EBÛ BEKR-İ SIDDİK; Peygamber efendimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) ilk halîfesi,
daha hayattayken Cennet ile müjdelenen, peygamberlerden
sonra bütün insanların en üstünü
olan sahâbî. Asıl adı Abdullah bin Ebû Kuhâfe
bin Âmir bin Amr bin Ka’b bin Sa’d bin Teym bin
Mürre’dir. Babasının adı Osman olup, Ebû Kuhâfe
künyesi ile meşhurdur. Annesi Ümmül-Hayr
lakabıyla tanınan Selmâ binti Sahr’dır.
Hazret-i Ebû Bekr Peygamber efendimizden 2
yıl 3 ay küçük olup, Fil Vak’asından sonra 573 yılında
Mekke’de doğdu. Müslüman olmadan önce adı, Abdüluzzâ
veya Abdülka’be idi. Sevgili Peygamberimiz,
îmân ettikten sonra onun ismini Abdullah olarak
değiştirdi. Peygamber efendimiz; “Cehennemden
atîk olanı (âzâd edilmiş kimseyi) görüp,
sevinmek isteyen kimse, Ebû Bekr’e baksın.” buyurduğu
için “Atîk” lakabıyla tanındı. Peygamber
efendimizin bildirdiği her şeyi ânında ihlâsla tasdik
ettiği için “Sıddîk” lakabıyla meşhûr oldu. 634
(H.13) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Otuz sekiz yaşında Müslüman olmakla şereflendi.
Hazret-i Ebû Bekr, Resûlullah efedimizin, peygamberliğini
bildirip, Müslüman olmasmı istediği zaman
hiç tereddüd etmeden Islâmiyeti kabul etti.
Onun Müslüman oluşu hakkında bildirilen haberler
çeşitlidir. Şöyle ki: Hazret-i Ebû Bekr, İslâmiyet bildirilmeden
önce bir rüyâ görmüştü. “Gökten dolunay
inip, Kâbe-i muazzamaya gelmiş, sonra parça parça
olmuş, parçalardan her biri Mekke evlerinden biri
üzerine düşmüş, sonra bu parçalar bir araya gelerekgökyüzüne yükselmişti. Ebû Bekr-i Sıddîk’m evine
düşen parça ise, gökyüzüne yükselmemişti. Hazreti
Ebû Bekr hemen evin kapısmı kapamış, sanki bu ay
parçasının gitmesine mânî olmuştu.”
Hazret-i Ebû Bekr, heyecanla rüyâdan uyanmış,
sabah olunca, hemen Yahûdî âlimlerinden
birisine koşup, rüyâsım anlatmıştı. O âlim cevâbında;
“Bu karışık rüyâlardan biridir, onun için tâbir
edilmez.” demişti. Fakat bu rüyâ Ebû Bekr’in
zihnini kurcalamaya devâm etmiş,Yahûdînin cevâbı
onu tatmin etmemişti. Bundan bir müddet
sonra ticâret için gittiğinde, yolu râhip Bahîrâ’nm
diyârına düşmüştü. Rüyâyı anlatıp tâbirini Bahîrâ’dan
istemiş ve şu cevâbı almıştı. Bahîra; “Sen
neredensin?” dedi. Ebû Bekr; “Kureyş’tenim” diye
cevap verince, Bahîra; “Orada bir peygamber
ortaya çıkıp, hidâyet nûru Mekke’nin her yerine
ulaşacak, sen hayâtında O’nun vezîri, vefâtından
sonra da, halîfesi olacaksın.” deyince, o bu cevâba
hayret etmişti. Hazret-i Ebû Bekr, bu rüyâsım
ve tâbirlerini, Resûlullah efendimiz peygamberliğini
açıklayıncaya kadar kimseye söylememişti.
Peygamber efendimiz, peygamberliğini açıklayınca,
Ebû Bekr hemen Fahr-i âlem efendimize
koşup; “Peygamberlerin, peygamberliklerine delîlleri
vardır, senin delîlin nedir?” diye suâl etti. Peygamber
efendimiz de cevâbında; Bu nübüvvetime
delil, o rüyâdır ki, bir Yahûdî âlimden tâbirini
istedin. O âlim; “Karışık rüyâdır, itibâr edilmez.”
dedi. Sonra, Bahîra râhib doğru tâbir etti.
buyurarak, Ebû Bekr’e hitâben; “Ey Ebû Bekr!
Seni Allah’a ve Resûlüne dâvet ederim.” buyurdu.
Bunun üzerine hazret-i Ebû Bekr; “Şehâdet
ederim ki, sen Allahü teâlânın resûlüsün ve senin
peygamberliğin haktır ve cihânı aydınlatan bir nûrdur.”
diyerek O’nu tasdik edip Müslüman oldu.
Hazret-i Ebû Bekr, Müslüman olunca, hemen
çok sevdiği arkadaşlarına gitti. Onları da, Müslüman
olmaları için iknâ etti. Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden
ve Cennet’le müjdelenenlerden; Osman
bin Affân, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin
Avvâm, Abdurrahmân bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkâs,
Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi yüksek şahsiyetler
onun vâsıtasıyla Müslüman oldular. Annesi Ümmül
Hayr da ilk Müslümanlardan oldu. Kureyşliler, İslâmiyeti
kabul eden hazret-i Ebû Bekr ve arkadaşlarını dinlerinden döndürmek için çeşitli işkenceler
yaptılar. Hazret-i Ebû Bekr, Mekke’de Müslüman
olan köleleri satın alarak âzât etti ve işkenceden
kurtardı. Bilâl-i Habeşî bunlardan birisidir.
Hazret-i Ebû Bekr, Peygamber efendimiz ne
söylerse îtirâz etmez, derhâl kabul ederdi. Hattâ
herkesin karşı çıktığı meseleleri bile îtirâzsız tasdik
ederdi. Sevgili Peygamberimizin mîrac mûcizesini
kabul etmeleri de böyle oldu.
Müşrikler Peygamber efendimizin mîrac mûcizesini
işitince, kabul etmediler. Hattâ onunla alay
etmeye kalktılar. Sonra, hazret-i Ebû Bekr’e sordular.
Ebû Bekr Peygamber efendimizin ismini duyunca;
“Eğer O söyledi ise inandım. Bir anda gidip gelmiştir.”
dedi. Mîrac mûcizesini tasdik ve kabul ettiğini
müşriklere iftiharla söyledi. Resûlullah efendimiz
o gün hazret-i Ebû Bekr’e “Sıddîk” lakabını
verdi. Bu lakabı almakla şerefi bir kat daha arttı.
Hazret-i Ebû Bekr, Resûlullah efendimizin en
yakın dostuydu. O’ndan hiç ayrılmazdı. Onların bu
berâberliği, Mekke’den Medîne’ye hicrette de devâm
etti. O’na mağara arkadaşı oldu. Mağarada üç
gün kaldıktan sonra, ikisi bir deveye binerek yolculuk
ettiler. Medîne’ye varıncaya kadar Resûlullah
efendimizin bütün hizmetini o gördü. Medine’deki
mescid yapılırken birlikte çalıştılar. Hiçbir
hizmet ve fedâkârlıktan geri kalmadı.
Hazret-i Ebû Bekr, Resûlullah efendimizle birlikte
bütün harplerde bulundu. Çok şiddetli muhârebelerde,
Peygamber efendimizin muhâfızlığım yapıp,
bedenini siper etti. Bedr’de, Uhud’da, Hendek’te müşriklere
karşı büyük kahramanlıklar gösterdi. Tebük
Harbinde, sancakdârlık vazifesini yerine getirdi.
İslâmın insanlara bildirilmesinden 21 yıl sonra
Mekke şehri, Müslümanlar tarafından fethedildi.
Mekke halkı Peygamber efendimizin huzûrunagelerek İslâmî kabul etmeye başladılar. Sevgili
Peygamberimiz, Safa Tepesine oturmuş, yeni Müslümanların
bî’atını kabul ediyordu. Bu sırada hazret-
i Ebû Bekr’in babası Ebû Kuhâfe de gelerek
Müslüman oldu.
Hazret-i Ebû Bekr, 631 (H.9) senesinde hac kâfilesi
başkanlığı vazifesini yapmıştır. Peygamber
efendimizin son hastalıklarında üç gün imâmlık görevinde
bulunup, on yedi vakit namaz kıldırmış, üç
vaktinde de sevgili Peygamberimiz, Ebû Bekr’e
uyarak arkasında namaz kılmışlardır.
Resûlullah’ın vefâtı üzerine derhâl halîfe seçimi
yapıldı. Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvân)
sözbirliği ile halîfe seçildi. Peygamber efendimizin
vekili, Müslümanların reisi oldu. Müslümanlar
başsızlıktan, dağınıklıktan kurtarıldı.
Peygamber efendimizin vefâtından sonra, Arabistan
Yarımadasının çeşitli bölgelerinde irtidâd
(dinden dönme) hareketleri baş gösterince, üzerlerine
asker gönderdi. Bunlardan Yemâme’deki
Müseylemet-ül-Kezzâb’ın 40.000 kişilik ordusu
üzerine sevk edilen İkrime radıyallahü anh emrindeki
askerleri kâfi görmeyen Halîfe, Hâlid bin
Velîd’i yardıma gönderdi. Hâlid bin Velîd Yemâme’de
büyük bir zafer kazandı. Bu harpte 20.000
mürtet öldürüldü. İki bine yakın Müslüman şehid
oldu. Amr ibni Âs da, Huzâa kabilesini yola getirdi.
Alâ bin Hadrâmî radıyallahü anh, Bahreyn’de çetin
muhârebeler yapıp, mürtetleri dağıttı. Huzeyfe,
Arfece ve İkrime radıyallahü anhüm, Ummân
ve Bahreyn’de birleşip mürtetleri bozdular. On
bin mürtet öldürdüler. Halîfe, Hâlid bin Velîd’i
radıyallahü anh Irak tarafına gönderdi. Hire’de
yüz bin altın cizye aldı. Hürmüz kumandasındaki
İran ordusunu bozguna uğrattı. Basra’da otuz bin
kişilik orduyu perişân etti. İmdâda gelen büyük ordudan
yetmiş bin kâfir öldürüldü. Sonra çeşitli
muhârebelerle, büyük şehirler alındı. Halîfe, Medine’de
ordu toplayıp, hazret-i Ebû Ubeyde’yi Şam
taraflarına, Amr ibni As’ı da Filistin’e gönderdi.
Sonra Yezîd bin Ebû Süfyân’ı Şam’a yardımcı gönderdi.
Sonra asker toplayıp, Muâviye kumandasında,
kardeşi Yezîd’e yardım gönderdi. Hâlid bin
Velîd’i, Irak’tan Şam’a gönderdi. Hazret-i Hâlid, askerin
bir kısmını Müsennâ’ya bırakıp, birçok muhârebe
ve zaferlerle Suriye’ye geldi. İslâm askerleri
birleşerek Ecnâdin’de büyük bir Rum ordusunu
yendiler. Sonra Yermük’te kırk altı bin İslâm askeri,
Bizans imparatoru Herakliüs’ün iki yüz kırk
bin askeriyle uzun ve çetin savaşlar yapıp gâlip geldi.
Üç bin Müslüman şehid oldu. Bu muhârebede
İslâm kadınları da harp etti. Başkumandan hazreti
Hâlid bin Velîd’in ve tümen komutanı İkrime’nin
şaşılacak kahramanlıkları görüldü. Bütün bu zaferler,
halîfenin cesâreti, dehâsı, güzel idâresi ve
bereketiyle oldu.Hazret-i Ebû Bekr, Resûlullah’ın vefâtından
sonra, her geçen gün biraz daha zayıflıyordu. Birgün
kızı Âişe-i Sıddîka vâlidemiz, bu zayıflamanın
sebebini sordu. Cevâbında; “Beni, Muhammed
aleyhisselâmın ayrılığı böyle zayıflattı.” buyurdu.
Hazret-i Ebû Bekr, Yermük Savaşının yapıldığı
sırada 634 (H.13)te hastalandı. Hastalığının son
günlerinde bir gece Peygamber efendimizi rüyâsında
gördü. Peygamber efendimiz ona; “Yâ Ebâ
Bekr! Seni çok özledik, kavuşma zamânı yaklaştı”
buyurdu. O da; “Ben de seni özledim, yâ Resûlallah!”
dedi. “Bu ümmet için âdil, sâdık, yerde
ve gökte herkesin nzâsını kazanmış, zamânın en temizi
olan Fârûk’u (hazret-i Ömer’i) halîfe seç!”
buyurdular. Bunun üzerine Hazret-i Ömer’in halîfe
seçilmesini vasiyet etti. Hilâfeti 2 sene 3 ay 10
gün sürdü. 63 yaşındayken, 634 (H.13) yılında
Cemâziyel-âhir ayının yedisinde Pazartesi günü
hastalandı. 15 gün hasta yattıktan sonra vefât etti.
Cenâze namazını hazret-i Ömer kıldırdı. Peygamber
efendimizin kabrinin bulunduğu Hücre-i
Saâdete defnedildi.
Hazret-i Âişe anlatır: Babam vefât edince, Eshâb-
ı kirâm nereye defnedelim diye tereddüde
düştüler. O hâlde uyumuşum. Kulağıma; “Dostu
dosta kavuşturun” diye bir ses geldi. Uyandım,
Eshâb-ı kirâma anlattım. Onlar da aynı sesi işittiklerini
söylediler. Hattâ mescidde namaz kılanlar
da işittik, dediler. Artık mesele hallolmuştu.
Peygamber efendimizin yanma defnettiler.
Hazret-i Ebû Bekr’in, Katîle, Ümmü Rûmân,
Esmâ ve Habîbe adlı hanımlarından, Abdullah,
Esmâ, Abdurrahman, Âişe-i Sıddîka, Muhammed
ve Ümmü Gülsüm adlı çocukları olmuştur. Hazreti
Ebû Bekr’in yüzü ve gövdesi zayıf ve beyazdı. Yanakları
üstünde sakalları az, gözleri çukurca, alnı
yumruca idi.
Hazret-i Ebû Bekr, îmâna gelen ve Müslüman
olmakla şereflenen ilk hür erkektir. Müslüman olmadan
önce de Resûlullah efendimizin arkadaşı idi.
Büyük ve dürüst bir tüccârdı. Bütün malını, evinibarkını Resûlullah’ın uğrunda harcadı. Islâmiyeti
kabul etmesine kadar geçen otuz sekiz senelik hayâtında
hiç içki kullanmadı, putlara tapmadı. Her
türlü sapıklıktan, hurâfelerden uzak, iffeti ve güzel
ahlâkı ile tanınmış bir kişiydi. Kavmi arasında
sevilen ve saygı gösterilen bir kimse olup, fakirlere
yardım eder, muhtâc olanları gözetirdi.
Herkesin ona sonsuz bir îtimâdı vardı.
Hazret-i Ebû Bekr, Eshâb-ı kirâmın en çok
ilim sâhibi olanlarındandı. Her ilimde mürâcaat
kaynağı olmuştur. İslâmî ilimlerin bütün meselelerini
bilirdi. Nitekim Resûlullah efendimiz; ” Allahü
teâlânın kalbime akıttıklarını, Ebû Bekr’in
kalbine akıttım.” buyurmuştur.
Resûlullah efendimizin vezîri idi. O, bir meselede
Eshâb-ı kirâm ile istişâre ederken hazret-i
Ebû Bekr’i sağma, hazret-i Ömer’i de soluna oturturdu.
Görülecek mesele husûsunda, önce bu ikisinin
reyini sorar, sonra da diğer sahâbîlerin görüşlerine
yer verirdi. Resûl-i ekrem efendimiz,
Kur’ân-ı kerîmin hepsinin tefsirini Eshâbına bildirmiştir.
Kur’ân-ı kerîmin tefsiri için lâzım olan
bütün ilimler, hazret-i Ebû Bekr’de mevcuttu. Yaşadığı
zamanda Kureyş’in en büyük âlimi olarak tanınırdı.
Arap dilinin belâgatına vâkıftı ve gâyet güzel
konuşurdu. Resûlullah efendimizin çok feyzlerine
kavuşmuş, Kur’ân-ı kerîmin mânâsına ve
hakîkatına âit bütün bilgileri bizzat O’ndan almıştır.
Kur’ân-ı kerîmden hüküm çıkarmak husûsunda
üstün bir kudret ve mahâret sâhibiydi. Âyeti
kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin mânâ ve hakîkatlarma
hakkıyla muttalî (bilir) idi. Eshâb-ı kirâm
ve Tâbiîn’in âlimleri, birçok âyet-i kerîmelerin
tefsirini ondan alıp bildirmişlerdir.
Onun devrinde, devlet İdâresinin temelleri
sağlamlaşmış, Kur’ân-ı kerîmin bir hükmü dışına
çıkılmadığı gibi, dinden ayrılmak isteyenlere fırsat
verilmemiştir. Mürtetlerle yapılan bu harplerden
Yemâme’de, birçok hâfız şehid olmuştu. Hazret-
i Ömer’in de teklifi ile Kur’ân-ı kerîmin birkitap hâlinde toplanması kararlaştırılıp, bu vazife
Zeyd bin Sâbit’e verildi. Hazret-i Ebû Bekr’in en
büyük hizmetlerinden biri de, Kur’ân-ı kerîmi kitap
hâlinde toplaması olmuştur. Peygamber efendimiz
zamânında Cebrâil aleyhisselâm her sene bir
kere gelip o âna kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerîmi
Levh-ül-Mahfûz’daki sırasına göre okur, Peygamber
efendimiz dinler ve tekrar ederdi. Ahirete
teşrif edeceği sene, iki kerre gelip, tamâmını
okudu. Resûlullah efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın
çoğu, Kur’ân-ı kerîmi tamâmen ezberlemişti. Bâzıları
da bâzı kısımları ezberlemiş, birçok kısımlarını
yazmışlardı. Peygamber efendimizin, âhirete
teşrif ettiği sene, halîfe Ebû Bekr ezber bilenleri
toplayıp ve yazılı olanları getirtip, Zeyd bin Sâbit’in
başkanlığındaki bir heyete, bütün Kur’ân-ı kerîmi
kâğıt üzerine yazdırdı. Böylece, Mıshaf veya
Mushaf denilen bir kitap meydana geldi.
Hazret-i Ebû Bekr’in hadis ilminde de üstün bir
hizmeti olmuştur. Resûlullah’ın her hâline ve her
işine pek yakından vâkıf bulunuyordu. Eshâb-ı
kirâm, bir çok meselede Resûlullah efendimizin nasıl
hareket ettiğini, Ebû Bekr’den soruyordu. Kendisinden
Ömer bin Hattâb, Osman bin Affân,
Aliyy-ül-Mürtezâ, Abdurrahmân bin Avf, Abdullah
ibni Mes’ûd, Abdullah ibni Abbâs, Abdullah ibni
Ömer, Huzeyfet-ül-Yemânî, Zeyd bin Sâbit ve
daha birçok sahâbî hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Resûl-i ekremin vefâtmdan sonra, hfemen hilâfet işlerine
başlaması ve meşgûliyetinin çok olması ve
her işittiğini rivâyet edecek kadar uzun yaşamaması
sebebiyle bildirdiği hadîs-i şeriflerin sayısı
azdır. Bunların 142 aded olduğu kaynak eserlerde
zikredilmektedir. Resûlullah efendimizden bizzat
işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerin bâzıları
şunlardır:
Misvâk, ağzı temizlemeye, cenâb-ı Hakk’ın
rızâsına kavuşmaya vesiledir.
Doğruluğa ve iyiliğe dikkat edin, zîrâ bu
ikisi Cennet’e götürür. Yalandan ve kötülükten
sakının, zîrâ bunlar Cehennem’e götürürPeygamberler mîrâs bırakmazlar. Onların
bıraktıkları sadakadır.
Ebû Bekr-i Sıddîk neseb ilminde de yükselmişti.
Arapların soylarına âit haberleri en iyi bilendi.
Aralarındaki kan dâvâlarını hâlleder, onun
hakemliğine ve kararlarına îtirâzları olmazdı.
Diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir söz söylememek
için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbûr
olmadıkça aslâ dünyâ kelâmı söylemezdi. Bir hadîs-
i şerifte; “Ebû Bekr’in îmânı bütün mü’minlerin
îmânları ile tartılsa, Ebû Bekr’in îmânı
ağır gelir.” buyruldu.
Hazret-i Ebû Bekr’in fazîletleri üstünlükleri
çoktur. Bunların her biri Kur’ân-ı kerîmin, hadîsi
şeriflerin ve Eshâb-ı kirâm ile diğer din âlimlerinin
haber vermesiyle anlaşılmıştır. Bu ümmet
içinde, Peygamber efendimizden sonra olma saâdetinin
sâhibi, Ebû Bekr-i Sıddık’tir. Çünkü îmân
etmek, dîni kuvvetlendirmek ve Peygamberlerin
efendisine yardım etmek için, malını dağıtmakta,
cihâd etmekte yâni düşmanlarla şiddetli mücâdele
etmekte öncelerin öncesi odur. Hadîd sûresinin
10. âyetinde meâlen; “Mekke-i mükerremenin
fethinden önce malını veren ve cihâd eden
kimseye, fetihden sonra malını dağıtan ve cihâd
edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ
hepsine Cennet’i vâdetti.” âyet-i kerîmesi,
onun için indirilmiştir.
EBÛ BEKR-İ SIDDİK
18
Eki