Tabiîn döneminin ünlü evliyalarından olan İbrâhim Edhem, Belh şehrinde sultan idi. İbrâhim Edhem, beş vakit namazını kılan, günahlardan sakınan, yoksulları gözeten, İslâm hukukunu uygulayan ve halkı tarafından çok sevilen âdil bir hükümdardı.
Bir gece yatsı namazını kıldıktan sonra yatağına uzanmış, henüz uyumamıştı.
Aniden sarayın çatısında gürültüler oldu ve az sonra muhafızlar iri yapılı bir adamı yakalayıp getirdiler.
İbrâhim Edhem öfkelenerek iri yapılı adama,
“Sen kimsin? Ne işin var benim çatımda?” diye sordu.
İri yapılı adam, “Sultanım ben deveciyim, bir devem kayboldu da onu aramaya çıktım.” dedi.
İri yapılı adamın bu sözüne çok kızan İbrâhim Edhem, “Be hey adam! Sen deli misin, çatıda deve aranır mı?” diye bağırdı İri yapılı adam gülümseyerek, “Ey sultanım! Sen bunca konfor ve saltanatın içinde cenneti arıyorsun da benim çatıda deve aramama niye kızıyorsun?” dedi ve kayboldu.
İbrâhim Edhem bu olayı İlâhî bir mesaj olarak algıladı, çok duygulandı ve o geceyi uyumadan ibadetle geçirdi.
Sabaha kadar bu olayın şokunu üzerinden atamayan ve sarayda sıkılan İbrâhim Edhem, av bahanesiyle bir ormana gitmeye karar verdi ve atların hazırlanması için görevlilere emir verdi.
Atlar hazırlanınca kırk muhafızla birlikte yola çıkan İbrâhim Edhem, ormana yaklaşınca muhafızlara, “Siz beni burada bekleyin.” dedi ve kendisi hayatında ‘ defa tek başına ormana daldı.
Babası Edhem de sultan olduğu için İbrâhim Edhem sarayda doğmuş ve sarayda büyümüştü. Hayatında ilk defa yalnız geziyordu, hem de ıssız bir ormanda ve vahşi canavarlar arasında!
Ormanda etrafına bakınıp tefekkür ederken bir aralık kuş sesleri ilgisini çekti ve onlarla birlikte “Allah!, Allah!..” diye zikretmeye başladı.
Gönlü biraz rahatlayınca geriye dönmek istedi ama dönemedi. Çünkü farkına varmadan geldiği yerden çok uzaklaşmış, izini kaybetmiş ve ormanda kaybolmuştu. Şimdi gerçekten yalnızdı ve orman kendisine mezar mı olacaktı? Çok yorulmuş, karnı da acıkmıştı. Birkaç lokma atıştırır-sam belki aklım başıma gelir diye azık çantasını alıp atından indi ve yere oturdu. Ancak çok susamıştı ve yakındaki bir dereden de su sesi geliyordu. Su almak için dereye giderken aniden bir kartal gelip azık çantasını kaptı ve uçup yakındaki bir tepeye kondu.
ibrâhim Edhem’in ümidi tükenir gibi oldu. Çünkü kader çarkı hep ters yönde dönüyordu. Kimsenin bilmediği bir yerde yapayalnızdı, üstelik azık çantasını da kartal kapıp kaçmıştı. Şu anda açlığını gidermek için kartalın konduğu tepeye kadar gidip kartalın artıklarını yemekten başka bir seçeneği kalmamıştı.
Kartalı ürkütüp kaçırmamak için yavaşça tepeye çıktı. Ancak gördüğü olay karşısında adeta şok oldu, açlığını ve yalnızlığını unuttu.
Elleri ve ayakları ağaçlara bağlanmış bir adam, yerde sırt üstü yatıyordu; kartal da gagasıyla parçaladığı ekmeği lokma lokma onun ağzına atıyordu.
Kartal uçup gidince İbrâhim Edhem adamın yanına geldi. Önce bağlarını çözdü, sonra kimliğini ve başına gelen olayı sordu.
■ Adam dedi ki: “Ben tüccarım. İki gün
önce boğazdan geçerken yol kesiciler kervanımıza saldırdılar ve arkadaşlarımı öldürdüler. Beni de vahşi hayvanlar tarafından parçalanıp işkence ile ölmem için buraya bağladılar.” İbrâhim Edhem, “Peki sonra ne oldu?”
“Yol kesiciler gidince cân-ı gönülden Allah’a yalvardım. Çünkü beni buradan ancak O kurtarabilirdi. İşte gördüğün gibi Allah bu kartalı bana gönderdi ve yuvadaki yavru kuşları analarına baktırdığı gibi bu kartala da beni baktırdı.” dedi. Bu olay üzerine İbrâhim Edhem, tevekkül makamının kokusunu aldı ve helâlleşip o adamdan ayrıldı.
İbrâhim Edhem bir şoku atlatmadan ikinci bir şoka daha girmişti. Ya Rab! Neler oluyordu bu dünyada? Bu olayları perde arkasından yöneten Allah’ın (c.c.), tek ve gerçek sultan olduğuna tüm duyguları ile inandı ve dünya sultanlarının ancak bir kukla olduğunu anladı.
Tevekkül makamının kokusunu alınca gönlü rahatladı, korku ve kuşkulardan arındı ve yalnızca Allah’a (c.c.) bağlandı. Artık sanki başka âlemlerde yaşıyordu ve gönlü Allah aşkı ile yanıyordu. Ağlayarak “Allah!, Allah!..” diye zikretmeye başladı ve kendini ormanın dışında güvenli bir yerde buldu.
Artık Belh şehrine dönmek istemiyordu. Çünkü ilâhî aşk, sarayından ve saltanatından çok daha tatlıydı. Allah dostlarına kavuşmak ve onların ruhsal feyzinden yararlanmak için gurbet illerine gitti.
Allah dostlarının ruhsal feyzinden yararlanmak ve onların yoluna girebilme
için öncelikle nefsi emmarenin öfke, şehvet, kin, kibir, hased, ün, onur, benlik ve dünya sevgisi gibi duygularını kontrol altına almak zorunlu olduğundan,
İbrâhim Edhem de işe buradan başladı ve nefsine karşı Cihâd-ı Ekber (en büyük cihad) ilan etti.
Sarayda doğduğu ve kendisi de yıllarca sultanlık yaptığı için özellikle nefsinin ün, onur, benlik ve lüks yaşama gibi kalıtsallaşan ve bağımlılık haline gelen duygularını kontrol altına alabilmek için nefsi ile kıyasıya cihad etti. Nefsinin aşırı bencilliğinden kaynaklanan onurunu kırmak için yıllarca sırtında odun taşıdı ve bunları halkın yoğun olduğu yerlerde satıp parasını yoksullara dağıttı.
Bir yandan nefsi ile cihad ederken diğer yandan Ruh – Nefis dengesinde, ruhsal üstünlüğü sağlamak için çok ibadet ediyor ve sürekli Allah’ı (c.c.) zikrediyordu.
Nefisle cihad, yani evliyalığın başlangıcı gerçekten çok zordur. Çünkü aşırı sert,
renksiz, kokusuz ve tatsız ham meyveleri yemeye benzer. Bu nedenle evliyalık yoluna girenlerin ancak binde biri bu uzun maratonu tamamlarken diğerleri elenir ve yolda kalır.
Elenenler bu fâni (geçici) dünyanın aldatıcı zevkleri ile oyalanır ve gönül darlığından bir-biriyle boğuşurken; maratonu tamamlayanlar imanın ve ibadetlerin tadını alır, manevi feyizlere, ruhsal huzura kavuşur ve iki âlemde (dünyada ve âhirette) sürekli mutlu olur.
İşte İbrâhim Edhem de maratonu tamamlayıp imanın, ibadetlerin tadını alan, manevi feyizlere, ruhsal huzura kavuşan dünyada ve âhirette sürekli mutlu olan binde birlerden biridir.
- * *
Birgün İbrâhim Edhem Dicle Nehri’nin kıyısında yere oturmuş, elbisesinin sökülen ve yırtılan yerlerini dikiyordu. Az sonra vah adamları ile birlikte oradan geçerken “Rak.r Edhem’’ gördü ve adamlarına:
Piino n ?U zavall|ya- saltanatını terk etti de eline ne geçti sanki!” dedi
İbrâhim Edhem elindeki iğneyi hemen suya attı ve balıklara, “Benim iğnemi getirir misiniz?” dedi. Balıkların hepsi dibe dalıp, içlerinden biri iğneyi ağzına alıp İbrâhim Edhem’e getirdi. İbrâhim Edhem iğneyi eline aldı, valiye baktı ve “İşte, elime bu geçti.” dedi.
İbrahim Edhem’i Allah (c.c.) için seven bir kimse birgün onun ziyaretine geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah dostu İbrâhim! Sana özeniyorum. Çünkü sen, insanların peşinden koştuğu dünya saltanatını ve dünya zevklerini elinin tersi ile ittin ve Allah dostlarının yolunu seçtin. Ben seni Allah için seviyorum ve senin yolundan gitmek istiyorum. Ancak ben, nefsimin günah tutkusundan kurtulamıyorum ve yaptığım tevbelere bağlı kalamıyorum.”
İbrâhim Edhem dedi ki: “Sana beş tavsiyede bulunayım. Eğer bunları can kulağı ile dinler ve gereğini yaparsan, nefsinin günah tutkusundan kurtulur ve Allah dostlarının yoluna girersin.”
O kimse: “Peki bu beş tavsiye nedir?” diye sorunca, İbrâhim Edhem dedi ki:
1- Günah işleyeceğin zaman. Allah’ın verdiği rızkı yeme! Çünkü hem Allah ın verdiği rızıktan yiyeceksin hemde ona isyan edeceksin bu olmaz veinsanlıkla bağdaşmaz.
2- Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın mülkünden çık ve başka bir yere git! Çünkü Allah’ın mülkünde oturup O’na isyan etmen, apaçık bir nankörlüktür ve insanlık dışı bir davranıştır.
3- Günah işleyeceğin zaman Allah’ın görmediği bir yere git ve orada günah işle! Çünkü Allah’ın huzurunda günah işlemen, gafletin de ötesinde çılgınlıktır ve insanlık dışı bir davranıştır.
4- Hiç beklemediğin bir anda ve beklemediğin bir yerde Azrâil (a.s.) karşına dikilince, ona: “Ey Azrâil! Sen vakitsiz geldin. Çünkü benim daha çook işlerim var. Bak kızım evlenecek, oğlum askere gidecek, eşim ameliyat olacak ve torunum da sünnet olacak. Ayrıca evim yarım, işim yarım ve ödenecek borçlarım (çeklerim, taksitlerim) var. Bunlarla uğraşırken namaz kılmaya ve tevbe etmeye vakit de bulamadım. Sen şimdi git de işlerimi tamamlayınca ve kaza namazlarımı kılınca gelirsin.” de!
o kimse dedi ki: “Ben Azrail’e şimdi git, sonra gel diyemem ki!
Bunun üzerine İbrâhim Edhem: “Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemeyeceğini bildiğin halde nasıl günah işliyorsun?” deyince, o kimse ağlamaya başladı ve “Beşincisi nedir?” diye sordu.
5- Mahşer yerinde sevapların ve günahların tartıldığı zaman, eğer sevabın hafif (az) gelirse, Allah (c.c.) zebânilere emir verecek.
“Onu tutun, (elini boynuna) bağlayın, sonra onu cehennem’e atın.” (Hâkka, 30-31) “İşte o zaman zebânilere karşı diren, ellerinden kaç ve cehenneme gitme!” O kimse yine ağladı ve tek bir kelime konu-şamadan İbrâhim Edhem’e sarılıp ayrıldı.
Değerli okurlarım! İbrâhim Edhem gibi bir Allah dostunun ve zâhidler sultanının yapmış olduğu bu beş tavsiyeyi tek tek biraz açalım ve bize yapıldığını kabul ede-fek uygulamaya çalışalım.