PİYÂDE; Aim. Infanterie (f), Fr. Infantery (f),
İng. Infant, y. Kara Kuvvetlerinin muharip bir sınıfı
olup, piyâde tümeninin çekirdeğini teşkil eder ve
muhârebe için aynı tarzda silahlanmış ve teçhiz edilmiş
bir sınıftır. Mekanize piyâde, zırhlı piyâde, tanksavar,
dağ ve hava indirme birlikleri bu sınıf içerisinde
mütâlaa edilir. Deniz kuvvetlerinde amfibi harekatta
kullanılan “deniz piyâde” ve Hava Kuvvetlerinde
de “hava piyade” sınıfları mevcuttur. Piyâde, muhârebede
düşmana en yakın olan birliktir. Her türlü
arâzi ve hava şartlarında muhârebe kâbiliyetine sâhiptir.
Piyâde, taarruzda düşmana yaklaşır, onu imhâ
veya esir eder. Savunmada düşmanı uzaktan îtibâren
giderek artan ateş gücü ile karşılar. “Zafer süngünün
ucundadır!” tâbiri piyâde için söylenmiştir.
Eskiden bir çift kürekle çekilen sandala da
piyâde denirdi. Halk arasında yaya kaldırımı “piyâde
kaldırımı” tabiriyle anılır.
Piyâde tüfeği: Avcının esas silahıdır. Menzil
kullanma kolaylığı ve hafif olmasından ötürü, muhârebenin
her çeşidinde kullanılır.
Piyâde tugayı: Çeşitli muharip ve hizmet sınıflarından
teşkil edilmiş, hem taktik hem idârî faaliyetleri
bünyesinde toplayan genel olarak müstakil
vazîfe görecek şekilde teşkilâtlandırılmış bir
birliktir. Ana ast birlikleri Tabur’dur.
Piyâde tümeni: Çeşitli muharip ve hizmet sınıflarından
teşkil edilmiş kara kuvvetlerinin temel
birliğidir. Hem taktik hem de idârî faâliyetlere sâhiptir.
Ana ast birlikleri Alay’dır.
Piyâdenin târihi, harbin târihi kadar eskidir.
Hemen hemen her ordunun, yere ve zamâna göre atlara,
fillere savaş arabalarına vs. olduğu kadar kesin
netîceyi alacak, kazanılan yeri muhâfaza edecek
yaya elemana da ihtiyacı olmuştur. Zamânında dünyânın
her bakımdan olduğu kadar ordu teşkilâtı bakımından
da en gelişmiş devleti olan Osmanlı Devleti;
piyâdesini yerinde ve zamânında çok güzel
kullanırdı. Osmanlı piyâdesi disiplinli, elâstik ve süratliydi.
Pertrandon de la Bracquiere; “Bizim 10
askerimizin yaptığı gürültüyü 1000 Osmanlı askeri bir araya geldiği zaman duymadım!” diye yazmaktadır.
Rodos’u teslim almak üzere kaleye giren
30.000 Osmanlı askerinden bir tek gürültü, bir
tek kelime, adım seslerinden başka hiçbir şey duyulmadığını,
hâdiseyi gözleriyle gören Hıristiyan
müşâhitler yazmışlardır. Paul Jove, Türk askerinin
Hıristiyan askerinden üç üstünlüğü olduğunu kaydeder:
“Kumandanlarına mutlak itâat, muhârebe
meydanında canını sakınmamak, yiyip içmeden
çok uzun yol yürüyebilmek.” Thevenot diyor ki:
“Bir şeyleri eksik olduğu zaman sâdece sabrederler.
Giyimleri ve teçhizatları hafif, yorgunluğa dayanıklıdırlar.
Süratleri hayret vericidir.” Postel ise;
“Hıristiyan askerinin üç gün üç gecede aldığı yolu,
Osmanlı askeri bir gecede alır.” diye yazmaktadır.
İstiklâl Harbinde piyâde sınıfının destanlaşan
kahramanlıkları, târih sahîfelerinin unutulmaz hatıralarıdır.
Birinci Dünyâ Harbinde hâkim olan mevzi
harbi doktrini, İkinci Dünyâ Harbi sırasında yerini
“yıldırım harbi” doktrinine terketmiş olduğundan,
piyâdenin motorize ve mekanize hâle getirilmesi
ehemmiyet kazandı. Artık muhârebe meydanlarında
piyâde harp edeceği mevziye kadar
yorulmadan ve çok süratli getirilmeye, arâzinin durumuna
göre îcâbında’helikopterle indirilmeye,
paraşütle atılmaya ve en yaygın olarak da kariyer
adı verilen zırhlı personel taşıyıcı araçlarla nakledilmeye
çalışılmaktadır. Diğer taraftan emrine ve
desteğine verilen çeşitli modern teçhizat, silâh ve
malzemeyle piyâde sınıfının en elverişsiz şartlarda
bile harp edebilmesi temin edilmeye başlandı.
Günümüzde kimyevî harpten sonra en korkunç
harp olma husûsiyetini devâm ettiren nükleer
bir harpte, piyâdenin işi zannedildiği gibi artık
bitmiş değildir. Aksine böyle bir harpte, düşmanın
nükleer bir taarruz imkân ve kâbiliyetini bertaraf
edecek aktif ve pasif tedbirlerin alınması, yine piyâde
sınıfına düşmektedir. Meselâ; düşman nükleer
tesislerine sabotaj, tahrip, gerilla faaliyetleri, piyade
sınıfının sorumluluğundadır. Dost birliklerin,
düşmana karşı kullanacağı nükleer bir silahın artıklarını
göğüs göğüse muhârebe ile temizleyecek
olan da yine piyâde sınıfıdır.
PİYÂDE
22
Eki