ECZÂCILIK; Alm. Apothekerwisserıschaft, Fr.
Pharmacie (f), İng. Pharmacy. İlâçların toplanması,
hazırlanması, standart hâle getirilmesi ile uğraşan
sanat ve tatbikî bilim dalı. Eczâcılığın alanına,
ilâç olarak kullanılan bitkilerin elde edilmesi ve
tıbbî değeri olan kimyevî maddelerin sentezi girmektedir.
Aynca tıpta kullanılan ajanların analizi ve
standartlaştırılması da eczâcılığın konusudur. Eczâcı
ilâçların tablet, kapsül ve ampul gibi çeşitli dozaj ve
tiplerde üretiminden sorumludur. Farmakoloji; ilaçlar
hakkındaki bütün bilgileri, (hastalıklardaki etki
mekanizmaları dâhil) ihtivâ eden bir bilim dalıdır.
Eczâcılığın öğrenilmesi için Galenik Farmasi, Farmakoloji, Farmasötik Kimya, Farmakognazi, Sentetik
İlâç Kimyâsı, Toksikoloji gibi bilim dallarının
bilinmesi gereklidir.
Eczâcılığın târihi: Eczâcılık ilk insan ve ilk
peygamber olan Âdem aleyhisselamla başlar. Ona
kitab gönderilerek, fizik, kimya, tıp, eczâcılık,
matematik bilgileri öğretildi. Başlangıçta eczâcılık
hekimlikten ayrı değildi. Bu konudaki ilk bilgiler,
M.Ö. 2500 yıl öncesine kadar gitmektedir.
Eczâcılıkla ilgili eski belgelerden en iyi bilineni
Alman George Ebers tarafından okunan Papyrus
Ebers’tir. Papirüs üzerine yazılı bu Sfclgeden aşağı-
yukarı M.Ö.1550’de, eski Mısırlıların zamanımızda
bilinen tabiî kaynaklı birçok ilâcı bildiğini
öğrenmekteyiz. Papyrus Ebers’te 800 formül ve
700 ayrı ilâçtan söz edilmiştir.
İslâm âleminde de, başlangıçta eczâcılık, hekimlikten
ayn değildi. Tabib ile eczâcı aynı kişi idi.
Eczâcılık, botanik, zooloji, minaroloji ve kimyâ ilmi
ile birleşikti. İlâçlar da bitkisel, hayvansal ve
mâdensel idi. Daha sonra terkip yapma mecburiyeti
hâsıl olunca, kimyâsal yapılarını bilmeye ihtiyaç
oldu.
Müslüman eczâcılar şifâlı otlardan yaptıkları
çeşitli ilâçları, önce hayvanlarda tecrübe ediyor, daha
sonra da insanlarda kullanıyorlardı. İlâçların hazırlanmasını,
Avrupa’ya, Müslümanlar öğretti.
Müslüman tabiblerin büyüklerinden olan Râzî,
yaptığı ilâçları önce hayvanlar üzerinde tecrübe
eder, neticesini inceledikten ve faydalı olduğunu
gördükten sonra bu ilâcı insanlara tatbik ederdi.
Bir defâsında saf civanın canlılar üzerindeki tesirini
görmek ve incelemek için maymuna saf civa içirdi.
Maymun sağa sola hareket etmeye, dişlerini birbirine
vurmaya ve ön ayakları ile ağrıyan belini tutmaya
başladı. Bir müddet sonra ağrıdan kıvranan
hayvancağız, rahatladı ve eski hâline geldi. Bu tecrübeden,
saf civanın, tam olarak vücuda zararlı olmadığı
neticesini çıkardı. Vücüdun bağırsak bölgesinde
acılara, elemlere sebeb olsa da, hareket
edince saf civanın dışarı atıldığı ve bedenin tekrar
eski hâline döndüğü bu tecrübeyle anlaşılmış oldu.Müslüman tabipler, yeni bir ilâcın kullanılması
için yedi şart ileri sürmüşlerdir.
1. İlâç yapılınca, dış tesirlerden, soğuk ve sıcaktan
uzak olmak, korunmak.
2. Yapılan ilâç, hangi hastalık için yapılmışsa
sadece o hastalığa kulanılmak. Başka hastalıklar
için kullanmamak.
3. İlâç, tecrübe edilen hastalığın zıddı olan
hastalık üzerinde de denenmelidir. Bâzan bir hastalığa
doğrudan faydalı olan bir ilâç, başka bir
hastalığa dolaylı bir şekilde faydalı olabilmektedir.
4. İlâçtaki kuvvet (tesir) hastalığın kuvvet derecesine
denk olmalı.
5. İlâcın tesir etmeye başladığı müddet, tâkip
edilmeli ve ne kadar zamanda tesir ettiği tesbit
edilerek bilinmelidir.
6. İlâcın, hasta üzerindeki etkileri devamlı takip
edilmeli, gözlenmelidir.
7. İlâcın denenmesi, en son insan bedeninde olmalıdır.
Tıb ilmine yaptığı hizmetlerle tanınan İbn-i Sînâ,
ilâç üzerinde de araştırmalarda bulunmuştur.
Yukardaki yedi şarta ilaveten, ilâçların özelliklerini
bilmek bakımından bâzı şartlar da kendisi
koymuştur. İlâcın rengi, tadı, kokusu, olumluolumsuz
tesirlerinin bilinmesi gibi hususları açıklamıştır.
İlk defâ tıbbî müstahzar hazırlayan Müslüman
eczâcılardır. Çeşitli macunlar, merhemler,
yağlar, şuruplar, bantlar, saf sular (oksijen), tamponlar
bunlardan bâzılarıdır. İlk defa lahanadan tatlı
şurubu yapanlar da Müslüman eczâcılardır. Sinameki,
kâfur, misk, Arapların keşfedip kullandığı
ilâçlardandır. El-Bîrûnî’nin Kitâb-üs Saydala
isimli kitabında 850 ilâç, Yunanca ve benzeri dillerdeki
isimleri ile beraber yazılıdır. Meşhur tıp
âlimlerinden Dâvûd-i Antâkî, Tezkiresi’nde eczâcılık
hakkında şöyle demektedir:
“İslâm âlimleri, eczâcılık ilminde de çok derinleşmişlerdi.
İlâç yapılacak her türlü maddeyi tes-
*bit etmişler, bunların tıbbî faydalarını araştırıp
bularak ilâç yapılış usûllerini de belirlemişlerdi.”
Dâvûd-i Antakî de eczâcılık sahasında otlardan,
hayvanlardan ve kimyevî maddelerin her çeşidinden
istifâde ederek önemli tesbitlerde bulundu.
Endülüs’te yetişen eczâcı ve tıp âlimi olan
Gâfikî’nin de, ilâçlar ile ilâç yapılacak maddeler
üzerindeki tedkikleri, araştırmaları olmuştur. Yine
Endülüs’te yetişen botanik âlimi ve eczâcı olan
İbn-i Baytar’ın, bitkiler üzerindeki incelemeleri
ve ilâçları mukayese çalışmaları dikkat çekicidir.
Fâtih Sultan Mehmed zamânında yaşayan Altuncuzâde,
otlardan ilâç yapmada eşsiz maharet sâhibiydi.
Devamlı çalışarak ilâç îmâlini ilerletmiştir.
Altuncuzâde’nin, ağır hastaları, fevkalâde ilâçve tedâvi usûlleri tatbik ederek, sıhhate kavuşturduğu
bilinmektedir.
Kimyânın kurucusu olan Câbir, daha 7. yüzyılda
ZekeriyaRâzi ile birlikte ilâç yapımında tabiî
arsenik, demir ve bakır sülfürlerini kullandı. İlk
resmî ilâç rehberi ise, Arapça olarak yazılmış olan
Akrabadin’dir (850).
Lâtin eczâcılığında en çok adı geçenler; Hipokrat
(M.Ö. 460-370), Dioskerides (M.S.l. yüzyıl),
Galen (M.S.l30-200,) ve Paracelsus’tur (M.S.
1493-1541). Bunlardan Galen (Calinos)Anadolulu
bir eczâcı-doktordu. Tıbbî yazılarında reçeteler
vermiş, ilâçlann nasıl yapılacağını açıklamıştır. Eczâcılıkta
önemli bulüşları olan ilim adamları arasında
Paracelsus ve Scheele (18.yy) başta gelir.
On dokuzuncu yüzyıl başında Lavoisier ve
öğrencileri eczâcılıkta yeni bir ekol getirdiler.
Kimyâ eczâcılığı geliştirildi. Alkoloitlerin daha
sonra glikozitlerin bulunması tedâvide yeni bir
çığır açtı. On dokuzuncu yüzyıl sonunda eczâcılığa
sterilizasyon metodu, sonra serum ve aşıları kazandıran
Pasteur’un çalışmaları bu mesleğin gelişmesinde
çok yardımcı oldu.
On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda
hammaddelerden tesirli maddelerin çıkarılması
ve ayrılması konsantre ilâç şekillerinin kullanılmasına
yol açtı.
Nihâyet 20. yüzyıl başlangıcından itibâren
özellikle Fourneau ve okulunun çalışmaları sâyesinde,
kimyevî eczâcılık büyük ölçüde gelişti. Birçok
yeni maddelerin sentezi yapıldı. Hipnotikler,
antihistaminikler, müsekkinler gibi yeni bir takım
ilâç grupları ortaya çıktı. Bundan başka, biyokimyânm
bulmuş olduğu antibiyotik ilâçlann da
bu gelişmede büyük rolü oldu. Gerek hammaddeler,
gerekse bunlardan elde edilen maddelerin,
(yâni hastanın alacağı şekildeki ilâçların) kontrolüne
imkân veren metodlar eczâcılığın büyük ölçüde
gelişmesini sağladı. İlâçların kontrolü ve
muâyenesi, fizik-kimya, biyokimyâ ve fizyoloji gibi
ilim dallarının yardımını gerektirir.Eczâcılık öğretimi: Türkiye’de eczâcılık öğretimi
1834 yılında, Dr. C.A. Bemord’ın müdürlüğünü
yaptığı, Mekteb-i Tıbbiyede “Eczâcı Sınıfı”
nın açılması ile başladı. İlk askerî eczâcı, 1840
yılında okuldan mezun oldu. 1867 yılında Mektebi
Tıbbiye-i Mülkiye’nin açılmasıyla ilk sivil eczâcı
1872 yılında yetişti.
Hekimlikten yavaş yavaş kopmuş olan eczâcılık,
ticârî ve sınâî bir görünüşü olmakla beraber,
her şeyden önce serbest ve İlmî bir meslektir. Bir
serbest meslek erbâbı olarak eczâcmm, halka teknik
yeteneğini kabul ettirir bir diplomaya sâhip olması
gerekir.
Hastâne eczâcılığı, hastânelerde ilâçların alımı,
ilâç yapımı ve hastalara ilâçların dağıtımıyla
görevlidir. Bu eczâne halka açık değildir.
Türkiye’de eczâcılık 3 devreye ayrılır:
1. Cumhûriyete kadar olan dönemde dünyâda
olduğu gibi hekimlikle eczâcılığın genellikle aynı
şahısta toplanmasıyla başladı. Hekim hem hastayı
muâyene eder, hem ilâcını yapıp verirdi. Meslek,
genellikle babadan oğula geçer veya çıraklıktan
yetişerek öğrenilirdi.
2. Bu devre Cumhûriyetin kuruluşundan ikinci
Dünyâ Savaşma kadar olan dönemdir. Bu dönemde
hazır ilâç (ithal) satışı, 1924 yılında çıkan
bir karamâmeyle Sağlık Bakanlığının iznine bağlandı.
Ayrıca, yalnız eczâcıların eczâne açmaları
sağlandı. Eczâne sayısı tahdid edildi. Çoğu ilâçlar
eczânelerde hazırlandı.
3. İkinci Dünyâ Savaşı sonrasından itibâren
Avrupa ülkelerindeki savaş sonu ihtiyaçları yüzünden
ilâç ithâli azalınca, yerli sanayi artan tüketimi
karşılamak için, üretimini arttırdı. 1950’de
geniş çapta liberasyona gidilince hem yabancı ilâç
ithali artmış, hem ilâç hammaddesi ithâli kolaylaşmıştı.
Böylece ilâç tüketimi fazlalaştı. Zamanla
liberasyon azalınca, yerli laboratuvarların satışı
arttı. Yabancı sermaye, önce ithâl edilen malın
temsilcisi olarak, sonra laboratuvarlar hâlinde yabancı
sermâyeyi teşvik kanunundan faydalanıp,
Türkiye’ye girdi.
İlâç sanâyimizin genel karakteri, hammaddeyi
ithâl edip, ilâç yapma şeklindedir. Yurdumuzda
hammadde îmâli çok düşük nisbettedir.
ECZÂCILIK
19
Eki