wiki

MAZHAR-I CÂN-I CÂNÂN

MAZHAR-I CÂN-I CÂNÂN; evliyânm büyüklerinden.
İnsanları Hakk’a dâvet eden, doğru
yolu göstererek hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine
Silsiİe-i aliyye denilen âlim ve velîlerin
yirmi yedincisidir. İsmi, Şemseddîn Habîbullah’tır.
Hazret-i Ali’nin neslinden olup, seyyiddir. Yirmi
sekiz batında hazret-i Ali’ye ulaşır. Babası Mirzâ
Cân’dır. Bu isme izâfeten Cân-ı Cânân denilmiştir.
1699 (H. 1111) veyâ 1701 senesinde Ramazân-ı
şerîfin on birinde Cumâ günü doğdu ve 1781 (H.
1195) senesinde yine bir Cumâ günü Delhi’de şehit
edildi. Kabri, Şâh Cihân Câmii yakınındaki
Dergâh Câmiinde bulunan dört kabirden biridir.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, küçük yaşta
ilim ve mârifet öğrenmeye ve çeşitli mahâretler
kazanmaya başladı. İlim ve mârifetler yanında;
çeşitli sanat ve fen ilimlerini de öğrendi. Mazharı
Cân-ı Cânân hazretleri on altı yaşındayken babası
vefât etti. Vefâtından önce kendisine vasiyette bulunup;
“Oğlum! Bütün vaktini, kemâlâtı yâni olgunlukları
ve üstün dereceleri elde etmek için harca!
Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme!” dedi.
Babasının vefâtından sonra bu vasiyetine uyarak
ilim öğrenmeye ve öğrendikleriyle amel etmeye
başladı. Kendisini tasavvuf yolunda yetiştirmek
için nerede büyük bir zâtın haberini alsa, hemen ziyâretine
gider, sohbetine katılırdı. Kelîmullah Çeştî,
Şâh Muzaffer Kâdirî, Şâh Gulâm Muhammed
Muvahhid, Mîr Hâşim Câliserî gibi velîlerin yanında
ve daha pekçok büyük zâtın sohbetinde bulunarak
kendini yetiştirdi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri; tefsir ve hadis
ilmini Hâcı Muhammed Efdal Siyalkûtî’den;
Kur’ân-ı kerîm ilmini, Hâfız Abdürresûl Dehlevî’den
ve Fârisî lisânını babasından tahsil etti. Bu
arada İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden feyz alan
Şeyh-üş-Şüyûh Muhammed Âbid hazretlerinin
feyz saçan huzurlu sohbetlerine kavuştu. Bir zaman
hizmetinde bulundu. Ayrıca Kâdirî, Çeştî ve Süh-reverdî yollarında icazet aldı. Daha sonra Seyyid
Nûr Muhammed Bedevânî’nin sohbetlerine dört sene
devâm ederek, yirmi iki yaşında halîfesi ve vâris-
i ekmeli oldu. Tasavvufta Müceddidiyye yolunda
yüksek derecelere kavuştu ve otuz yıl insanlara
doğru yolu gösterdi. Ders ve sohbetlerine;
âlimler, âmirler, velîler ve halk devâm edip, kendisinden
çok feyz aldılar. Yetiştirdiği talebelerinin
sayısı çoktur. Bunlardan ellisi, tasavvufta Makâmâtı
Ahmediyye denilen yüksek dereceye ulaşmıştır.
Seyyid Abdullah-ı Dehlevî ve Muhammed Senâullah-
i Osmânî Pâni-pütî Dehlevî talebelerinin meşhûrlanndandır.
Abdullah-ı Dehlevî hocasından duyduklarını
Makamât-ı Mazhariyye’sinde toplamış,
Senâullah-i Pâni-pütî de hocasının ismine nisbetle
Tefsîr-i Mazharî adlı bir tefsir yazmıştır.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri kemâl derecede
zühd ve tevekkül sâhibiydi. Dünyâdan ve
dünyâya düşkün olanlardan son derece sakınırdı.
Kendisine verilmek istenen hediyeleri kabûl etmezdi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri hocalarına
büyük bir muhabbet ve ihlâsla bağlıydı. Bilhassa
İmâm-ı Rabbânî hazretlerine derin bir muhabbeti
vardı. “Her neye kavuştuysam, hocalarıma olan
muhabbetim sebebiyle kavuştum. Kulun amelleri
nedir ki, Allahü teâlânm rızâsına kavuştursun!
Fakat Allahü teâlânm rızâsına kavuşmuş ve makbûl
kullarından olan zâtları sevmek, onlara muhabbet
beslemek, Allahü teâlânm rızâsına kavuşmak
için en kuvvetli vâsıtadır.” buyurdu.
Şehitlik derecesine kavuşmayı çok arzu eden
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin, ömrünün son
günlerinde huzûruna gelip gidenler iyice artmıştı.
1781 senesinin Muharrem ayının yedisinde Çarşamba
gecesi kapısının önünde pekçok kimse toplanmıştı.
Bunlar arasından üç kişi ısrarla içeri girmek
istiyorlardı. Nihâyet izin alıp içeri girdiler.
Bunlar Moğol ve Mecûsîydiler. Huzûruna girince;
“Mazhar-ı Cân-ı Cânân sen misin?” dediler. Mazhar-
ı Cân-ı Cânân hazretleri de; “Evet benim.”
buyurdu. Meğer bunlar Mazhar-ı Cân-ı Cânânhazretlerini, kasdedip, öldürmek üzere gelmişlerdi.
İçlerinden biri üzerine hücûm edip hançer vurmaya
başladı. Vurulan hançer darbesi kalbine yakın
bir yere isâbet etmiş, ağır yaralanmış ve yere
yıkılmıştı. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri bu
hâliyle üç gün daha yaşadı. Yaralarından devamlı
kan aktı. Üçüncü gün Cumâ günüydü. Öğle vakti
ellerini açıp Fâtiha-i şerîfi okudu. İkindi vaktinde;
“Günün bitmesine kaç saat vardır?” buyurdu.
Dört saat vardır dediler. O gün hem Cumâ,
hem de aşûre günüydü. Akşam olunca üç defâ derin
nefes aldı ve şehit olarak vefât etti.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri buyurdu ki:
“Kim dünyâya düşkün olanlar arasına karışırsa,
sohbetin bereketlerine ve tasavvufun nûrlarına
kavuşamaz! Bir kimse dünyâya düşkün olanlar
arasına ihtiyaç olduğu kadar karışır, hâlis niyetle
ve bâtmî nisbetini muhâfaza ederek aralarında
bulunursa zararı yoktur.”
“Dünyâ mel’ûndur ve dünyâda olan şeylerden
Allah için yapılmayanlar da mel’ûndur. Allahü teâlânm
sevgisiyle dünyâ sevgisi bir araya gelmez.
Allahü teâlânm rızâsına kavuşmak için mâsivâyıyâni Allahü teâlâdan başka her şeyi ve bütün maksatları
terketmek lâzımdır.”
“Takvânın ve verânın yâni haramlardan ve
şüpheli şeylerden sakınmanın yolu, Resûlullah
sallallahü aleyhi ve selleme hakkıyla uymak ve
O’nun bildirdiklerini candan kabul etmektir. Kendi
hâlinizi, Kitap ve Sünnette bildirilen hususlar ile
karşılaştırınız. Eğer, Kitap ve Sünnette bildirilen
hususlara yâni dînin emirlerine uygunsa makbûldür.
Uygun değilse merdûddur, reddedilecekdir.
Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdı üzere olmak lâzımdır.”
“Evliyânın mezarlarını ziyâret edip, gönlü
toplamak için feyz dilemelidir. Evliyânın büyüklerinin
ruhlarına Fâtihâ ve salevât sevâbı göndererek,
onları Allahü teâlâya kavuşmak için vesîle
yapmalıdır. Zâhir ve bâtın saâdetlere, ancak onlar
vâsıtasıyla kavuşulur.”
“Allahü teâlâya kavuşmak iki yolla olur! Birincisi
Allahü teâlânın bütün emir ve yasaklarını
eksiksiz yapmak, İkincisi Allahü teâlânın sevdiği
bir kulunu çok sevmek, kurtuluşuna onu vesîle
bilmektir. İkincisi yapılınca, emir ve yasaklar kolay
gelir. Yapılan kusurlar da o büyüğün hürmetine
affedilir. Böylece Allahü teâlâya daha kolay
kavuşulur.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir