Önce alış verişler yapılıyor, sonra yemekler…
Terler dökülüyor adeta. Şu yemek böyle olur, bu böyle yapılır türünden sözler… Sonra sözde mahalli lezzetler diziliyor tek tek masaya. Birbirlerini daha önce hiç görmeyen, tanımayan insanlar aynı masada buluşuyorlar. En zarif görünümleriyle kadınlar ve erkekler, yemektir, nimettir, insan ahlak ve erdem dinlemeden, sade bir kuru gürültü ve sırf komiklik olsun diye şaklabanlar gibi toplanıyorlar kamera karşısına. Sözüm ona adı da “yemek” programı.
insanlarımız ilk başta bir şeyler öğrenmek için başlıyor izlemeye. Sonra adeta takılıp kalıyorlar boş gözlerle ekrana. O basit eleştiriler, yapay konuşmalar, saygısız sohbetler, kurgulanmış eleştiriler ve en acısı nimete karşı yapılan hakaretler, burun kıvırmalar, eksik aramalar, bir sürü eksikler, çirkinlikler arayıp sofrayı alt-üst etmeler, nimeti beğenmezlik- ler… Midemiz bulanıyor hatırladıkça. Ama yazıyoruz, vazifemiz bu.
Yok tatlı servisi eksik konmamalıymış, yok efendim servis hatalı sıralanmış, bu modern kaşık-çatala klasik peçeteler hiç uymamış derken bir de İtalyan, Amerikan servisi, spesiyali deyip kültür şoku da yaşatmazlar mı insana! Kimsenin kimseye saygısı yok.
Bir şov, bir reyting programından öteye gitmiyor. Yapılan işler normalmiş gibi algılanmaya başlanıyor. Bizim kültürümüzde böyle bir misafirlik anlayışı, böyle bir sofra ve yeme kültürü yok. Daha doğrusu yoktu.
Peki ya şimdi?
Her yiğidin yoğurt yemesi farklı diye bir sürü yiğit çıktı meydana. Şurası muhakkak ki, o yemek yapan yiğitlerin çoğu yemekten anlamadığı gibi yemek yapmayı dahi bilmiyor. Maksat yeşillik olsun ekranlarda. Ne de olsa benim milletim saf ve masumane önüne geleni izliyor ya… Ne gözlerini kapatabiliyor ne de duymamak için kulaklarını tıkayabiliyor.
Televizyonun esiri olan bir toplum olarak yaşıyoruz adeta. Özellikle kadınlara yönelik bu tür programların saati iyi ayarla
nıyor. Kale içten fethediliyor. Annelerimiz, eşlerimiz ve maalesef çocuklarımız hep birlikte izlemeye başlıyorlar. Ne var ne yok demeden, hiçbir seçicilik yapmadan… Gün bitip de akşam olunca, yani eşler de eve geldiğinde, programların da içeriği değişmeye başlıyor. Hiçbir ahlaki kaygı gütmeden yayınlanan dizi ve programları ekrana kilitlenerek izlemeye başlıyoruz. Akşam dizilerine hiç dokunmuyorum o nedenle. Zira o dizileri izleyenlerin şu an böyle bir dergide böyle bir makaleyi okuyacaklarını hiç zannetmiyorum.
Bakmayın böyle anlattığıma. Böyle rezil dizi ve programları oturup da izlediğimi sanmayın sakın! Model olsun diye söylemek istiyorum ki benim evimde televizyon bile yok… “Nasıl olur, bu çağda televizyonsuz ev mi olur?” derseniz, gayet tabi, oluyor işte. Olmalı da… Ancak evimde televizyon yok diye ben de “Nemelazım!” diyemem elbet. İşimiz insanlarla olduğundan olsa gerek, bir kulağım medyadadır çoğu zaman.
Ülkemde neler oluyor, halkım ne izliyor, en çok izlenen programlar ve kanallar hangileridir, diye etraflı bir araştırma yapıyorum.