Genel

OCAK

OCAK i. (esk. türk. ot, ateş’ten). Ateş yakmağa yarayan ve pişirme, ısıtma, ısınma v.b. işleri görmeyi sağlayan her türlü yer. j| özel olarak duvar kenarına yapılan ve içinde yanan ateşin dumanını yukarıya çekecek bir bacası olan girinti, şömine: Baba tstoyan bu manzarayı görmemek için ocağın kenarına çömeldi ve başını a-vuçlarmın içine aldı (Ömer Seyfeddin). En güzel bahar, yaz şiirleri belki de kış geceleri bir ocak başında yazılmış olanlarıdır (N. Ataç). Ocaktaki ateşin kızıllığı yüzüne vurmuş, yüzünü bayağı yumuşatmıştı (S. Kocagöz). || Eritilmek, fırınlanmak veya pişirilmek istenilen türlü maddelerin, içinde veya üzerinde, ısının etkisine bırakıldığı her çeşit aygıt: Yeni satın aldıkları ocakta gayet iyi börek pişiyor. Gaz ocağı. Havagazı ocağı, ispirto ocağı. || Teşm. yol. Bir şeyin en çok yapıldığı, yoğunlaştığı ye bulunduğu yer: Bilim ocağı. Hayır ocağı.
|| Aynı amaç ve düşünce etrafında birleşen kimselerin kurduğu teşkilât ve bu teşkilâtın toplanma, tartışma, dinlenme, eğlenme v. b.^ maksatlarla kullandığı bina: Afyon dergâhı en mühim Mevlevi ocaklarından birisiydi (N. Araz). Burda Türk ocağı vardı. Muhakkak ocaktan bir haber alacağını, bazı arkadaşlarına rastlayacağını ümit ediyordu (S. Kocagöz). || Ev, aile: O ne yangın ki: Ocak kalmadı söndürmediği (M.Â. Er-şoy). II Saygın, yüksek, soylu aile, hanedan: Konuşması ve davranışlarıyle eski bir ocaktan geldiğini belli ediyordu. || özel şekilde teşkilâtlandırılmış kuruluş: Yeniçeri ocağı. Asker ocağı. |j Kahvehanelerde çay, kahve v.b.nin pişirildiği bölüm: Çırak elerini kırmızı beyaz yollu peştemalının altından çıkardı, gelenlerin yüzüne bakmağa bile lüzum hissetmeden ocağa seslendi: — Bir şekerli, bir sade… (H. E. Adıvar). || Ocak sehpası, ocağın demir ayaklığı. || Ocak takımı, ocakla ve ateşle ilgili âletler.
Ocak bucak, evin her tarafı. || Ocağı batmak, mahvolmak, perişan olmak. || Ocağı sönmek, yuvası yıkılmak, aile birliği bozulmak. || (Birinin) Ocağına düşmek. Bk. DÜŞMEK. || Ocağına incir dikmek, bir kimsenin evini barkını yıkmak, mahvına sebep olmak. || Baba ocağı. Bk. BABA.
Esk. Ocağ-ı mihman nevaz, misafir ağırlayan yüksek soylu aile.
Tunus’ta süvari mangası. (Naiplik memurlarının muhafızlığını yapardı.)
— Denize. Ocak bastırmak, kazanın ocaklarındaki ateşi öne çekerek asgarî hadde indirmek. || Ocak çekmek, kazan ocağında ateşi söndürmek. || Kazan ocağı, istim kazanlarında ateş yakılan yer: Altı ocaklı kazan.

*?nay- Kireç ocağı (veya fırını). Bk. KİREÇ. || Kiremit ocağı. Bk. KİREMİT.
— Mad. oc. Maden, kömür veya taş çıkarılan yer. |f Ocak şefi (veya âmiri), ocağı idare eden mâden mühendisi. I Büyük ocak, günlük kömür üretimi 5 000 ile 10 000 DEN n OCa^’ H Maden ocağı. Bk. MA
— Sanay. Ocak boşaltıcı, itici bir kol yar-dımıyle kok’un ocaktan boşaltılmasını sağlayan makine. || Yayıcı ocak boşaltıcı, ha-
ilimler akademisi  kor halindeki kok’u, kok arabasına iten ocak boşaltıcı.
— Seram. Bir fırının tabanına yerleştirilen ve seramiğin pişirilmesi için gerekli kalori miktarını veren ısı merkezi. (Bir fırının et rafına sistemli bir şekilde yerleştirilmiş bir çok ocak vardır; bunlar nadiren fırın altın dadır. Ocakların şekli, fırının yapıcısına ve özellikle yakıtın cinsine göre değişir.)
— Şehirc. Toprak altındaki su kanallarının toprak üzerine açılan ve bir kapakla örtü lü bulunan deliği.
— Tar. Ocak taşı, üzerine konan ateşi muhafaza eden taş; aile üyeleri bu taşın çev resinde toplanırdı. (Ocak taşı Atina’da e vin en önemli sayılan odasında bulunurdu Roma’da ocak taşının yeri atrium’dur. XII. Yüzyıl Avrupası’nda büyük şöminelerde o cak taşı âdeti yeniden ortaya çıktı. Bıı şöminelerin ateş yanan yeri çıkıntılı bir mahfaza içinde kalır ve çevresi taş vey tahta sıralarla çevrilirdi.)
— Tasav. Bk. ANSiKL.
— Teknol. Ocak siperi (veya perdesi), bir ocağın veya bir şöminenin önüne yerleştirilen madenî saçtan paravana veya ızgara (KIVILCIM SİPERİ de denir.) [Bk. EK CİLT]
— Termik. Sanayi veya ev tipi ısıtma ci bazlarında yanma olayının meydana geldiği kısım. (Bk. ANSİKL.) || Alttan beslemeli ocak, kömürü alttan verip, külleri üstten boşaltacak şekilde yapılmış ocak: Alttan beslemeli bir ocakta, yakma havası soğuk kömürden sonra akkor kömürün arasından geçer. || Çapraz beslemeli ocak, içindeki yakma havasının akımı yükleme yönüne dik olan ocak. || Otomatik ocak, kömürün mekanik olarak yüklenip yakıldığı ocak. (Bk. KAZAN.) |! üstten beslemeli ocak, kömürün üstten doldurulup, küllerin alttan boşaltıldığı ocak: üstten beslemeli bir ocakta, yakma havası soğuk kömürden önce akkor kömürün arasından geçer.
— Teşk. tar. Ocak (veya yeniçeri) ağası, Yeniçeri ocağının en büyük kumandanı. (Bk. ANSİKL.) || Ocak ağaları, Yeniçeri ocağının ilerigelen ağaları. (Yeniçeri ağası, sekbanbaşı, kethüdabey, zağarcıbaşı, seksoncubaşı, turnacıbaşı, hasekiler, başçavuş, başdeveci, başyayabaşı, muhzır ağa, kethüdayeri ve başbölükbaşı.) || Ocak baş-yazıcısı Bk. ANSİKL. Ocak bezirgânı böl.
|| Ocak beytülmalcisi, Yeniçeri ocağına mensup olanlardan ölenlerin muhallefat*ını satarak tereke bedelini orta sandığına veya kara sandığa yatıran memurun adı. (Bk. ANSİKL.) || Ocak bezirgânı (veya başyatıcısı), Yeniçeri ocağının malî işleri, alışverişleri ve sınırlardaki yeniçerilerin ulufeleriyle uğraşan görevli. (Bk. ANSİKL.) || Ocak erkânı, yeniçeri ağası başkanlığında toplanan Ağa* divanına katılanlara verilen ad. || Ocak hekimleri ve cerrahları, ocağın sağlık hizmetlilerine verilen ad. (Bk. AN-S1KL.) || Ocak imamı. Bk. ANSİKL. || Ocak kâtibi (veya efendisi), ocaklıların maaş defterlerini tutan bağımsız bir kalemin şefine verilen ad. (Bk. ANSİKL.) || Ocak talimhanesi, yeniçerilerin Etmeydanı’nda ve Yeni odaların yanında ok ve tüfek talimi yaptıkları yer. (Bk. ANSİKL.) || Ocakı Bek-taşîyan, Yeniçeri ocağının kuruluşu sırasında Hacı Bektaş Veli’nin ocak için dua ettiği hakkındaki efsaneden dolayı yeniçerilerin ocaklarına verdikleri ad; kendilerine de «taifei bektaşiye», «zümrei bektasiyan» derlerdi.
OCAK
SAB0LU KÜRESEL SİVRİ UÇLU SİLİNDİR BİÇİMİNDE
çelik gövde alüminyum kılıf patlama imlâ hakkı
. şişkinlik
başlık
mermi silindirsel gövde
başlık düğmesi
lâle
diş açılmış ” kısım
merkezî boru mermi gövdesi diyafram
barut haznesi
kırmızı . bakırdan çember
MISKETLI 1891
ateşleme kapsülü
YALANCI BAŞLIKLI
— Zır. Çeşitli bitkilerin tohumlarını ekmek için hazırlanan çukur: Ocak usulü ekim. || Sulamanın iyi yapılabilmesi için, fi-delerin etrafında açılan yol yol çukurlar ve bu çukurların ortasında kalan yükseltilmiş toprak parçası: Patlıcan ve domates ocağı. || Ocak açmak (veya yapmak), fi-delerin etrafındaki toprağı yükseltmek için çukurlar hazırlamak. || Ocak sulamak, sebze veya çiçek fidelerim sulamak için toprakta açılan çukurlara su vermek.
— ANStKL. Folk. Ocak, halk inançlarında da önemli bir yer tutar. Eski ateşe tapma dönemlerinden kalan bazı halk inançlarına göre ocak, kötü ruhların, cinlerin, insanlara fenalığı dokunan gizli güçlerin korktuğu, sokulamadığı başlıca yerdir. Bu yüzden ocak, insanları cinlerin getirdiği
bazı kötülüklerden korur. Çarpılma, inme obüs mermisi ve uzun süren hastalıklara tutulanların sağlığa kavuşmaları konusunda ocağa sığınma geleneği vardır. Bazı hastalıklardan (özellikle sıtma) kurtulmak için, hasta bol ateşli ocak başına getirilir. Okunmuş, üflenmiş köpek kemikleri ocağa atılır. Hasta, yanan kemiklerden çıkan ağır kokulu dumanı derin nefes alarak ciğerlerine doldurur; ucu yanan bir odun ocaktan alınarak, hastanın başı çevresinde döndürülür.
Bu işlem sabahın erken saatlerinde birkaç defa tekrarlanır. Böylece, hastanın iyileşeceğine inanılır. Halk arasında ocakla ilgili buna benzer birçok işlem yapılır. Bk.
TÜTSÜ.
Halk inançları arasında gene ocakla ilgili dağlama, buğulama işlemleri vardır. Bunlar da ocağın koruyucu bir nitelik taşıdığı inancından gelir. Bazı yatalak hastalar, cinlerden korunmak için, ocak başında yatırılır.
Gene Anadolu’nun bazı bölgelerinde, yeni evlenenlerin ocağını ilk defa, çevrenin en uğurlu sayılan, en çok saygı gören kimsesine yaktırırlar. Yeni doğan çocuklar ebe tarafından ocak çevresinde gezdirilir. Kızlar, kısmeti açılsın, erken evlensin diye ocak çevresinde dolaştırılır; ocak başında boyunlarına okunmuş, üflenmiş muskalar takılır. Ocağa okunmuş tuz atılır. Bir kimse, düşmanına kötülük yapmak için, onun ocağına su döker, ocağı pisletir. Bazı kimseler, yoksulluktan kurtulmak, bazı kızlar kısmetlerini açmak, evlenmek ümidiyle zenginlerin ocağından ateş çalarlar. Anadolu’nun bazı bölgelerinde sabahları en iyi komşuya bile ocaktan ateş verilmez; evin uğurunun, bereketinin alınmasından korkulur, özellikle obalarda, yaylalarda eve bolluk, esenlik gelsin diye başkalarının, daha çok varlüçlı kimselerin ocak taşlarını çalma geleneği de vardır. Kışın köylerde, kadınlar arasında, ocak başı toplantıları yapılır. Mısır patlatılır, helva kavrulur, yemek yenir.
Gene bazı köylerde başka yere göçen, evi yıkılan kimsenin önce ocak taşı alınır.
— Mim. Ocağın tarihi, ateşin insanlar tarafından bulunması tarihiyle başlar. Tek hücreli ilk mesken tiplerinde ateş, odanın ortasında bir çukurda veya bir tümsek üzerinde yanardı. Duman, çatıdaki sazlar arasından çıkardı. Ocak olarak kullanılan tümsek veya çukur ise taşlarla çevrilir ve sıkıştırılmış kilden yapılırdı. Sonraları, çatıda bir delik açılarak dumanı buradan çıkarma yoluna gidildi. Eski Yunan’daki uygulama da böyleydi. Zamanla bu delik, yağan yağmurların içeri girmemesi için bir kapakla örtüldü. Böylece, aydınlanma ve baca görevini gören bir çatı feneri meydana geldi. Buna Eski Roma’da testudo denirdi. St. Gallen’deki manastırda bu uygulamaya rastlanır.
Ocağm gelişmesi, başlangıçta, daha çok ba-
Maurıce D’OCAGNE
OCAK
ocak ve gözleri
ca konusunda oldu. Ocak ilk tedbir olarak duvar dibine alındı ve duvar delinerek du manın buradan çıkması sağlandı. Ama bv d? yeterli olmayınca ağaç ve kııru dall-ırlr yapılan ilk bacalar ortaya çıktı. Evler gc lişip oda sayılan artınca, ocaklar da geliş ti ve gördükleri işe göre, değişil ^ şekiller aldı, yemek pişirmeğe ve ısınmağa yare yan ocak tipleri ortaya çıktı, önccîeri, ı sıtılması gereken her odaya ayrı bir ocak yapıldı. Sonraları, daha ekonomik Olar, merkezî sisteme geçildi: ocak merkezi bir yere kurularak, ateş, «dııman odası;, denilen hacimde yakılıyordu ve öbür odalarda kurulan toprak kümbetlere sıcak hava gon derilerek her yerin ısınması sağlanıyordu Avrupa’da, duvara bitişik olarak yapılmış ve bacası da yine bu duvar içine yerleşti rilmiş ocağa (şömine) ilk olarak XJl.yy.dr. rastlanır. Duvara bitişik yapılmış bu ıll ocaklarda, ateşin üstünü kaplayan ve bu tün duvar yüksekliğince uzanan davlıım bazlar vardı. Bunlar dumanı toplamağa ve. bacadan dışarıya vermeğe yarardı.
Ortaçağ ocakları genellikle büyük boyut tardadır. Bı> devirde ocaklarda yalnız dekoratif bakımdan bir gelişme görülür. Ro-nesansla birlikte ocak, salonların oneml’ bir unsuru haline geldi Çeşitli saray ve konaklardaki ocakların yapımında devrin ünlü heykeltıraş ve mimarları çalıştırıldı Ocağın teknik bakımdan gelişmesi XVII. yy.dan sonradır. 1620’de Savot adlı bir fransızın gerçekleştirdiği sistemle, ocağın bulunduğu odadaki rahatsız edici hava akımı
kısmen önlendi. Daha sonra XVIII. yy. ortalarında Benjamin Franklin, amerikalı kont Rumford ocak tekniğine birçok yenilik kattılar. XVII. ve XVIII. vy.larda ocak a ğızları küçülmeğe başladı. Ocak artık tamamen odaların dekorasyonuyle birlikte düşünülüyordu. XIX. yy.da ocak asıl görevine ve boyutlarına kavuştu. Artık bü yük salonların yalnız dekoratif bir parçası olmaktan çıkarak gereken hacimlerin ı sıtılmasmda kullanılan bir unsur oldu. Bu devirde duman tamamen duvar içindeki kanallarla dışarı verildiğinden, davlumbazın abartılmış şişkinliği de kalktı ve ocak dekoratif bakımdan daha sade şekiller aldı.
• Türklerde ısınmak ve yemek pişirmek İçin kullanılan ocak, zamanla değişikliklere uğradı, ilk türk ocaklarına göçebelik çağlarında rastlanır. Bu çağda, Türklerde iki türlü ocak vardı Birincisi açıkta, fakat belli yerlerde, özellikle yaylaklarda kuru lan. obanın veya birkaç ailenin ortaklaşa kullandıkları açık ocaklardı. İkinci türden olanlarına (çadırın içinde kurulduğundan) çadır ocakları deniyordu. Bunlar, çadırın kapışma yakın bir yerde ve karşılıklı yer leştirilen düzgün taşlardan yapılırdı. Bu o cak taşlarının çadırla birlikte taşındığı da olurdu. Gerek açıkta, gerek çadır içinde kurulan ocakların bazılarında, üzerinde ekmek pişirmeğe yarayan dit? ve geniş taşlar bulunurdu Eski Türklerde kutsa! bir nite lik taşıdığına inanıldığı için, ocaklara bü yük önem verilirdi. Ocağın ve ocakta yanan ateşin kutsal oluşu inancı, İranlIlardan geçti. Bu yüzden, Eski İranlIlarda olduğu gibi Türklerde de yüksek dağ doruklarında devamlı olarak yakılar ocaklar vardı. Koyun ve sığır otlaklarında çobanların ayrı ayrı açık ocakları bulunurdu. Açıkta ve çadırda kurulan ocaklardan ayrı olarak, toprağın içinde oyulan, üstü ve yanları taşla döşendikten sonra, yalnır ağzı açık bırakılan gömme ocaklar kurulurdu. Küçük bir fırını andıran bu ocaklarda koyun pişirilirdi, üzerinde yakılan ateşle içi ısıtılan bu ocaklar zamanla değişerek birer tandır* niteliğine büründü Türklerde, ocağın geçirdiği ikinci gelişim dönemi, yerleşik yaşama düzenine geçişle, evlerin yapımı ile başlar. Bu dönemde kurulan ocaklar hem yapıları, hem de kullanılış amaçları bakımmdan değişik özel likler gösterir. Köy evlerinde kurulan o caklar genellikle üç türlüdür: 1. evin giriş kapısına yakın, gfne’.likle toprak veya taş döşemeli bölümde, duvara gömülen bü yük ve bacalı ocak. Bunun, dumanı çek mesi için özel bir kalem’i (baca) vardır. Bu ocaklar ateşe dayanıklı taş veya tuğladan yapılır. Yemek pişirme, ısınma ve hayvan lar için büyük kazanlarda pişirilen yemlerin hazırlanmasında kullanılır. Bu ocaklar üzerinde, kazanın asılması için birer zincir bulunur; 2. köy evinin girişindeki «mutfak» denen yerin ortasında kurulan, çevresi açık, yuvarlak veya dört köşeli ocaklar. Bunların bazısı evin tabanından biraz alçak, bazısı ise yüksek olur. Bu tür ocakların hepsinde ekmek pişirmek için ateşe dayanıklı ve ocak taşı denen düzgün bir taş levha bulunur;
3. köy evlerinin dışında, daha çok samanlık veya merek denen yerlerde kurulan ocaklar. Bunlar yalnız hayvanların yiyeceği
Seyi»-
battal-
gazi
küiltyesmde
»S
ocakları
(1515)
Ahmed IH’ün yemek odasındaki ocak (1705), Feyhaman’ın eseri
yulaf, ot ve bazı yemleri pişirmek için kul lanılır. Bütün bu ocak türleri zamanla önemli değişiklikler geçirdi.
Bugün, Anadolu’nun birçok yerinde kut sal nitelik taşıdığına inanılan ve yılın bel li günlerinde «dernek» denen törenlerin yapıldığı yerlerde, yrrleşik ocaklar vardır Bunlar, ziyaret veya tören günleri yakılır, üzerlerinde yemek pişirilir, çevrelerinde birtakım ateş oyunları düzenlenir. Otrek yıkık evlerdeki, gerek kırlardaki ocakları kirletmek, onları yıkmak saygısızlık ve ı> ğursuzluk sayılır.
Türklerin, Anadolu’ya yerleşmesinden son ra, özellikle şehirlerde, ocakların büyük değişikliğe uğradığı görülür. Mimarî bakımdan gelişmiş ve kendine has bir ka rekter kazanmış ocak örneklerine anc-’1 OsmanlI devbtinin Barsa devrinden sonr; rastlanır Bu dönemde şehirlerde kurulan türk ocaklarının hemen hepsinde ocak ta banı, döşeme seviyesinden yüksekti, ön ta ban oldukça genişti; mermer, taş, tuğla, saç ve bronz kaplama gibi kolay bozulmayan malzemeden yapılırdı, ön taban üzerinde ve ocak ağzının iki yanında kıvılcımların sıç ramasına engel olacak siperler bulunurdu Arka tabanın seviyesi ön tabandan yüksek çeydi ve ısıya dayanıklı malzemeden ya pılırdı. Bunlar için genellikle tabiî taş vey: yeşilimtırak od taşı kullanılırdı. Tuğlr ve sonra dövme saç levhalar da aynı iş için kullanıldı. Ahşap binalard? ocak tabanının altına pişmiş topraktan künkler konulur ve künk uçları dışarıdan hava girecek şekil de açık bırakılırdı. Böylece fazla ısınmaya karşı bir yalıtım sağlanmış olurdu. Türk ocaklarının hepsinde duman hücresi vardı ve bunların odaya bakan yüzleri konik bir davlumbaz şeklinde yapılırdı. Bursa devrine kadar olanlarda bu koni çok ba ■ sıktır. Klasik devirde koninin asıl şeklim bulduğu söylenebilir. Davlumbazdan ışag: sarkan silindir biçimli kısım (yaşmak) dumanın odaya yayılmasını önlerdi. Yaş mağın iki yanından ocak açıklığının kenar larına doğru sarkan kısımlar (kolluk), ay nı malzemeden yapılmış dekoratif eleman lardı. Davlumbaz, taştan, tuğladan veyfi kıtıklı alçıdan yapılır, üzeri saç, bronz, çı ni ve çok seyrek olarak da ahşapla kap lanırdı. Ocakların bacaları taş, tuğla veya bir ikisinin karışımıyle örülürdü. Bacalar da çoğunlukla bir kapak bulunurdu. Bı kapaklar bazen bir demir çubukla, bazen df bir zincirle açılıp kapanırdı. Buna salapçe denirdi. Odunlar iyice yanıp köz halme gelince salapça kapatılarak ısı kaybına en gel olunurdu. Türk ocaklarının iki yanında maşalık denen oyuklar yapılırdı. Ayrıca, ocağın iki yanma ve sekilerin üzerindeki duvara el yetişecek yükseklikte, öteberi koymak için açılan hücrelere takçegöz veya tembel deliği denirdi. Bursa’dakı Yeşil-caminin hünkâr mahfilindeki ocaklar, İstanbul’da Çiniliköşk’ün ocakları bursa devri örneklerindendir. Klasik devir osman lı ocaklarında şekil bakımından oldukça büyük bir değişiklik oldu. Ateşlik büyü-
Fotn N FrkıHç Ş. Erol (MEYDAN)
döner dağ11ıc111
otomatik yüklemeli
dü, davlumbaz iyice sivrilerek yüksek bir koni biçimini aldı. Davlumbaz ve yaşmak kaplamasında da değişik bir malzeme olarak bronz kullanıldı. Ocaklara ön taban eklenerek siperliklere de yer verildi. Bunların en giizel örneği, Topkapı sarayında Murad IIl’ün yatak odasındaki ocaktır. Mimar Sinan’ın yaptığı (1578) ocağın tablası da duvarlarla uyumlu bir çinidendir. Davlumbaz, yaşmak, ön taban ve siperler altın yaldızlı bronz kaplamadır. Maşalıklar mermer çerçevelidir. XVII. yy. ortalarından sonra ocaklar daha çok çiniyle kaplanarak duvar kaplamalarıyle bir bütün sağlanmağa çalışıldı. Lâle devrinde (17031730) başlayan barok etkisi, daha sonraki vıllarda ocak mimarîsine tamamen hâkim oldu. XVIII. yy.dan sonra ise ocaklarda rokoko bezeme örnekleri görüldü. Son devir osmanlı ocakları tamamıyle avrupa örneklerinin tekrarıdır. Davlumbaz çıkıntısı kalkmış, yerini ocak ağzının üstünde, iki yandaki ayaklara oturan raflar almıştır. Bu devir ocakları genellikle mermer yapılı, ateşlikleri ise dökme demirdir. Birçoğunda rafın üstünü büyük ve değerli aynalar süsler. Osmanlı devri ocaklarının çeşitli dönemlere ait en güzel örnekleri Top-kapı saraymdadır.
— Tasav. Başta Bektaşîlik ve Mevlevîlik olmak üzere, bütün tarikatlarda ocağın uğurlu olduğuna inanılır. Mevlevi tekkelerinde ocak, ateşbazı veli denen görevlinin makamıdır. Tekkede ocağa niyaz edilmeden işe başlanmazdı. Ocak taşı, tekkenin hem temeli, hem de en kutsal yeri sayılır. Ocak tozlu değilse öpülür; öpülemeyecek durumda ise, karşısında mevlevî geleneğin-ce başı kesilir, sonra ocağa el değdirilir, elin şahadet parmağı öpülür. Yemek ocaktan indirilince gülbang çekilir. Bekta-şîlerde de durum aynıdır. Ocağa karşı özel bir saygı gösterilir. Tarikatlarda görülen
• –°… • i uımauoıua gUlUlCIl — ———- — –
taUnr?CsayıllmkS’kmlanSeçTglaVdan5kalma djr.““ mekanlk ocaklann da S°ğ“ üflemeli- brülörle donatılan yanma odası ise genel-
inançların izleri bulunduğu sanılmaktadır , . lıkle bağıl olarak basit bir biçim gösterir;
özellikle İran’da gelişen ateşe tanıcı- oldukSa ,rl Parçalı katı yakıtla beslenen Profili ve boyutları alevin şekline bağlıdır,
lık, o ülkede doğan bütün tarikatları de- dUşük kaPasiteli ocaklarda elle yükleme Bununla beraber toz kömür için briilörler-
ğişik yollardan etkiledi. Ateşin ve ocağın gl”,kçe sınırlanmaktadır; başka yakıtlar dfn 2““k«a farkİ1 yak™a,.c.ihai1:Lrl da var‘
kutsallığı inancı zamanla biçim değistire- yakan. ocaklarda ve belirli bir önemi olan dlr- Bu cıhazlarda yakıt, küçük bir ızgara-
rek tasavvufa girdi. Bu eski inançlar her sanayl ocaklarında değişik yükleme usulle- mn ,u?tunde yükselen kuvvetli bir gaz akı-
tarikatın anlayışına göre yorumlanarak av- rl”den, faydalanılır ve yukarıda anlatılan ml.’£ın1f. ?tlllr vfy» y.m.e blr ızgaranın ü-
rı ayrı nitelikler kazandı. Ocağın kutsal geleneksel usulden uzaklaşılır. Küçük tane- «findeki hava akımı içine asıltı halde bı-
sayılışı değişmez inançlardan biri oldu , kömür kullanan küçük ve orta büyük- ia * ,lr’ P U î.a.ra ,taIV yak!t taneciklerinin,
— Termik u,ıa„;ı. _.0İr,0„ .. . lükteki ocaklar yalnız bir üfleme vantila- ?a^i plarak kuçuk boyutlu silindir veya
akaryakıt Ve^a toz haîfndJkrîak?tKSlnie *Ä2ne sahiptir ve yakıtın kendi ağırlığıyle keslk kom biçimli bir kap içinde, aşırı ı-
ıa,f,ı^..„ıl un.n hafindeki yakıtların kul- yüklenebilir. Belirli bir önemi olan sanavi yanma havasının etkisi sonucu çok
Ä °Cakları ¿si-n ,gr ocaklarının pratik olarak hepsi m^k^Tktİr hlzh bir dönme hareketiyle sürüklenerek
m kalmadı Ocak hem3 v!^ ”? *’ ve toz veya akaryakıt brülörleriyle donatıl- hu kab,n d,hlnde ergimiş haldeki curuf ta-
mi yle ?elfrtilen bir ye™ h^m de çok £İt ST1** ya’
veya çok karmaşık olabilen bir cihazlar x a dVzen*e”me’erl> yakılacak yakıta
bütünüdür oıaoııen bir cihazlar ve aşağıdaki problemler için kabul edile
, , , c.ek çözümlere bağlıdır: yakıtın ızgara üzc
Kömür yakılan geleneksel ocaklarda yak- rıne yüklenmesi; havanın girişi, ayarlanısı
ma aracı, kömürü tutan ve çubuklarının ve dağılımı; kül ve curufun temizlenmesi vc
arasından hava giren ızgara’in. Bir yükle- atılması. Izgara sabitse, yakıtı bütün yü-
me ağzı ocağa kömür doldurup ızgara U- zeyine dağıtarak dökmek gerekir; bu me
zerine yaymayı ve ızgarayı temizlemeyi kanik kürekle tıpkı elle yüklemede olduğu
sağlar. Izgara, yanma odasını küllük’ten gibi yapılır. Izgara arkadan öne doğru
hlmih îîîlı y?klî? .havasmm toplandığı, hareketliyse, yakıtı geriye doğru atmak ge
uTı nfıımf8?1 İ ı®1 yel,1Xizlfesini gö” rekir; yanma sırasında ızgara onu öne doğ-
ren küllüğün kapısında genellikle, hava gi- ru getirir. Yakıt ocağa genellikle bir hu
rışı için ayarlanabilir delikler vardır. Ocak- niden geçerek girer ve ızgaranın (iki kas
ta çekme sonucu meydana gelen alçak ba- nak üzerinde sarılan sonsuz bir zincir gibi
suıç, ızgara ve yakıtın arasından havayı eklemli çubuklara sahip mekanik ızgara
çeker. Izgaranın gerisinde yanma odası Babcock Wilcox, Roubaix ve Harrington
cehennemlik duran ile sınırlanır; gazlar tipleri) sürekli hareketiyle sürüklenerek
fırına veya kazan menfezine girmeden ön- veya çubukların almaşık hareketleriyle vı
ce bu duvarın üzerinden geçerek yanmayı bir itecekle eğik bir ızgara Üzerine itilerek
sona erdiren bir karışmaya uğrar. Bazı o- önden arkaya doğru yer değiştirir. İzgara
caklarda bu görev, gazları öne doğru yö- genellikle eğik iki yan yüzeye ayrılır; ara
nelten bir kubbeye düşer. Bazı katı yakıt- da bir oluk vardır. Yakıt bu olukta iler
lann kullanılması, elle yUklenen basit o- ¡eyerek yükselir, oluğun kenarlarını aşıp e caklarda bile, kademeli özel ızgaralar ızgaralara dökülür; yükselme hareke
veya ızgara yerine delinmiş döşeme tiyle hava giriş deliklerinin seviyesini ge-
taşları konulmasını gerektirir. Nemli veya Ser ve alttan gelerek harlı tabakaya girer
uçucu maddesi çok zengin yakıtlar için (alttan beslemeli ocaklar). Bütün mekanik
yanmayı ıkı evreye ayırmak gerekebilir, ocaklarda, yakıtın ilerleme hızı, kalınlığı vc
ilk evrede bir gazlaşma meydana gelir yanmanın hızı, kömür, yolun sonunda kül
(gazojen ocakları). veya curuf haline gelerek bir huniye, bit
İnce tane haline getirilmiş çok küçük caDlı sukura .,v*ya bir boşaltma kanalı’na aka yakıtlar, hava geçişine büyük bir direnç şekilde ayarlanmağa çalışılır.
merkezîJ ısıtma kazanlarında önemli kazan dairelerinde yakıt, ocak yük
kişinde de^Tav^,^^’T* T leme,h“”e stok yerinde mekanik”,a
ızgara altma^îriiiHr bir basınçla ayıcılarla beslenen boşaltma kanallarıyk
hihvle ?lîS?—rU’ttr- ? veya/akıtın ağır- iletilir. Curufun boşaltılması mekanik veya
¿ÜZ »ıî™. ızgaralı ocaklar, hava ız- hidrolik yolla olabilir. Toz yakıt veya a
H^fiiifı “■« A bas“çla . gönderıliyorsa, karyakıtlarla ısıtma halinde, yakma cihaz,
özellikle üflemeli ocaklar diye adlandırılır; genellikle brülördür; bir veya daha çok
Foto. N. Erktim (MEYDAN)
sonsuz vida
OCAK
iopkapı sarayından iki ocak
hunisi
tahrik
OCAK
Pi kok vöne”ici
boşaltma kirişi
ocak boşalt ıc
bakasının yüzeyinde yandığı siklon ocaklar da böyledir; curuflar gaz yanışının sona erdiği ikinci odanın dibinden sıvı halde
akar. . …..
Yanmanın tam olması için, genellikle, yanma odalarına yeterli bir hacim vermek ilk önemli noktadır. Zaten gerekli hacim, yakıt ve yakıcının etkili bir şekilde karışımını sağlayacak kadar küçüktür (yanma ızgara üzerindeyse, bu hacim ayarlama, ızgara üzerindeki tabakanın üstünde serbest kalan gaz veya tanecikler için uygulanır). Brülörlerin biçim ve yerleştirilmeleri bu karışmayı kolaylaştırabilir (msl. brülörle-rin birbirine teğet konumu bir burgaç hareketi yaratabilir). Diğer taraftan yanma gazlarının, ortamda asıltı halde bulunabilen kül taneciklerinin ve ocak çeperlerinin sıcaklığı, bu çeperlerin yapısına ve yüzeyine bağlıdır. Bu sıcaklıklar için konulan maksimum ve minimum sınırlar, ulaşılmak istenen amaca göre değişir: yakma şartları ve zayıf şartlarda yanmanın sürdürülmesi, çeperlerin korunması, ısıtma işlemleri için gerekli sıcaklık ve seviyesi (özellikle buhar üreticilerinde, kızdırıcılarında) ve küllerin i fiziksel hali, duruma göre (msl. kazan boru demetlerine yapışmaması İçin) hamur halden kurtarılır, toz haline getirmeye çalışılır veya aksine ocağın altında akması için sıvı hale getirilir (ergimiş küllü ocaklar), ocak Bu iş için ya ocakta sıcaklığı düşürmeğe kokun fırından çıkısı yarayan ve buharlaşmaya etkili olarak katılan saydam su ekranları veya yüksek sıcaklığı korumak için ısıya dayanıklı, soğutulmuş levhalar kullanılır.
Ergimiş küllü ocaklarda, alt kısım bir huni meydana getirir; bu huninin altında sıvı küller su içinde toplanır ve boşaltılmazdan önce tanecikler halinde katılaşır.
— Teşk. tar. Padişahlarm tahtta kalabilmesi yeniçerilerin padişaha bağlılığına dayandığı için, ocak agalığı’na çok güvenilen kimseler getirilirdi. 1451’e kadar ağalar, Yeniçeri ocağından seçilirdi; yeniçerilerin sefer bahşişi istemeleri üzerine, bu tarihten sonra saraydan padişahın güvenini kazanmış kimseler yeniçeri ağası oldular. XVIII. yy.dan itibaren, ocak ağaları genellikle tekrar ocak mensuplarından seçilmeğe başlandı; bununla birlikte bazen bu kuralın dışına çıkıldı.
Ocak ağasının 450 akçe yevmiyesi vardı; bu miktar, sonraları 500 akçeye çıktı. Ayrıca koyun emininden, yılda 8 000 kuruşluk gelin, Tuna yalısında yılda 50 000 akçe gelir getiren arpalığı vardı. Ocak ağaları, ocak işlerini Ağa divanında görüşürlerdi. Vezir rütbesinde olmazlarsa Divanı Hümayuna katılamazlardı. Arz günleri padişahla görüşerek ocak hakkında bilgi verirlerdi. XVI. yy. sonlarına kadar padişahla birlikte sefere katılırlar; padişah sefere katılmadığı zaman onlar da gitmezlerdi. İlk defa Murad III zamanında (1593) yeniçeri ağası da sadrazamla birlikte sefere gitti.
İstanbul’un asayişinden yeniçeri ağaları sorumluydu. İstanbul’da devriye gezerek kanuna aykırı bir hareketi görülenleri cezalandırırlardı. Yangınların söndürülmesi de onların sorumluluğundaydı. Ocak ağasının resmî elbisesi, sırmalı kadife veya satenden uzun bir kaftandı; başına tepesi dilimli, yan tarafında bir sorguç bulunan ve beyaz sarık sarılmış bir kavuk giyerdi.
• Ocak beytülmalcisi, İstanbul’da ölen yeniçerilerin mallarını satar, bu hizmetine karşılık bir komisyon alırdı. İstanbul dışında ölen yeniçerilerin malları yeniçeri serdarı tarafından satılır, bedeli, müfredat
defteriyle birlikte ocak beytillmalcisine gönderilirdi. Ocak beytülmalciliğine yaya-başılar, deveciler ve hasekilerden biri getirilirdi.
• Ocak bezirgânı, genellikle ramlardan ve musevîlerden seçilirdi; bazen babadan oğu-la geçen bir gedik* halini alırdı. Ocak be-zirgânları, ocaktaki nüfuzlarına dayanarak siyasî meselelere karıştıkları ve ocak ile ilgili alışverişlerde suistimalleri görüldüğü için, bazı dönemlerde kaldırıldı; ocak bezirganının görevleri ocak başyazıcısına verildi. Ocak bezirgânlannın İstanbul’da Valide hanında ve öteki hanlarda odaları vardı; buralarda ocağa ait para, eşya defter ve vesikalar saklanırdı. Ocak bezirgânlığı Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyle (1826) sona erdi.
• Ocak hekimi, orduda ve kışlalarda hekim ve cerrahlar vardı. Bunlar müslüman veya musevîlerden seçilirdi; sayıları on sekizdi. savaş sırasında cerrahların içinden biri sercerrah olurdu. Hekim ve cerrahlardan başka, savaş sırasmda yaralananları geriye taşımak da cemaat yayabaşıların-dan olan meydan çorbacılarının görevlenn-dendi. Sefer sırasında ordudaki hasta ve yaralılar develerin üzerine kurulan mahfelerle geriye taşınırdı.
• Ocak imamı, yeniçeri odalarının bulunduğu yerdeki orta cami imamları. Ocak imamına imamı hazreli ağa veya ağa imamı da denirdi. Ocak imamları medrese öğrenimi görmüş yeniçeriler arasından seçilirdi. İmamın bağlı olduğu ortaya imam ortası denir, bu ortanın kumandanı da ı-mam olurdu. Ocak imamı, resmî törenlerde veya geçitlerde, ulemaya mahsus örf (büyük kavuk) giyerdi. Teşrifattaki yeri, başçavuşla haseki ağaları arasındaydı. Her ay yeniçeri ağasıyle birlikte sadrazamı ziyaret eder, el öptükten sonra dışarı çıkmaz ve sadrazamın odasında otururdu. Padişahla bayramlaşma törenlerindeki yeri başçavuşla başdevecinin arasındaydı. Ocak imamları azledilemezlerdi, kendi istekleriyle imamlıktan ayrıldıkları zaman Deveciler ortasına yaya başı olurlardı.
• Ocak kâtibi, Fatih Sultan Mehmed zamanına kadar ocak zabitleri arasından tayin edilirdi. Sonraları ocak ağasmın etkisiyle, suistimal yapmalarını önlemek için ocak dışından tayin edilmeğe başlandı. Ocak kâtibinin azil ve tayini doğrudan doğruya sadrazama aitti. Kâtip, haftada bir kere sadrazamın çağrısı üzerine onun ziyaretine giderek ocağa ait işler hakkında bilgi verirdi. Ocak kâtibi, fodla kâtipliğinden sonra bu makama gelirdi. XVI. yy.ın sonlarında eyaletlerde mal defterdarlığında bulunanlardan da ocak kâtibi tayin edilmeğe başlandı. Ocak kâtibi, Yeniçeri ve Acemî ocaklarının kütüğü (ocak halkının künyelerini ve maaşlarını gösteren büyük defter) ile ulufe defterini tutardı. Kâtip suistimali önlemek için (msl. ocak ağası ile anlaşarak defterleri bozabilir, dışarıdan ocağa yabancı alabilir ve ocaktaki askerin gündeliklerini artırabilirdi), bir yıl çalışmak üzere tayin edilir ve doğru hizmeti görülmüşse bu sürenin sonunda görevi bir yıl daha uzatılırdı.
Ocak kâtibi, ocak ağasından bir yazı gelmedikçe ölenlerin ve ocaktan ayrılanların yerlerine hiç kimseyi yazamazdı; bunu yaparsa, görevini kötüye kullanmış olurdu. Asi adı verilen ulufe defterine yazılması gereken şerhleri ve tashihleri kendisi kay deder, verilen terfileri ve korucu kayıtlarını kendisi yazardı. Ocak kâtibinin belirli bir maaşı yoktu. Ancak her üç ayda bir yeniçerilere verilen ulufeden nefer başına birer akçe alırdı. Bu para hesaplanır, «şakirtler halifesi» de denen ocak kâtibi ara-cılığıyle odabaşılardan toplanırdı. Fatih Sultan Mehmed zamanında düzenlenen Ka-nunnamei Ali Osman’da, ocak kâtibinin derecesi reisülküttaptan (divanı hümayun başkâtibi) sonra gelirdi. Ocak teşrifatında ise yeri, sekbanbaşından sonraydı; sekban-başı ile kethüdabey arasında bulunurdu. Ocak kâtibi terfi ederse kenar defterdarı olurdu. Ulufe veya mevacib defterlerini yazmak için önce yeniçeri kâtibinin yanında on beş şakirt vardı; yeniçeri ve acemi sayısı artınca kâtip sayısı kırka ve daha sonra yetmişe, seksene kadar çıktı. Ocak kâtibinin her gün için kırk fodla tayını
vardı. Törenlerde destar sarar, çuha ferace ve samur kürk giyer ve kemer rahtlu ata binerdi.
• Ocak talimhanesi, ilk defa Bayezid II zamanında yapıldı; Kanunî zamanında da genişletildi. Talimhanenin kumandanı 54. bölük çorbacısıydı. Yeniçeriler burada ta-limhanecibaşı ve tüfekçibaşının nezaretinde her gün ok ve tüfekle nişancılık talimleri yaparlardı. Yeniçeri ağalan dİ üç dört ayda bir buraya gelip yeniçerilerin durumlarını denetleyerek başarı gösterenlere, gümüşten yapılmış birer tas veya altın verirlerdi. Padişahlar da yılda bir kere talimhaneye, talimleri seyretmek için gelirlerdi. Padişahlarm bu denetlemesinde, başta yeniçeri ağası olmak üzere yeniçeri ilerigelen-leri tüfekle nişangâhlaıa atış yaparlardı. Talimhanenin ok, yay, barut, fitil ve tüfekler için nişangâh olarak kullanılan testi masrafları hükümet tarafından karşılanırdı. XVII. yy.dan itibaren yeniçerilerin talim düzenleri bozuldu; daha sonraki yüzyıllarda yeniçeriler talimhaneye uğramaz oldu. Selim III, Nizamıcedit ordusunun yanında yeniçerilerin de savaş gücünü artırmak için, talimhaneye on beşer akçe gündelikle sekiz tüfekçibaşı, on ikişer akçe gündelikle sekiz tüfekçi onbaşısı, onar akçe gündelikle yirmi beş tüfekçi neferi tayin etti; yeniçerilerin her yıl hıdrellezden kasıma kadar haftada iki gün atış talimi yapmalarını emretti. (İM)
OCAK i. (esk. türk. ot, ateş’ten). Yılın ilk ayı: Ocak otuz bir gündür. Esk. Kânunusani. …. „
— Tar. Ocak ayında, türk tarihinin önemli olayları: 1926 (1 Ocak), Miladî takvim kullanılmağa başlandı. —1610 (3 Ocak), Sultanahmet camimin temeli atıldı. —1922 (3 Ocak), Mersin düşman işgalinden kurtuldu. —1922 (5 Ocak), Adana ve çevresi düşman işgalinden kurtuldu. —1961 (6 Ocak), Kurucu Meclis ilk toplantısını yap-tl. —1946 (7 Ocak), Demokrat parti kuruldu. —1921 (9/10 Ocak), Birinci İnönü zaferi kazanıldı. —1755 (11 Ocak), Haliç dondu. —1920 (12 Ocak), son Osmanlı Meclisi Mebusan’ı açıldı. —1822 (13 Ocak), Yunanistan istiklâlini ilân etti. —1910 (19 Ocak), Çırağan sarayı yandı. —1913 (23 Ocak), Babıâli baskını oldu. —1621 (24 Ocak), Haliç dondu. —1635 (27 Ocak), Nef’i idam edildi. —1920 (28 Ocak). Misakı Millî kabul edildi. (Bk. EK CtlD (Mİ OCAK (İat. Fornax), güney yarıkürede, Balina’nın güneyinde yer alan küçük bir takımyıldızın adı. Yıldızlarının en parlağı 3. kadirdendir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir