Fakat bu kalblerle gerçeği anlamazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, fakat işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve şaşkındırlar. Gafil olanlar da işte bunlardır” 33 buyrulmaktadır.
Özetle diyebiliriz ki, kâmil insan her iki âlemi de seyreden, keşfeden, bilen ve bildiren bir aynadır. Onun için bir kudsî hadiste, “Yere ve göğe sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım” buyruldu. Kısacası o (kâmil insan), kalbi ile sonsuz bir âlemdir.
Yaşayış ve idrakleri bakımından insanları üçe ayırmak gerekir:
1. Yalnız hayvanî duyguları ile dünyada hayvanî bir hayat yaşayanlar,
2. Yalnız mânevî hayat yaşayanlar,
3. Maddî ve mânevî hayatı birleştirip, her ikisini de yaşayanlar.
Alemi değerlendirmede ve yaşamada en üstün hal üçüncü haldir. Ne dünyası için ahiretini, ne de ahireti için dünyasını terketmemiş insandır, kâmil insan. O, her ikisini de Allah için yaşayandır. Halk içinde Hak ile olmak, halk ile Hakk’ı unutmamak esastır. Bu hal, kâmil insanın halidir.
Kâmil insan, Hakk’ın zatında yokluk içindedir. Ve o, her hali ile Hakk’ı zikirle meşguldür. Onun zikri hem hafî, hem cehrî ve hem de hâlîdir.
İnsan-ı kâmil, insanları Hakk’a götürmekle de mükelleftir. Denilebilir ki, irşad, onların başta gelen görevidir. Onlar, irşad ettiği öğrencilerine yaşayışlarıyla örnektir. Kısaca onların dersi diljle değil, hâl iledir.
İrşad ehli madem ki hali ile (yaşayışıyla) örnektir, o halde onun hem dünya, hem dç ahireti için çalışması örnek olmalıdır.
İnsan-ı kâmil, geçimi için başkalarına el-avuç açan insan değildir. Bilâkis bu vadide de himmetini insanlardan esirgemeyen insandır.
İnsan-ı kâmilin vazifelerinden biri de bilgisizlik ile cahil kalmış insanlara, Hakk’ı tanıtıp kafaca ve ruhça insan yapmaktır.
Nisa suresinin 75’inci âyet-i kerimesinde Yüce Rabb’i-miz, “Bize kendi katrndan bir veli ver” ve yine En’am suresinin 90’ıncı âyetinde, “Onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir; onlann hidayetine uy” buyurarak insan-ı kâmilleri insanlara öğretmen kılmış, insanlar da onların öğrencileri olmuşlardır. Onların bu mümtaz vazifelerinden dolayı, Allah indinde özel mertebeleri ve mevkileri vardır. Nitekim Yunus suresinin 62’nci âyet-i kerimesinde: “İyi bil ki, Allah’ın velilerine korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir, de” buyurulmaktadır. Cenab-ı Hak, bu kullarının işlerini gördüğüne dair de A’raf suresinin 196’ncı âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır: “O, sa-lihlerin işlerini görür”