EBÛ CEHL; Peygamber efendimiz zamânında
İslâmın en büyük düşmanı. Asıl adı Amr bin Hişâm
olup, Ebû Hakem ve İbn-i Hanzala künyeleriyle bilinir.
Mekke’nin ileri gelen kabîlelerinden olan
Mahzûmoğullarındandır. Amr bin Hişâm’a, İslâm
dînine ve sevgili Peygamberimize olan aşırı düşmanlığı
sebebiyle, Peygamber efendimiz tarafından
Ebû Cehl, yâni cehâletin babası, önderi lakabı
verilmiştir.
Câhiliyye devrinde Kureyş’in ileri gelenlerinden
olan Ebû Cehl; Peygamber efendimize peygamberlik
emri bildirilip, insanları küfürden îmâna,
cehâletten ilme, zulümden adâlete, kısaca kurtuluşa
dâvet ettiği ilk yıllarda karşı çıkmış, O’na
inanan ve tâbi olanlara mâni olmaya çalışmış, çeşitli
işkence yollarına başvurmuştu.
Ebû Cehl, bir gün kâfirleri toplayıp, Peygamberimizi
(sallallahü aleyhi ve sellem) kastederek;
“Ben onun elinden, ancak O’nu öldürmekle kurtulurum.
Eğer siz de bana yardımcı olursanız namaz
kılarken, bir taş atıp öldüreceğim.” dedi. Kâfirler de
yardım edeceklerine dâir söz verdiler. Sabahleyin
Peygamber efendimiz namaz kılarken, Ebû Cehl
eline bir taş alıp yürüdü. Yaklaştığında birden rengi
değişti, titreyerek geri döndü. Kâfirler, Ebû Cehl’e
şaşarak; “Niçin geri döndün?” diye sorunca; “O’nun
yanma yaklaştığım zaman öyle hırçın bir deve ilekarşılaştım ki, ömrümde öyle heybetli deve ne görmüş,
ne de işitmiştim. Biraz daha yaklaşsaydım
muhakkak beni öldürürdü!” dedi. Cebrâil aleyhisselâm
bunu Peygamber efendimize haber vermiştir.
Peygamberimiz; “Eğer daha yaklaşsaydı elbette
onu yakalardı.” buyurmuşlardır.
Ebû Cehl yine bir gün kâfirleri toplayıp; “Muhammed
sizin yanınızda namaz kılar mı?” dedi.
Oradaki kâfirler de; “Evet!” dediler. Ebû Cehl;
“Eğer ben O’nu o hâlde iken görürsem başını ayağımla
ezeceğim!” dedi. Bir gün bu dediğini yapmaya
giderken, daha yaklaşmadan eliyle yüzünü silerek
geri döndü. Kureyş kâfirleri ona dönüp; “Ne
oldu, niye döndün?” deyince, “O’nunla benim
aramda bir ateş kuyusu meydana geldi. Zebânîler
bana hücum ettiler. Geri döndüm!” dedi.
Akabe Bî’atından sonra Medine’de Müslümanların
çoğalması sebebiyle, Peygamber efendimiz,
Mekke’de işkence ve zulüm gören Müslümanların,
Medine’ye hicret etmelerine izin verdi.
Mekke’de Peygamber efendimiz, hazret-i Ebû
Bekr, hazret-i Ali, fakirler, hastalar ve ihtiyârlar
kalmışlardı. Peygamber efendimizin de Medine’ye
gidip Müslümanların başına geçeceği ihtimâline
karşı müşriklerin ileri gelenleri Dâr-ün-Nedve’de
toplandılar. Şeytan da^ Necdli bir ihtiyâr kılığında
bu toplantıya iştirâk etti. Kureyş’in reisi olan Ebû
Cehl; “Her kabileden kuvvetli bir kişi seçelim.
Ellerinde kılıçları ile Muhammed’in üzerine saldırsınlar.
Kılıç vurup kanını döksünler. B öylece
mecbûren diyete râzı olurlar. Biz de diyetini verir,
sıkıntıdan kurtuluruz.” dedi. Şeytan da, bu fikri beğendi
ve harâretle teşvik ve tavsiye etti. Düşüncelerini
tatbike Allahü teâlâ müsâade etmedi.
Hicretin ikinci yılında olan Bedr Harbinde, Afra
Hâtunun iki oğlu Muaz ve Muavvez kardeşler
Ebû Cehl’i savaş esnâsında yaraladılar ve yere yıktılar
ve öldü zannedinceye kadar kılıç vurdular.
Bedr Savaşı sonunda, bir ara Resûl-i ekrem efendimiz;
” Acabâ Ebû Cehl ne yaptı, ne oldu, kim gidip
bakar?” buyurarak ölüler arasında araştırılmasını
emretti. Aradılar bulamadılar. Peygamber
efendimiz; “Arayınız, onun hakkında sözüm
var.” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah bin Mes’ûd,
Ebû Cehl-i aramaya gitti ve yaralı buldu. Boynuna
ayağını basıp sakalından çekti ve; “Ey Allahü teâlânın
düşmanı! Allahü teâlâ seni nihâyet hor ve hakir
etti mi?” dedi. Ebû Cehl; “Ne diye beni hor ve
hakir edecek! Ey koyun çobanı! Allah seni hakir ve
hor etsin. Sen çıkılması pek sarp bir yere çıkmışsın.
Sen bana bugün zafer ve galebenin hangi tarafta olduğunu
haber ver!” dedi. İbn-i Mes’ûd; “Zafer Allah
ve Resûlünün tarafındadır.” dedi. Ebû Cehl’in
miğferini kafasından çıkardı ve; “Seni öldüreceğim!”
dedi. Ebû Cehl; “Sen kavminin ulusunu öldürenlerin
ilki dfeğilsin. Fakat doğrusu senin beni öldürmenbana çok ağır gelecek. Hiç olmazsa, boynumu
göğsüme yakın kes de başım heybetli görünsün!”
diyerek, küfrünün, gurûr ve kibrinin ne dereceye
çıktığını gösterdi. İbn-i Mes’ûd, Ebû Cehl’in
başını kendi kılıcıyla kesemeyince, Ebû Cehl’in kılıcıyla
kesti, silâhını, zırhını, miğferini ve başını getirip
Peygamber efendimizin önüne koydu. “Anambabam
sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Bu, Allahü teâlânın
düşmanı Ebû Cehl’in başıdır.” dedi. Sevgili
Peygamberimiz; “O Allah ki, O’ndan başka ilâh
yoktur.” buyurdu. Sonra kalkıp Eshâbıyla birlikte
Ebû Cehl’in ölüsünün yanma kadar gittiler. Orada;
“Allahü teâlâya hamd olsun ki, seni zelil ve hakir
kıldı. Ey Allah’ın düşmanı! Sen, bu ümmetin
fir’avnı idin.” buyurdu. Sonra da; “Yâ Rabbî!
Bana olan vaadini yerine getirdin.” diyerek Allahü
teâlâya şükretti.
Böylece Ebû Cehl’in kendisi ve ona tâbi olup,
îmânsızlıkta ısrâr edenler için dünyâ hayâtı sona
ererken, ebedî felâket ve Cehennem azâbı başlıyordu.
Allahü teâlânın insanları ebedî saâdete kavuşturmak
için gönderdiği peygamberlere her asırda
karşı çıkan ve insanların hidâyete kavuşmasını
engellemek isteyen zâlimler olmuştur. Fakat
bu zâlimlerden hiç biri îmânı yok edememiştir.
Kendileri kahrolmuş, çok acı ve perişân hâlde saltanatlarından
ayrılmışlar, zevklerine doyamadan,
ölümün pençesine düşmüşler, isimleri lânet ile
anılmış veya unutulmuştur. Allahü teâlâ bir peygamber
veya âlim göndererek, îmân ışığı ile yeryüzünü
yeniden aydınlatmıştır.
EBÛ CEHL
18
Eki