Tâbiînin büyüklerinden. Üveys bin Amir Kamî de denir. Yemenli’dir. Onun tabiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfde bildirildi. Peygamberimizi (s.a.v.) sağ iken görmediği hâlde müs- lüman oldu. Fakat sahabî olamadı. Peygamberimizin (s.a.v.) zamanında Medine’ye gelmedi. Hz. Ömer(r.a.) zamanında Medine’ye geldi, çok hürmet gördü. Basra’ da yaşadı, hicretin otuzyedinci senesinde şehid oldu. Peygamberimiz (s.a.v.) vefatından sonra hırkasının ona verilmesini vasiyyet etmiştir. Veysel Karanî deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sade idi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için bir ücret tayin etmez, ne verirlerse onu alırdı. Aldığının yarasını sadaka olarak fakirlere verirdi, kala
nını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı. Fakir deve sahiplerinden para almazdı. Veysel Karânî hazretleri gece gündüz ibâdet ve taatla vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona divane gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâ- tından sonra Karen köyünden çıkıp, Küfe şehrine gitti, anne sevgisini çok üstün tutardı. Onun en önemli özelliği, annesine saygısı ve Resûlullaha aşk ve muhabbetidir. Bütün ömrü boyunca annesine karşı itaatta küçük bir kusur bile işlemedi. Ona canla başla hizmet etti. Onun ufak bir arzusunu büyük bir emir telakki edip, hemen yerine getirirdi. Bütün ömrü boyunca Resûlul- lah Efendimize aşkı ile yanıp tutuşmuş, bir an bile Hakka karşı gafil olmamıştır. Resûlullah Efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defalarca Peygamber Efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin vermedi. Resûlullah (s.a.v.): “Üveys-i Karnî ihsan veiyi- lik te tâbiînin h a yırlısıd ır” buyurdu. Resûlullah zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve: “ Yemen tarafından rahmet rilzgân estiğini duyuyorum” buyururdu. “Kıyâm ette Allahü teâlâ Hazreti Üveys sûretinde yetmişbin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennete gider ve Allahü teâlâmn dilediği (bildirdiği)nderi başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.”. “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabilelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyamette şefaat e d e c e k tir buyurdu. Arabistan’da bu iki kabilenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenir. Eshâb-ı kirâm: “Yâ Resûlallah, bu kimdir?” dediler. “Allah’ın kullarından biri” buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir dediler. Üvey8” buyurdu. Nerelidir dediler. “Karn’lıdır’
buyurdu. O sizi gördü mü dediler. “Baş gözü ile görmedi” buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzurunuza koşup gelmesin dediler. “İki sebepden: Biri hâllere mağlûbdur. İkincisi benim şeriatime ta’ziminden ötürü. İhtiyar bir annesi vardır. İmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayaklan hareket etmez. Üvey s gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.” buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazreti Ebû Bekir’e (r.a.) “Sen onu kendi zamanında göremezsin”, ama Hazreti Ömer (r.a.) ve Hazreti Aliye (r.a.) “ Siz onu görürsünüz. Bedeni kıllıdır. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime dua etmesini bildirin” buyurdu. Resûlullahın vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys-i Karniye verin” buyurdu. Resûlullahın vefâtından sonra Hazreti Ömer ile Hazreti Ali Kûfe’ye geldiklerinde, Hazreti Ömer, hutbe esnasında: “Ey Necdliler, kalkınız!’ buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karn’dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazreti Ömer, onlardan Üveys’i sordu. Bilmiyoruz dediler. Resûlullah (s.a.v.) bana haber verdi, o boş konuşmaz, belki sizonu tanımıyorsunuz, buyurdu. Biri, o sizin aramanızdan pek aşağı bir kimsedir. Divanedir, akılsızdır ve insanlaatf dan kaçar bir hâli vardır, dedi. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. Arrre vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam* yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmejf, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neş’e bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. “Onu arıyorum” buyurduJ Sonra Hazreti Ömer’le Hazreti Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılarken gördüler. Allahü teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, Hazreti Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazreti Ömer: “-İsmin nedir?’* diye sordu. “Abdullah, yani Allah’ın kulu” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” dedi. “Sağ elini göster” buyurdu, gösterdi. . Hazreti Ömer; Peygamber Efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip, “Alıp giysin, ümmetime de dua etsin” diye vasiyet etti, dedi. Veysel Karânî hazretleri: — Yâ Ömer, dedi. Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkât buyur, bu vasiyet başkasına ait olmasın? — Hayır, Yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peyr gamber Efendimiz senin eşgâlini ve vasfını belirtti. Bunun üzerine, Hırka-i şerifi hürmetle aldı, öptü,, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra: “Siz buradâj bekleyin” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakka şöyle düâda bulundu: “Ya Rabbi, Sevgili Peygamber Efendimiz, ben fakir, âciz kuluna Hazreti Ömer ve Hazreti Ali ile Hırka-i şeriflerini göndermiş” dedi. Günâhkar olan bütün müs- lümanlarm affı için düâ etti. Bir çok günahkâr müslü-jmanın affolduğu bildirilince Hırka-i şerifi hürmetle giydi. Veysel Karânî’ye hediye edilen Hırka-i şerifin bir parçası, Van civarında İrisân beylerine kadar gelmiş ve bunlar da 1618 senesinde, Osmanlı padişahlarından Hilnci Osman Hân’a getirilip hediye edilmiştir. Abdül- rtîecid Hân, bu Hırka-i Se’âdet için Fatih civarında (Hırka-i şerif) cami’ini yaptırmıştır. Her sene Ramazan ayında cemekân içinde halka ziyaret ettirilmektedir. ni> Veysel Karânî kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Herem bin Hayyan’dır. Herem bin Hayyan anlatır: Üveys’in şefaatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfe’ye gidip, onu aradım. Nihayet Fırat nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha öhce hakkında ma’lûmatım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsâfeha etmek istedim, elini vermedi. “Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?” dedim. Onu oMkadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıf idi. O da ağladı ve “Allah sana hayırlı ömür versin, ey Herem bin Hayyan? Nasılsın ey kardeşim? Beni sana kim gösterdi?” dedi. İsmimi ve babamın iimini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. “Herşeyi bilen ve herşeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü mü’ rhinlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de.” dedi. Resûlullah’dan bana bir haber ver dedim. “Ben onu görmedim, Onun haberini başkalarından İşitmişim. Hadîs yolunu kendime açmağı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmağı istemem. Benim meşgûliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam” Bedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. ¡Elimi tuttu. Eûzü Besmele okudu ve çok ağladı. Sonra Allahü teâlâ bir âyette: “Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım ” bir başka âyette “Gökii, yeri ve ikisi arasındakiler i oyun olsun diye yaratm adım ” buyuruyor. “tnnehü hiivel azîzür-rahim”e kadar okudu. jSönra bir sayha vurdu (feryat etti). Aklının gittiğini jsandım. Sonra: “Ey Hayyân’ın oğlu, seni buraya hangi şey getirdi?” dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek istemek arzûsu dedim. “Bir kimsenin Allahü teâlâyı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek jistemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem” dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günâ- |hın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır? dedim. “Şübhenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun! dedim. “Ey Hayyan’ın oğlu! Baban öldü. Âdem aleyhisselâm ve Havvâ öldüler. Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâm öldüler. Mûsâ aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halifesi Hazreti Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmetıeylesin, Hazreti Ömer ölmemiştir dedim. “Allahü teâla, onun öldüğünü bana bildirdi” dedi ve devam etti: “Ben ve sen, ölülerdeniz, salâvat okuyup, kısa bir düâ yaptı ve: “Vasıyyetim şudur ki, Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırat-ı müstâkimi (doğru yolu) elden bırakma ve ölümü bir ân unutma. Kavmine ve akrabana varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dinini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehenneme düşersin” dedi. Birkaç düâ etti ve sonra: “Git Herem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni. Beni düâ ile hatırla, ben de seni düâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti. Ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım. “Benimle en çok konuşan Hazreti Ömer ve Hazreti Ali’dir (radıyallahü anhümâ)” dedi. Rebî’ bin Haysem anlatır: Üveys’i görmeğe gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi. Teşbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu. Öğleyi kıldı. Velhasıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münacaâta başladı ve: “Yâ Rabbi, çok\ uyuyan gözden, çok yiyen kanndan sana sığınınm” dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp gittim. Ömründe bir gece uyumadığı bildirilir. Bir gece; “Bu gece kıyâm gecesidir” der, diğer gece; “Bu gece rükû’ gecesidir”, öbür gece; “Bu gece secde gecesidir” der, bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû’, bir başka geceyi secde ile geçirirdi. “ Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeğe nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde: “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem. Halbuki üç teşbih sünnettir. Bunu yapmamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istemerH’r” dedi.
Kendisine, namazda huşû’ nedir? Dediklerinde: “Böğrüne iğne batırılırsa, namazda duymamaktır” dedi. Kendisine nasılsın? dediler: “Sabahleyin kalkıp akşama sağ çıkacağını bilmiyenin hâli nasıl olur?” dedi. İş nasıldır? dediler. “Ah, yolun uzaklığından, azıksızlık- tan, ah!” dedi. Veysel Karânî’ye, şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok dediler. Beni oraya götürün buyurdu. Veysel Karânî’yi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. “Ey kişi, bu kâbir ve kefen, seni otuz senedir, Âllah’tari alıkoydu. Sen Allah’ ı düşünecek, zikr edecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün.”
buyurdu. O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryad ederek o kabre düşüp can verdi. Bir zat, Velsel Karânî’yi ziyarete gitti. Ona hitaben: — Ey Allahü teâlânın sevgili kulu. Bana bir nasi- hatta bulun, dedi. Veysel Karânî hazretleri: —“Allahü teâlâyı bilir misin?” — Evet bilirim. —“ Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri bilme. Bu yetişir”.— Ya Üveys, bir nasihat daha söyle! —“Allahü teâlâ seni bilir mi?” — Evet bilir. —“Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir. Veysel Karânî’yi çocuklar bazen taşa tutardı. O ise çocuklara yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana zorluk olmasın derdi. Üveys üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken baktı ki, bir koyun kendisine doğru gelir ve ağzında o bir altınla önünde durur. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip: “Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allah’ın rızkını Allah’ın kulundan al” dedi. Altını almak için elini uzatınca, altını eline bıraktı ve koyun kayboldu. Buyurdu ki: “Allahı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.” “Selâmet yalnızlıktadır.” “Kalbine çok dikkat et!” “Yüksekliği aradım, tevâzu’da buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatte buldum. Neseb aradım, tak- vâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.
Veysel Karani
05
Haz