KAS VE DERİ SİSTEMİ
Kaslar, vücudumuzun etli kısmını meydana getiren, kemiklerin
ve organların hareket etmesini sağlayan esnek dokulardır. “Adale”
ismi de verilen kaslar, beyinden sinirler yoluyla aldıkları ira
deli ve iradesiz hareket emirlerini yerine getirmek üzere 24 saat
durmadan çalışırlar. Sür’atle ve kolayca kasılan ve gevşeyen kas
larımız, büyük bir enerji harcayarak çabuk yorulurlar. Enerji sar
fiyatı sonunda meydana gelen yorgunluk kaslarda biriken “laktik
asit” sebebiyledir. Nefes yoluyla aldığımız oksijen, kan damarla
rıyla kaslara kadar ulaşarak laktik asiti kimyasal değişikliğe uğ
ratır ve etkisiz hale getirir. Eğer çalıştığımız ortam oksijen yönün
den zayıf ise, kaslarda biriken laktik asitin tamamı etkisiz hale
getirilemez; dolayısiyle kendimizi gittikçe yorulmuş hissederiz.
Kaslar, vazifelerine göre çizgili ve düz kaslar olmak üzere iki
gruba ayrılırlar. Çizgili kaslar, yürümek, koşmak, yük kaldırmak,
konuşmak ve yazı yazmak gibi irademize bağlı hareketleri yerine
getirirler. Düz kaslar ise mide, bağırsak, böbrek ve karaciğer gibi
irademizin dışında hareket eden iç organlarımızı çalıştırırlar. Vü
cudumuzun en önemli organı olan kalbimiz, çizgili kaslara benze
yen ancak irademiz dışında hareket eden bambaşka bir yapıya
sahip, içi oyuk özel kaslardan meydana gelmiştir. Kalbimiz de da
hil olmak üzere bütün iç organlarımız, biz uyurken bile, çalışma
ya devam ederler.
Vücudumuzda yaklaşık dört yüz tane çizgili kas vardır. Bunla
rın kimi kısa, kimi uzun kimi de kalın kaslardır. Çizgili kasların he
men hepsi ince tellerden, teller de çok ince liflerden yapılmışlar
dır. Lifler ve teller birbirine esnek bir bağ dokusu ile birleşmişler
dir. Her kas, dışarıdan ince bir zarla kaplanmış; korumaya alın
mıştır.
Kaslar, bulundukları organa göre isim alırlar: Yüz kasları, ba
cak kasları, kol kasları v.b. Ayrıca yaptıkları işin cinsine göre de
isim alırlar: Bükücü kaslar, uzatıcı ya da yayıcı kaslar, yaklaştırı-
cı kaslar, uzaklaştırıcı kaslar, çevirici kaslar v.b.
İSKELETİMİZİN ANA DİREĞİ:
F EMUR
İskelet, bir Mühendislik ve Mimarlık mucizesidir. Vücudumuzun betonarmesi ve destek sistemi olaıı iskelet: koşmamızı, hoplayıp zıplamamızı sağlar. İnsan yapısı olan aletlerde bulunması mümkün olmayan bir manevra kabiliyetini bize kazandırır. İnsan iskeleti, eklemler ve bağlarla birbirine tutturulmuş: atlama, koşnıa. eğilme ve benzeri hareketler için adeta ölçülerek yapılmış bir kemik kuledir. Kaslar ve bağ dokusu ile birlikte hareketlerimizi sağlaması yanında hayati organlarımızı korur, onlara destek olur, inşaatta bir yapının sağlamlığı için çelik, alüminyum, beton gibi değişik maddeler kullanıldığı halde vücutta bunların yerini sadece kemik tutar. Yetişkin bir insanın iskeleti 206 kemikten meydana gelmiştir. Kemikler, sistem içindeki fonksiyonlarım tanı olarak yerine getirebilmeleri için olağanüstü hassas ölçeklerde planlanmışlardır. Biz burada en büyüğünden, diz ile kalça arasında yer alan femurdan bahsetmek işitiyoruz. Femur (uyluk kemiği), 50 santimetre uzunluğundadır ve tam ortasındaki kalınlığı 2 – 5 santimi bulur. Gövdesi granit gibi serttir. Süngere benzeyen delikli olan uçları ise oldukça yumuşaktır. Kemiği, kıkırdağı, teııdonu ve bağıyla, Femur’un mükemmel bir dış ve iç dizaynı vardır. Uyluk kemiğinin başı kalça kemiğinin asetabulum olarak bilinen bölgesiyle yumrulu yuvalı bir eklem oluşturur: asetabulumun yuvanın içinde durmasını yuvarlak uyluk bağı ile çevredeki öbür güçlii bağlar sağlar. Uyluk kemiğinin boynu, aralarında yürümek için gerekli olan 125 derecelik açı bulunan baş ve gövde bölümlerini birbirine bağlar. Kemiğin dış üst bölümünde yer alan çıkıntıya orta ve küçük kalça kasları tutunur. Uyluk kemiğinin gödeşi öne doğru içbükeydir: arka yüzünde yer alan ve kemiğin uzun ekseni boyunca uzanan çıkıntı kemiğe destek olur. Alt ucunun her iki yanında yer alan yumrular kaval kemiğine (tibia) ve dizkapağı kemiğine tutunarak diz ekleminin üst bölümünü meydana getirir. Kalça ile bacak arasındaki eklem:
ayakta dururken vücudu taşıdığı gibi, aynı zamanda ayağı her yöne oynatabilir. Bu işlerin yapılabilmesi için, eklemin yuvarlak ve yuvalı olması gereklidir ki böyle yaradılmıştır.
Femur kemiği, vücudun ağırlığını taşımaktadır. Yürürken bu kemik üzerinde basınç santimetrekareye 41 kilogram kadardır. Smkla yüksek atlammm İnişi sırasında, uyluk kemiğinin her santimetrekaresi yaklaşık 1400 kiloluk bir basmca dayanır. Hattâ her santlmetrekare basmca 5 ton gibi astronomik bir ağırlığa dahi tahammül edebileceği hesaplanmaktadır. ” Femur bu müthiş basınç ve ağırlığa nasıl tahammül etmektedir: Bu dayanıklılık ve sağlamlık. Fennır’un içi boş bırakılmak suretiyle temin edilmiştir. Bütün Mühendisler ve Teknik Adamlar bilirler ki, en ekonomik şekilde, en güçlü şaft bu şekilde yapılabilir. Ortasının silindir şeklinde boş olması, en az hacimle en büyük güce dayanabilme özelliğini kazandırır. Femur’un iç yapısı da karmaşıktır ve şaftın kalın duvarlı orta kesimlerinden incelerek genişleyen uç kısımlara kadar değişiklik gösterer. Buralarda, satılı eklem hareketine ilişkin bağların ve kasların içine girebilmesini sağlayacak bir özellik taşır. Geniş uçların altında, görüşünşleri sabun köpüğünü andıran küçük kemik filamentleri vardır. Hemen kırılıverecekmiş gibi görünmelerine rağmen, kemiğin ucunu etkileyen güçleri alabilecek kuvvettedirler. Ortadaki boşluk, ilik dediğimiz madde ile doludur. Kandaki pekçok bileşkeye salılp olan bu ilik, kemiğin beslenme aracıdır. Bir tavanın basınca dayanabilmesi için kemerler yapılır. İşte Femur’un içinde de, kuvvet binen yerlerde, geometrik bir düzen gösteren kolonlar bulunmaktadır. Kemik yapısındaki bu İnceliğe salıip olabilecek bir bina ise henüz yapılamamıştır. Femur, bir darbe veya düşme sonucu kırıldığında kırık parçalar uc uca getirildiğinde kolayca kaynar, yeniden birbirlerine kenetlenirler. “Vücudumuzdaki bir kemiğin İncelenmesi bile aklımıza durgunluk veren mükemmelliği göstermektedir. Kalbi mühürlü olmayana ne mutlu…”
Kaslarımız, aşırı sıcak, soğuk, yorgunluk, yaralanma ve hasta
lık gibi hallerde fazla laktik asit üreterek sinirler yoluyla beyni ha
berdar eder. Beyin de vücutta genel bir rahatsızlık ve ağrı duygu
su hasıl ederek bizi uyarır. Böylece rahatsızlığa sebep olan hadi
seden kaçmaya çalışırız. (Bakınız : Resim 7)
Şimdi, biraz da, vücudumuzu bir örtü gibi saran, kasları ve
kan damarlarını dış etkilere karşı koruyan “deri”miz üzerinde du
ralım. (Bakınız . Resim 8)
Eğer, vücudumuz bu mükemmel deri tabakası ile kaplanma
mış olsaydı; çok çirkin bir görünüş kazanmakla beraber; hastalık
yapan mikropların hücumuna uğrayacak, kısa zamanda ölüp gi
decektik.
Derimiz, bir mikroskop altında incelendiği zaman, dışarıdan
görüldüğü gibi düz olmayıp, çok küçük deliklerle dolu olduğu far-
kedilecektir. Bu deliklerin, tahminlerimizin ötesinde, çok önemli
vazifeleri vardır. Derimiz, üst deri ve alt deri olmak üzere iki ta
bakadan meydana gelmiştir. Alt deride kan damarları, sinir uçla
rı, kıl kökleri, yağ ve ter bezleri bulunmaktadır. Ter ve yağ bezle
ri, ince borularla dış deriye açılırlar. İşte, mikroskopla derimizi in
celediğimiz zaman, gördüğümüz küçük delikler ter bezlerinin dış
deriye açılmış o ince boru ağızlarıdır. “Gözenek” adı verilen bu
delikler, çok küçük olup dışarıdan su, mikrop ve tozların içeri gir
mesine izin vermezler. Gözeneklerden dışarıya ter boşalmakta; te
rin içerisinde birçok zehirli ve zararlı maddeler vücuttan atılmak
tadır. Aynı zamanda bu gözenekler vasıtasiyle dışarıdan oksijen
alınmakta, böylece derimiz küçük bir “solunum sistemi” gibi gö
rev yapmaktadır. Onun içindir ki, derimiz sık sık yıkanmalı-, göze
neklerin daima açık bulunması sağlanmalıdır. Temizlik, ayrıca,
vücudumuzu zararlı mikroplardan koruduğu için çok önemlidir.
Kazalar sırasında en evvel derimiz zarar gördüğünden, ilk yardım
işlemlerinin ekserisi deri üzerinde yapılmakladır.
Derimiz, beş duyu organlarımızdan biri olup dokunduğumuz
şeyin sertliğini, yumuşaklığını, sıcaklığını, soğukluğunu bize ha
ber verir. Alt derideki yağ bezleri vasıtasiyle vücudumuzu soğuğa
karşı korur.