wiki

Amerika, Latin (tarih)

Amerika, Latin (tarih)20
Latin Amerika, batı yarıkürenin İspanyolca ve Portekizce konuşulan alanlarını, yani Meksika’yı, Orta ve Güney Amerika’nın büyük kesimlerini ve Batı Hint adalarının bir bölümünü içerir. Genel olarak Kuzey ve Güney Amerika’da avcılık ve bitki toplayıcılığıyla geçinen göçebe topluluklar, dağınık bir biçimde yaşamışlardır. Bununla birlikte, XV. yy’ın sonlarında AvrupalIların bu alanları sömürgeleştirmeleri başladığında, yetiştirilen bitkilerin yavaş yavaş gelişmesi sonucunda, bazı bölgelerde o zamanlar için oldukça yüksek sayılabilecek nüfus yoğunlukları oluşmuştur. KIZILDERİLİ UYGARLIKLARI İleri derecede gelişmiş üç Kızılderili uygarlığı, çağdaş insanların dikkatini çekmiştir. Bu uygarlıklar Meksika’nın orta kesimindeki Aztekler uygarlığı, başlangıçlarından günümüze kadar Meksika’nın güney kesiminde ve Guatemala’da yaşamış Mayaların uygarlığı ve And
dağları bölgesi ile Peru kıyılarında yaşamış İnkaların uygarlığıdır. Orta Amerika uygarlığı. Mayaların ve Azteklerin uygarlıklarına “Orta Amerika uygarlığı” adı verilir. Orta Amerika’da en geç İ.Ö. 7000 yıllarından başlanarak bitki yetiştirilmiş, bununla birlikte toplamacılık ve avcılık, en önemli besin kaynakları olmayı sürdürmüşlerdir. İ.Ö. 3500 yıllarında bu bölgedeki halklar yılın büyük bölümünü kalıcı bir yerleşme yerinde geçirirlerdi. İ.Ö. 1500-İ.Ö. 900 arasındaki dönemdeyse köy temelli bir tarım ekonomisi iyice gelişmişti. Veracruz körfezinin güney kıyılarındaki Olmec uygarlığının başlıca Orta Amerika uygarlık yapılarına kaynaklık eden merkez olduğu sanılmaktadır. İ.Ö. 1200 dolaylarında ortaya çıkan Maya uygarlığı, Olmec kökenliydi. Aralarında piramitlerin ve son derece güzel yontulmuş levhalar ve anı levhalarının da yer aldığı Maya mimarlık anıtlarının çoğu, İ.S. 300-900 arasındaki dönemden kalmıştır. Mayalar düşünce alanında da büyük başarılar elde etmiş, bir yazı sistemi ve yüksek matematiğe dayanılarak hazırlanmış çok doğru bir takvim de geliştirmişlerdi. . Günümüze kalan etkileyici Maya arkeoloji alanlarının tümü, tören merkezleriydi. Bilim adamları, her yerel toplum tabakalaşmasının en üstünde din adamlarının yer aldığı sonucuna varmışlardır. En büyük merkezi Tikali olan Maya uygarlığı, en parlak dönemini 600-800 yıllarında yaşamıştır.]Bu]gelişmiş yapılara karşın, Maya merkezlerinde kalıcı bir biçimde oturulmuyordu. Bunlar gerçek kentler değillerdi. Mayaların siyasal yapıları, besin üretim yöntemleri ve aletleri de az gelişmiş topluluklara özgüydü. Mayaların yükselmelerinin en üst noktasında nereleri ellerinde tuttukları bilinmemektedir; ama Meksika’nın orta ve kıyı kesimlerindeki uygarlıklarla sürekli uygarlık ya da ticaret ilişkileri olmuştur. Maya uygarlığı 900 yıllarında apansızın çökmeye başlamıştır: 1000 yıllarında Yucatan’ın büyük bölümü Olteclerin eline geçmişti. Ama, Aztek devletini ya daİnka İmparatorluğu’nu oluşturmuş halkların tersine, Maya nüfusu günümüzde de açıkça tanınabilmektedir. Bunun nedeni, Maya topraklarının İspanya’dan gelenlerin pek ilgisini çekmemiş olmasına bağlanmaktadır. Orta Amerika uygarlığını, Olmec uygarlığının yanı sıra, İ.S. 350-650 yıllarında Orta Meksika’da gelişmiş olan Teotihuacan kenti de etkilemiştir. Büyük bir imparatorluğun merkezi haline gelen kentin en kalabalık olduğu dönemindeki nüfusunun 150 000’in üstünde olduğu sanılmaktadır. Teotihuacan da 650 dolaylarında çökmüştür. Ama uygarlığı, üç yüzyıl sonra, kuzeyden gelen göçebe halkların istilaları sonucu bütünlüğünü yitirinceye kadar önemini korumuştur. Kuzeyli göçebe gruplarından biri, daha sonra Aztekler adını alan Meksikalar ya da Meshicalardır. 1325’te Texcoco gölündeki küçük bir adaya yerleşmişler ve burası Tenochtitlan adıyla Orta Amerika’nın ikinci büyük kent merkezi olmuştur. Aztekler, 1420 yıllarında yaptıkları bir dizi ittifak sayesinde, Orta Meksika vadisinin denetimini ellerine geçirmişlerdir. Bunu izleyen yıllarda, Tenochtitlan büyüyerek, küçük bir kent-devlet olmaktan çıkmış, günümüzün Salvador’una ve Guatemala’ya kadar uzanan büyük bir imparatorluğun merkezi haline gelmiştir. Hernan Cortes’in yönetimindeki İspanyollar, 1519’da yarı kıtaya geldiklerinde, 1502’de seçilmiş olan Montezuma II, Azteklerin tanrı-kralıydı. İspanyollar Aztek topraklarında ticareti gelişmiş ve büyük bir servet birikimine sahip ileri bir uygarlık buldular.İktidarın büyükbölümü asker soyluların,din adamlarının ve tüccarların elindeydi; bunlar yurttaşları yönetiyor, yurttaşlar da topraksız tarım işçilerini ve köleleri boğaz tokluğuna çalıştırıyorlardı. Tenochtitlan’ın İspanyollar tarafından ele geçirilmesinden üç yüzyıl sonra da, Azteklerin egemenlik alanı, İspanyolların Amerika’yı işgallerinin merkezi olarak kalmıştır. And uygarlıkları. İspanyollar Yeni Dünya’ya geldiklerinde, Peru kıyılarındaki sulak vadilerde, yaklaşık 6 000 yıldır tarım yapılıyordu. Bölgede yaşayanlar yaklaşık İ.Ö. 2500 yılından beri çok ustaca dokunmuş pamuklu kumaşlar üretiyorlardı. İnkalar öncesi kıyı devletlerinin en büyüğü olan Chimu krallığı bu vadilerde gelişmiştir, Krallığın İ.S. XIV.yy’ın ilk yarısında güçlendiği sanılmak
23
(Üstte) XVI. yy’da Meksika’da hazırlanmış bü elyazması kitap sayfasında, bir İspanyol askerinin, Aztek hükümdarı Montezuma ll’nin elçisini karşılayışı canland’rılmıştır.
(Altta) AmerigoVespucci ve adamlarını, XVI. yy’da Güney Amerika kıyılarına düzenlenen sefer sırasında Kızılderililerle çarpışırken canlandıran bir resim.
tadır. Yaklaşık 1250 yıllarından başlayarak Cuzco vadisine yerleşen İnkalar, XV. yy’ın başlarında büyük fetihlere giriştiler. 1460’ta Chimu’yu aldılar. İspanyollar Francisco Pizarro’nun yönetiminde kuzey Peru’da boy gösterdiklerinde, İnkaların kuzeye doğru yayılması sürmekteydi. 1532’de İspanyollar İnka kralı Atahualpa’yı yanında bir altın hâzinesiyle birlikte tutsak aldılar. İnka İmparatorluğu Maule ırmağından günümüzdeki Ekvador sınırına kadar uzanıyordu. Cuzco’da oturan yönetim görevlilerinin başında İnka etnik seçkinleri vardı, onların da üstünde tanrı-kral yer alıyordu. İnkalar setler oluşturarak ve sulamayla dağ yamaçlarında tarım yapmışlar, ayrıca dağlarda Machu Picchu gibi büyüleyici kaleler kurmuşlardır. SÖMÜRGE DÖNEMİ Latin Amerika’nın ve ABD’nin batısının büyük kesiminin İspanyollar ve Portekizliler tarafından işgali, 1492’de başladı. Kolomb, Hispaniola adasında küçük bir yerleşmeci grubu bıraktı; ertesi yıl büyük bir merkez kurma hazırlıklarıyla geri döndü. Kolomb’un ilk yolculuğu, Castilla Krallığı’nın, Portekizlilerle rekabeti doğrultusunda, Hindistan’a giden bir denizyolu oluşturma çabalarının bir parçasıydı. Portekizli Pedro Cabral da 1500 yılında Brezilya’nın en doğusundaki buruna çıktı; çok geçmeden de ticaret üsleri kuruldu. Avrupalı evrenbilimcilerin “Yeni Dünya”nın gerçekten varolduğunu öğrenmelerinden sonra, bütün Batı yarıküreye “Amerika” denmeye başlandı. Bu adı 14991501 yıllarında bölgenin haritasını çıkaran İtalyan denizcisi AmerigoVespucci’nin anısına verilmiştir. 1494 Tordesillas antlaşmasıyla bu “dünya”, sömürgeleştirmek amacıyla, İspanyol ve Portekiz bölgelerine ayrıldı. Portekiz’in hizmetinde çalışan Vespucci, Brezilya çıkıntısının güneyinde kalan toprakların İspanyol bölgesini oluşturmasına karar verdi. Bu nedenle, güneye o tarihten sonra yapılan keşif gezilerini İspanya için çalışan denizciler gerçekleştirdiler; bunlardan Ferdinand Ma- gellan 1520’de, günümüzde adıyla anılan boğazdan geçerek Büyük Okyanus’a ulaştı.Portekizlilerin sömürgeleştirme çalışmaları. Portekizliler 1532 yılına kadar kalıcı merkezler kurmadılar. İki kalıcı yerleşme merkezi (günümüzdeki Sau Paulo yakınında Sao Vicente ile Recife) kurulunca, 1549’da Portekiz, buraya bir genel vali atadı ve günümüzdeki Salvador kenti Sao Salvador (ya da Bahia) adıyla kuruldu. Portekizliler iç kesimlere yönelmeyerek, yerleşme merkezlerini kıyı bölgelerine kurdular. Bununla birlikte, “bandeiras” adıyla yapılan keşif gezileri, Portekiz’in, Tordesillas antlaşmasıyla çizilen çizginin batısında kalan topraklar üstünde de hak iddia etmesine yardımcı oldu. XVII. yy’ın ilk yarısında yapılan “bandeiras”lar, genel olarak Kızılderili köle aramak amacıyla girişilmiş yağmalama seferleriydi; gün geçtikçe de değerli maden arama seferlerine dönüştüler. XVIII. yy’ın sonunda, günümüzdeki Minas Gerais eyaletindeki altın yataklarının bulunmasından sonra, Amerika’ya ilk kitlesel Portekizli akını başladı. Nüfusun ve ekonomik etkinliklerin güneye doğru kayması üstüne, Brezilya’nın başkenti 1763’te Bahia’dan güneye, Rio de Janeiro’ya aktarıldı. Kıyılardaki Portekiz yönetimini merkezîleştirme doğrultusundaki ilk adımlar, günümüzdeki Rio de Jane- iro’nun bulunduğu yerde 1555’te bir yerleşme kurmuş protestan Fransızları çıkarmak için atıldı. Portekiz’in Brezilya üstündeki denetimine daha ciddi bir tehdidi, Portekiz’in İspanyol hükümdarlartarafından yönetildiği 1580-1640 yıllarında HollandalIlar oluşturdu. Şekerkamışı üretimini, işlenmesini ve Avrupa’da şeker pazarlamasını denetimleri altına aimak isteyen HollandalIlar, Portekizlilerin olan Recife dolaylarındakijverimlijşeker- kamışı topraklarını 1630 – 1654 arasında işgal ettiler. Brezilya’nın kuzeyindeyse, birbiri ardına Fransızlar, HollandalIlar ve İngilizler küçük sömürgeler kurdular: Fransız Guyanası, Hollanda Guyanası (günümüzde Su- rinam), İngiliz Guyanası (günümüzde Guyana) Bu küçük yerleşmeler, Amerika’da Portekiz sömürgelerinin kurulduğu ilk yıllarda, dış tehditlerle karşı karşıya kaldılar. Öte yandan İspanya da, öteki Avrupalı devletlerden ciddi bir engelleme görmeksizin kendi denetimini kurmayı başardı. Antil adalarında İspanyollar. İspanyolların Amerika’yı işgal ederken ilk merkezleri, Antil adalarının ikinci büyük adası olan, Aravak kabilelerinin yaşadıkları yoğun

24
nüfuslu Hispaniola adası oldu. İspanyol altın arayıcılarının zorla çalıştırılmaları jve Avrupa’dan(gelen hastalıklara karşı dirençleri bulunmaması nedeniyle, Aravak- lar çok geçmeden bütünüyle yok oldular. Yerli işçi sayısındaki hızlı düşme, İspanyolları Küba. Jamaika, Bahama adaları ve Porto Riko’ya yöneltti; ama bu bölgelerde de yerli işgücü hızla tükendi. Bu arada, İspanyollar, Antil adalarındaki en büyük altın yatakları olan Küba’daki sınırlı altın yataklarını da kısa sürede tükettiler. Hispaniola ve başkenti Santo Domingo, Latin Amerika’nın kara kesiminin ele geçirilmesinde ve sömürge- leştirilmesinde ikili bir rol oynamıştır; Keşif gezileri buradan örgütlenip finanse edilmiş, Güney Amerika’nın kuzeyine, Panama’ya, Orta Amerika’ya, Meksika’ya ve günümüzde büyük bölümü ABD sınırları içindeki yerlere yapılan keşif seferlerine katılan subay ve erlerin çoğu, Hispaniola ve Küba’dan gelmişlerdir, Amerika’daki İspanyol yönetim yapısı, ana çizgileriyle ilk defa olarak Hispaniola’da kurulmuştur. İspanya’dan zengin olma düşleriyle gelerek Amerika’ya yerleşen yoksul İspanyolların bir bölümünün daha başlangıçta Kolomb’a karşı ayaklanmaları, Amerika’da ücretli tarım işçisi olarak çalışmaya niyetleri olmadığını göstermiştir: Zenginlik ve güç istiyorlardı. Taleplerini karşılamak için kurulan başlıca yönetim yapısı, eski İspanyol “encomienda” kurumunun Amerika’ya uyarlanması oldu. Bu kurum, özet olarak kıtaya yerleşen her beyaza belirli sayıda Kızılderili verilmesine dayanıyordu. Kızılderililerden haraç toplamakla ve boğaz tokluğuna çalıştırmakla görevli bir İspanyalı encomendero olarak atanıyor, buna karşılık, Kızılderilileri hıristi- yanlaştırmayı üstleniyordu. Zorla çalıştırılmaya ve yerel reislere (onlar da imparatorluk yüksek görevlilerine), haraç ödemeye uzun süredir alışık olunan Meksika’daki ve Peru’daki gibi gelişmiş uygarlıkların bulunduğu bölgelerde, “encomienda” sistemi önemli bir rol oynadı. İspanya’dan gelenler yerli Aravak işgücü kaynağını tükettikten sonra, Afrika’dan siyah köle getirtmeye başladılar. Bununla birlikte, büyük tarım işlemeleri sistemi, XVII. yy’ın sonunda önemli miktarda şekerkamışı ürünü dışsatımı yapmaya yeterli duruma gelinceye kadar, tarlalarda çalıştırmak için Afrika’dan çok sayıda köle getirilmesi, ekonomik bakımdan kârlı olmadı. Bu yüzden,yaygın biçimde Afrikalı köle çalıştırma, önce, İngilizle- rin ve Fransızların yerleşmiş oldukları Küçük Antiller’de ve İngiltere’nin 1655’te işgal ettiği Jamaika’da gerçekleşti. Sonradan adı Haiti’ye dönüştürülen Hispanio- la’nın batıda kalan üçte birinde Fransızlar yavaş yavaş, siyah köle emeği temeli üstünde Sömürge ¡Amerika’sı’ nın dışsatıma yönelik en verimli tarım işletmeleri ekonomisini kurdular. //Encoımienda”ya ek olarak, Amerika’daki İspanyol işgalinin kullandığı ikinci önemli araç “villa”ydı (“kent”). Kenti, başlangıçta seçilen, daha sonraysa hem seçimle hem de atamayla göreve gelen üyelerden oluşan bir “cabildo” (“meclis”) yönetiyordu. “Cabildo”, ilk İspanyol sömürgecilerin İspanya’daki krallık yönetimiyle ilişki kurmada kullandıkları en önemli araçtı. Zaman içinde gelişerek, önemli bir yerel yönetim mekanizması durumuna geldi. İspanya’nın sömürgeleri üstünde denetimi merkezîleştirmesinden sonra öneminin azalmasına karşın, “cabildo”, yerel özyönetimin merkezi olarak, XIX. yy’daki ulusçu hareket için de bir odak noktası işlevi gördü. Böylece, Antil adalarındaki Santo Domingo kenti, en önemli bölgesel yönetim merkezi haline geldi. Önemini ancak Meksika’nın orta kesiminin ve İn- kaf İmparatorluğu’nun: insan ve maden bakımından zenginliği anlaşıldıktan sonra yitirdi.| İspanyolların yayılması. Karada yapılan fetihlerle İspan- yollar, Amerika’daki gelişmiş uygarlıklarla ve olağanüstü maden zenginlikleriyle tanıştılar. Meksika’nın ele geçirilmesi, 1519’da Cortes’in Aztek kralı Montezuma ll’yi Tenochtitlan’da tutsak almasıyla başladı. Pizar- ro’nun da 1532’de İnka imparatoru Atahualpa’yı tutsak almasından sonra, İnka hükümdarı idam edilirken, Cuzco da İspanyollartarafından işgal edildi. Sonraki yir- mi-otuz yıl içinde, İspanya’dan gelenler Şili, Paraguay, ve Kolombiya topraklarına yayıldılar. Kuzeye, günümüzdeki ABD topraklarına da seferler düzenlediler.Nispeten küçük İspanyol birlikleri, İnkalara, Aztekle- re ve öbür Kızılderili halklara kolayca boyun eğdirdiler. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Ama aralarından üç etmen son derece önemlidir. Birincisi, Avrupalılar yanlarında, Kızılderili halklar için ikisi de korkutucu olan ileri bir teknoloji ve evcilleştirilmiş hayvanları da getirmişlerdi: Özellikle, savaşçıların ata bindiklerini görmek, Kızılderilileri dehşet içinde bırakmıştı. İkinci etmen, İspanya’dan gelenlerin Kızılderililerin bağışık olmadıkları hastalıkları da birlikte getirmeleriydi. Üçüncü etmen, Azteklerin ve İnkaların siyasal yapılarının son derece ta- bakalaşmış olması ve her tabakalar piramidinin en üstünde, küçük ve içine girilmesi olanaksız bir grup bu- lunmasıydı: Bu durumda İspanyolların, en tepeye kendilerinin yerleşmeleri nispeten kolaydı. Bunu izleyen 150 yıl boyunca İspanya Krallığı, olağanüstü yetkilerle donatılmış bir yönetim yapısıyla, kendi yetkisini kurmaya çalıştı. Bu yapıda kral naipleri ve genel yöneticiler gibi kişisel temsilciler ve; kent “ca- bildo”sundan “Audiencialar”a (krallık adalet divanı) kadar uzanan bir dizi cunta yer alıyordu. İlk kral naiplikleri, Panama’nın kuzeyindeki bütün toprakları kapsayan Yeni İspanya (1535) ile Panama’nın güneyindeki bütün toprakları kapsayan Peru (1544) oldu. Daha sonra Yeni Granada (1717) ve La Plata’nın (1776) kurulmasıyla, Peru’nun toprakları küçüldü. Sivil yönetimin dışında, fransisken, augustinusçu ve dominiken misyonerler de hıristiyanlaştırma sürecini yönetmekteydiler. Bazı misyonerler, Kızılderilileri “re- duccione”lerde (yani rezervlerde) toplayarak, pasifize etmeye çalıştılar. Bu reduccionelerin en önemlisi, Paraguay’da cizvitler tarafından yönetiliyordu. Cizvitler ayrıca, yerel beyaz toprak soylularının ve kent tüccarlarının oğullarının eğitimciliğini de üstlendiler. Bunlara yalnızca din hizmetlerini yerine getirme yetkileri tanınmıştı. Krallık, parlak yöneticileri doğrudan İspanya’dan yolladı; bunlar da sık sık Amerika’da doğmuş İspanyol kökenlilerle anlaşmazlığa düştüler. Amerika’daki ekonomik çöküntü, derindeki maden damarlarını işletmek için etkili bir teknoloji bulunmaması, İspanyol hükümdarlarının Habsburg soyunun yozlaşması ve öteki Avrupa devletlerinin Antil denizindeki ticaret yollarına gün geçtikçe daha şiddetle saldırmaları, bölgesel beyaz gruplarının yönetimde yüksek görevleri ele geçirme fırsatlarını artırdı. Bourbonların reformları. 1700’de sona eren İspanyol Habsburg sülalesinin yerine İspanya tahtına çıkan Fransız Bourbon sülalesinden hükümdarlar, daha etkili yönetim yapıları oluşturmak, İspanyol Ameri|ka’sii’nda bütünlüğü sağlamak istiyorlardı; Amerika’da bütünlüğün sağlanması isteği, “Visitador” (genel ziyaretçi) gönderilmesine kadar sesini pek duyurmamıştı. Gal- vez’in bu yeniden örgütlemedeki amaçları önemli görevlerdeki bütün sömürgeci beyazları görevlerden alıp, yerlerine İspanya’dan gelme yeni yöneticiler atamak, vergi yapılarında reformlar yaparak ve sömürgeler arası ticareti geliştirerek, İspanya’nın gelirlerini artırmak, Kaliforniya’daki ve Meksika körfezi kıyılarındaki sınırları yabancı saldırılardan korumak ve cizvitleri gerçekten devlet içinde devlet durumuna getirdikleri topraklardan çıkarmaktı. “Buorbon reformları” diye adlandırılan bu değişik- likleriri|bazıları,jl 770,yıllarmda)İspanyoljAmerikalsı’nda uygulamaya kondu. Bu reformlarla, sömürgelerin yönetim sistemine yeniden canlılık kazandırıldı. Vergi toplanması merkezileştirildi; gümüş madenlerinde üretim artırıldı; krallığın özellikle tütün üstünde, tekellhak- ları sağlandı, bunlar da İspanya’ya külçe altın olarak büyük gelir sağladı. Ayrıca, kuzeydeki Kızılderililere düzenlenen seferlerle, yayılmak için yeni alanlar açıldı. Daha etkili savunma önlemleri alınarak öteki Avrupa devletlerine karşı güvenlik sağlandı. Ama|Bourbon|reformları İspanyol Amerika’sı’ndaçok sayıda sorunun oluşmasına da yardımcı oldu. Sözgelimi, pek çok kırsal alanı, yerel ticaret için gerekli olan madeni paradan yoksun bıraktı. Tekeller, belirlenmiş az sayıda merkezin dışındaki tütün üretimini yok etti. Bölgede üretilen işlenmiş ürünler, İspanya’dan gün geçtikçe daha çok mal getirilmesinden zarar gördü. Artı değerlerin ellerinden alınması, yönetimdeki yerlerini yitirmeleri, üst sınıftan pek çok beyaz sömürgecinin saygınlığına, çoğunlukla da gelirine zarar verdi. Bu toplulukların İber yarımadasının 1807-08’de Na- polyon tarafından işgal edilmesiyle siyasal fırsat bulup, Ispanya’ya ayaklanmalarına (yolaçan etmenlerden biri, uzun süredir yararlandıkları ayrıcalıklarını yitirmeleriydi. Bu arada Fransız egemenliğine 1804’te son verip, Batı yarıkürede ABD’den sonra ikinci bağımsız devleti kuran “Haiti” örneği de cesaretlerini artırdı. BAĞIMSIZLIK SAVAŞLARI Günümüzdeki Arjantin, Venezuela, Kolombiya ve Şili topraklarında kalan bağımsızlık hareketlerinin önderleri, varlıklı kişiler, genellikle tüccar ve toprak sahipleriydi. Buna karşılık, bir halk ayaklanmasının olduğu Meksika’daki hareketin önde gelen iki önderi, her ikisi de rahip olan ve her ikisi de İspanyolların kendilerine “hak etmedikleri gibi” davrandıklarına inanan Miguel Hidalgo y Costilla ve Jose Maria Moreles y Pavon’du. Meksika. Hidalgo, 1810’da Guanajuato kentini yağmalayıp, sonra da Guadalupe Meryemi’nin bayrağı altında Mexico City’ye doğru yürüyen bir Kızılderili ayaklanmasını yönetti. Bununla eş zamanlı olarak, Morelos da güneyde başarılı bir gerilla kampanyası yürüttü; yeni bir hükümet kurul|masını|ve “zenginliklerin yeniden paylaşılmasını” istedi. Bu rahiplerin ikisi de yakalanıp idam edildi (Hidalgo 1811 ‘de, Morelos 1815’te); ama büyük toprak sahipleri artık sürekli ölüm korkusuyla yaşamaktaydılar. Meksika’nın kesin bağımsızlığını 1821’de kısa bir süre için Agustin I adıyla ülkeyi yöneten, Meksika’da doğmuş İspanyollardan Augustin de İturbide ilan etti. Halk ayaklanmalarına karşı savaşan rejimi, artık krallık yasalarını umursamayan geleneksel beyaz sömürgeciler sınıfının çıkarlarını temsil etti. Halk yığınlarınaysa birşey vermedi. Güney Amerika. Güney Amerika’da İspanyolları yenmeye yönelik ilk silahlı çabalar, La Plata kral naipliğinin merkezi Buenos Aires’te ve genel valiliğin merkezi Caracas’ta örgütlendi. Bu kentlerden, Caracas büyük ölçüde İspanya’dan gelenlerin, Buenos Aires de büyük ölçüde kıtada doğmuş beyazların ellerinde tuttukları, yeni gelişmekte olan dışsatım ekonomisinin merkezleriydi. Her iki ordu da İspanyollar karşısında yenildi; ama liderleri yakalanamadı. Güneyde devrimci güçler, Arjantinli Jose de San Martin’in yönetiminde yeniden örgütlendiler, San Martin Şilili general Bernardo O’Higgins’le birlikte Mendo- za’dan yola çıkıp, And dağlarını aşarak Şili’nin orta kesimindeki vadiye yönelen bir saldırıyı yönetti. İspanyol kuvvetlerinin 1818’de kesin yenilgiye uğramalarından sonra, San Martin deniz yoluyla Peru’ya gitti; iç vadilerse İspanyol kuvvetlerinin elinde kaldı. Kuzeyde Simon Bolivar, Venezuela’nın iç kesimlerinde bir ordu toplayıp, And dağlarını aşarak, Kolombiya’daki Boyaca dağlık bölgesinde İspanyol birliklerini yenilgiye uğrattı (1819). Sonra Venezuela’ya geri döndü ve 1821’de yeni kurulan Büyük Kolombiya (günümüzdeki Kolombiya, Venezuela, Ekvador ve Panama) Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığına seçildi. Bir süre sonra büyük bir orduyla güneye Peru’ya giderek, İspanyolları 1822’de Quito yakınında bir dağ yamacında yendikten sonra, Guayaquil’de San Martinle buluştu. Peru’nun biçimsel olarak bağımsızlığını ilan etmiş olan San Martin, o tarihten sonra savaşımı Bolivar’ın ve kendi baş yardımcısı Antonio Jose de Sucre’nin ellerini bırakarak, kamu yaşamından çekildi. Lima’daki tüccarlar ve toprak sahipleri, Bolivar’a bir kurtarıcıdan çok karışıklık çıkaran bir yabancı gözüyle baktılar; 1750’den önceki yetkilerinin yeniden sağlanmasını istediler ve Yukarı Peru’nun (günümüzde Bolivya) Cumhuriyet’ten ayrı tutulmasını sindiremediler. 1826’da Bolivar başkenti Bogota’ya döndüyse de, 15 yıllık bir savaştan sonra ortaya çıkan güçlü bölgecilik, bütün kıtayı kapsalyacakjtek bir devTet ¡ülküsüne] gölge düşürdü, Büyük Kolombiya devletinin (bütünlüğünü koruyamadı. ULUSAL DÖNEM Latin Amerika’nın kara kesiminde, bağımsız uluslar, İspanyol ve Portekiz egemenliği sırasında örgütlenmiş büyük yönetim birimlerinin içinde ortaya çıktılar.İspanyol-Amerikan bölgeciliği. XIX. yy’ın başındaki nispeten kısa bir dönem içinde, pek çok bölgede İspanyol egemenliği çöktü. Peru Kral naipliği içindeki Şili 1818’de, Peru da 1821’de bağımsızlıklarına kavuştular. 1822’de Yeni İspanya, Meksika’ya dönüştü; Yeni Granada da Büyük Kolombiya’ya katıldı. La Plata bölgelerinden Paraguay 1813’te, Arjantin 1816’da, Bolivya 1825’te, Uruguay da önce Arjantin’le, sonra Brezilya’yla uzun bir çekişmeden sonra 1828’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Eski İspanyol topraklarının çoğu için en önemli sorun, sınırları içindeki farklı bölgeler üstünde yetki sağ- lanmasıydı. Meksika kısa sürede Guatemala, El Salvador, Kosta Rika, Honduras ve Nikaragua üstündeki denetimini yitirdi; bu ülkeler önce Orta Amerika Federas- yonu’nu oluşturdular. Sonra da bağımsız devletlere dönüştüler. Texas devrimi ve Meksika Savaşı (1846-48) sonucunda Meksika Texas’i, Kaliforniya’yı, Arizona’yı ve New Mexico’yu ABD’ye bırakmak zorunda kaldı. Büyük Meksika gibi, Büyük Kolombiya da çok geçmeden parçalandı. 1830’da Venezuela ve Ekvador’un ayrılmasıyla, Bolivar’ın düşü sona erdi. Panama da, Panama kanalının yapılmasıyla ilgili anlaşmazlık sırasında, 1903’te Kolombiya’dan bağımsızlığını elde etti. Yeni devletlerin sınır bölgelerinde nüfus azdı. Ulusal sınırların son derece belirsiz olması devletlerarası sorunlara yolaçtı. 1879-1884 arasında Şili, Büyük Okya-, nus savaşı sırasında Peru ve Bolivya’ya karşı savaştı. Bu savaş bittikten sonra da, Tacna-Arica anlaşmazlığı patlak verdi ve 1929’a kadar sürdü. Arjantin Brezilya ve Uruguay’a karşı direndiği yıkıcı Üçlü İttifak Savaşı’nda (1865-1870) Paraguay, erkek nüfusunun büyük bölümümü yitirdi. Ama 1932-35 Chaco savaşında Bolivya’yı yenerek, öcünü aldı. Latin Amerika devletlerinin bazıları arasındaki sınır çekişmeleri hâlâ sürmektedir. XIX. yy’ın başındaki dev bağımsız uluslar düşü, İspanyol Amerikası’nda büyük ölçüde gerçekleşmemiş, yerini bölgesel anlaşmazlıklar almıştır. Brezilya. Buna karşılık Portekiz Amerikası, bütün bölgesel çeşitliliklere karşın birliğini korumayı başardı. 1822’de Brezilya, Pedro l’in yönetiminde bağımsız bir imparatorluk oldu. 1889’da imparatorluk devrildi; yerine cumhuriyet yönetimi kuruldu; eyaletlerde bölgesel siyasal partiler örgütlendi. Her parti yerel ekonomik çı
karları dile getiriyordu ama, bu çıkarlar bir bölgeden öbürüne büyük farklılıklar göstermiyordu. Brezilya’nın ekonomisi, köle emeği üstünde gelişmişti ve nispeten dar kıyı şeridiyle sınırlıydı. Bütün kıyı bölgesinin ekonomisi tarım ürünleri dışsatıma bağımlıydı. Bu nedenle, ülkedeki bütün bölgeler, o dönemde dünyanın en güçlü devleti olan İngiltere’nin serbest ticaret siyasetini benimsediler. 1930 yıllarına kadar ortaya ulusal çapta bir siyasal örgüt çıkmadı. Antil adaları. Küba devriminin 1898 İspanya-Amerika savaşından sonra doruk noktasına ulaşıp, adayı bağımsızlığa kavuşturmasına kadar İspanya, Küba ve Porto Ri- ko’yu sömürge olarak elinde tuttu. O tarihten sonra da Porto Riko, ABD’nin denetimine girdi. Bağımsızlığını elde eden ilk Latin Amerika ülkesi Haiti, aynı zamanda da modern dünyanın ilk bağımsız siyah devletiydi de. Bununla birlikte iç siyasetin denetimi melezler ile siyahlar arasında sürekli el değiştirdi. Haiti’nin egemenliği, 1844’te Donimik Cumhuriyeti’nin kurulmasına yolaçtı; ama bu cumhuriyet. ABD’deki Ayrılık Savaşı sırasında, İspanyollar tarafından yeniden aşağı yukarı ilhak edildi. Antil adalarının geri kalan bölümü AvrupalIların denetiminde kaldı ve şekerkamışı tarım işletmeleri ekonomisi sürdü. XIX. yy’ın başlarında köle ticareti ve kölelik kaldırıldıktan sonra, adalardaki eski sömürgeler büyük ölçüde siyah kaldılar. Trinidad gibi yeni şekerkamışı sömürgelerine XIX. yy’ın sonunda Doğu Hindistan’dan büyük sayıda sözleşmeli işçi getirilmesi, bu nüfusun ırksaİ açıdan farklılaşmasına ve karışmasına yo- laçtı. Siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişme. Bağımsızlığın ilk yarım yüzyılında Latin Amerika ulusları, uzun süren bağımsızlık savaşının olumsuz etkilerinden, ulusal düzeyde siyasal yasallık eksikliğinden ve yerelleşmiş ekonomik gelişmeden zarar gördüler. Geleneksel, sömürgede doğmuş beyazların yönetimleri, genellikle Mesti- zo (Avrupalı-Kızılderili karışımı melez) kökenli bir ulusal askerî önderin (“Caudillo”) desteği olmadan denetimi sağlamakta güçlük çektiler. Meksika’da Antonio Lo- pez de Santa Anna, merkezî yönetim gereksinmesi sayesinde beş kez işbaşına geldi. Venezuela’da yönetim, Jose Antonio Paez’i denetimi sağlamaya çağırdı. XIX. yy’ın ortalarında etkilerinin artmasından yararlanan, genellikle kentlerde yaşayan beyazlardan oluşan liberaller, muhafazakâr ideolojiye gün geçtikçe daha çok muhalefet etmeye başladılar. Liberal saldırılar, yüzyılın sonunda Latin Amerika ülkelerinin çoğunda katolik kilisesinin geleneksel konumunu değiştirmesine yardımcı oldu. Yüzyılın ikinci yarısındaki liberal eğilimlere karşı çıkan bazı “caudillo”lar, seçimleri ekonomik gelişmenin iyice pekişmesine kadar ertelediler. Meksika’daki Porfirio Diaz bunun başlıca örneklerinden biridir. Bazı ilk liberaller de, başlangıçta buna benzer bir tavır takındılar: Venezuela’daki Antonio Guzman Blan- co, vb. XIX. yy’ın son çeyreğinde, Güney Amerika’da nüfusun merkezi Büyük Okyanus kıyısından Atlas okyanusu kıyısına kaydı. Avrupa’ya yapılan tarım ürünü ve işlenmiş ürün dışsatımının sağladığı ekonomik patlama Arjantin, Uruguay ve Brezilya’da işçi talebini yükseltti. Bunun sonucunda İtalya, İspanya, Portekiz ve Almanya’dan Latin Amerika’ya büygk bir Avrupalı göçmen dalgası aktı. Yeni göçmenler başka kentlere yerleştiler; Birinci Dünya Savaşı sırasında, Buenos Aires nüfusunun önemli bir çoğunluğu yurt dışı doğumluydu. Aşağı yukarı aynı sıralarda, pek çok ülke, seçilmiş sivil yönetimlerin devlet üstündeki denetimini sağlamasına yardımcı olması için, kendi profesyonel askerî kuvvetlerini oluşturmaya başladılar. Profesyonel ordu, göçmenlerin çocukları için çekici bir meslek oldu. Güçlendirilen ordular, modern silahlar üstündeki tekellerinden ve ulusal taşımacılık sisteminin gelişmesinden de yararlanarak, yeni bir “caudiilo” tipinin ortaya çıkmasına olanak verdi. Yeni subay sınıfının kendi iktidarını ilan etmesi ve etkisiz gördüğü bir siyasal sistemin yerini alması için önemli bir bunalım yeterliydi. 1930’a doğru patlak veren dünya iktisadi bunalımı, beklenen kıvılcım oldu. Brezilya’da Getulio Vargas, Estado Nova (“Yeni Devlet”) adı verilen ve askerî desteğe dayanan bir tür devlet korporatizmi kurdu. Arjantin’de ordunun yaptığı bir dizi darbe, Juan Peron’un iktidara gelmesini sağladı. Pe- ron’un kurduğu ilk rejim (1946-55), halk tarafından büyük ölçüde desteklenmesine karşın, ustaca kılık değiştirmiş bir askerî diktatörlüktü. Bu tip diktatörler Kızılderili ve melez köylülerin desteğinden çok, kentlerdeki işçilerin desteğini aradılar. 1950 yıllarından önce, yalnızca Meksika’da köylüler önemli bir siyasal rol oynadılar ve toprakların önemli ölçüde yeniden dağıtılmasını sağladılar. İkinci Dünya Savaşı’nda Batı demokrasilerinin ve SSCB’nin, Avrupa’daki faşist rejimler karşısında zafer kazanmasından sonra, pek çok Latin Amerika yönetimini, yerleşmiş eşitsizlikler sarstı. 1959’da Küba’da Fi- del Castro’nun devriminin başarıya ulaşması ve bu ülkenin kısa süre sonra komünist ülkeler topluluğuna katılması, toplumsal ve iktisadi reformlar yönünde baskıyı artırdı. Ama aynı zamanda da, sol bir devrim korkusunu da yaygınlaştırdı. Güçlü ABD’nin de paylaştığı bu korku, ABD’nin 1965’te Dominik Cumhuriyeti’ne askerî kuvvet yollamasına, 1973’te Şili’de halk oyuyla iktidara gelmiş Salvador Allende’nin devrilmesine açıkça göz- yummasına, hattâ devrilmesinde rol oynamasına yo- laçtı. 1980 yıllarında Nikaragua’da sandinistalara karşı gerilla savaşına girişen Contraları destekledi ve ekonomik baskı uygulayarak serbest seçimlerin yapılmasına, böylece marksçı Sandinista rejiminin sona ermesine yo- laçtı.|Bunun yanı sıra, ABD, marksçı yönetimi görevinden almak için Grenada’yı işgal etti; marksçı gerillalara karşı verdiği savaşta Salvador yönetimine, insan haklarını ihlal etmeyi sürdürmesine karşın, ekonomik ve askerî yardım sağladı. 1989’da ABD birlikleri Panama’yı işgal edip general Manuel Noriega’yı görevinden aldılar; Noriega ABD’ye götürülerek uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı savıyla yargılandı ve kırk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Günümüzdeki sorunlar. Latin Amerika’da ulusçüluk duygusu güçlüdür. Ekvador ile Peru arasındaki toprak anlaşmazlığı sürmektedir. Guatemala’nın Belize üstündeki hak iddiaları, sınır anlaşmazlıklarıyla ilgili bir ortak komisyonda İncelenmektedir. Bu durumda, pek çok Latin Amerika hükümetinin ABD’nin çok sayıda müdahalede bulunmasından duydukları hoşnutsuzluğun arkasında, ulusal egemenlik ilkesi yer almaktadır. Latin Amerika’da 1940 yıllarından bu yana ekonomik gelişme, siyasete de, uluslararası ilişkilere de egemen olmuştur. Sağ hükümetler de, sol hükümetler de, uluslararası tekellerin kendi kaynaklarını sömürdüklerine, Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası kredi kuruluşlarının, verdikleri krediler karşılığında ekonomik öğütler vermelerinin egemenliklerine müdahale olduğuna inanmaktadırlar. Yüksek düzeydeki dış borçların, gelişme çabalarını engellemesi sürmekte ve kredi veren ülkelerle ilişkileri karmaşıklaştırmaktadır. Pek çok ülkede, yeni hükümetler, uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapma çabalarını yenilemekte ve bir çatışmalar
ve geniş çaplı uluslaştırmalar döneminden sonra, başlıca sanayi kollarının özelleştirilmesi eğilimi yeniden güç- lenmektedir. Latin Amerika’daki yeni bir olgu da, bölgesel işbirliğinin artmasıdır. Meksika ve ABD, Kanada’nın da katılımıyla, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’nin kurulması doğrultusunda adımlar atmışlardır, Başkan Bush döneminde, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Orta Amerika’yı birbirine bağlayacak, yarıküre çapında bir serbest ticaret bölgesi kurulması düşüncesi ortaya atılmıştır. Orta Amerika Serbest Mübadele Birliği ya da Orta Amerika Ortak Pazarı, And Ülkeleri Topluluğu ve Antil ülkelerindeki CARİCOM gibi bazı bölgesel gümrük birlikleri zaten yürürlüktedir. Soğuk savaşın sona ermesi ve Avrupa Topluluğu gibi başka bölgesel ticaret bloklarının gelişmesi, pek çok Latin Amerika hükümetinde ulusal çıkarların ciddi bir biçimde yeniden değer- lenderilmesine yol açmış ve yeni tavırları olanaklı kılmıştır. Sözgelimi Brezilya ile Arjantin, aralarındaki nükleer silah yarışını durdurma konusunda anlaşmışlardır; bu anlaşma, bölgeye bilgisayar, vb. başka teknolojilerin satılması üstündeki sınırlamaların kaldırılması olanağını sağlamıştır. Sürmekte olan sorunlar arasında hızlı nüfus artışı, toprakların eşitsiz dağılımı, yasa dışı uyuşturucu üretimi sayılabilir. Bu sorunlar pek çok Latin Amerika ülkesinde sermaye-yoğun, teknolojik bakımdan çok ileri ekonomilerin kurulmasının önünde engel oluşturmayı sürdürmektedir. ABD, uyuşturucu kaçakçılarına karşı verilen savaşa teknik yardım sağlamaktadır. Peru, köylüleri kokain üretiminden yasal ürünler üretimine geçmeye özendirecek önlemler almıştır. Kolombiya’da, gerilla ayaklanmalarını sona erdirmeye yönelik ilerlemeler kaydedilmiştir. El Salvador ve Guatemala’da yıllardır süren iç savaşlar uzlaşmalarla sona erme evresine gelmiştir. 1980 yıllarının sonunda gözlemlenen askerî yönetimlerden demokratik yoldan seçilmiş hükümetlere geçiş, bölgede önemli büyüme yaratacak bir dizi toplumsal ve ekonomik programın uygulanmasına olanak sağlamıştır.

22

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir