Milli Servete Sahip Çıkılmadı!

Milli Servete Sahip Çıkılmadı!

Nevzat Kaya deyince, Süleymaniye Kütüphanesi’ne adanmış, kitaplarla iç içe bir ömür akla geliyor. Nevzat hocamız, kitap ve kütüphane etrafında genişleyen sorularımıza, okurları için, büyük bir içtenlikle cevap verdi…

 

Sayın hocam, Süleymaniye Kütüphanesinden 2006’da emekli oldunuz. Yani o zamana kadar 25 yıl, bir hayli emeğiniz geçti kütüphaneye. Türkiye’nin yazma eser koleksiyonu bakımından en kıymetli kütüphanesi Süleymaniye. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Süleymaniye Türkiye’de değil dünyada belki en büyük ve en önemli kütüphanelerden biri! En çok kitabı olan değil; en kıymetli koleksiyonu olan kitaplık orası. Yani kemiyet bakımından değil, keyfiyet bakımından en kıymetli kütüphanelerden bir tanesi. Dünyada 25 – 30 milyonluk kitaba sahip kütüphaneler var. Japonya’da, Rusya’da, İngiltere’de, Amerika’da ve Fransa’da… Bir milletin büyüklüğü, gelişmişliği, medeniyeti, ahlakı, kültürü, iktisadı büyük oranda kitaba bağlı.

Bakıyorum nerede çok kütüphane varsa, kitap varsa orada gelişmişlik var… Zengin olmayan memleketlerde kütüphaneler az. Acaba tavuk ve yumurta meselesi gibi kütüphaneler mi zenginliği meydana getirdi, yoksa zenginlik mi kütüphaneleri kurdurdu? Tartışılabilir. Ama böyle bir gerçek var ortada…

Peki, Süleymaniye nasıl oluştu? İslâm coğrafyası, Osmanlı Devleti siyasî sınırlarından çok daha genişti. Fas’tan Hindistan’a kadar, Kazakistan’dan, Tataristan’dan, Kazan’dan Yemene kadar bu coğrafyada kitap alınıp satılıyordu. Kimi kitapların temellük kayıtlarından dolaşım yerlerini, kimlerin ellerine geçtiğini takip edebiliyoruz. İstanbul da bu büyük coğrafyanın adeta kalbi. Pek çok şey gibi kıymetli eserler de burada toplanıyor ve İstanbul’da çok kütüphane kuruluyor. Anadolu’da da öyle. Bizim bilemediğimiz Anadolu’da bir hayli medrese var.

Her medresede kütüphane var. Ayrıca müstakilen kütüphane olarak kurulan yapılar var. Camilerin içerisinde de kütüphaneler var. Türk-İslam geleneğinde cami, yerleşim biriminin merkezidir. Üç-beş ev bir araya geldiği zaman ortaya bir cami inşa edilir, şehir çevresinde kurulur. Hatta Küfenin kuruluşunu biliyorsunuz. Ortaya bir cami dikiliyor; bir ok atımı mesafeye kadar etrafında kimseye orada ev yaptırmıyorlar. Cami kapanmasın ve yerleşim onun etrafında teşekkül etsin diye…

Sosyal hayatın ağırlık merkezi caminin içerisinde.

O zamanki devlet camiden idare ediliyor; Resulullah Efendimiz (s.a.v.) örneği var mesela. Fakat çok belirgin iki müessese var. Bunlardan birisi kütüphane, diğeri mektep-medrese. Cami içerisinde doğan, orada büyüyen, orada gelişen, sonra kanatlarının altına alınan, sonra dışarıya azat edilen iki müessese… Birisi mektep, yani medrese, birisi de kütüphane.

Şahsî kitaplığınız var mı hocam?

Elbette; fakat benim çok fazla kitabım yok. İşte şunlar (ziyaret ettiğimiz derneğin kendisine tahsis edilen odasında bulunan kitaplığı işaret ederek) benim kitaplarım. Bir kısmı da evde; buraya sığmıyor çünkü. Bende yazma kitap hiç yok. Biz kitabın olmadığı bir devirde büyüdük; gençliğimiz öyle geçti. Ortaokul-lisede okurken çıkan her kitabı satın alırdım; her kitabı. Hatta kalmaz diye çıkar çıkmaz satın alırdım. Bazı insanlar çıkan her kitaptan ikişer nüsha alırdı; çünkü kitap çok azdı. Kütüphanelerden istifade edebilmek de çok kolay değilmiş o dönemde…

Evet, evet. Kütüphane sayısı da çok fazla değil. Giriş- çıkış saatleri belli. Çalışanlar da şimdiki gibi değil. Despot!

Hocam, peki nasıl geldik bu duruma? Yani Süleymaniye Külliyesi’ni inşa etmiş bir medeniyetten bahsediyoruz bir yandan; öte yandan her sahada eksik olduğumuz ortaya çıkıyor…

Biz büyük sarsıntı geçirdik. Büyük sarsıntı…

Bizim iki tarafımız var. Birisi Orta Asya’dan gelen bir benlik, diğeri Mekke’den. Bir medeniyetin olabilmesi için de cemiyetin yerleşik düzene geçmesi ve yanında iki şartınolması lazım geliyor; birisi dil, diğeri de din. Bunlardan birisi olmaz ise medeniyet olmaz. Bizim kurduğumuz medeniyet Doğu Asya’da Uygurlarla başlar. Batıya ilerleyerek bir Akdeniz medeniyeti meydana gelir. Selçuklular ve Osmanlılardan bahsediyorum. Selçuklular bir alt yapı oluşturdular, bunun üzerine Osmanlı taçlandırdı onu. Uygurlarla başlayan kültür ve medeniyet hamlesi geldi, geldi; Osmanlı Devletinde tecessüm ettikten sonra son buldu! Yıkılırken bazı şeyler sarsıntıya uğradı. Tanzimat’tan; hatta biraz daha evvel başlıyor Osmanlı’nın yıkılışı, gerileme devri. O zamandan başlıyor iş… Mesela çok belirgin bir şey arz edeyim: İstanbullusunuz hepiniz. İstanbul’da Yeni Caminin külliyesini ortadan ikiye bölen Osmanlı’nın son devir ricâlidir. Adeta böğrüne kılıç atılmış! Ondan sonra ne olmuş? Atik Ali Paşa Camii yukarıdan ikiye bölünmüş. Sonra Fatih’in medreseleri ikiye bölünmüş. Yani yozlaşma belli düzeyde Tanzimat’la beraber başlamış. Bu sarsıntı Harf Devrimi’yle iyice hızlanmış. Kasırgaya dönmüş bir nevi…

Süleymaniye’deki eski eserleri düşününce, Harf inkılâbından sonra kitapların başından neler geçmiş, bunu bilmiyoruz.

Harf Devrimi yapıldıktan sonra bazı insanlar bu kitapları Beyazıt Meydanına toplayıp yakmayı düşünmüşler. Süleymaniye’deki kitaplara gelince; malum kitapların hepsi o dönemde orada toplanmış değil. Sonradan getiriliyor. Bunlar çeşitli yerlerde, kendi binalarında bulunuyorlardı. Fakat devletin zayıflamasıyla beraber pek çok vakıf kütüphanesinin gelirini teşkil eden akarlar yurt dışında kalıyor. O gelirler gelmez olunca kütüphaneler, kendi binasını koruyabilmek kabiliyetini yitiriyor. Tamir edilemez hale geliyor. Onun için bir heyet kuruluyor. O heyet, kitapları bir yere toplamaya karar veriyor.

İlk defa birkaç tane kütüphaneyi Fatih, Yavuz Selim’deki medreseye götürüyorlar. Sonra nasıl oldu bilemiyorum, oradan vazgeçiliyor. Süleymaniye’de karar kılınıyor ve Süleymaniye’nin ikinci medresesinde toplanıyor kitaplar. Daha sonra birinci medresesine alınıyor. Böylelikle orada toplanmış oluyor. Süleymaniye’ye gelen kitapların bir kısmı gayet iyi durumda; ama bakımsız olanları da var. Dedik ya, bulundukları yerlerde rutubet vardı, akıyordu vs.

Kısaca bakımsızdı…Buralardan Süleymaniye’ye getiren görevliler kitapların bazılarında kuş tüyleri, kuş pislikleri olduğunu söylemişlerdi. Kitaplar bakımsız ve tamire muhtaç. 1950’de bir restorasyon birimi kuruluyor Süleymaniye’de. O zamandan beri restorasyon çalışmalarına devam ediliyor. Ama mevcut işe göre oldukça yetersiz. Yazma Eserler Başkanlığı kuruldu artık. Verimli ve heyecanlı çalışmanın eşiğindeyiz. Kısa zamanda kitap tamiri konusunda büyük yol alınacağını ümit ediyoruz.

Türkiye’de ‘üniversiteliler modası kütüphaneye ilgiyi de aynı oranda yükseltti mi? Memleketteki kitap ve kütüphane kültürü, araştırma usulü sizce ne durumdadır?

Bizim diğer millet ve devletlerden farklı bir yönümüz var; çünkü biz kitabî bir milletiz. Cenab’i Hak ilk kalemi yarattı, değil mi? Sonra ilk emir olarak, “Yaz!” dedi. Ve kalem “Lehv’i Mahfuz’a yazdı. Sonra Hz. Âdem’e esmayı öğretti; eşyanın hakikatini öğretti. Ve onu ilimle melekten daha üstün kıldı. Ve meleklere Hz. Âdem’e secde edin diye emretti.

Bir ayrıntı daha var; İslâm uleması kitabı yazdığı zaman bir tane daha istinsah ediyor ve onu da camiye koyuyordu. Haliyle kitaplar camilerde toplanmaya başladı. Çünkü ümmetin istifade edebilmesi esastı. Bugün maalesef bu gelenek olması gerektiği şekilde tekamül gösteremedi. Yani eskiden Avrupalılarm dahi asırlar boyu istifade ettiği eserleri üreten zihinler vardı; bugün yok. Kütüphane kültürü de beklenen ve arzu edilen gelişimi gösteremedi. Ama
İnancımızın temelini teşkil eden Kur’ân-ı Kerîm, ilk yazma kitaptır bizim için. Daha sonra Hadis-i Şerifler gelir… Hadis-i Şeriflerin düne kadar Hicrî ikinci asırda yazılmaya başlandığı iddia ediliyordu. Sonradan Hz. Ali bin Ebu Talib’in (k.v.) talebesine yazdırdığı, bizim Süleymaniye Kütüphanesinde Şehid Ali Paşa bölümünde bulunan ve birkaç dilde neşri yapılan bir risale var. Yani sadece Hicrî ikinci asırdan sonra değil, Hicrî 30’larda, 40’larda, Resulüllah, Hadis’in yazılması yasağını kaldırdıktan sonra hadislerin yazılmasına başlanıyor. Sonra Megâzîler var. İslam tarihinin ilk kaynaklarıdır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) gazaları. Bunların yazılması var. İşte oradan geliyor.Bir ayrıntı daha var; İslâm uleması kitabı yazdığı zaman bir tane daha istinsah ediyor ve onu da camiye koyuyordu. Haliyle kitaplar camilerde toplanmaya başladı. Çünkü ümmetin istifade edebilmesi esastı. Bugün maalesef bu gelenek olması gerektiği şekilde tekamül gösteremedi. Yani eskiden Avrupalılarm dahi asırlar boyu istifade ettiği eserleri üreten zihinler vardı; bugün yok. Kütüphane kültürü de beklenen ve arzu edilen gelişimi gösteremedi. Ama hâlihazırda hayırlı bir kıpırdanma var…

Kütüphane kültürü çok farklı bir şey. Kütüphanede çalışmayı, bilhassa yazma eser kütüphanelerinde çalışmayı veya büyük derleme yapan kütüphanelerde çalışmayı ben herkese tavsiye ederim. Çünkü büyük insanlar kütüphanelerden gelmiş. Çünkü kaynağın içerisinde, harmandasın. Çok şey görüyor, çok şey öğreniyor insan kütüphanenin içerisinde olmakla.

İnsanın ilme ulaşması için 3 yol var. Bunlardan bir tanesi kütüphaneyi kullanmak. Kütüphanedeki kartoteksleri yani fişleri kullanmak. Fişleri kim iyi kullanırsa daha erken ulaşıyor bilgiye. Bunlar çok basit, ama çok önemli meseleler. Bizim iki dakikalık işe yarım saat harcamaya vaktimiz yok! Akif diyor ki, “ Feryadı bırak, kendine gel çünkü zaman dar;

Zira telafi edecek bunca zarar var” Bizim zamanımız çok kıymetli. İslam ülkelerindeki gençlerin zamanı çok çok kıymetli. Fransız genciyle aynı saatte yatıp aynı saatte kalkamazsınız. O 1 günde 18 saatlik iş yapıyorsa, bizimkisi 1 günde 20 – 22 saatlik iş yapmak mecburiyetinde. Yoksa bombalar yağmaya devam eder!

Önümüzde 29 Mayıs var. Bir Fatih, fetih yazısı yazmak istiyorsun. Ne yapacaksınız? Gidip soracaksınız. “Fatih devrinin konu numarası kaçtır?”. 900 Umumi Dünya Tarihi. 956 Umumi Türk Tarihi. 956.7 Osmanlı Tarihi. 956 0.7 Fatih Devri. Tabii, kütüphaneci iyiyse, bütün kitapları elden geçirmişse, alın teri akıtmışsa yani o numarayı tam doğru vermişse… 10 tane kütüphaneye giderseniz, 20 tane, 30 tane, 40 tane Fatih devrini anlatan kitap bulabilirsiniz. Hiç kimseye sormadan! Ne bana geleceksiniz ne de başkasına gideceksiniz ve meseleyi çözüp o kitaplardan istifadeyle bir yazı yazmış olacaksınız. İkincisi katalog kullanmak. Üçüncüsü de bilen birisine sormak.

Hazırlıklarını yaparak, sorularını önüne alarak, iki tane defterle beraber o randevu aldığı adama gidip görüş ve yardımlarını alırsa yarım saat konuştuğu o adamdan 6 ay veya 1 senede elde edebileceği bilgiyi kazanacak.

Hocam şu anda bu üç yolu birleştirmişler; sadece internete yazıyorlar araştırdıkları konuyu veya e-kitap arıyorlar!

İyi bildiğim konularla alakalı olan internet sitelerine giriyorum; bazısı çok noksan, bazısında da yalan yanlış şeyler var. internet çok kirli…

Bir yandan da asırları aşıp gelen kaynak eserler ihmal edilebiliyor. Onun yerine yine Avrupalılara müracaatla, onların bu eserleri belki de tahrifle ortaya koydukları ikincil kaynaklardan yararlanmaya çabalıyorlar.

Haklısınız; biz kaynaklarımıza dönmek mecburiyetindeyiz. Hatta dün Anadolu’da üniversitelerin birinden bir kişi, ‘doktora yapıyormuş telefon etti bana. Bir taraftan canım sıkıldı,sistemine canım sıkıldı, bir taraftan hoşuma gitti. Hanefi fıkhının meşhur kitaplarının üzerinde çalışıyormuş. Fakat matbu eserin üzerinde çalışıyor. Noksan olur diye yazmasına başvurması gerekiyormuş. Benden yardım istiyor, yazmayı nasıl temin edebilirim? Bu çok güzel bir şey. Matbu eserlerde büyük hatalar vardır. Hatta yazmanın da en mükemmelini bulmak mecburiyetindeyiz. Bizim araştırmacılarımız buna mecbur. Ama çile çekmeden, alın teri dökmeden olamaz! En eski en iyi esere gitmek gerek. Bir ilmin en eski nüshasına birisi gidemiyorsa eğer, o konuda söylediği fikir noksandır. Burası kesin!

Hocalarımızdan aldığımız ilim terbiyesi bu. Ben bu kanaatteyim. Bu yönüyle çok güzel; fakat bir tane nüshayı benden istiyor. Tamam; ama 10 tane, 15 tane yazma varsa o yazmalar tek tek elden geçmeli. En iyi yazma hangisiyse onu bulup dikkate alacaksınız. Nihayet, “Senin bu kütüphanelerle biraz uğraşman gerekiyor.” dedim.

kara

 

Kendilerini geliştirmek istiyorlarsa, ilim bakımdan büyümek istiyorlarsa kütüphaneye gelsinler. Kütüphaneci olmadan önce kütüphaneyle dost olsunlar. Ben Süleymaniye Kütüphanesi’nde memuriyet için imtihana girdiğim zaman soruların bir tanesi “Müracaat eserlerinin isimlerini yazınız.” seklindeydi. Okuma salonunda bizi imtihan ettiler. Fakültede hocamız bazı dersleri Şarkiyat Enstitüsü’nde kitapların bulunduğu yerde yapardı. Bazen kitapları derse getirir, gösterirdi. Tanıyor, görüyorduk kitapları burada. Daha imtihana girdiğim zaman başladı kitapların faydası.

Bir tarihçiden çok bir kütüphaneci olarak özellikle gençlere ve meslektaşınız olmaya aday kişilere meslekî ve İnsanî anlamda tavsiyeleriniz nelerdir?

Kendilerini geliştirmek istiyorlarsa, ilim bakımdan büyümek istiyorlarsa kütüphaneye gelsinler. Kütüphaneci olmadan önce kütüphaneyle dost olsunlar. Ben Süleymaniye Kütüphanesinde memuriyet için imtihana girdiğim zaman soruların bir tanesi “Müracaat eserlerinin isimlerini yazınız.” şeklindeydi. Okuma salonunda bizi imtihan ettiler. Fakültede hocamız bazı dersleri Şarkiyat Enstitüsü’nde kitapların bulunduğu yerde yapardı. Bazen kitapları derse getirir, gösterirdi. Tanıyor, görüyorduk kitapları burada. Daha imtihana girdiğim zaman başladı kitapların faydası. Süheyl ünver merhum, kitaba hitaben “Şu an bu durumda bile insanlık birbirini yiyor, sen olduğun halde. Sen olmasaydın insanların hali ne olurdu.” diyor. Kitap böyle mükemmel bir varlık.

Kitap çok önemli bir şey. İnsan kitabî olmalı, muhakkak okumalı. Ben Beykoz’da talebe iken gençlerin elinde Teksas-Tommiks vardı. Ben onların hepsini toplardım. “Sakın okumayın bunları!” diye. Ama ben onlara her halükarda büyük muamelesi yapardım. Güzel bir semaverim vardı. Bekârdım

Benim evim mütalaa salonuydu. Mahallenin gençleri gece bana gelirlerdi. Saat ll’e kadar orada ders yapardık ve giderlerdi. Hatta 1-2 sene sonra öğretmenlerinin “Ne oluyor bu mahalledeki çocuklara?” diye soruşturduğu haberi geldi kulağıma. Kısaca şunu anlatmak istiyorum. Ben Teksas-Tommiks okumanın ^eyhindeydim. Şu an da birisi bana gelse ve dese ki “Kültürlü bir adam olmak istiyorum. Ne yapmam gerekiyor?” Ben ona “Oku” diyeceğim! Eline bir kitap vereceğim. Ağır gelecek. Bir aşağıya ineceğim. İlmî bir kitap verdim, olmadı! Peyami Safa’nın Yalnızız romanını verdim, olmadı! Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, o da olmadı! Kemalettin Tuğcuyu vereceğim. Baktım o da olmadı, hemen bir Teksas-Tommiks, hemen! o zaman cahildim. Ama buğün Teksas- Tommiks’i elimle veririm!

Hoocam kütüpanecilik yıllarına dair İftiralarınızı kaleme alıyor musunuz?

Ben çok zeki bir adam değilim. Süleymaniye Kütüphanesinde çalışırken benim hiç vaktim yoktu. Personelim azdı. Müdürdüm, müdür ‘ şeftim, uzmandım, ”                                                 ‘

Ben orada her şeyi yaptım. Çünkü eleman sıkıntımız vardı…

Bir de ben Süleymaniye Kütüphanesine bankonun diğer tarafından geldim; yani okuyucu olarak gelmiştim ilk defa. Okuyucunun Süleymaniye’ye geldiği zaman neler beklediğini bildiğim için, görev alınca ona göre davranmaya çalıştım. Hocamın da vasiyeti vardır… Nihat Çetin’den bahsediyorum. Kapısını hiç kapatmazdı. Kimseye hayır demezdi. Mesela bir gün Şarkiyat Enstitüsünde yine beraberiz. Bir hanımefendi, birkaç sayfalık risale getirdi. “Bunlar tercüme edilecek, bunu da siz yapabilir misiniz?” dedi ve bıraktı hocanın önüne. “Olur efendim, emredersiniz!” dedi. Kadın gitti. Tabi kadın gittikten sonra biz bozulduk. Hocamız “Burada herkesin hakkı var!” dedi. “Herkes hakkını alır.” Tanıyorum o kadını. O kadın o risaleyle yüksek lisansını yaptı. Onun etrafında doktora yaptı, doçent oldu. Profesör oldu mu, onu bilmiyorum

İnsanlar Osmanlıca öğrenmeye çalışıyor. Eğitim sisteminde de bu boşluğu telafi etmek için bazı fikirler var. Sizin bu konudaki görüşleriniz neler?

Çok hızlı geldik! Siz de acele etmeyin! Her basamağın çilesini çekmek lazım. Çilesiz olmaz. Biz vaktiyle tahtaya “elif” yazamıyorduk. Bu kardeşiniz, bu ağabeyiniz şu anda burada Osmanlıca dersi veriyor. Talebelerin biri gidip diğeri geliyor. Şimdi de özel ya da kamuya ait pek çok yerde Osmanlıca dersi veriyorum. Yani umutluyum bu anlamda; karamsar değilim…

Genel olarak, halkın ilgi ve kültür anlayışı hakkında sizin düşünceleriniz neler?

Zamanımız insanı okumuyor. Şifaî kültür de yeterli olmuyor. Okumadığı için de İslâm’ı anlayamadı. Doğru anlasaydı zaman kaybetmeden okuyacaktı. Okudukça olacak ve ibadetle mükemmel hale gelecekti. Müslüman başkaları için yaşamalı. Yanmdakine iş bırakmamalı.

Bekliyor önündeki işi o yapsın, o kaldırsın. Hayır! Sen kaldıracaksın, koyacaksın! Beni beklemeyeceksin… Bir şey daha var: Bizim kaybedecek vaktimiz yok. Bizim saniyemiz dahi boş geçmemeli! Öğrencilerime her gün söylediğim şey budur. Kaliteli adam olmalıyız biz. Kaliteli Müslüman! Bu da zamanla oluyor. Yani çok şey bilmeliyiz. Çok becerikli olmalıyız. Zamanımızın dolu dolu geçmesi lazım. Pek çok kabiliyetle donanmalıyız! Şunu yapabilir, bunu yapabilir, onu yapabilir… Osmanlı tipi insanlar öyle. Bir asıl mesleği var ve bir de yan mesleği var. Birisinden para kazanıyor, ötekisini ise zevk olarak yapıyor. Bir bakıyorsun adam doktor. Ama öteki taraftan şair…

Hocam, fikirlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Dr. Nevzat Kaya Kimdir?

Artvin- Yusufeli’nin Bakırtepe köyünde doğdu, ilkokulu köyünde bitirdi. 1964 yılında Erzincan lisesinden, 1971 yılında da İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Askerliğini Ankara’da yaptıktan sonra istanbul’un Vefa semtinde bulunan Atıf Efendi Kütüphanesinde göreve başladı. 1976 yılında Ragıp Paşa Kütüphanesine başmemur, 1978’de Atıf Efendi Kütüphanesi’ne müdür olarak atandı. م98ا tarihinde Süleymaniye Kütüphanesi müdür yardımcılığı görevine getirildi. 1996 yılında ise aynı kütüphaneye müdür olarak atand1990 .؛ yılında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeniçağ Tarihi Anabilim dalında doktorasını tamamladı. 2006 yılında ise emekli oldu.
 

Kara Çelebizade Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-Ebrar Zeyli: (Tahlil ve Metin) 1732, haz. Nevzat Kaya, Türk Tarih Kurumu, 23هه


 

 

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*