MÜHÜR; Alm. 1. (Amts) Siegel (n), 2. Stempel (m), Fr. Sceau, cachet (m), İng. Seal, mark. Bir şahsın veya makâmın alâmeti olarak üzerinde mektuplara, senetlere ve diğer evraka basılmak üzere kabartma bir işâret yâhut da bir yazı bulunan taştan, lastikten veyâhut mâdenlerden yapılmış âlet. İmzâ yerine veya imzânm tevsiki (kime âit olduğunu belirtmek) için kullanılır. Mühür, Farsça bir kelime olup, Lügatte yüzük, damga, alâmet ve bekâret mânâlarına gelir. Devletin resmî makamları şahıslar tarafından kullanılmıştır. Resmî makamların kullandığı mühüre “mühr-i resmî” veya “resmî mühür”; şahısların kullandığına ise “zâtî mühür” denilir. Mühür, bir malın muhâfazası ve emniyeti için, anahtar ve kilit maksadıyla da kullanılmaktadır.
Doğu memleketlerinde, bilhassa İslâm ülkelerinde uzun zaman imzâ yerine mühür kullanılmıştır. Resmî devlet adamları, ilmiye sınıflarına mensup kişiler (âlimler de) mühür taşırlar ve kendilerine âit yazıların altına imzâ yerine kullanırlardı. Mühür ve mühürcülük sanatı, çok eski medeniyetlerin bir damgası olmuştur. Mühür kullanılması, mîlâddan önceki devirlere kadar uzanmaktadır. Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve Roma’da mühür kullanılmıştır. Târihî kayıtların verdiği bilgiye göre; mührü ilk defa Mısır’da Yûsuf aley- hisselâm kullanılmıştır. İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilen Süleymân aleyhisselâmm kullandığı mühür de çok meşhurdur. “Mühür kimde ise, Süleyman odur.” sözü, onun mührünün meşhurluğundan doğmuştur. İran şahları da mühür kullanmışlardır. Papanın mühür kullandığı da târih kayıtlarında belirtilmektedir. Anahtar ve kilidin ne demek olduğunu bilmeyen Avrupanm eski kavimleri, muhâfaza edecekleri eşyâ üzerine balmumu ile mühür vururlardı.
İslâmiyetten önce, Araplarda mühür kullanmak âdeti vardı. En eski Arap mühürlerine Mısır’da mevcut papirüsler üstünde rastlanmaktadır. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmm da hicretin yedinci senesinden îtibâren mühür kullanmaya başladığı hakkında hadîs-i şerîf kitaplarında geniş bilgiler mevcuttur. Onun yaptığı her işi, kendilerine bir hayat düstûru bilen ve O’na gönülden bağlı olan dört halîfesi, Eshâb-ı kirâmın çoğu ile İslâm âlimleri de mühür kullandılar. Bunlar mühürlerini, yüzük şeklinde parmaklarında taşırlardı. Bu yüzükler, gümüşten idi. Çünkü İslâmiyet, erkeklere gümüşten başka altın, bakır, demir ve diğer başka maddelerden yapılmış yüzükleri kullanmayı yasaklamıştı. Altın ve gümüş dışındaki mâdenleri takmak kadınlara da yasaktır. Peygamber efendimiz, mühür için kullandığı yüzüğünü sağ eline takardı ve helâya gittiği vakit çıkarırdı. O’nun yüzük taşındaki üç satırın birincisinde “Muhammed”, İkincisinde “Resûl”, üçüncüsünde “Allah” yazılı idi. Ve- fât edince, bunu Ebû Bekr; sonra Ömer radıyallahü anhüm kullandı. Bundan sonra halîfe olan Osman ra- dıyallahü anh kullanırken Eriş Kuyusuna düşürdü. Çok mal sarfettiyse de bulunamadı. Hazret-i Ebû Bekr’in yüzüğünde “Ni’mel Kâdir Allah” (Allah ne güzel kudret sâhibidir.), hazret-i Ömer’inkinde “Ke- fâ bil-mevti vâızan yâ Ömer” (Yâ Ömer nasîhatçı olarak ölüm yeter.), hazret-i Osman’ınkinde “Le-nas- birenne” (Elbette sabredeceğiz.), hazret-i Ali’nin- kinde “El-mülkü lillah” (Mülk Allahü teâlâya mahsustur.), hazret-i Hasan’mkinde “El-İzzetü lillah” (İzzet, şan, şeref Allahü teâlâya mahsustur.), hazret- i Muâviye’ninkinde “Rabbiğfir-li” (Ey Rabbim, beni mağfiret eyle), İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe haz- retlerininkinde, “Kul-il-hayr ve illâ fes küt” (Ya hayır konuş yoksa sus!”, İmâm-ı Yûsuf hazretleri- ninkinde, “Men amile bi-re’yihi, Nedîme (Kendi görüşüne göre iş yapan pişman olur), İmâm-ı Muhammed hazretlerininkinde “Men sabere zafire” (Sabr eden, zafere kavuşur.) İmâm-ı Şâfiî hazretlerininkinde “El-bereketü fil-kanâati” (Bereket ka- naattadır.) yazılıydı.
Daha sonra İslâm devletlerinde, Peygamber efendimizin yüzükte olan mühürü misal alındı. Mühürlerde yalnız bir isim bulunur, umûmiyetle bulunulan mevkî ve ünvanı yazılmazdı. Daha sonraki devirlerde Hindistan ve İran’da mühür yazılarına çok şeyler ilâve edilmiş, pek şatafatlı mühür şekilleri ortaya çıkmıştır. OsmanlIlarda mühür ve mühürcülük belli başlı bir sanat hâlini almıştır. Daha çok kese ve küçük kutularda saklanan mühürler; altın, gümüş, pirinç, bakır, kurşun gibi mâdenlerden kazılır ayrıca; akik, yâkut, zümrüt, yıldız taşı, fîrûze, necef, yeşim gibi kıymetli taşlar üzerine de kazıldığı olurdu. Kıymetli taş, mühür olarak kullanıldığında buna kıymetiyle münâsip bir sap yapılırdı. Şekilleri yuvarlak, oval, kare ve dikdörtgen olabilirdi. Osmanlı Pâdişâhlarının mühürleri “Mühr-i Hümâyûn” ve “Mühr-i şerîf” adı ile anılırdı. (Bkz. Mühr-i Hümâyûn) OsmanlIlarda mühür hakkâklığı (kazıma sanatı), çok ileri bir seviyeye ulaştı. Hattâ bu yoldan geçimini temin eden bir esnaf grubu meydana geldi. Bu sanata girip yetişmek isteyenin önce hüsn- i hat (güzel yazma) ve tezyînât (süslemecilik) dersleri alması lâzımdı. Mühürcü olmak isteyen kâbiliyetli bir genç, ustasının yanında bir iki yıl çalıştıktan sonra, eğer kâbiliyeti ustası tarafından kabûl edilirse, kalfa olur ve kalfalık mertebesini aştıktan sonra bir câ- mide peştemal kuşanırdı. Hakkâkbaşı başkanlığındaki mühürcülerden teşekkül eden bir heyet tarafından da yeni ustaya imzâ yerine kullanacağı mahlas verilirdi. Aynı mahlasın iki kişiye verilmemesine dikkat edilirdi. Her mühür ustasının bir katalogu bulunur, müşteriye bunu gösterir seçilen örneğe göre mühür kazılırdı. Mühür önce bir mengeneye sıkıştırılır, üzeri tesviye edilir. Üstübeçle silindikten sonra kazılacak isim, sağdan sola ters olarak, kurşun kalemle çizilirdi. Sonra çelik bir uçla, yazı sâbit hâle getirilir ve dört köşe çelik kalemle yazı mühü- re hakk edilir (kazılır) ve nihâyet mühür tekrar tesfiye edilerek iş biterdi. Mühürlere yapılış târihleri ve ustanın mahlası da kazılırdı. Böylece hayat hikâyeleri bilinmeyen bâzı mühürcülerin yaşadıkları devirler buralardan anlaşılırdı. Osmanlı pâdişâhlarından Sultan Birinci Mah- mûd usta bir hakkâktı. Bu pâdişâhın kendi yaptığı mühürleri el altından sattırıp elde ettiği kazancı, İstanbul’un fakirlerine dağıttığı bilinmektedir. Mühür kazana “hakkâk” denirdi. Mühür kelimesinden bâzı kelimeler türemiştir. Mühürlenmiş kâğıt veya eşyâ için “memhûr” tâbiri kullanılırdı.