Çanakkale Muharebeleri ile Balkan Harbi’nin Mukayesesi
Balkanların, 1912 yılında bir kaç ay içinde elden çıkmasının sebebi anlaşılmadan Çanakkale Zaferi tam olarak anlaşılamaz. “Türk” adının “Müslüman” şeklinde algılandığı bu güzel vatan parçasının elden çıkmasına sebep olanlara hesap sorulmalıdır. Balkan Savaşı’nda Osmanlı ordusu, beş yüz yıl idare ettiği toprakları bir ay gibi çok kısa bir sürede boşaltmış, bundan iki buçuk yıl sonra da Gelibolu’da destanlar yazmıştır. Balkan hezimetinin hesabı, hataların tekerrürünü önlemek adına sorgulanmalıdır…
Çanakkale Muharebeleri’nin mahiyetini tam anlayabilmek için Balkan hezimetinin doğru dürüst bir izahının yapılması gerekir. İki buçuk yıl önce Balkan Harbi’nde “savaşmayan” askerle Çanakkale’de muzaffer olan mehmetçik aynı olduğuna göre değişen ne olmuştur? Balkan Muharebeleri’nde askerimiz düşmana niçin direniş “göstermemiştir?” Mehmetçiğin cenk meydanından silahını bırakarak “kaçması” tarihimizde görülmüş değildir. Bu, çok acıklı olduğu kadar hazin bir manzara olan Balkan felaketinin müsebbipleri kimlerdir? Tahsin Paşa’nın 35 bin askerimizle savunduğu Selanik, Yunanlılara niçin tek bir kurşun atılmadan “teslim” edilmiştir? Bu soruların cevapları aranmalı ki, tarih bir masal veya hikâye olmaktan kurtarılsın.
Balkan Muharebeleri’nde tarafların sahip olduğu arazi miktarına bakıldığı zaman, Osmanlı Devleti çok avantajlı bir konumdadır. Balkan Muharebesinin başladığı tarihte Osmanlı’nın sahip olduğu arazi miktarı 7 milyon kilometrekaredir. Osmanlı’dan yeni kopmuş olmalarına rağmen, dönemin siyasî gaflarından cesaret alarak saldıran Balkan devletlerinin toplam arazi miktarı ise 216 bin kilometrekare civarındadır. Başka bir ifadeyle Balkan Muharebelerinde Osmanlı Devleti, savaşa tutuştuğu devletlerin tamamından toprak itibarıyla 33 kat daha büyüktür. Nüfus bakımından da Osmanlı Devleti avantajlı durumdadır. Osmanlı’nın nüfusu 55 milyon civarındayken, saldıran dört Balkan devletinin toplam nüfusu 10 milyon kadardır.2 Bu yönüyle de Osmanlı Devleti, savaştığı Balkan devlederinden beş kat daha fazladır. Üstelik Balkan Muharebelerinde, Osmanlı Devleti’nin karşısında donanması olan sadece ve sadece Yunanistan’dır.’
Maalesef, aslî vazifesi olan vatan savunmasına bütün gücünü harcaması ve tek vücut olması gereken ordumuz siyasî oyunların içine yuvarlanmış, birlik ve beraberlik zedelenmiştir. Hesap şudur; cephede asker savaşmaktan alıkonulacak ve asker savaşmadığı için Osmanlı ordusu mağlup olacaktır.
Osmanlı açısından bütün bu olumlu şartlara rağmen, Balkan Savaşı’nda Osmanlı ordusu, beş yüz yıllık vatan topraklarını bir ay gibi çok kısa bir süre içinde boşaltmıştır. Balkan Muharebeleri’nde savaş meydanını adetâ kaçarcasına terk eden, yüzlerce yıl Osmanlı mührünü taşıyan Selanik’i tek kurşun atmadan teslim etmek gibi bedbahtlıkta bulunan asker, iki buçuk yıl sonra Gelibolu’da destanlar yazmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tertip ettiği mitinglerin fotoğrafları “Millet harp istiyor!” başlığıyla devrin yayın organlarında neşrediliyordu.
Kaybedilecek gibi görünen fakat “beklenmeyen” bir zaferle taçlanan Çanakkale Zaferi’nin gerçekleştiği Birinci Dünya Savaşı’nda, İtilaf Devletleri’nin insan kaynağını teşkil eden nüfusu, sömürgeleriyle birlikte toplam 516 milyondur.4 Buna karşılık Osmanlı Devleti’nin nüfusu 55 milyon civarındadır. Bu durumda İtilaf Devlederi’nin insan kaynağı Osmanlı Devleti’nden tam dokuz kat daha fazladır.
Osmanlı donanması, teçhizat ve teknik açıdan İtilaf Devletleri donanmalarıyla kıyas bile edilemez. Birleşik donanmanın sahip olduğu imkânlar şöyledir; 18 zırhlı, 12 kruvazör, 27 muhrip, 1 uçak gemisi, 36 mayın gemisi, 2 hastane gemisi, 86 nakliye gemisi, 222 çıkarma gemisi, 1 balon gemisi ve 42 uçak. Osmanlı’da donanmanın son derece zayıf olduğunu söylemeye gerek yoktur.
Savaş imkanları ise çok mütavazı- dır. Büyük bir çoğunluğu eski olan ve menzilleri ortalama 8 kilometre olan toplar, Osmanlı Devleti’nin savunma gücünü teşkil etmektedir. 15 kilometreye kadar atış yapan topların sayısı oldukça azdır Boğazın girişindeki tabyalarda seyyar toplar bulunmaktadır. Seferberlik ilanının hemen ardından, vazife yapamayacak kadar esld zırhlılardan sökülerek karaya çıkarılan bu toplar değişik çapta 230 adettir. Fakat bunlardan ancak 82’si düşmana karşılık verecebilecek vasıftadır.
Diğer taraftan, İngiltere’ye sipariş edilen ve parası peşin ödenen zırhlılar alınamamıştır. Almanya’ya bir miktar uzun menzilli ağır top ve cephane siparişi verilmiş ama Bulgaristan ve Romanya tarafsız durumda olduklarından, muharebenin başlarında bu silahlar Türkiye’ye getirilememiştir. Bulgaristan, İttifak Devlederi’nin yanında savaşa girdikten sonra buradan bir kısım toplar getirilmeye başlanmıştır ama Çanakkale Cephesi’nde binlerce Mehmetçik şehîd olduktan sonra..
Balkan Hezimetinin Sebepleri
Balkan hezimetinin en önemli sebeplerinden birisi şüphesiz ki ordunun politize olmasidir. Rumeli’de görev yapan ordumuzda subaylar “İttihatçı ve İttihatçı olmayanlar” şeklinde bölünmüşlerdir. Peygamber ocağı olarak görülen asker ocakları artık İttihat ve Terakki Partisi’ne yaranmak, Hürriyet ve İtilaf Partisi uğruna mücadele etmek gibi bir duruma düşürülmüştür.
Fotoğrafın altında “Rumeli-i Şarki’nin merkezi olup Allah’ın yardımıyla yakında Osmanlı ordusu tarafından Bul- garlardan geri alınacak olan Filibe şehrinin manzarası” yazmakta. Fakat heyhat! Savaşta Filibe ve sair yerleri geri almayı bırakın, bütün Balkanları kaybetmiştik!
İttiat ve terakki Partisi’nin ileri gelenleri için millî duygular, bir atlama tahtası olarak kullanılmıştır. Bu kişiler, Türk milletine güvenmek yerine yabancılara bel bağlamayı tercih etmişlerdir. Ahmed İzzet Paşa’nın ifadesiyle “Devlet işlerinde aşırı hırslı, cahil ve belki de bazı yabancı casusu ve aleti olan hunharlara aldanmış kimseler söz sahibidir”.
Bu yabancı aletler cephedeki mehmetçiklerin direniş azmini kırmak için faaliyetlerde bulunmuşlardır. Askerlerin maneviyatını dinamitleyerek felaket tellallığı yapmışlardır. İttihat ve Terak- ki’den olmadığı için, dönemin başbakanı Kâmil Paşa hakkında şu söylenti yayılmıştır; “Kâmil Paşa, memleketi sattı. Top ve tüfeklerinizi bırakın, düşmanlar geliyor!” Bu olumsuz propagandaların neticesinde milletin yetersiz imkânlarıyla satın alınmış bulanan yüzlerce top ve binlerce tüfek yollarda terk edilmiştir. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı bulunan parayla alınmış olan ve düşman ellerine bırakılan bu silahların hesabını sormak gerekmez miydi?
Aslî görevi vatan savunması olan ordumuz siyasî oyunların içine yuvarlanarak birlik ve beraberlik ruhu zedelenmiştir. Hesap şudur; cephedeki asker savaşmaktan alıkonulacak ve asker savaşmadığı için Osmanlı ordusu mağlup olacaktır. Askeri bir yenilgi, hükümet bunalımına yol açacak ve neticede İttihat ve Terakki Partisi’ne iktidar yolu görünecektir. Bu küçük hesaplar yüzünden koca Rumeli kaybedilmiş ve bu coğrafyadaki binlerce Müslüman halk, tarifi imkansız vahşetler içine terk edilmiştir.
Cephede askerin direniş azmini yok etmek için propaganda yapan felaket tellallarının başında İttihat ve Terakki Partisi’nin siyasî şefi, bir süre sonra “Paşa” olacak Talat Bey vardır.Talat Bey Bulgarlar tarafından kuşatılan Edirne şehrimizin savunma Nazilliğı içindeki asker ve subaylanmızı tesir altına almak için faaliyet gösterie.Er üniforması” ile “gönüllü katıldığı askerî birliklerde, bilhassa Rumeli’yi savunmamalarını telkin etmiştir. Durumu haber alan ordu kumandanı Şükrü Paşa, Talat Bey’i huzuruna çağırarak, derhal ilk trenle Edirne’yi terk etmesini, aksi takdirde kurşuna dizdireceğini söğlemiştir.Bu sert ihtar üzerine Ttala Edirne’yi terk etmek zorunda kalmıştı. Anadolulu askerlerin direnişini kırmaya çalışan Talat’ın yerine aynı partiden, Kızılay müfettişi olarak vazife yapan Dr. Bahaeddin Şâkir Bey gelmiştir. Her iki İttihatçının ana hedefi, Edir ne’nin savunulmasını engelleyerek hükümet bunalımı meydana getirmek ve ne pahasına olursa olsun iktidara gelmesidir.
Balkanlarda cephedeki askerin direniş azmini yok etmek için propaganda yapan felaket tellallarının başında; İttihat ve Terakki Partisi’nin siyasî şefi, bir süre sonra “Paşa” olacak olan Talat Bey gelmektedir.
İttihatçıların ordu içindeki bu sorumsuz davranışlarının acı neticelerinden birisi de Bulgar cephesinde meydana gelmiştir. Bu cephede bulunan askerlerimizin tamamı muharebeye katılması gerekirken bu talihsiz uygulamaların neticesinde askerlerimizin yarısı çatışmaya katılmamış, muharebeye katılan askerlerimiz de çatışmanın başında savaş meydanını terk ederek, “kaçmışlardır”.
Bulgar ordusu, Türk askerinin bu “kaçmasına” ilk anda bir mana verememiştir. Bunu bir savaş taktiği zannederek takip etme cesaretini de gösterememiştir.“ Fakat kısa bir süre sonra gerçek durum anlaşılmış ve komitacılar, bu topraklarda bulunan evlad-ı fatihan üzerine akbabalar gibi çullanmışlardır. Balkan Muharebeleri’nde böylesi kısır particilik ve küçük hesaplar uğruna Osmanlı askerinin dinamizmi kırılmıştır. Ortaya çıkan tablo kelimenin tam manasıyla facia olmuştur. Muharebenin daha ilk haftalarında, asırlardır Türk milletinin ikinci vatanı olan Rumeli kaybedilmiştir.
Muharebeye tutuştuğumuz Balkan Devletleri, beş buçuk asırlık Osmanlı yurdunu işgal etmeye başlamışlardır. Arnavutluk, Girit, Doğu Ege Adaları, Üskiip, Manastır, Yenipazar, İşkodra, Yanya dâhil 33 sancak ve 158 kazamız elimizden çıkmıştır.12 Yunan kralının beyaz at üzerinde bir “fatih” edasıyla Selanik’e girmesi gönüllerde derin yaralar açmıştır.13 Osmanlı Devleti’nin ikinci payitahtı olan Edirne artık işgal altındadır. Düşman kuvvetleri İstanbul kapılarına dayanmıştır. Yüzyıllardır Osmanlı idaresinde huzur içinde olan Rumeli’den Anadolu’ya yığın yığın göç başlamıştır. Düşman çetelerinden canlarını kurtarabilen vatandaşlarımız aç ve bîilaç, Anadolu’ya sığınmışlardır. İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerimiz yüzbinlerce Balkan muhaciriyle dolup taşmıştır.
Şimdi şöyle bir soruyu sormamız gerekmez mi?
Rumeli’nin elden çıkmasına sebep olan, Osmanlı Devleti’nin statüsünü “büyük devletler” mevkiinden “küçük devletler” mevkiine düşürenler hakkında nasıl bir muamele yapılmıştır?
Orduyu siyasî bir entrikanın içine sokanlar, cephelerde Mehmetçiğin direniş azmini kıranlar hesap vermedikleri gibi bu kişiler,meşru yollardan iktidara gelemeyeceklerini bildiklerinden dolayı bir darbe ile idareyi ele geçirmişler ve ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sürüklemişlerdir. Sorgulamayan ve hataların tekerrürünü önlemeyen bir tarih, sayfalara yüktür.