanma) ağaç

Mekke ile Medine’nin kanusu a&ac

Kuru kara denizlerin gemisi ağaç Şah-ı merdan Ali’nin Düldül’ün eyeri ağaç Zülfikar’m kiniyle kabzası ağaç Şah Hasan’la Hüseyin’in beşiği ağaç Eğer erdür eğer avratdur korhusu ağaç Başın ala (tarafa) bakar olsam başsız ağaç Dibin ala bakar olsam dipsiz ağaç.

Meni sana asarlar götürmegil ağaç Götürecek olursan yiğitliğim seni tutsun ağaç Bizim ilde gerek idin ağaç Kara hindu kullanma buyuraydım Seni para para toğrayalardı ağaç

• Andan ayıtdı:

Tavla tavla bağlananda atuma yazuh Kartaş saklayanda yoldaşıma yazuh

Yumruğumda talbmanda (çırpmanda) şahin kuşuma yazuh Yeter ile tutanda tazıma yazuh Beyliğe toymadım özüme yazuh Yiğitliğe usanmadım canıma yazuh

dedi, yumru yumru ağladı, yanık cigericigini tağladı. Bu mahalda, sultanım, Salur Kazan ilem Karaça Çoban çapar (dörtnala) yetdi: Çobanın üç yaşar (yaşında) tana derisinden sapanmm ayasıydı, üç keçi tüyünden sapanmın kollanydı, bir keçi tüyünden çatlagucu (çatlayıcısı) idi. Her atanda on iki batman taş atardı. Atdığı taş yire düşmezdi. Yere dahi düşse toz gibi savnlurdu, ocak gibi obrulurdu (çökerdi), üç yıla dak taşı düşdüğü yerin otu bitmezdi. Semüz koyun aruk (zayıf) toklı bayırda kalsa kurt gelüp yimezdi sapanın korkusundan. Eyle olsa sultanum, Karaça Çoban sapan çatlatdı, dünya âlem kâfirin gözüne karangu oldu. Kazan aydur: Karaçuk Çoban anann kâfirden dileyeyim, at ayağı altında kal-masun didi.

(Salar Kazan, at ayağı altında kalmasın diye ilk iş olarak ak sütünü emdiği yaşlı anacığını ister. Bunun için bütün malını mülkünü vermek ister. Şökli Melik oralı olmaz. Karaçuk Çoban ve Salur Kazan, öfke içinde söyleşirlerken kalabalık Oğuz beyleri gelip yetişirler:)

Bu mahalde kaim Oğuz beyleri yetdi. Hanım görelim kimler yetdi: Kara Dere ağzında karabuğa derisinden beşiğinin yapuğı (örtüsü) olan, açığı (öfkesi) tutanda kara taşı kül eyleyen, bıyığın ensesinde yedi yerde dügen (düğümleyen), erenler evreni (ejderhası), Kazan Bey’in kartaşı Kara Göne çapar yetdi. Çal kılıcın kardaş Kazan yetdim dedi.

gürden Kıyan Selçuk oğlı Delü Dündar çapar yetdi. Çal kılıcın ağam. Kazan yetdim dedi.

Bunun ardınça hanım görelim kimler yetdi: Hemid’len Merdin kal’asm depüp yıkan, demür yaylı Kapçak Melik’e kan kusduran, gelü-ben Kazan’m kızın erlikle alan, Oğuz’un ak sakallu kocalan görende ol yiğidi tahsinleyen (takdir eden), al mahmuzu şalvarlı, atı bahri hotazlu (sorguçlu) Kara Göne oğlı Kara Budak çapar yetdi. Çal kılıcın ağam Kazan yetdim dedi.

Bunun ardınça görelim hanım kimler yetdi: Destursuzca Bayındır Han’ın yağısın (düşmanını) basan, altmış bir kâfire kan kusduran, ağ boz atının (yelesi) üzerinde kar turduran Gaflet Koca oğlı Şir Şem-seddin çapar yetdi. Çal kılıcın ağam Kazan yetdim dedi.
Gümbür gümbür nakaralar döğüldü burması altum tuç borular çalındı. 01, gün ciğerinde olan er yiğitler belürdi. 01 gün muhannetler (korkaklar) sapa yer gözetdi. 01 gün bir kıyamet savaş oldı, meydan tolu baş oldı, başlar kesildi top kibi. Şahbaz şahbaz atlar yügürdü, nalı düşdü. Ala ala gönderler (mızraklar) süsildi (saplandı). Kara Polat öz kılıçlar çalındı, yalmanı (ağzı) düşdü. Üç yelekli kayın oklar atıldı, demreni düş-dü. Kıyamatın bir günü ol gün oldı. Bey nökerden (maiyetinden) nöker beyinden ayrıldı. Taş (dış) Oğuz beyleriyle Delü Tundar sağdan depdi. Cilasun (bahadır) yiğitler Kara Göne oğlı Delü Budak soldan depdi. îç Oğuz beyleriyle Kazan düpe (ortaya) depdi, Şökli Melik’e havala oldu, Şökli Melik’i bögürdübeni atdan yire saldı, gafillüce kara başın alup kesdi, kahşaduban (parçalayarak) alça kanın yeryüzüne dökdü. Sağ ta-rafda Kara Tüken Melik’e Kıyan Selçük oğlı Delü Tundar karşu geldi, sağ yanmı kılıçladı yere saldı. Sol tarafda Buğaçuk Melik’e Kara Göne oğlı Delü Budak karşu geldi, altı perlü (dilimli) gürz ile depesine katı tuta urdı, dünya âlem gözüne karamı oldı, at boynun kuçakladı yere düşdü. Kazan Bey’in kartaşı kâfirün tuğıyle sancağını kılıçladı yere saldı. Derelerde depelerde kâfire gırgun girdi, leşine kuzgun üşdü. On iki bin kâfir kılıçdan keçdi. Beş yüz Oğuz yiğitleri şehid oldı. Kaçanmı Kazan Bey komadı (kovalamadı), aman diyenini öldürmedi. Kalın Oğuz Beyleri toyun oldu (ganimet aldı). Kazan Bey ordusunu oğlanını uşağım hâzinesini aldı gerü döndü. Altun tahtında yine evini dikdi. Karaçuk Çoban’ı imrahor eyledi. Yedi gün yedi gece yeme içme oldı. Kırk baş kul kırk kırnak (cariye) oğlu Uruz başına azad eyledi. Cilasın koç yiğitlere kalaba ülke verdi, şalvar, cübbe, çuka verdi.

Dedem Korkut gelüben boy boyladı soy soyladı, bu Oğuz-nâmeyi düzdü kosdu bövle dedi.

Fâni dünya kime kaldı Gelimli gidimli dünya Ahır son ucu ölümlü dünya

Yöm vereyim hanım: Karlı kara tağların yıkılmasın, kölgelüçe kaba ağacın kesilmesiin, karnın (taşkın) akan’ görklü (güzel) suyun kurumasın, kâdir Tanrı seni nâmerde muhtaç etmesin, çaparken (koşarken) ağboz atın büdrimesün (sürçmesin), çalışanda kara polat öz kılıcun gedilmesün (kırılmasın), dürtüşürken ala gönderin (mızrağın) uvanmasun (parçalanmasın), ağ sakallı baban yeri uçmak (cennet )olsun, ağ pürçeklü (perçemli) aman yeri behişt (cennet) olsun, ahır sana aru imandan ayırma-sun), âmin diyenler, dizâr (Tanrı’nın yüzünü) görsün, ağ alnında biş (beş) kelime dua kılduk kabul olsun, Allah veren umudun üzülmesün, yığış-dursun dürüşdürsün (derlesin) günahınızı adı görklü Muhammed Mustafa yüzü suyuna bağışlasın hanım hey.
Türk edebiyatının en ünlü ve en orijinal yapıtlarından sayılan Dede Korkut Kitabı’nın ilk nüshası Dresden (Almanya) Kral Kitaplığındaki yazmalar arasında bulunmuştur. Bu nüshanın adı «Kitab-ı Dedem Korkut Alâ Lisan-ı Tai-fe-i Oğuzan» (Oğuz Boylarının Diliyle Dedem Korkut Kitabı)dır. Vatikan’da bulunan diğer bir nüshanın başlığı «Hikâye-i Oğuzname: Kazan Bey ve Gayrı» adını taşır. Her iki kitap da Arap harfleriyledir. Dresden nüshası, bir giriş ve on iki öyküdür. Kitabı, H. O. Fleischer adlı bir Alman bilgini bulmuş, H. F. von Diez adındaki bilgin ise, kitabın bir kopyasını çıkararak onu bilim dünyasına tanıtmıştır (1815). Vatikan nüshasında bu öykülerden sadece altısı vardır. Son yıllarda bu kitaplıkta bir nüsha daha bulunmuştur. Buradaki ilk nüsha Ettore Rossi tarafından bulunup tanıtılmış (1950), daha sonra her iki nüsha, üzerinde yapılan incelemelerle birlikte yayımlanmıştır (Ettore Rossi, Kitab-ı Dede Qorqut, 1952).

Kitabı bizden ilkin Kilisli Muallim Rifat, Dresden nüshasının kopyalarına dayanarak, Arap harfleriyle (1916); daha sonra Orhan Şaik Gökyay yayımlamışlardır (Orhan Şaik Gökyay: Dede Korkut, 1938).

Dr. Muharrem Ergin, kitap üzerinde bilimsel incelemeler yapmış, her iki nüsha, fotokopileriyle birlikte, iki cilt olarak, Türk Dil Kurumu Yayınlan arasında çıkmıştır. (Dr. Muharrem Ergin: Dede Korkut Kitabı, I. «Giriş, Metin, Faksimile», II. «indeks, Gramer»). Kitabın aynca, bugünkü dile çevrilmiş çeşitli baskılan vardır (O. Ş. Gökyay: Dede Korkut, 1963. Muharrem Ergin: Dede Korkut Kitabı, 1969,1000 Temel Eser Yayınlan, vb.)

Akkoyunltılann egemenliklerini sürdürdükleri XV. yüzyılda, belki bu yüzyılın sonlanna doğru, yazıya geçirilmiş olan bu öyküler, genel görünüşüyle savaş ve kahramanlığa dayanır. Arka planda görünen, fakat bütün beyleri buyruğu altında toplayan Kam Gan Oğlu Bayındır Han, Oğuz ülkesinin hükümdandır. Burada okuduğunuz öyküde de görüldüğü gibi, Bayındır Han’m güveyisi Salur Kazan, Beylerbeyedir ve öykülerin en ünlü kahramanıdır.
Yardımcı

savaşı anlatır (Duha Koca Oğlu Dell Dumrul, Basat’ın Depegöz’ü Öldürdüğü); öbür sekiz öyküde Oğuz beylerinin, komşuları olan Rum, Ermeni gibi Hıristiyan düşmanlarla çarpışmaları anlatılır. Öyküler, bir Bey’in, bir Han’ın önünde anlatılıyormuş gibi söylenir. Bunlar, «Hanım bey» sözüyle başlar, ya da biter. Dede Korkut admdaki bilge kişi, olayın sonunda ortaya çıkar, öyküyü sonuca bağlar.

Öykülerde düzyazı ve nazım, birlikte yürütülmüştür. Manzum bölümler, nazım biçimi ve ölçü bakımından halk şiirimizin geleneklerine uymaz. Daha çok serbest nazma benzer. Düzyazılar içinde de aliterasyonlar, seciler var. Dede Korkut’-un bu niteliği, yapıt üzerinde incelemeler yapanları bazı yargılara götürmüş; «ilk Türk şiirinin bu tarzda bir yapıya sahip olduğu», bu öykülerin, bütünüyle, bugün elde bulunmayan bir «Oğuz Destanı»ndan, bir «Türk Epopesi»nden alındığı; bu bilinmeyen destanın, kimi yerleri belki aynen alınarak, kimi bölümleri özetlenerek yazıya geçirilmiş olduğu üzerinde düşünülmüştür (Vasfi Mahir Koca türk, Muharrem Ergin vb.). Nitekim, Dede Korkut’ta gördüğümüz «boy», destan; «boylama», destan söyleme demektir. «Soylama» da, manzume söyleme, destan okuma anlamındadır. Bunlar, öykülerin bütününün manzum olması gerektiğini, haklı olarak düşündürür. Üstelik, yapıtta tâm bir destan havası vardır.

Öyküler, on iki «boy»dur. Bunların çoğu birbiriyle bağlantılıdır. Eski Türk-lerin yaşayışları, gelenekleri, savaş biçimleri, ahlâk ve inanışları, aileye bağlılıkları, kadının toplumsal yaşamdaki yeri ve değeri üzerinde geniş bilgiyi kapsaması bakımından da ayrı bir önem taşıyan öyküler, tür olarak destan – öykü niteliklerini taşımaktadır.

Dede Korkut’un kişiliği, öykülerle ilgi derecesi, onları kendi yazıp yazmadığı üzerinde de pek kesin bir bilgi yoktur. Onu bize ilk tanıtan İlhanlı devlet adamı ve tarihçi Reşidüddin’in «Câmiü’t-Tevarih» adlı kitabıdır (1305). Bu tarihe göre Dede Korkut, üç yüz yıla yakın bir ömür sürmüş, dört hükümdara danışmanlık etmiş bir bilge kişidir. Bu kaynaktan başka, Osmanlı tarihçisi Yazıcıoğlu Âli (XV. yy.)’nin «Tarih-i Âl-i Selçuk» adlı kitabında; Ebülgazl Bahadır Han’ın «Şecere-i Terakime»sinde (1660); Evliya Çelebi’nin «Seyahatname»sinde ve daha birçok kaynaklarda bilgi vardır.

Dede Korkut Kitabı’nın Giriş bölümünde de Dede Korkut şu sözlerle tanıtılmaktadır: «Resul Aleyhisselâm zamanına yakın Bayat boyundan Korkut Ata derler bir er koptu. Oğuzların ol kişi tamam bilictsiydi. Ne derse olurdu. Gaipten türlü haber söylerdi. Hak Teâlâ anın gönlüne ilham ederdi… Korkut Ata, Oğuz kavminin müşkilini hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmayınca işlemezlerdi. Her ne ki buyursa kabul ederlerdi. Sözün tutup tamam ederlerdi.»

Öykülerdeki birkaç olayla, Yunan mitolojisi arasında yakınlıklar vardır: Pe-lias’m güzel kızı Alkestisle evli bulunan Tesalia Kralı Admetos’un, Tanrıça Ar-temis’i gücendirmiş olması yüzünden ölüm cezasına çarpılması; bir başkası, kendi yerine ölmeği kabul ederse bağışlanacağı; Admetos’un, anasına ve babasına baş vuıuşu; onların, ölmeği göze alamamaları üzerine karısı Alkestis’in, kocası için ölüme katlanması ve bu üstün davranışı karşısında duygulanan Herakles’in Al-kestis’i kurtarması (bkz. Euripides, Alkestis) olayı. Dede Korkut’ta: Tann’yı gücendiren Deli Dumrul’a canlarım vermek istemeyen ana ve babasına karşılık karısının ölmeğe katlanışı ve sonradan ikisinin de bağışlanması; yine, Yunan mitolojisinde, Passeidon’un oğlu tek gözlü dev Kyklops Polyfemos’un, bilmeden mağarasına giren ve arkadaşlarım Dev’e kaptıran Odysseus’un, ucu ateşli bir kazıkla Devin sözünü kör edişi, büyük bir koçun kamına yapışarak mağaradan

rasmdan çıkmayı başarması; yine Odysseus’un, Troya’dan dönerken Ggygia adasına düşmesi, burada yedi sene kalışı, adanın kraliçesi Kalypso’nun ona âşık oluşu; yurtta bıraktığı karısı Penelope’nin, kendisini evlenmeğe zorlayan prenslere, ancak, kocasının yayım gerip atacağı okları yedi halkadan geçirene varabileceği koşulunu öne sürmesi; yarışmayı yalnız, dilenci kılığına girerek kendini gizlemiş olan ve yurduna dönmüş bulunan Odysseus’un kazanışı ve öteki sorulan yanıtlayıp kendini tanıtması olayına karşı Dede Korkut’ta: Bamsi Beyrek’in kâfir kalesinde on altı yıl tutsaklığı; Kale Beyi’nin kızının kendisine âşık oluşu ve onun yardımıyle kaleden kaçışı; karısı Banı Çiçek, başkasıyle evlendirilmek üzere iken Bamsi’nin dilenci kılığıyle bir deli ozan olarak düğünde bulunuşu; beylerin ve bu arada güveyinin ok yanşlan; Bamsi’niıı ortaya getirilen gerilmesi güç, çetin yayını ancak kendisinin gerebilmesi ve oku, hedefe konan yüzükten geçirişi; Bam Çlçek’in, sorularını da yanıtlayarak kendisini tanıtması gibi olaylar, göze çarpan benzerliklerdir.
X — Okuduğunuz öykü, hangi kahramanın çevresinde g© lişiyor? Olayın öteki kahramanlan kimlerdir? Bu kişilerin, daha çok hangi nitelikleri üzerinde durulmuştur?

2 — Karaçuk Çoban, düşmanın atma, tolgalına, gönderine, kılıç ve okuna karşılık nelerini ortaya koyuyor? Böylesine bir konuşmanın anlamı nedir? Bu, onun kişiliğini yansıtıyor mu?

3 — Salur Kazan’m, yağmalanmış ve perişan edilmiş yurdu karşısındaki duygularını, geçirdiği ruh sarsıntısını belirten sözlerini bulup gösteriniz. Yurdundan neler gitmiş, neler kalmış? Bunlan niçin sayıp döküyor?

4 — Uruz’un kesilerek etinden anasına yedirilmek istenmesi olayı karşısındaki ana – oğul davranışlannı inceleyip değerlendirinik. Bu büyük ve soylu davranışın ödülü nedir? Buradan nasıl bir aile ve ahlâk anlayışı çıkarabilirsiniz?

5 — Anası ve aile namusu uğruna canını esirgemeyen Uruz, ağaç karşısında neler düşünüyor? Ona neler söylüyor? Bu yiğit, ölümüyle geride neler bırakacaktır? Bunlara niçin «yazık»tır? Uruz’u içten kavuran gizli duyguyu açıklayınız.

6 —■ Salur Kazan’m yardımına koşup gelen beyleri, öykücü nasıl bir dille tanıtıyor? Her bahadırı, yiğitlikleriyle ve teker teker tanıtması nedendir? Öykücünün bu söyleyişinde savaşı Türklerin kazanacağına güveni, onlardan duyduğu gurur belli oluyor mu?

7 — Dede Korkut, öyküde nasıl bir görev almış? Neler söylüyor? Duasının kişiye ve doğaya bağlı yanlannı söyleyiniz.

8 — Öykünün manzum söyleyişlerini nazım biçimi, ölçü ve dize kümelenişi bakımlarından inceleyiniz.

9 — öykünün düzyazılarında yer yer seciler, simetrili söyleyişler var. Aşağıdaki cümleleri bu yönden inceleyiniz ve buna başka örnekler bulunuz:

«Ol gün bir kıyamet savaş oldı, meydan dolu baş o!dı.>>

«Şahbaz şahbaz atlar yügürdü, nalı düşdü.»

«Ala ala gönderler süsildi. Kara polat öz kılıçlar çalındı, yalmanı düşdü. Üç yelekli kayın oklar atıldı, demreni düşdü.»

10 — Öykünün giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini gösteriniz ve her bölümde anlatılanı özetleyiniz.

1 — Buraya alman metinde, Prof. Dr. M. Ergin’in «Dede

—- Korkut Kitabı, I. 1958» adlı yapıtından yararlanılmıştır.

q:|. Öykünün dili; üslûba dokunulmadan, sözcükler üzerinde

* küçük değişiklikler yapılarak, bugünkü sövlevise vaklnstı-
I
Metin Üzerinde İnceleme:

dolu Türkçesi»yle yazılmıştır. Bu dil, XII. yüzyıldan sonra Anadolu’da gelişir; XV. yüzyıldan sonra, Arap ve Fars dillerinin kanşımıyle yazıda «Osmanlıca» adını alır. Öykülerin XV. yüzyılın sonlarına doğru yazıya geçirildiği sanılmaktadır.

Öyküde, bir kitap dili mi, yoksa konuşma dili havası mı var? Bunu örneklerle belirtiniz.

2 — Dilde birçok Arapça, Farsça sözcükler kullanılmış; bunlardan birçoğu İslâm dini etkisiyle dilimize girmiş: Şehit, didar (yüz, Tanrı yüzü), iman, dua, günah gibi.

Kimi sözcükler savaşla ilgili: Leşker (asker), gaza (savaş, din uğruna savaş), zarb (vuruş) gibi.

■ Bu gibi sözcüklerin dilde çok az yer tuttuğunu; öykünün, o çağın duru Türk-çesiyle yazıldığım bir iki tümce üzerinde inceleme yaparak belirtiniz.

3 — Fiil ve fiilimsiler, söyleniş ve çekimlerinde çağının özelliklerini taşımaktadır:

a) Fiil köklerine (emir kipi*) -gil, -gıl getirilerek yapılmış emir kipi: Gelgil, vergil, basgıl gibi.

b) -geç ekiyle yapılmış fiilimsi: Digeç (deyince).

c) Fiil köklerine -üben, -uban, -übeni (ubanı) takılan getirilerek yapılmış bağ-fiiller: Uzanuben (uzanarak, uzanıp), gelüben böğürdübeni gibi.

d) Zaman belirten fülimsiler, -medin ekiyle: Öğle olmadın (olmadan), ahşam olmadın gibi. ‘

4 —■ Yeterlik fiilinin olumsuzu: Fiil köklerine (-e, -a) sesleriyle birlikte «bilmek» fiili getirilerek yapılan bu fiilin olumsuzunda, bildiğiniz gibi «bilmek» füli kalkari Alabilirin, alamam gibi.

Metinde gördüğünüz «Aklım, usum derebilmen. Kalasın yorabilmen» tümcelerindeki yeterlik fiillerini bugünkü söyleyişe göre biçimlendiriniz.

5 — isim halleri:

a) -de hali, bugünkü -den anlamı taşımaktadır: Alnında bir öpdi (alnından bir öptü). {

b) İyelik ekinden sonraki (-n) yardımcı sesi, metinde, bugünkü -i hali anlamı taşımaktadır: Alaca atın ne öğersin (alaca atım ne översin) gibi.

(Bu söyleyiş, örneklerini daha sonraki yüzyıllarda da göreceğiniz gibi, Türk halk edebiyatında bugüne değin süregelmiştir.)

Bu söyleyişlere, metinden, başka örnekler bulunuz.

6 —• Dede Korkut’un diliyle, bugünkü Türkçemiz arasında kimi ses değişmeleri olduğu görülüyor:

a) t-d değişmesi: D sesinin, t olarak söylenmesi, Doğu (Hakaniye) lehçesinin bir özelliğidir. T sesi Batı (Oğuz lehçesi, Türkiye Türkçesi) lehçesinde d olarak söylenir. Doğu lehçesinde t a ğ , Batı lehçesinde dağ gibi.

Doğu lehçesindeki söyleyiş, Dede Korkut’ta da vardır: Turturan (durduran),

b) m-b değişmesi: Doğu Türkçesinde, daha çok, sözcük başlarında görülen m sesi, Türkiye Türkçesinde b söylenir. Doğu Türkçesinin bu söyleyişi Dede Korkut’ta da görülüyor: Mere, menüm; Türkiye Türkçesinde: Bre, benim gibi.

M sesiyle söyleme, Azerî lehçesinin bir özelliği olarak Fuzûlî’de de görülür.

c) k-h değişmesi: Bugünkü Türkçemizdeki k sesi, Dede Korkut’ta, kimi sözcüklerde h sesi olarak görülüyor: Ahşam (akşam), oh (ok), yazuh (yazık) gibi.

Bu değişme, Dede Korkut’ta kesin değildir; her iki söyleyişe de rastlanıyor. Kimi zaman, aynı sözcüğün her iki sesle de yazıldığı görülüyor.

ç) e-i değişmesi: Dede Korkut’ta kimi sözcüklerde görülen i sesi, Türkiye Türkçesinde e sesine dönmüştür: Dede Korkut’ta:- Geli geli; bugünkü dilimizde: Gele gele gibi.

Bu değişikliklere, metinden, örnekler bulunuz.

 

One thought on “DEDE KORKUT

  1. bottes mexicana brodées dedi ki:

    Ben submit bazı geçmesi ve ondan bir çok bilgi keşfetti. Heyecan verici makaleler bu tür gönderdiğiniz için çok teşekkür ederiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir