ANADOLU M E D E N İY E T L E R İ; Aim. Anatolische
Zivilisationen (f), Fn Civilisations d’Anatolie,
İng. Anatolian Civilisations. Anadolu’da
târih boyunca kurulan medeniyetler. Anadolu isminin
ortaya çıkışı konusunda iki rivâyet vardır.
Birincisi; Romalıların buralara hâkim oldukları
devirde Kızılırmak ile Ege Denizi arasındaki bölgeye
“Thema Anatolica” (Doğu Bölgesi) ismini
vermişlerdir. Zamanla Thema Anadolica isminin
yerine sâdece Anatolica kullanılmış ve batı literatürüne
bu şekilde geçmiştir. Müslüman Türklerin
buraya yerleşmeleri ile bu kelime değişerek
Anadolu şeklini almıştır. .
İkinci görüş ise; Anadolu Selçuklu Devleti
Sultânı Kılıç Arslan’in bir seferi esnâsında vukû
bulan bir hâdisedir. Selçuklu ordusunun sıcak bir
yaz günü yürüyüşü sırasında, askerler çok susamışlardı.
Verilen istirahat sırasında ordugâha gelen
ihtiyar bir kadın, askerlere ayran dağıtıyordu;
elindeki testiden bütün asker içmiş ve mataralarını
doldurmuştu. Yaşlı kadın hâlâ; “Evlâtlarım ayran
için. Mataralarınızı doldurun.” diyordu. Her bir
asker de; “Ana dolu!”, “Ana dolu!” demelerinden
ordunun bulunduğu yere daha sonraları “Anadolu”
denilmeye başlanmış. Bu da zamanla şimdi
üzerinde yaşadığımız topraklara isim olmuştur.
Anadolu’da insanların toplu olarak yaşamaya
başlamasıyla birlikte, devletler kurulmaya başlamış
ve farklı medeniyetler birbiri ardına ortaya
çıkmıştır. Asırlarca devâm eden bu devletler zinciri,
Anadolu’nun yeryüzünün medeniyet beşiği olmasına
sebep olmuştur.Bilinen târihi kayıtlara göre bugünkü devlet
şekline uygun ilk olarak Hatti Devleti ortaya çıktı
(M. Ö. 2500 – 2000). Hattiler, Mezopotamya tesiri
altında olmalarına rağmen, kendilerine mahsus
bir medeniyet ortaya koydular. An’ane, mitoloji
ve sanat bakiltii&ân büyük bir varlık gösteren
Hattilerin tesiri Anadolu’da uzun süre devâm
etti. Küçük krallıklardan meydana gelen Hatti
devleti, idâreci sınıfın etkisiyle kendisine has bir
sanat ortaya koydu. Alacahöyük, Horoztepe ve
Mahmatlar bölgelerinde yapılan kazılarda, Hattilerin
san’at gücünü ortaya koyan kalıntılar çıkmıştırM.Ö. 1750 ile 1200 yılları arasında Anadolu’da
hüküm süren Hitit Devleti ise, Hint-Avrupa
ırkları topluluğuna mensupturlar. Hititler M.Ö.
15 ve 14. asırlarda o zamanki dünyânın egemenliğini
Mısır Devleti ile paylaşıyordu. Hititlerin ilk
merkezi olan Kaneş (Kültepe)te bulunan çivi tabletler,
Anadolu’daki ilk yazı örnekleridir. Hititler;
Mitoloji, örf ve âdet, kültür, sanat alanlarında
tamâmen Hattilerin tesiri altında kalmışlardır. Mîmârî
alanda özel bir tarz geliştirmişlerdir. Hitit
sanatının bugüne kadar gelebilen eserleri arasında
saraylar, tapmaklar, heykeller ve etrâfı duvarlarla
çevrili şehirler gelmektedir. Eski Anadolu oymacılığının
en güzel örnekleri Hitit devrinden kalmadır.
Oymalar; taş, tunç, demir ve altın üstüne yapılmıştır.
Hitit medeniyeti, klasik medeniyete (Yunan
– Roma Medeniyeti) tesirde bulunmuştur.
Hurri Devleti ise, Hititlerle çağdaş olup, kültür
ve medeniyet sâhalarmda Hititlerin ve Mısırlıların
te’şirinde kalmışlardır. Bugüne kadar yapılan
kazılar sonunda Hunilerde taş oymacılığı ve çanak
çömlekçiliğin çok ileri bir seviyede olduğu görülmektedir.
Urartular ise, şimdiki Van, İran ve Azerbaycan’ın
birleştikleri yerlerde medeniyet kurmuşlardır.
Sâmi, Hind, Avrupa ve Hatti dilinden başka
Hunicenin bir lehçesini de kullanırlardı. Mâden
işleme sanatında oldukça ileriydiler; bunların mâdeni
eserleri Frigya (Phrygia) Etrüsk şehirlerinde
bulunmuştur.
M.Ö. 1275’ten sonra Anadolu’ya gelen ve siyâsî
sâhada M.Ö. 750’den sonra kendilerini gösteren
Frigyalılara âit Gordion, Pazarlı, Alişar, Alacahöyük
ve Boğazköy’de ortaya çıkarılan san’at
eserleri dönemin mîmârlığmı ve binâ tekniğini
ortaya koymaktadır. Frigyalılar Geç-Hitit ve Helen
tesiri altında sanat eserleri ortaya koymuşlardır.
Bu sanat eserleri arasında çeşitli renklerde,
insan ve hayvan figürleri, geometrik motiflerle
süslü, pişmiş topraktan levhalar, geometrik motifli
ya da aslan, geyik gibi figürlerle süslü seramikler
dikkati çekmektedir. Frigyalılarm mâden, ağaç işçiliğinde,
dokumacılıktaki eserleri Helenlere tesir
etmiştir.
M. Ö. 700 – 300 arasında Batı Anadolu’da hâkimiyet
kuran Lidyahların merkezî Sard kasabası
kalıntıları hâlâ mevcuttur. Burada bulunan Lidya
kral mezarları yüksekçe olup, mozak tipindedir.
Lidy ahlar zaman zaman Ion şehirlerine hâkim olmuşlarsa
da, fazla bir tesirleri olmamıştır.
Liky alılar (Lykia), Lidy ahlarla aynı devirlerde
Güneybatı Anadolu’da hüküm sürmüşlerdir.
Bunlardan günümüze kadar sağlam olarak Fethiye’de
Kaya Mezarları ayakta kalmıştır.
İon Medeniyeti, Batı Anadolu’da M. Ö. 1050-
300 arasında Mısır, Fenike, Assar ve Hitit tesirinde olarak görülmüştür. En parlak dönemleri M.
Ö. 650-545 arasındadır. Felsefe alanında ileri
olan bu toplum içinde Thales, Anaximandras ve
Anaximanes gibi hâlâ meşhur olan filozoflar yetişmiştir.
Felsefî sistem olarak Grek felsefesini etkilemiştir.
Sağlam bir mîmârî tarz geliştiren İonyalılar,
Avrupa mîmârîsini büyük ölçüde etkilemiştir.
İskender’in M. Ö. 333’te Pers hükümdârı Dara’yı
mağlûb edinceye kadar, Anadolu’da Pers hâkimiyeti
görülür. Perslerin Anadolu’ya yerleşmeleri
ile İonyalılarm Anadolu’daki varlıkları silinmiştir.
Anadolu’daki Pers satrapları bağımsız krallar
gibi hareket ettiklerinden, burada dünyâ çapında
eserler meydana getirmişlerdir.
İskender’in Anadolu’yu istilâsıyla buradaki
Hellen şehirlerine bağımsızlıklarını geri vermiştir.
Yarımadada tekrar dünyâ çapında eserler vücûda
gelmeğe başlamıştır. Bergama, Efes, Milet, Didim’deki
mîmârî eserler, Roma san’atma büyük ölçüde
te ’sir etmiştir.
M. Ö. 30 ile M.S. 395 arasında Anadolu’da
Roma medeniyeti hâkim olmuştur. Romalıların
tuğlaları harçla birbirine bağlama usûlüyle yaptıkları,
geniş hacimli ve kubbeli binâlar, Anadolu’da
eskiye nazaran daha tekâmül etmiş yapıların
inşâsına yol açmıştır. Böylece Anadolu o zamânm
en mâmur ülkelerinden biri hâline gelmiştir.
Anadolu’da M. S. 330-1453 arasında Geç
Roma sanatı ve Erken Hıristiyan sanatının bir
karışımı olarak meydana gelen Bizans sanatı,
mîmârî bakımdan yeni bir merhaledir. Mîmârî
gelişme, en mükemmel mahsûllerini M. S. 330’da
kurulan Konstantinopolis (İstanbul)’de vermiştir.
M. S. 532-539 arasında inşâ edilen, merkezî kubbeli
bir bazilike olan Ayasofya, hâlâ dünyâ mîmârîsinin
en önemli eserlerindendir (Bkz. Ayasofya).
1071’den sonra Anadolu’yu fethe başlayan
Müslüman Türkler, burayı ikinci anayurt kabûl
ederek hiç ayrılmayacak şekilde yerleşmişlerdir.
Buradaki Türk kavimleri, hoşgörüye dayanan idâreleri
ile tamâmen Anadolu’ya hükmettiler. Selçukluların
Anadolu’ya hâkim olmalarıyla, yeni
bir îmâr hareketi başladı. Önceden mevcud olan ticâret
yolları üzerine inşâ edilen kervansaraylarla,
Anadolu’da ticârî hayat iyice canlandı. Selçuklu
sanatı, Arab ve Acem sanatından etkilenmekle
berâber kendisine mahsus Ortaasya’dan beri gelen
mîmârî özellikleri de bünyesinde toplamıştır.
Selçukluların Diyarbakır’dan İstanbul Boğazına
kadar uzanan sahada yüzlerce saray, câmi,
mescid, imâret, han, hamam, dârüşşifâ, medrese,
hankâh, türbe, künbed, çeşme, sebil, kervansaray,
kale ve surlan görülmektedir. Bu yapıların
cepheleri, kapıları, pencere kenarları en güzel verenkli yazılar ile süslenmiş, câmilerin kubbe kenarları,
minber ve mihrapları Türk çinileri ile
kaplanmıştır. Şadırvanlar Türk mermer işçiliğinin,
kapı ve pencere kapakları Türk kakmacılık ve
oymacılığının en güzel örneklerini vermiştir. Türbeler,
Türk çadırının taş binâlara uygulanmış şeklidir.
Kuzey Avrupa’da görülen gotik mîmârîdeki
tuğla süslemeleri, Haçlı seferleri sırasında Anadolu’dan
alınarak kullanılmıştır, yâni Selçuklu
menşelidirler.
Câmilerde ve diğer yapılarda pencerelerin katlar
hâlinde sıralanması, Türk mîmârî mahsûlü
olup, başka İslâm ülkelerinde uygulanmamıştır.
Kubbe inşaatında Selçukluların ortaya koydukları
en mühim yenilik ana duvarlardan kubbeye geçişin
müselles sâhalar ile teminidir ki, bu durum
mîmârî târihinde “Türk üçgenleri” adı ile anılmaktadır.
Bu üslûb Osmanlılar zamânında değişik
şekiller altında geliştirilmiştir. Selçuklu stilinde daha
ziyâde basık olan mihrablar, Osmanlılar devrinde
câmilerin azametine paralel olarak yükselmiş
ve incelmiştir.
1299’dan sonra altı asırdan fazla yeryüzünde
hüküm süren Osmanlı Devleti, Selçukluların kültür
ve sanatını geliştirmiş ve yeni bâzı şekiller
kazandırmışlardır. Türk yapı sanatında, Selçuklularda
toplu mekâna doğru bir ilerleme başlamış
ve Osmanlı mîmârîsinde Mîmâr Sinân’ın inşâ
gücüyle tamâmen bütünlüğe kavuşmuştur. Mîmâr
Sinân’ın meydana getirdiği câmi stili, model
olarak sonraki mîmârlara örnek olmuştur. Ancak
Süleymâniye ve Selimiye o kadar eşsiz eserler
olarak meydana gelmişlerdir ki, hiç bir mîmâr o
büyüklükte ve mekân bütünlüğünde bir câmi yapmağa
cesâret edememişlerdir. Mîmâr Sinân, Selimiye
ile merkezî binâ tipinin yeryüzündeki en
başarılı örneğini vermiştir. Osmanlı mîmârîsi,
türbe, medrese, kütüphâne, köşk, konak, saray,
hamam, işhanı ve su kemeri, köprü inşâatında da
hem mîmârî, hem de mühendislik açısından eşsiz
eserler meydana getirmişlerdir (Bkz. Osmanlı
Devleti).
Bugün Anadolu’nun dört bucağı Osmanlı eserleriyle
doludur. Bunlardan bâzıları bakımsızlıktan,
ilgisizlikten harâbe hâline gelmiştir. Gelecek nesillere
mirâsın ulaşabilmesi ancak bu eserlere sâhip
çıkmakla mümkün olacaktır.
ANADOLU MEDENİYETLERİ
31
Eki