Amerika, Latin (edebiyat)
1960’larda roman yazımındaki canlanma sonucu Latin Amerika edebiyatı, XX.yy’ın ikinci yarısında dünyanın dikkatini çekti. Başlıca Avrupa dillerine çevrilen Latin Amerika romanları, konularının özgünlüğü – tamamıyla var olan Latin Amerika gerçeği- ve zengin yaratıcı tarzları nedeniyle eleştirmenlerin ve halkın ilgisini çekti. Latin Amerika edebiyatı önemli boyutlara ulaşan verimiyle kendini kanıtlamakla kalmadı, gerçekleştirdiği «roman patlamasıyla Latin Amerika edebiyatının yalnızca bölgesel ürünler olmadığını, tam tersine dünya edebiyatına yön verdiğini de kanıtladı. Ulusal ve erken sömürge yazıları. Çok iyi bildikleri şövalye aşkları ve biraz da İncil’in dışında XV. ve XVI. yy’da Latin Amerika’ya ilk gelen AvrupalIların getirdikleri kültür birikimine alt yapı oluşturacak hiçbir edebi örnek yoktu. Bu nedenle Kristof Kolomb ve Amerigo Vespucci Latin Amerika’yı kendi bildikleri edebiyattür- leriyle anlattılar. Aynı biçimde, ilk Conquistador’ların ve sömürgecilerin tarih yapıtlarında da yarı gerçek, yarı hayali kahramanlık ve cesaret öyküleriyle birlikte yalnızlık temaları yer alır. Topraklar ve bu toprakların sakinliği,¡genellikle,Avrupa’nın çok sevilen soylu merhametsizliğiyle anlatılmıştır. Uygulamadaysa yerliler aşırı çalıştırılarak köleleştirilmiş ve kültürleri yok edilmişti. Yeni Dünya’da yaşayan yerli kabilelerin temsil ettiğiuygarlık düzeyi çok geniş bir alana yayılıyordu. Yalnızca Büyük Maya, İnka ve Aztek uygarlıklarından kalma bazı örnekeleri katolik keşişler korumuştur. Mayaların felsefesini, kozmolojisini ve tarihini içeren kutsal kitapları Popol Vuh bu olağanüstü kültüre ait bir örnektir. Fransisken Fray Bernardino de Sahagun (yaklaşık 1500- 90), o zaman Yeni İspanya olarak anılan Meksika tarihini yazdı; Peru genel valiliğinden görevli Garcilaso İnca de la Vega, Kolomböncesi Peru’daki yaşamın yanı sıra daha sonraki fetihleri ve iç savaşları anlattığı Krallık Açımlaması’nı (1609-17) yazdı. XVI. ve XVII. yy. Latin Amerika edebiyatı, Avrupalı okuyucu için, çoğunlukla, yeni fethedilen topraklan anlatan eserlerden oluştu. Egzotik kuşları, tropik bitkilerin cıvıl cıvıl renklerini, tuhaf yerlileri ve bunların tapınaklarını ve dinsel törenlerini anlatırken yazarlar, yapay bir şaşkınlıkla abartılı dil arasında kararsız kaldılar; ayrıca bazen kendi kahramanlıklarını ve fetihlerini yücelterek yazdılar. Bu olayın en ilginç öyküsü belki de Bernal Di- az del Castillo’nun (1492-1584) Meksika’nın Fethinin Gerçek Tarihi kitabında (1632) anlatılmıştır. Bu hayret verici tarih yapıtının yazarı,Cortes ordusunda çarpışırken başından geçenleri canlı olarak anlatfr. Yazarın belleği müthiş ve yazısı da canlı ve bilgiççe iddialarla donatılmıştır. Yapıtların çoğu fethi cesaret ve kahramanlık yönüyle alsa da, bu olayı eleştirenler de yok değildi. Brevisima Relacion de La Destiuccion de Las İndias (Kızılderililerin Yok Edilişinin Kısa Tarih, 1552) ile İspanyol hanedanının ve onun temsilcilerinin zulmünü ve yerli nüfusun katledişini anlatan Fray Bartolome delas Casas en başarılı ve en seçkin eleştiri örneğini verdi. Onun bu savunması Ispanya kralını, yerlilere yapılan suistimalleri hafifletmek için yönetmelik yayınlamak zorunda bıraktı. Sömürgeleşme sona erdikten sonra, 1690’da, MeksikalI Carlos de Siguenzay Gongora’nın yazdığı gibi, gezi, macera ve korsan öyküleri yazılmaya başlandı. En lüks genel valilik saraylarında, Meksika ve Lima’da, İspanyol sarayındaki tarzın bir taklidi olan barok nazmı moda oldu. Meksikalı bir rahibe olan Juanna Ines de la Cruz, Meksika sarayında dramatik parçaları, şiirleri ve kaliteli bilimsel ve felsefi yazılarıyla ün kazandı. La Cruz İspanyol sömürge döneminin en önemli kişisi olarak tanınır. Bağımsızlık edebiyatı. XVIII.yy’da ve özellikle de XIX. yy. başında, bağımsızlık yaklaştıkça Latin Amerikalılar arasında yeni bir hareketlenme gözlendi. Edebiyatçıların çoğu bu dönemde Yeni Dünya’da doğan AvrupalIların torunları olan (yerleşik beyaz kuşağın) kreolllerdi
ve bunlar İspanya’ya değil kendi ulusal topraklarına bağlıydılar ve ulusal bir kimlikleri vardı. 1810’da Vene- zuela, Meksika ve Buenos Aires’de bağımsızlık ilan edildi. 1820’lere gelmeden kıtanın hemen hemen tamamı kendini İspanyol idaresinden kurtardı. Kendi kendini yönetme döneminde çeşitli ulusal edebiyatlar türedi ve artık konu hem toprak, hem de yerleşik halk olarak yerliler, melezler ya da melezlerdi. Bu noktada kendi kültürel kimliklerini oluşturmaları gerektiğini far- keden şairler, bağımsızlık savaşları ve kahramanlık üstüne eserler yarattı. Jose Joaguin Olmedo’nun (1790- 1847) La Victoria de Jun in a Bolivar’ı (J un in Zaferi: Boli- var’a Marş, 1825) bu eserlerin en iyi örneğidir. Jose Maria Heredia’nın (1803-39) En el Teocalli de Cholula (Cholula Piramidinde, 1820) adlı şiir kitabında ve Esteban Echeverria’nın La Cantiva{Tutsak, 1837) şiirinde yüceltilen konu yerlilerdi. Andres Bello ve -farklı bir bakış açısıyla- Domingo Faustino Sarmento Yeni Dünya’da kullanılan İspanyolca için bir dilbilgisi oluşturmaya uğraştılar; ayrıca, her ikisi de, çevre tasvirlerinden oluşan çalışmalar yaparken Sarmiento, ulusal lider Juan Facundo Quiroga üstüne yaptığı çalışmada Cau- dillismo’ya (askeri diktatörlük) saldırdı. Bu noktada barbarlık ve uygarlığın Latin Amerika yaşamında mücadele edilen ve birlikte yaşanan bir şey olduğu görülüyor. Gelecek zaferi korumak birçok yazarın canla başla sarıldığı bir görevdi; ancak, bunun yanısıra, çok yakında kaybolmak üzere olan kovboyların ve kırsal yaşamın nostaljisini de yaşadılar. Bu gelenekteki en önemli eser olan Jose Hernandez’in Martin F/erro(1872) adlı yapıtı Arjantin’in ulusal şiiri oldu. Modernizm. XIX.yy’ın son on yılında Latin Amerika’ya özgü bir edebiyatın gerekliliğini gösteren modernizm hareketi yaşandı. Doğrudan şiiri etkileyen ancak aynı zamanda nesri de ilgilendiren bu edebiyat okulu, hem biçim, hem de içerik bakımından önemli bir şiirsel yenilik yaratmıştır. En önemli yorumcusu NikaragualI Ruber Dario’dur. Fransız şiir geleneğinin yanı sıra, İspanyol nazmına yeni ses bileşimlerine ve anıştırmalara dayanan bir esneklik getirmeye çalıştı. Paris ve İspanya’nın yanı sıra birçok komşu ülkede yaşayan Dario, ayrıca, Latin Amerika’nın bütün olarak anavatan olduğu fikrini de yaydı. Dario, böylece, hem yeniliklerin ¡evrenselleşmesini, hem de Latin Amerika’|nm geçmiş ve geleceğine ilişkin gerçeklerin tutkusunu canlandırdı. Kübalı Jose Marti’yse yurdunun bağımsızlığa kavuşması için etkin bir çaba harcadı. Meksika devrimi ve bölge edebiyatı. XX. yy’ın başında, bölgesel roman oluştu. Bölgesel roman, herhangi romantik bir idealleştirme olmaksızın bölgeyi ve insanlarını ve içinde bulundukları coğrafi koşullara özgü yaşam tarzlarını anlatmaya çalıştı. XX.yy’ın ilk yıllarında üretilen romanların konusu, pampadaki kovboy, kauçuk ya da şekerkamışı tarlalarındaki gündelikçiler, Ve- nezuela ovalarındaki çiftçiler ve kulübelerdeki yerlilerdi. Bolivyalı Alcides Arguedas’ın Raza de Bronce’su (Tunç Irk, 1919), Arjantinli Ricardo Güiraldes’in Don Segundo Sobmra’sı (Pampadaki Gölgeler,1926), Vene- zuelalı Romulo Gallegos’un Donna Barbara’sı (1929), KolombiyalI Jose Eustasio Riviera’nın La Voragine’s\\ (Burgaç, 1924); Ekvatorlu Jorge İcaza’nın Huasipun- go’su (1934) ve Arjantinli Horacio Quiroga’ nın orman öyküleri bu dönemde üretilen en güzel şiir örnekleridir. Bu dönemde, Meksika Devrimi de mücadele sırasında ve sonrasında üretilen şiir ve roman dizileriyle kendi ürünlerini verdi. Dönemin en ünlü romanı, Mariano Azuela’nın Los de Abajo’ydu (1916). Madero’nun desteğiyle savaşan yazarın bu romanı, Meksika devrimin- den (1910-1920) yalnızca zarar gören ve sefalet içine düşen köylü bir savaşçının yaşamındaki iniş çıkışları anlatır. Romantik yazarlardan farklı olarak, bölgesel roman yazanlar Latin Amerika manzaralarının korkunçluğu karşısında öylece donup kalmadan haksızlığın hâlâ kol gezdiğini ve siyasal bağımsızlığın haksızlıkları ortadan kaldırmadığını farkettiler. Geçenjyüzyıldalfaydacı Avrupa düşüncesinin etkisiyle sorgulamadan kabul edilen öğelerle birleşen ve çok yeni olmayan toplumsal birimlerin çok farklı, çeşitli, vahşi ve gelişmemiş Amerikan gerçeğine yetmediği görülmeye başlandı. Bu romancılar bazen vahşet ve devrimle ilişkili öğelerle bile zulüm görenlerin içinde bulundukları durumdan umutsuz olarak, ama daima Los de Abajo’daki savaşçı köylü ve İcaza’nın yapıtlarındaki yerlide olduğu gibi toprak insanının saflığını vurguladılar. Paris tarzını benimseyen bir yazarın kaleme aldığı Don Segindo Sobara bile ruhsal zenginliğin salonlarda değil, toprakta bulunduğunu savunmaktadır. Brezilyalı modernistler. XX. yy. başlarında, merkezi Sao Paulo olan Brezilya modernist hareketi de benzer bir kültürel bağımsızlığı farklı yollardan elde etmeye başladı. Tüm diğer Latin Amerika ülkelerinin geçtiği aşamalardan Brezilya da geçmişti; ancak Brezilya, siyasal ve kültürel bağımsızlığı daha geç geldi. Brezilya’nın ilk imparatoru Pedro I, Portekiz sülalesinin yasal üyesiydi. Brezilya’nın Portekiz’e karşı bağımsızlığını 1822’de ilan etmesine karşın, ülke 1889’a kadar krallık kurallarına uydu ve Rio de Janeiro’daki mahkemenin hâkimiyeti altında kaldı. Bu şekilde Portekiz kültürüne bağlı kalan Brezilya’da, Brezilyalı yazarlar yavaş yavaş kendi topraklarına ve etnik insan karışımına ilişkin eserler verme sorumluluğu duymaya başladılar. Çok sayıda köle bulunması, kültüre ayırt edilir bir Afrika özelliği kattı ve Portekiz kökenli olmayan göçmenlerin etkisiyle yeni ulus kendi sesini buldu ve kullandı. Yüzyıl başlarında, Joaguim Maria Machado de As- sis’in Dom Casmurro’su (1899, Graça Aranna (1868- 1931) ve Eucyldes da Cunha’nın (1866-1909) yapıtları hem kırsal kesim hem de kent hayatını anlatmıştır. 1922’de modernist grup (1890’ların İspanyol-dili mo- dernsitlerinden farklıdır) kendilerini yeni bir akımın üyeleri olarak ilan edip yepyeni bir döneme geçtiler,, sayısız magazin ve küçük yayınlarda nazım ve düzyazı denemeleri yaptılar. Büyük bir edebiyat etkinliği denizden uzak iç bölgelere yayılarak, büyük kent merkezlerinin dışındaki bölgelerde de kültür düzeyini artırmaya başladı. Geçmişte Bahia ve Minas Gerais eyaletleri etkin ama kısa ömürlü edebiyat hareketlerine sahne oldular. Mario de Andrade modernist grubun en önemli öncülerindendi. Yakın dönem Latin Amerika edebiyatı. Brezilya’da mo- dernizmden bu yana en ünlüsü somut şiir olan bir dizi yeni akım doğdu ve hem şiir hem de düzyazı Avrupa etkisiyle gelişmeye devam etti. Yakın yıllarda çok iyi tanınan Brezilyalı yazarlar arasında düzyazıda Sorge Amado, Erico Verissimo, Osvvald de An- drade (1890-1954), Clarice Lispector (1925-77), Joao Guimares Rosa (1908-67) ve Raguel de Queiros,!şiir- deyse Carlos Drummond de And rade, ¡Jloao Cabrai de Meló Neto, Vinicius de Moraes (1913-80) ve Jorge de Lima (1893-1953) yer alır. Ulusal ve ırksal sorunlara birtepki oluşturan Porto Ri- ko edebiyatı ancak yakın yıllarda kendine gelebildi. Emilio Belaual, Manuel Mendez Ballester, Francisco Arrivi ve Rene Marques’in (1919-79) – özellikle La Careta (1951) oyunuyla ünlüdür – çalışmalarıyla renkli bir tiyatro hareketi belirdi. Enrique Laguerre ve Pedro Juan Soto öykü dalında önemli bir yer edindiler. Şiirde Luis Pales Matos (1898-1959) “uygarlık” denilen kültür emperyalizmine karşı “primitivizm” temasının öncülüğünü yaptı. Latin Amerika’nın kalanı için, genel şiir niteliğinin ötesinde, çağdaş düztyazı saygınlık kazandığı, yazarların çoğunun Fransız romancıların ve “yeni roman” gibi edebi türlerin tanıttığı teknikleri ve – bir yandan da kişisel tarzını ve Latin Amerika’nın sesini koruyarak – Faulkner gibi Amerikalı yazarların yeniliklerini deneyerek başarıya ulaştıkları rahatlıkla söylenebilir. Bu kuşaktaki roman ve öykü yazarları arasında Meksikalı Carlos Fuentes ve Juan Rulfo, Kübalı Alejo Caroentier, Arjantinli Jorge Luis Borges, Julio Cortazar ve Manuel Puig, Uruguayli Juan Carlos Onetti, KolombiyalI Gabriel Garcia Marquez, Perulu Mario Vargas Llosa ve Jose Maria Arguedas (1911-69) ile Şilili Jose Donoso yer alır. 1960’ların canlanmasını sağlayan bu yazarlar, modernlik ve evrensellik gereği ile kendi tanımlarını kaynaştırmayı başardılar. Latin Amerika’ya has özellikleri kaybetmedikleri halde çağdaş Avrupa ve Kuzey Amerika’da daha geniş bir kitleye ulaşacak biçimde düşüncelerini anlattılar. Birçok romanda ulusun yakın geçmişinin tekrar değerlendirilmesi ve yeni yönlerin saptanması için öneriler biraradayer alır. Bunlar, Avrupalı örnekleri bir kenara iten yeni Latin Amerikan bilincinden, hemen hemen uydurma bir ulusal geçmişe kadar uzanır. Tarihin her döneminde, her başarılı seçimde ya da her hatada Latin Amerikalılar kendi tarih bilinçlerini geliştirdiler ve yazarlar da bu bilincin oluşumunda çok etkin bir rol üstlendiler. Örneğin, Pablo Neruda’nın ünlü Canto General’i ( 1950) tüm Latin Amerika’nın – topraklarının, tarihinin ve insanının – bir özetidir. Cesar Vallejo şiirinde tüm kıta hıristiyanları için üzüntüsünü dile getirir; Nicanor Parra sıradan tecrübenin basmakalıplığını alaya alır; Ernesto Cardenal ise Latin Amerikalıları, temelde, hırist- yanlıkta bulunan tüm insanların özgür olması felsefesini benimsemeye ve eyleme davet eder. Nicolas Guillen, İspanyol kültürüne Afrika kültürünün karışmasını en başarılı biçimde kutlayan şairdir. Lirik, gerçeküstücü ve hatta somut şiir yazan Octavio Paz kozmopolit geleneğin en iyi örneğidir. Zulüm ve sürgün. Latin Amerikalı yazarlar yaşamlarını biçimlendiren tarihi olaylardan uzak kalmayıp bu yayınlara şahit olabilselerdi, siyasal zulmün sıkıntısını da çekmek zorunda kalacaklardı. Birçok Brezilyalı şairin Angola’ya sürüldüğü koloni döneminden birçok yazarın ülkesine döndüğü bağımsızlık dönemine kadar Latin Amerika gerçeği hakkında yazmanın bedeli çoğunlukla sürgündü. Bugün birçok genç Latin Amerikalı yazar, dillerinden ve sorunların kaynağından uzak olmalarına rağmen, her ikisi hakkında yazmaya devam etmektedi.