ÇIPLAK RUHLAR IN YALNIZLIĞI

ÇIPLAK RUHLAR IN YALNIZLIĞI….çıplak ruhların yanlızlığı

Mevcut olanla olması gereken arasındaki fark hayallerinizdir….

Hayatın ne olduğunu merak eden Büyük çocuklar gibiyiz hepimiz.. İçimizdeki oyun oynama isteğini tatmin etmek için arıyor, Soruyor sonuna kadar sahipleniyor ve terk ediyoruz sonradan.. Sanki; Sanki kendi kendimizle hiç başbaşa kalmayacak mışız gibi Yalnızlık denen şeyi soğuk duvarların arasına hapsediyoruz daima.. Bir olmanın, Birey olmayı.. Birey olmanın hiç bir şey olmamayı gerektirdiğini bilerek yaptığımız şeyin adını yaşamak koyarken; Aslında her ihanet öyküsünde en çok kendimizi aldatıyoruz.. Hem de gözlerimizin ve gönüllerimizin gördüğü acı gerçeklerden utanmadan..
Sahi; Zor mudur birilerine sarılmak. Seviyorum demek için illa sevilmek şart mıdır yoksa? Kime sorsak; Ait olduğumuz hayatı yaşamak istediğinden dem vurur da hiç kimse sahip olduklarına layık olup olmadığını düşünmek istemez her nedense? Hoş Çıplak Ruhların yalnızlığını tatmadan önce yaptıklarımız ve yapmak istediklerimiz arasındaki kavgayı kimin kazandığını da merak etmiyor değildik.. Ama olsun; Artık biliyoruz nasılsa.. Hiç bir zaman ait olmadıklarımıza sahip olmaya çalışmayacak; Bize öğretilen doğruları sorgulamayacak hatta birileri izin vermeden nefes dahi almayacaktık. Halbuki; Bir şey hakkında karar vermenin yolu fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmaktan geçiyordu. Ve biz de sözüm ona “aydın” lar öncülüğünde kestirme den yürüyerek ilerlediğimizi zannediyorduk. Halbuki ait olma ve birey olma arasındaki mücadelenin esası çoğu zaman şerefsiz zaferlerin aldatıcı sarhoşluğuna teslim olmaktan sa şerefli mağlubiyetleri göze alarak ayık kalmaktan geçiyordu . Ve biz bunu biliyorduk!!
Ama yine de kim olduğumuzu; Ne olduğumuzu soranlara hep kaçamak cevaplar yetiştiriyor ve en çok ta Aynanın karşısında kendi kendimize yalan söylüyorduk.. Çünkü gururumuz bizi içinde yaşadığımız gezegenin etrafında dönen yıldızlardan biri olduğumuza inandırmıştı. Oysa ki evrene baksak; Her gezegenin kendi etrafında dönerken aynı zamanda kendi yörüngesinde de hareket etiğini görecek yani İradesi olan bir varlığın hiç bir güç ve kudret tarafından köleleştirilemeyeceğini bilecektik..
Bedenimizin kabul etmediğini aklımıza onaylatmak zorunda kalmadığımızı fark ettiğimiz gün bedenimizi bağlayan kelepçeleri kırıp ruhumuzdaki prangaları imha edecek ve ait olduğumuz hayatı yaşamak için sahip olduklarımızı feda etmek zorunda olmadığımızın farkına varabilecektik.
Aslında günümüz insanı biz demeyi unuttuğunan beri mevcut olanla olması gereken arasındaki kavganın girdabında benliğini arayıp durmuştur. Ve hemene hemen hepimiz bu devasa ailenin saygı değer bir üyesi olmaktan hoşnut olduğumuzu düşünerek bizden sonra gelen nesilleri bizimkine benzeyen öykülerin kahramaları olsunlar diye geçmişin hikeyeleri ile avutmuştuk..
Ama günümüz insanı artık ben demeye başladı. Ve ilk önce duyguları ile düşünceleri arasında şeffaf bir duvar örerek benliğini bir çoğul yalnızlığın girdabında mahsur bıraktı. Siz bakmayın günümüz insanınn “sosyalleşiyoruz” diye medya yoluyla toplumsallaşan kitlelere öykünmesine; Onlar kendi içlerindeki terk edilmişliği unutmak için her gece başka kollarda sabahlayan duygu fukaralarının sahte zenginliğine aldanmış bir avuç “Zaman tüccarı” sadece…
Belki bir gün; Bir kaçı bu derin uykudan uyanacak ve modernizm in dijital kelepçelerini kırarak ruhundaki yalnızlığı gidermek adına başka bir bedenin fiziksel varlığından çok daha fazlasına ihtiyaç duyduğunun farkına varacak, Ya da aklından geçenle kalbinden geçenin aynı kişi olmadığını düşünerek yüreğinin götürdüğü yere giderken yalnız olmamak gerektiğini düşünerek varoluşunu zenginleştirecek bir mutluluk hikayesi arayacak..
işte zamana kadar; Sen, Ben,Biz kısacası hepimiz tek kişilik bir sahnenin karşısındaki sessiz kalabalıklar olarak başrol oyuncusu olduğumuzu zannettiğimiz hayat tiyatrosu nun son perdesini izliyor olacağız. O gün geldiğinde ne üstümüzdeki apoletler ne sahip olduğumuz unvanlar ne etrafımızdaki insanların bize bir yardımı dokunacak. Tek başına sadece kendimizle ve kendi yapıp gittiklerimizle baş başa kalırken ne uğrana yaşadığımızı düşünmek için bol bol vakit bulacağız.
Belki aldığını geri vermediği için zamana sitem içeren sözler dökülecek kalemlerimizinden.. Belki de titreyen ellerimizin arasında kayıp giden yılların pişmanlığı sessiz bir çığlık gibi yükselecek yüreğimizden.. Ve o gün geldiğinde Dönülmez Akşam ın Ufkundaki Son vapuru bekleyeceğiz sadece.. Tıpkı Rindlerin Akşamındaki çoğul yalnızlığın bitmesini bekleyen diğer yolcu lar gibi..

Ahmet Ali Şahin
Araştırmacı Yazar..

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*