Mûsâ Aleyhisselâm
İsTâiloğuUanna
gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde
üstünlükleri olan ve kendilerine “ulü’l-azm” denilen
altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ
ile konuştuğu için, “Kelîmullah” denilmiştir. Benî
İsrâil’e gelmiştir. Yâkûb aleyhisselâmın soyundandır.
Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının
ismi İmrân’dır. Annesinin ismi Nüceyb
veya Nâciye veya Yuhâbil’dir.
Hazret-i Yûsuf’tan sonra, Mısır’da, İsrâiloğulları
iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb
ve hazret-i Yûsuf’un bildirdikleri dîne inanıyorlar
ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır’ın
eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı
ve İsrâiloğullarma hakâret gözüyle bakar,
başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır
işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe
ederlerdi. Benî İsrâil, Kıbtî kavminin kötü
muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden
bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin
eski yurtları olan Ken’ân diyârma gitmek isterlerdi.
Fakat firavunlar onların Mısır’dan çıkmasına
izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı.
Mısır’ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen
krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler
yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında
binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü
teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı.
Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek
hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler,
sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının
başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında
Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır’ın yerli
halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrâiloğullarma ise hiç zarar
vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler,
İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya
gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk
olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki
kabîle hâlinde olan ve her bir kabîlenin başında bir
idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden
de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak
erkek çocukların öldürülmeleri için kânun
çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları
iyice arttı. Firavun’un emrine karşı gelenler
topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada
doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden
korkmuş ve çok endişelenmişti.
Kur’an-ı kerîmce onun kalbine meâlen şöyle
ilhâm edildiği bildirilmektedir: “Mûsâ’mn annesine
şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ’yı)
emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman
onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından
korkma, ayrılmasından kederlenme.
Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz
ve kendisini peygamberlerden yapacağız.”
(Kasas sûresi: 7)Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine
koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp
giderken akıntı onu Firavun’un sarayına doğru sürükledi.
Firavun’un hanımı Asiye, sandığı görerek
yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu
gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip;
“Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize
yarar, yâhut onu oğul ediniriz…” dedi. Onu emzirmek
için pekçok süt analar getirtti. Mûsâ aleyhisselâm
hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun
Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi
arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi
için kızını yâni hazret-i Mûsâ’nm kardeşini
gönderdi. Kardeşi saraya gidip; “Size bu çocuğu
emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber
vereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmm
annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun
memesini aldı ve bunun üzerine Firavun’un hanımı
Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin
haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında
emzirip büyüttü…
Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un sarayında büyüdükten
sonra sarayı terkedip akrabâsınm ve büyük
kardeşi Hârûn’un yanma gitti. Bir gün gördü
ki; İsrâiloğullarmdan biriyle bir Kıbtî kavga ediyor.
Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için
Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp
öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına
üzüldü. Firavun’un şerrinden çekinip, Mısır’dan
ayrılarak Medyen’e gitti. Orada peygamber
olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene
Medyen’de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla
evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den
ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız
olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine
ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi.
Elindeki asânm yılan olması mûcizesi ve
elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup,
ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur’ânı
kerîm’de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
“Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına
karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar
yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu
o azmıştır.” (Kasas sûresi: 32-33)
Hazret-i Mûsâ Mısır’a varıp, kardeşi Hârûn
aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun’a
gidip onu dîne dâvet ettiler. İsrâiloğullarım
serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında
bulunarak kabûl etmedi. Bunun üzerine
Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsmı yere bıraktı.
Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı.
Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü.
Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun,
durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler.
Hazret-i Mûsâ; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz.
Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcizesidir.”
diyerek onları îmâna çağırdı. Firavun ve adamları
hazret-i Mûsâ’nm sözlerini dinlemediler. Gösterdiği
mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler.
Firavun; “Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi
yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir
göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et.” diyerek
ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ
aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla
karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde
sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar
ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık
ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu
sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere
bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ
olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan
gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar;
“Bu mutlaka insan gücünün dışında bir
mûcizedir.” dediler ve hazret-i Mûsâ’ya îmân ettiler.
Bu hâdise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp,
baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma
inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ’ya îmân
etmiş olan kendi hanımı Âsiye’yi de şehit etti.
Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr
edince, Allahü teâlâ onlara çeşitli belâlar verdi. Önce
şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular.
Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa
istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe
hazret-i Mûsâ’ya gidip belânın kaldırılmasını ve
îmân edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca
azgınlıklarına devâm ederek îmân etmediler. Tekrar
belâlar başlarına geldi. Buna rağmen îmân etmediler.
Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar
Kur’ân-ı kerîm’in A’raf sûresinde bildirilmektedir.
Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği
mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır’dan
gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm
bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün îsrâiloğullarım
toplayıp Mısır’dan çıktı. Bunun üzerine
Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini
toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kizlideniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi
arkalarında düşmanı gören îsrâiloğulları endişeye
kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma
meâlen; “Asân ile denize vur.” (Şuarâ
sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Mûsâ bu emir
üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye
ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine
çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı.
On iki sülâle olan Îsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp
karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte
peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan
yol kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle
birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken
“inandım” demişse de onun ye’se kapılarak söylediği
bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur’ânı
kerîm’de meâlen şöyle buyrulmaktadır: “İsrâiloğullarını
denizden geçirdik. Firavun ve askerleri
haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına
düştüler. Firavun boğulacağı anda, “İsrâiloğullarınm
îmân ettiğinden (Allah’tan) başka bir
ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.”
dedi.” (Yûnus sûresi: 90) Ancak
Allahü teâlâ Firavun’un îmânını kabul etmedi
ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap
buyurdu: “Şimdi mi inandın daha önce baş
kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yûnus
sûresi: 91) “Biz de bugün seni cansız bedeninle
denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan
geleceklere bir ibret olasın. Bununla berâber
doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden
(ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler.”
(Yûnus sûresi: 92) Tefsîr âlimlerinden Zemahşerî
bu âyeti şöyle tefsir etmiştir.
“… Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız…
Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde
çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra
geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”
Firavun’un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından
Kızıldeniz kenârmda kumlar arasında bulunarak
İngiltere’ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu
zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına
rağmen, Firavun’un vücudu bozulmamış, etleri dökülmemiş,
tüyleri kaybolmamış hâliyle secde eder
vaziyette Londra’daki meşhur British Museum’da
sergilenmektedir. (Bkz. Firavun)
Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz’i geçtikten sonra,
Isrâiloğullarını Ken’an diyârına doğru götürdü.
Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu
kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı.
Onların bu hâlini gören îsrâiloğulları onlara
meyi ettiler. Hazret-i Mûsâ’ya; “Yâ Mûsâ! Onların
tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.” dediler.
Hazret-i Mûsâ onlara; “Siz câhil bir kavimsiniz.
Allahü teâlâ size nîmet ve kurtuluş verdi. Allahü
teâlâya îmân ediniz, şirkten ve putlardan kaçınınız…”
diye nasîhat etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhısselâma bir kitap indireceğini
vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi.
Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn’u (aleyhisselâm)
yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına
gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti.
Vasıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti.
Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu.
Mûsâ aleyhisselâm Tûr’da iken, Sâmirî adında
bir münâfık İsrâiloğullarınm ellerindeki altınları
topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin
ilâhınız budur diyerek îsrâiloğullarım aldatınca,
buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm
her ne kadar nasîhat ettiyse de dinlemeyip, ona
karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’dan dönünce,
bu hâle çok gadaplanıp Sâmirî’yi reddetti ve yaptığı
buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmirî de insanlardan
ayn ve uzak, vahşî bir şekilde, başkaları
ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz
hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmirî sahrâda
perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma
bu durumu sorunca; “Nasîhat ettim dinlemediler.
Az kaldı beni öldüreceklerdi.” dedi. Böylece
hazret-i Mûsâ’nm gadabı geçti. Onlara, kendisine
Tevrât’m indirildiğini bildirdi. Isrâiloğulları
da Tevrât’ta bildirilen hükümlerle amel etmeye
başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten
kurtulup, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet ettiler.
îsrâiloğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada
Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine
taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan
çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ
aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tîh Sahrasında susuz
kalan îsrâiloğullarma su ihsân etti. Allahü teâlânın
emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere
vurup, on iki tâne pınar fışkırıp îsrâiloğulları içtiler.Allahü teâlâ onlara “selva” denilen bıldırcın eti ve
“men” denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet;
“Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi
hubûbat ve sebze isteriz” dediler. Bu nimetlere
karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın
Ken’an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim)
kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul
etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; “Sen ve Rabbin
cebbârlara karşı gidip savaş edin.” dediler. Mûsâ
aleyhisselâmm akrabâlarmdan olan Kârûn, Mûsâ
aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için mallan
ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle
taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları
kırk sene müddetle Tîh Sahrâsmda kalmakla cezâlandırdı.
Kırk sene müddetle Tîh Sahrâsmda
şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları,
perişan hâlde telef oldular.
Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarınm
çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda
yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât
etti.
Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarım alıp, Lût
Gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket
ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu
ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria
Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin
karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken’an diyârı
gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan
Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmm
nerede vefât ettiği ve kabrinin nerede
olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs
civârında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir.
Hazret-i Mûsâ’nm şerîati (bildirdiği
dîni) hazret-i Isâ’nm gönderilmesine kadar devâm
etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep
Mûsâ aleyhisselâmm şerîati ile amel etmekle mükellef
oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât’ı
değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya
ayrıldılar. Bunlara Yahûdîler denilmiştir.
Mûsâ aleyhisselâmm mûcizeleri:
1. Asâsınm ejderhâ (büyük yılan) olması.
2. Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca,
güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları
kaçışırlardı.
3. Kavmiyle Kızıldeniz’in kenarına gelince
asâsını vurup denizde yol açması.
4. Tîh Sahrâsmda kavminin susuz kalıp, su
istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Benî İsrail’in
kabileleri adedince, on iki pınar akıtması.
5. Firavun ve Kıbtî kavmi İsrâiloğullarma zulüm
ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân
ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ’ya tûfân
mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı.
Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden
dışarı çıkamadı. Aym ve güneşin ışığı görünmez oldu.
Kıbtîlerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular.
Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının
evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun
ve Kıbtî kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve îmân
edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine îmân
etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.
6. Kıbtî kavminin ekinlerini, meyvelerini ve
giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen
çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi.
Bu çekirgeler İsrâiloğullarma hiç dokunmayıp,
Firavun’un kavmi Kıbtîlere musallat olmuştur.
7. Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın
Mûsâ aleyhisselâmm mûcizesi olarak Kıbtî
kavmine musallat olması.
8. Kurbağa mûcizesi. Kıbtî kavmi her belâya
tutuldukça, belâ kaldırıldığında îmân edeceklerini
söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri
üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların
istilâsına uğramaları da bu şiddetli belâlardan
biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine
düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler
ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından
midelerine girerdi. Geceleri üzerlerinde
toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı.
Firavun, bu belâ kaldırıldığı taktirde, îmân edeceğini
söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine
îmân etmedi.
9. Kan belâsı. Mısır’da bulunan bütün sular,
Kıbtîlerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı.
Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarma
ise böyle bir şey olmazdı.
10. İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit
kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmm
duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.
11. Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tîh Çölüne
geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için,
Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla
açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ aleyhisselâm
Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve
bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde
hazır olurdu.
12. Hazret-i Mûsâ’nm duâsı ile kuraklıktan
kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler
eski hâlini almıştır.
13. Hazret-i Mûsâ Tîh Sahrâsmda bulunan İsrâiloğullarının
durumunu merak edince bir kurt
gelip onların hâllerini haber vermiştir.
14. Hazret-i Mûsâ’nm duâsıyla san dikenler altın
olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân
etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte
yere batırılan Kârun, bu mûcize karşısmda âciz kalıp,
hased ederdi.
15. Yolculukta hazret-i Mûsâ’ya uzun mesâfeler
kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri
katederdi.Kur’ân-ı kerîmce Mûsâ aleyhisselâmdan
136 yerde bahsedilmektedir. Hakkında çok hadîsi
şerîf vardır. Yine Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şeriflerde
Hızır aleyhisselâm ile yaptıkları seyâhat
bildirilmektedir. Vahyi tebliğ için Cebrâil aleyhisselâm
ona dört yüz kere gelmiştir.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem
buyuruyorlar ki:
Kendimi, peygamberler arasında gördüm.
Mûsâ aleyhisselâm ayakta namaz kılıyordu.
Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zât
kabilesinden bir yiğit gibiydi.
… Sonra bizi altıncı semâya doğru yükseltti.
Cibril (aleyhisselâm) onun kapısını çaldı.
Kim o! denildi. CibrîPdir dedi. Yanındaki kimdir?
denildi. Muhammed’dir dedi. O’na “dâvet”
gönderilmiş midir? denildi. Cibril O’na dâvet
gönderilmiştir dedi. Onun üzerine bize açıldı.
Ben orada Mûsâ (aleyhisselâm) ile karşılaştım.
Bana merhabâ dedi ve hayır duâ eyledi.