“Kuş ve Derviş” – Gönül Gözünü Açamayana Hırka Yetmez
Bir gün bir kuş, Hazreti Süleyman’ın huzuruna gelir. Gagası titrek, kalbi kırık.
Der ki:
“Ey adaletin sultanı, bir derviş benim kanadımı kırdı. Hakkımı aramaya geldim.”
Hazreti Süleyman dervişi huzura çağırır, kuşa ne yaptığını sorar.
Derviş kendini savunur:
“Sultanım, kuş yanımdaydı. Kaçmadı. Ben de zarar vermeyeceğini düşünerek tutmak istedim. Ama o sırada kanadını kırdım. O da teslim olur gibi duruyordu zaten.”
Hazreti Süleyman kuşa döner:
“Neden kaçmadın? Tehlikeyi sezmedin mi?”
Kuş başını eğer, kalbinden sızan sözlerle der ki:
“Ben onu derviş kıyafetiyle gördüm. Dervişten zarar gelmez sandım. Kaçmadım. Meğer içinde dervişlik yokmuş, sadece hırka varmış.”
Hazreti Süleyman bu söz karşısında derinden sarsılır.
Dervişin kolunun kırılmasına hükmeder. Ama o an kuş, dervişin önüne atılır:
“Hayır Sultanım, kolunu kırmayın. O kol iyileşir… Ama değişmez. Siz onun kolunu değil, üstündeki hırkayı alın. Ki bizim gibiler, bir daha şekle aldanmasın.”
Ve işte en büyük ders orada saklıdır:
Gerçek dervişlik, hırkada değil; gönülde, hâlde, davranıştadır.
Kıyafetle gelen, şekille kandıran her şey bu dünyada çoktur.
Ama insan, özle ölçülür; dışla değil.
Çünkü bir dervişin sadece hırkası varsa…
O, kanat kırar.
Ve her kırılan kanat, göğe bir kuş eksiltir.