ÖRTÜSÜZ

— Jeol. örtü katmanlardın kalınlıklarına ve yapısına göre ocaklar ya açıkhavada veya kuyular ve galeriler aracılığıyle toprak altında işletilir. Birçok kömür havzası örtü katmanlarla kaplıdır; örtü katmanlarda, genellikle yeraltı suyunun bulunması, kuyu açmayı güçleştirir, maliyeti artırır ve su basmalarına yol açar. (LM)
ÖRTÜCÜ sıf. ve i. (örtü’den örtü-cü). Bk. OBTÜRATÖR.
ÖRTÜK sıf. (örtmek’ten ört-ü-k). örtülmüş, üzeri kapalı: Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum / Ağlıyorsun, nur gibi (F.H. Dağlarca). [M] ÖRTÜLME i. (örtülmek’ten örtül-me). örtülmek işi.
— Astron. Bir gökcisminin, Yer’deki gözlemciye göre, başka bir gökcisminin arkasından geçmesi.
— ANSİKL. Astron. Ay, arkasından geçen bir gezegeni veya bir yıldızı bir an için Yer’deki gözlemcinin gözünden sakladığı zaman, bu gezegen veya yıldız Ay tarafından örtülmüş olur. Ay ile Yer arasındaki uzaklık az olduğu için, yeryüzünün çeşitli noktalarındaki bütün gözlemciler aynı yıldızları aynı anda örtülmüş olarak göremez. Aynı yıldızın Ay kursu arkasında kaybolmasının değişik noktalardan gözlemlenebildiği saatler arasındaki fark, bu noktaların koordinatlarının belirlenmesinde temel olarak kullanılabilir. Fakat bu sonuçların asıl yararlanıldığı alan, Ay’ın hareketinin kesinlikle incelenmesi ve dolayısıyle, bu hareketin sayısız düzensizliklerini de hesaba katarak birbiçimli bir zaman tanımına va-rılabilmesidir. Merkür’ün Güneş kursu önündeki örtülmeleri de, bu gezegenin başka şartlarda çok güç gözlemlenebilen yörünge elemanlarının kesinlikle hesaplanmasını sağlar. (L)
ÖRTÜLÜ sıf. (örtü’den örtü-lü). örtüsü olan: Duvarlar nakışlıydı. Ortada yeşil örtülü büyük bir masa vardı (Ömer Seyfed-din). || Üzeri örtülmüş, bir şey ile kaplanmış: Uçurum o kadar derin ki bahçesinin sarmaşıklarla örtülü tahta parmaklığına kollarınızı dayayıp aşağıya baktığınız za-Güntekin). Gözleri eliyle örtülü olduğu halde başladı manzumeye (B. Felek). || Zf. Kapalı olarak, açıklama yapmadan: Onu da, bugünkü buluşmamız sahnesini de imkân nispetinde örtülü geçtim
Karay>-JI Örtülü ödenek. Bk. ÖDENEK. (Bk.EKClLTitMl ÖRTÜLÜ. Coğ. Bk. ŞENKAYA.
ÖRTÜM i. (örtmek’ten ört-ü-m). Yeni, örtmek, kaplamak eylemi.
Jeol. örtüm yaması, konumu, yatay taşınma sırasında oluşan parçalanma veya daha sonraki aşınma tarafından belirlenen arazı parçası, (örtüm yaması tabakaları bazen ters diziler halindedir.) || örtüm kütlesi, aynı anda sürüklenen tabakalarda veya birbiri ardı sıra sürüklenerek istiflenen birçok tabakadan meydana gelen bütün. (Üzerinde bulundukları toprağa uymadıklarından bu arazilere çoğunlukla yabancı kütleler denir; bu araziler örttükleri oluşuklardan eskiyse iki tabaka arasmdaki fark daha da belirgindir. Aşındırma, sürüklenmiş tabakayı parçalar ve oldukça geniş delikler (pencere) açar; bu deliklerden sürüklenmiş tabaka altındaki ana kaya o-luşuklannı (genellikle daha gençtir) görmek mümkündür. || örtüm arazisi, önce kenarlarından birine yaslanan, sonra uzayan ve esneyen (bazen «kök»ünden büe kopar) ve gerçek yerinden oldukça uzaklaşan antıklınal kıvrımın bozuşmasıyle meydana gelen arazi. (L) J
ÖRTÜNMEK dönşl. f. (örtmek’ten ört-ü-n-mek). Kendi üzerine bir şey örtmek: örtünmezseniz sabaha karşı üşürsünüz diye düşünmüştüm (Kemal Tahir). || Esk. [Kadın için] Erkekten kaçmak için başını ve yüzünü örtmek. (M)

Örtüsüz sıf. (örtü’den örtüsüz), örtüsü olmayan: Örtüsüz bir masa. || üzeri bir şeyle örtülmemiş. (M)
ÖRÜ i. (örmek’ten ör-ü). Halk dili, örmek eylemi. || örme, örgü. || Kumaşın yırtığını veya deliğini örerek onarma. II Yapı, bina. || Duvar, set. || Etrafı, çit, duvar veya iple çevrilerek ayrılmış yer. || ö-rü balçığı, samanlı çamur harcı. II örü taşı, sert yapı taşı.
— Zool. örü iğciği, örümceklerde ağ deliklerinin sonunda bulunan ve ağ ipliğinin çıkmasına yarayan küçük çıkıntı. (ML)
ÖRÜCÜ i. (örü’den örü-cü). örgü işi yapan kimse. || Kumaş veya örgülerdeki yırtıkları veya delikleri örerek onaran kimse. (M)
ÖRÜCÜLÜK i. (örücü’den örücü-lük). örücünün yaptığı iş. (M)
ÖRÜLMEK edilg. f. (örmek’ten ör-ü-l-mek). örmek işine konu olmak: Duvar örüldü. Hırka örüldü. Balıkçı ağları örüldü.
ÖRÜMCEĞİMSİLER çoğl. i. Karada yaşayan örümcekleri, akrepleri, keneleri ve uyuz böceklerini v.b. kapsayan eklembacaklılar sınıfı.
— ANSİKL. örümceğimsiler’de vücut iki (başlıgöğüs, karın) veya üç kısımdan (baş-lıgöğüs, karın, artkarın) meydana gelir; kimisinde göğsün ilk bölütü kendinden önceki parçalarla birleşip kaynaşarak başı meydana getirir (galeodes) veya vücudun tamamı bölütsüz bir bütün halini alır (uyuz böcekleri), kimisinde ise vücut solucan biçiminde ve halkalıdır (linguatula). Başlıgöğüs bölgesinde altı çift eklenti bulunur. Karında, hareket sağlayıcı üyeler yoktur. Karilin altı dar veya geniştir. Akreplerde, sonunda zehirli bir iğne bulunan bir artkarın vardır; telyphonus’larda art-karm hareketli bir iplik şeklindedir. Akreplerde, yalancıakreplerde ve silindir örümceklerde karın kısmı on üç bölüt halindedir, fakat örümceklerde, opilionlarda ve özellikle uyuz böceklerinde bölütler bir-biriyle tamamen kaynaşmıştır.
örümceğimsilerde duyarga yoktur; fakat buna kargılık üç çeşit uzantı vardır: zehir çengelleri, çene ayakları, bacaklar. Genellikle kısa olan zehir çengelleri, örümceklerin saldırı organlarıdır. Çengellerin ortası deliktir, zehir buradan çıkar.
Ağzın ardasındaki çene ayakları (pedipalp) kuvvetli . birer kıskaç halindedir. Gerçek örümceklerde bu ayaklar çengellerle son bulur, Bacaklar dört çifttir; değişik şekil-îr ve uçlarında basit veya karma-)rücü örümcekler) çengeller var-iezi delikleri, yalancıakreplerde bölütünde, örümceklerde ise a-

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*