Amerika, Latin (sanat ve mimarlık)
Latin Amerika sanat ve mimarlığı terimi, Meksika, Orta Amerika ve Güney Amerika’yı sömürgeleştiren AvrupalIların ve onların ardından gelenlerin sanat ve mimarlığını belirtir. AvrupalIların Yeni Dünya’yı keşfinden bu yana, böylesine geniş bir alana yayılan sanat ve mimarlık iki evrede gelişti. XV. yy’ın sonlarında başlayan ve bağımsızlık savaşının sona ermesinden sonra, yani XIX. yy’ın başlarında sona eren birinci evre, sömürge dönemi evresidir. Meksika’da, XX. yy’ın başlarında gerçekleşen devrim, ikinci evrenin (mimarlık, resim ve heykelde modern gelişmelerin ortaya çıkması) başlangıcıdır. Diğer Latin Amerika ülkelerinde, genellikle hemen Meksika’dakinin ardından benzer gelişmeler gerçekleşmişse de ikinci evrenin başlangıç tarihleri ülkeden ülkeye değişmektedir. AvrupalIların gelişinden binlerce yıl önce de Yeni Dünya’da çok gelişmiş uygarlıklar vardı. Kolomböncesi dönemin çok önemli Amerika kentleri, İspanyolların, Aztek (1519-21) ve İnka (1531) topraklarını fethettiği zamana kadar, Andlar’dan, Orta Meksika ve Maya bölgesine (Yucatan ve Orta Amerika) kadar yayılmıştı. Peru’nun çölsü kıyılarında, güneşte kurutulmuş çamurdan tuğlalarla yapılmış ve çokrenkli kabartma heykellerle süslü evlerin yıkıntıları, Chan Chan’da (I.S. 1200-1450) ve diğer bölgelerde bol bol görülebilir; ustaca kesilmiş taşlarla gerçekleştirilen yapılar Cuzco,Machu Picchu (I.S. 1450-1532) ve Andlar’ ın yüksek bazı yerlerinde hâlâ ayakta durmaktadır. Meksika’da, toprak ve taştan yapılmış ve alçıyla kusursuz biçimde sıvanmış piramitler de Kolomböncesi dö
nemin mimarisinin güzel örnekleridir. Meksikanın orta vadilerinde büyük bir kent merkezi olan
Teotihuacán (İ.Ö. 200- I.S.750) imparatorluk dönemi Roma’sından daha geniş bir alana yayılıyordu. O dönem insanlarınca kutsal sayılan Teotihuacan, caddeleriyle, piramitleriyle, saraylarıyla vejbüyük kentmerkezinin|çevresindeki meydanlarıyla görkemli bir kentti. Kolomböncesi sanatının ve mimarlığının temel özelliği, resim, heykel ve mimarlığı, estetik biçimde birleştiren tek bir senteze ulaştırmasıdır. Bu sentezleme eğilimi, sömürge döneminde ortaya çıkan barok üslubunda da görülebilir; hattâ,günümüz modern Latin Amerika mimarisinin de çok sık rastlanan bir özelliğidir. Amerika kökenli sanatlarının çok azı fetihten sonra da yaşayabilmiştir. XVI. yy’dan sonra da yaşayabilmiş Amerika kökenli sanatların içinde günümüze ulaşan en iyi örnek, Meksika Kızılderililerince elyazmalar içinde bulunan resimlerdir. Soyut insan resimlerine yer veren Kolomböncesi erken üsíuplar, fırçanın, kalemin ve hatta ağaç kabuğunun ve yerel materyallerin yerine, Avrupa’dan getirilen kâğıdın kullanılmaya başalamasıyla daha Avrupalı biçimsel yaklaşımlara yönelinmesine yo- laçmıştır. Kolomböncesi Meksika’dan kalan bir başka sanat da kuş tüyü mozayık yapımı olmuştur. Burada da sanatçılar, Aztek kralları için elbise yapımından, piskoposluk tacı süslemelerine ya da başka dinsel eşyaların yapımına geçmişlerdir. Peru’da da, parlak bir ağaçtan yapılmış ve İnka geleneğinde oyularak boyanmış desenlerle süslü su içme tekneleri (keru) yapımı da ufak tefek değişikliklerle sömürge döneminde de devam
etmiştir. XVI. yy’da başlayan halk sanatı geleneği bütün Latin Amerika’ya yayılmıştır. Bunlar, uzun süre ¡çehreden kopan önemli sanat merkezlerinden yayılan yeni etkilerin ardından ortaya çıkan ve üslupların örneksenme- siyle oluşturulmuş bir sanatı simgeler. Meksika’daki Zacatecas katedralinin (1752) dış yüzündeki oymalarda görüldüğü gibi, ustaca ama ilkel bir üslupta yapılmış, azizlerin heykellerini ve çokrenkli resimlerini kapsayan Santoslar halk sanatının tipik örnekleridir. Andlar bölgesindeki pek çok kilisenin dış yüzündeki kabartma desenler yerel kumaşlardaki desenleri andırmaktadır. Bu özel halk sanatına bazen,gelenekseljKızılderilijçizgileri, hıristiyan öğelerle birleştirdiği için mestizo (karışık) sanat da denir. Bu sanatın başlıca merkezleri Ayacucho ve Arequipa gibi Peru kentleridir. SÖMÜRGE DÖNEMİ Sömürge döneminde, özellikle AvrupalIların fetih hareketini sürdürdükleri sırada, İspanyolların gelmesinden önceki uygarlığın henüz devam edebildiği yerlerde, çok görkemli mimarlık örnekleri sunan kentler ve yerel resim ve heykel okulları ortaya çıktı. Peru’da başlıca İnka merkezlerinden biri olan Cuzco, sömürge döneminde, büyük kiliseleri, dinsel yapıları ve saraylarıyla göz kamaştırıcı bir kentti. Sömürge dönemi resim gelenekleri arasında, Altın varağı bolca kullanan Cuzco okulu da burada gelişti. Azteklerin başkenti Tenochtit- lan, Yeni Dünya’nın en zengin kral naipliğinin ve başpiskoposluğunun bulunduğu Mexico Cıty’dir; Mexico City bazen hâlâ saraylar kenti olarak nitelendirilir ve kentteki resim okulu sömürge dönemi resim okullarının en önemlilerinden biridir. Bu başkentlerin kültürel uydusu durumundaki kentler, Cuzco için Bogota ve Quito, Mexico City için Puebla ve Oaxaw’dir. Sömürge döneminde, Arjantin’deki Buenos Aires, Şili’deki Santiago, Meksika’daki Monterrey ve Guatemala’daki Antigua, yukarıda sıralananlara oranla, kültürel üstünlüklerinden çok madencilik, ticaret ya da yönetimsel özellikleri sayesinde öne çıkmışlardır. Diğer büyük Yeni Dünya
sömürgelelermin tersine, eski Portekiz sömürgesi Brezilya, gelişmiş bir Kızılderili, kültürü üzerine kurulmamıştır. Fakat başlıca sömürge merkezlerindeki – Bahia, Recife, Belem – ve Mimas Gerais bölgesindeki madencilik kentlerindeki resim, heykel ve mimarlığın hepsi bir ileri karakol bölgesinden çok bir metropol çevrede yaratılmış olmanın izlerini taşırlar. Yerel hükümetlere daha fazla özerklik tanınması sayesinde, Meksika ve Peru’daki genellikle daha bölgesel kalan üslupların tersine, Brezilya’da benimsenen üsluplar Lizbon ile denizaşırı dünya arasındaki sık bağlar yüzünden Avrupa’daki plastik sanatlar akımına daha yakın olmuştur. Onaltıncı Yüzyıl. XVI. yy’ın başlıca özelliği; büyük boyutlu kamu binalarının (bunların pek azı hâlâ ayaktadır), özellikle augustinusçular, dominikenler ve fransisken- lerce birçok dinsel yapının ve büyük katedralin yapılması olmuştur. İlk fatihler ve din adamları, o zamanın İs- panya’sında uygulanan mimarlık üsluplarına ilişkin bilgilerle birlikte pek çok sanat eserini de – resim ve heykeller – beraberlerinde getirmişlerdir. Bu üsluplar geç gotik dönemi kubbeli kiliseleri, sivri uçlu kemerler, payandalar ve ağ biçiminde taş süslü pencerelerden oluşur. Erken dönemin t dinsel yapılarına egemen olan bu geç Gotik üslup, sık sık plateresk ya da erken İspanya rönesansı üslubundaki dış yüz ya da iç mihraplarla kay- naştırılmıştır. Bu üslupların birleşimi, yapımı 1512’de başlayan ve Yeni Dünya’daki en eski katedral olan, His- painiola’daki Santo Domingo katedralinde gömülmektedir. XVI. yy’ın sona ermesinden sonra Mexico City, Guadalajara ve Puebla’da (bu sonuncusunun planlarını Claudio de Arciniega çizdi; 1528-93) kilise planı üzerine inşa edilmiş üç misli büyük avlulu pekçok katedralde ileri yapım teknikleri ortaya çıkmıştır. İspanyolların yeni sömürgelerine getirdikleri bir başka üslup da, hıristiyanlar için çalışan doğulu sanatçıların üsluplarına verilen bir ad olan Mudejar’dır. Mudejar üslubunun Yeni Dünya’da, özellikle Güney Amerika ve Antil adalarında, ençok görülen örneği, incelikle oyulmuş ve boyanmış, açık tahta kirişli, kasalı tavanlardır.
Bu tavanlar karşılıklı birbirine geçen çizgisel biçimlerin yıldız yıldız birleştiği
soyutlDoğumotifleriylejsüslenmiş- lerdir. Bu Doğu motifleri binaların dış yüzeylerinde de kullanılmıştır. Lima saraylarının tahta kepenklerle kapalı balkonları, İslâm dünyasının İspanya ya da Kuzey Afrika’da gerçekleştirdiği benzer örnekleri anımsatmaktadır. Sömürge dönemi boyunca, ilk kentlerin kurulmasından başlayarak, askeri mimari önemli rol oynamıştır. Küba’nın Havana’sında,/Meksika’nın Acapulco’sunda, Peru’nun Lima’sında, gene Meksika’nın Veracruz’un- da, Panama City’de ve Porto Riko’nun San Juan’ındaki şatolar, tahkim edilmiş kent surları ve kaleler, sömürgeleri yağmacı korsanlardan ve savaş zamanında yabancı donanmalardan korumak için yapılmış askeri mimarlık örneklerinin en önemlileri arasında sayılabilir. Kent planlamacılığı da erken sömürge döneminde kurulması gereken yeni kentler ve kasabalar nedeniyle çok önemli olmuştur. Söz gelimi, Meksika’da kurulan Ispanyol kentleri, alçak tepeler üzerindeki yerli köylerini daha iyi kontrol edebilmek için açık ve kolay erişebilir yerlere aktarıldılar. Meksika’daki Pueblo’da olduğu gibi, yeni köyler kurulurken düzenli Avrupa Rönesans planları esas alındı: Cadde ağları ve kent merkezini oluşturan bir meydan. Bu meydanlar da, ya bölge kilisesi ya da kentin önemine göre, katedral, toplantı salonu, hapishane, krallığın önemli kişilerinin konutlarıı gibi diğer kamu binaları ve -bir katedral kenti olması durumunda- piskopos ya da başpiskoposun sarayı yapılmıştır. Resim sanatında, erken sömürge dönemi resimlerini süsleyen freskler, grizeller (heykelmiş izlenimi veren gri gölgeler) halinde yapılmıştır. Başlıca XVI. yy. ressamları arasında, Avrupa’dan Güney Amerika’ya göç eden, İtalya doğumlu Bernardo Bitti (1548-1610) ve Hollanda’dan Meksika’ya göç eden Simon Pereyns (XVI. yy’ın ikinci yarısında yapıtlar verdi) sayılabilir. Her ikisi de Pe- reyns’in St. Christopher katedralinde (1588; Meksika) olduğu gibi, küçültülmüş beden ölçüleri, küçük kafalar ve özel yüz ifadeleriyle ortaya çıkan maniyerist üslupta resimler yapmışlardır. İspanya’da olduğu gibi sömürgelerde de resimde çoğunlukla dinsel konular işlenmiştir: Kilise azizlernin, İsa’nın ve Meryem’in yaşamını anlatan resimler. Dünyevi konular portrelerle sınırlı kalmış, manzara resimleriyse yapılmamıştır. Onyedinci ve Onsekizinci Yüzyıl. XVII. yy’ın başından sömürge döneminin sonuna kadar, barok üslup İspanyol ve Portekiz sömürgelerine egemen olmuştur. Barok üslubun birkaç evresi, anıtsal mimaride ve sömürge döneminde yapılan kiliselerin ağaç oyma mihraplarında açıkça görülmektedir. Barok mihrapların arkasına, tavana kadar uzanan resimli ve yaldızlanmış sahne benzeri yapılar yerleştirilmiştir. XVII. yy’ın başlarında, Avrupa’daki plateresk gelenekten alınan dev sütunlar görülmeye başlar. Bolca çiçek ve meyve motifleriyle süslü, sarmal biçimli bu kolonlar, XVII.yy’da barok üslubuyla yapılan mihrapların başlıca öğelerinden biri olmuştur. Bu sütunların arkalarındaki duvarlar karşılıklı düzenlemeleri, yüzey örgüleri ve renklerinin önemli bir dekoratif rol oynaması sayesinde, oldukça dinamik hale getirilmiştir. Böylece, duvarlar, sütunların mekânda birbiri ardınca sıralanmaları ya da üst üste yığılmaları sayesinde, düz yüzeyler olmaktan çıkarak içbükey ya da dışbükey hale gelmişlerdir. Sömürge dönemi mimarlıktasarıları, XVIII. yy’dajbü
yük bir artışigöstermiştir. Üniversite ve diğer eğitim binalarının yanı sıra, Meksika’daki Taxco ve Guanajuato gibi zengin maden kasabalarında olduğu üzere, pek çok bölge kilisesi yapılmıştır. Bunlar tipik biçimde çapraz avlu ve yan kolları kapatan bir kubbeden oluşan, haç planlı yapılardır. Altın mihraplar, resimler ve ipek, saten ya da kadife kumaşlar giydirilmiş, çokrenkli heykellerle süslenmiştir. 1718’de, İspanya’dan Meksika’ya gelen Jerönimo Balbâs (1706-50), Mexico City katedralinde ve Krallar Mihrabında gösterişli sütunların kullanılmasını sağlamıştır. Ünlü İspanyol mimar Jose de Churriguera’den sonra çurigera tarzı olarak adlandırılacak olan dekorasyon üslubu yüzyılın geri kalan bölümünde sütun mimarisine egemen olmuştur. Bu üslup, daha çok, kilise saray ve kamu binalarının dış yüzeyleriyle mihraplarda ve hattâ, resim motiflerinde kullanılmıştır. Bu üsluba göre yapılan sütunların çapraz bölümleri karedir ve derin yatay kesimlerle üç eşit olmayan parçaya bölünmüştür. Genellikle heykeller ve yaldızlı bitki, meyve ve çiçeklerle kaplıdırlar. Yukardaki kısımlar da, kilisenin bütün yan duvarlarını ya da yan mihrabın duvarlarını kapladıklarında muhteşem bir görüntü oluşturacak biçimde işlenmişlerdir. Kentlerde sayısız sarayın yapılması ve ülkedeki büyük inşaat, XVIII.yy’dakijsömürgecilerinıtarımdanelde ettikleri zenginliği gösterir. Marques de Jarol de Ber- rio’nun (yaklaşık 1760’larda; Mexico City) şık evinde görüldüğü gibi, kent sarayı tipik olarak binanın önünde bulunan geniş bir avluyla yol tarafından at ve arabaların girmesine elverişli bir girişten oluşur. Avludan geçen yol merdivenlerle resmîl odaların (yemek odası, salon, oturma odası, yatak odaları, ve hattâ bazı zengin evlerinde özel küçük bir kilise) bulunduğu birinci kata bağlanır. Bahçedeki diğer yollar plana göre ahırlara ya da arabaların yerleştirildiği binalara, mutfağa, çamaşırhaneye ya da diğer hizmet binalarına gider. Saray duvarlarındaki heykel süslemeler genellikle kilisede kullanılanlardan oluşur. Dış duvarlardaki heykellerin yanısıra, sık sık aile arması ve duvarda bir hücrenin içinde de koruyucu azizin heykeli bulunur. XVII. ve XVIII. yy’larda portre resmi çok yaygınlaştı. Sömürge soylularının varlıklı üyeleri en gösterişli ve res
çatı mî elbiseleriyle (Çin ipeği, Büyük Okyanus incileri ve İspanyol ya da Portekiz soylulaırıimnjşövalyelikjarmaları) poz verdiler. Bu tam ya da yarım boy portrelerin arka planlarındaysa poz verenin adının ve unvanının yazılı olduğu bir kalkan ya da kartuş resmedilmiştir. İspan- ya’da doğan Baltasar de Echave Orio’nun (1548’e doğru- 1620) oğlu ve ressam Baltasar de Echave Rioja’nın (1632-82) babası, Baltasar de Echave Ibia (1585’e doğru-1645’e doğru) Meksika’nın en önemli ressamlarındandır. Mexico City okulunun diğer ünlü ressamları Cristobol de Villalpando (1652’ye doğru- 1714) ile Miguel Cabrera’dır (1695-1768). Brezilya’nın barok sanatına ana katkısı, muhteşem kiliseleri ve Aleijadinho adıyla tanınan Antonio Francisco Lisboa’nın heykel yapıtlarıdır. Brezilyalı mimarlar, birbirlerine bağlı oval iç mekânlar ve karşıtlık oluşturacak içbükey ve dışbükey dış duvarlar yaparak kiliselere güçlü bir mekansal anlatım kazandırmışlardır. Reci- fe’deki Sao Pedrodos Clerigos’da (1728) görüldüğü gibi,sekizgen avlu,pekçok Brezilya kilise mimarisinin te
mel özelliğidir. 1755′ ten sonra Minas Gerais bölgesi mimarlık etkinliklerinin merkezi olmuştur. Ouro Pre- to’da yapılan birçok kilise arasında Aleijadinho’rıun sabun taşı ve ağaç oymalarla mükemmel biçimde dekore ettiği Sao Francisco di Assis (1766-94) kilisesi de vardır. Aleijadinho’nun en ünlü çalışmaları arasında Bom Jesus de Matozinhas kilisesinin anıtsal merdivenlerinde göze çarpan Congohas do Campo’daki (1800-05) dramatik XVIII. yy’|ın i sonunda, Ispanya sömürgeleri, zengin mihrapların yıkılarak yerlerine daha gösterişsiz mihrapların yapılması için kraldan emir aldılar:
,
Çokrenkli heykelcilik, bol resim ve müsrifçe yaldız kullanılmasına son verilecektir; bundan böyle mimari öğeler, beyaz mermerden ya da mermere benzesin diye beyaza boyanmış ağaçtan yapılacaktır. Sütunlar eski klasik dönemin basit biçimlerinde yapılacaktır; barok eğilimin oyma bitkili süslemecilğine son verilecektir. Fransız kökenli yeniklasik üslup, Mines sarayı okulu (1797-1813; Mexico City) gibi binalarda görülür, ve geç XVIII. yy., erken XIX. yy. İspanyol ve Brezilya sömürgelerinde ortaya çıkmasıyla 1821 ‘de başlayacak olan Latin Amerika bağımsızlık dönemine kadar uzanan dönemi birbirine bağlayan bir köprü görevi yapar. Ondokuzuncu YüzyıllMimarlık etkinliği,bağımsızlık dönemi sonrasında ortaya çıkan karışıklıkların yatıştığı dönemle! XIX. yy’ın yeni bir zenginliğin ortaya çıktığı son dönemlerim arasına sıkışıp kalmıştır.Yeniden inşa döneminde, su tesisatı, elektrik donanımı ve asansör gibi yeni teknolojiler Avrupa’dan ya da ABD’nden getirtilmiştir. Dışarıdan getirilen bir başka öğe de, Paris’teki Güzel
12 peygamber heykelleri gelir. SÖMÜRGE SONRASI DÖNEM
Sanatlar okulunun kılı kırk yaran üslubudur. Bu üslupta, Mexico City’de Venedik Gotik üslubunda yapılmış postanede, karşı köşedeki barok ulusal tiyatroda (şimdi Güzel Sanatlar
Sarayı’dırjolduğulgibi/zengin ve değişik dekoratif ayrıntılara rastlanmaz. Bronz ya da demir trabzanlar, oyma mermer yüzeyler, iyi işlenmiş ağaç paneller, kilimcilik, mobilyacılık ve dokumacılık işlerini karıştıran bir mimari program, geç XIX.¡yy’ın, Güzel Sanatlar akımından etkilenmiş birçok binasının ortak özelliğidir. Fransa’dan yayılan Yeni Sanat üslubu da~yüzyılın sonlarında etkisini göstermiştir; fakat, Latin Amerika mimarisinin bu dönemi üzerine pek az çalışma yapılmıştır. XIX. yy’daki Latin Amerika resmi üç ana kategoriye bölünebilir: yönetici seçkin sınıfın ya da hükümetin desteklediği akademik resimcilik; sömürgeciliğin ilk günlerinde ortaya çıkmış güçlü bir akım olan popüler sanatın devamı niteliğindeki halk sanatı;YenilDünya’yı gezen Avrupalı ya da Kuzey Amerikalı ressamların Latin Amerika’nın günlük yaşantısını resmeden, yeni öğe. Meksika’daki akademik resim, Avrupa’da ortaya çıkan akademik resim üslubunu örneksemiştir. XIX. yy’jin başlarında Meksika’ya yeniklasik akım girmiştir, bu akımın en önemli temsilcisi, Mexico City katedralinin tavanını dekore eden (1810), Meksikalı ressam Rafael Jimeno y Planes’dir (1759-1825). XIX. yy’jin ortalarında ve sonlarında canlanan barok sanat anlayışı, kendini, ışık ve gölge oyunlarına ve genişçe tarihi konulan tasvir eden karmaşık kompozisyonlara adadı: Avrupa’da genellikle Yunan ve Roma konuları resmedilmişse de, Latin Arrıerika, Kristof Kolomb, Katolik Krallar ve diğer İspanyol tarihi konularından oluşan, kendi tarihini tercih etmiştir. Nadiren pulque’nin (mayalı bir Meksika içkisi) keşfi ya da Cueuhtemoc’un (bir Aztek kralı) öldürülmesi gibi Yeni Dünya konuları da işlendi (özellikle Meksika’da). Manzara ressamları da çoğunlukla Avrupa sanat üsluplarından esinlendiler. Meksikalı büyük resim ustası Jose Marie Velasco’nun manzaraları, Atlas okyanusunun her iki yanında da, Avrupa geleneğindeki resimlerin en etkileyici olanları arasında yer aldı. Cuadaloupe Tepesinden Meksika Vadisinin Görünüşü (1905; Modern Sanatlar Müzesi, Mexico City) gibi çalışmalarda, bir yerbilimci ya da bitkibilimci özeniyle işlenmiş arka plan ayrıntıları, hemen hemen şiirsel boyutlarda uzanan, bir geniş mesafe manzarası görüntüsü verir. XIX. yy. halk sanatı, artık yalnızca portrelerle değil, bugün de hâlâ yapılmakta olan bir çeşit dinsel resimle (ExVotos) de ilgilendi. Ex-Voto, mucizevi bir yardımda bulunan bir aziz ya da Isa’ya teşekkür sunmak için yapılır. Genellikle, olanların bir özeti ya da şefaatin ayrıntılı bir anlatımı da -olayın tarihi ve yeri de belirtilerek- bunlara eklenir. Latin Amerika konularını resmeden yabancı sanatçılar arasında, Alman Johann Rugendss (1802-58), İngiliz Daniel Egerton (1842’ye doğru) ve olağanüstü bir doğrulukla Maya harabelerini resmeden Frederic Cather- wood gelir. Halk geleneklerinin ressamları, zaman zaman aynı konuları işleyen ve Costumbristos adı verilen yerel sanatçılarla birlikte, kasaba hayatının resim kadar güzel karakterlerinden esinlenmişlerdir. Arjantin^de, pampalardaki çobanları, sömürge döneminden kalma yapıları ve yerel bayram kıyafetlerini resmetmelerdir. Yirminci Yüzyıl. 1910’da gerçekleşen Meksika devri- minden sonra, Latin Amerika sanat ve mimarisinde yeni bir yönelim başlamıştır: önce Meksika’da, sonra -farklı zamanlarda- diğer Latin Amerika ülkelerinde, İspanyol dönemi ve İspanyol öncesi döneme ilişkin tarihi konuları işleyen akademik salon resimciliği yavaşça ortadan kalkarak yerini devrimi resmeden duvar resimcili- ğine bırakmıştır. Paris okulu kübizm ve kolajlarla, Almanya’daki Bauhaus grubu insan anlayışı ve insanın anlamından kaynaklanan soyut geometrik denemelerle uğraşırken, Meksikalılar Geç Gotik dönemin ve İtalyan Rönesansı’nın temsili geleneklerine dönmüşlerdir^bu- günlerde siyasal açıdan suçlanan, öğretici ve insani anlamlarla yüklü resimler. İtalyan Rönesansı’nın dört merkezli büyük ustaları gibi büyük Meksikalı duvar ressamları da -Diego Rivera,
Jose Clemente Orozco, ve David Alfaro Siqueiros – fresk yöntemini kullanarak büyük ölçekli figürler resmetmişler; mimariyi resimle birleştirmişler ve insanlara, -diğer ressamların dinsel konuları yaptığı gibi- çağdaş tarihi, geniş tarihsel bir epikle anlatmışlardır. Bu üç ressamın en politik olanı Diego Rivero’dur. Rivero, Meksika devriminden dramatik manzaralar resmetmiş (Mexico City’nin Eğitim Bakanlığı binasındaki 1923-28 dönemini analatan yapıtı gibi) ve Rönesansçıların yaptığına benzer bir üslupla dönemin yaşamı üzerine yorumlar yapmıştır. Net figürleri çizgiseldir, değişik mekâ’nları yansıtır; bazense, Velosco’nun anladığı biçimde yapılmış Meksika vadisinin görüntüsü gibi, bir kır manzarasına dönüşür. Orozco, Ulusal Hazırlık Oku- lu’ndaki (1923-26; Mexico City) duvar resimlerinde olduğu gibi, figürlerini çizgisel olmaktan çok resimlerle gösteren, renk anaforları üslubuyla barok ya da anlatımcı anlayışa daha yakın olmuştur. Rivera dikkatli ve dürüst bir tarihçi nitelikleri gösterirken, Orozco epik bir şair gibi, gene anlatımcı ve dinamik bir üslupla resim yapan Sigueiros ise keskin bir hicivci olarak ortaya çıkar. Bu üç ressamın yapıtları birçok XX.Jyy./Meksika ressamını kimi zaman sanatsal motif açısından, kimi zaman toplumsal anlam bakımından etkilemiştir. Candido Portimari, Brezilya’nın en tanınmış çağdaş ressamlarından biridir. Gerçek bir modernist olarak, fresk duvar resimleri ve Brezilya halkının tahta kaplama resimlerini yapmıştır. Paris’te eğitim görürken, akademik Fransız eğitimini yarıda bırakmış ve kendi özel Brezilya üslubunu geliştirdiği Rio’ya dönmüştür. Emilio Pettoruti ise 12 yıl Avrupa’da çalışmış, Arjantin’e döndüğünde de kıtanın önde gelen avangard ressamlarından biri olmuştur. Kübist üslupta resmettiği Kentet (1927; San Francisco Sanat Müzesi), hayret verici biçimde Picasso’nun çalışmalarına benzer. Diğer iyi bilinen avangard ressamlar, Şilili Roberto Matta Echaur- ren, Kübalı Raul Martinez, Meksikalı Rufino Tamayo ve yeni kuşaktan, KolombiyalI (Fernando Botero ve Ve- nezuelalı Raphael Soto’dur. 1980’lerde Rivera’nın karısı Frida Kahlo’nun resimleri de ilgi çekmeye başlamıştır. Latin Amerika’da modern mimari, 1920’ler gibi erken bir tarihte, Meksikalı mimarlar Juan O’Gorm’anlve José Villagran Garcie’nın işlevselci ilkeleriyle başlamıştır. Brezilya’da yeni Eğitim ve Sağlık Bakanlığı (1934-43; Rio de Janeiro) binaları gibi yapılar, modern uluslararası üslubun başlangıcını simgeler. Diğer mimarlar arasında Lucio Costa, Oscar Niemeyer ve Alfonso Eduardo Reidy (1904-64) sayılabilir; Le Corbusier de Fransa’dan danışman olarak çağırılmıştır. Son 20-30 yıldır Latin Amerika’da çağdaş mimari, ABD ve Avrupa’daki kadar canlı, hattâ bazı bakımlardan düşgücü daha yüksek bir çizgi
izlemiştir. Kavisli duvarların ve iç ve dış mekânın dinamik biçimde hemen hemen barok kullanımına, özellikle Meksikalı mimar Felix Candela’nınkiler gibi, birçok Latin Amerika mimarının yapıtlarında rastlanmaktadır. Dahası bütün Latin Amerika’da iklim o kadar yumuşak ve hattâltropikaldir ki, Avrupa ya da ABD’de olanaksız olan çevreye açık tasarımlar kolayca uygulanabilmektedir. Duvar resimlerinin ya da mozaik çalışmalarının ¡heykelle karışımı genellikle mimarinin ayrılmaz bir parçasıdır; bu durum başta Mario Pani ve Enrique de Moral’ın tasarladığı, anıtsal planlı Meksika Üniversitesi’nin (1953) moza’ik- leri İO’Gorman tarafından gerçekleştirilmiş kütüphane binasında görülebilir. Carlos Raul Villanueva’nın yaptığı Venezuela’nın Caracas Üniversite¡Kenti( 1950-57) eski geleneğin, metropolisin orasına burasına dağılan binaları yerine, tek bir merkezde toplanmış kampüs uygulamasına başka bir örnektir. Belki de, Latin Amerika’da bu yüzyılın en büyük kentçilik tasarımı ve dünyada, kent planlamacılığının en büyük örneklerinden biri, Lucio Costo’nun Brezilya’nın yeni başkenti olarak tasarlanan Brasilia’dır. Burada bütün bir kent, açıkça planlanmış bütün yönetimsel, yasama ve yürütme görevlerini eksiksiz yerine getirebilecek biçimde tasarlanmıştır. Kentteki birçok yapıyı Oscar Ni- emeyer gerçekleştirmiştir.
(