wiki

KALBİ ZİKİR

Bilmiş ol ki, kalbi zikir, içinde dilin payı bulunmayan zikirdir. O sadece zevke dayalı bir mânadır, onu açıklamak mümkün değildir; kalem onu ifâde edemez, dil onu anlatamaz.. Âlimler, kalbi zikrin melekler tarafından tesbit edilip yazıldığı hakkında görüş ayrılığı izhar etmişlerdir: Bazısına göre melekler onu yazar, bu tarz zikrin melekler tarafından bilinmesi için Allah ona bir alâmet koyar; güzel koku gibi. Bazısına göre melekler onu yazmaz. Çünkü Allah’tan başkası ona muttali olamaz.

Birincilerin görüşünün daha sahih olduğu söylenir. Şerhü’l-Meşârik’de de böyle denilmektedir. Mesâbîh şâ- rihı diyor ki: Tehlîl, tesbîh ve benzeri zikirlerin mücerred kalb ile yapılması veya dil ile anılması arasında görüş farkı doğmuştur .Hangisinin efdâl olduğu üzerinde ihtilâf vardır. Birinci görüşü tercih edenler şunu hüccet olarak göstermektedirler: Kalbin ameli, dilin amelinden daha üstündür. Çünkü onda gösteriş yoktur. İkinci görüşü tercih edenler ise şunu hüccet olarak göstermektedirler: Dil ile yapılan amel daha çoktur, bu bakımdan fazla sevap kazandırır. Sahih olan, İkincilerin görüşüdürNitekim İmam Nevevî Hazretleri bu hususu Müslim’in şerhinde belirtmiştir. Sofî tâifesinin efendisi Cüneyd-i Bağdadî (K.S.) diyor ki: «Ey fakirler cemaati! Sîzler Allah ile tanınıyor ve O’nun için ikram olunuyorsunuz.. Yalnız kaldığınızda Allah ile nasıl bulunduğunuza dikkat ediniz: Kulun bütün vakitleri İlâhî tâate çevrilebilir. İsterse yemek ve içmek anında olsun, isterse yatakta bulunsun, isterse karısıyla cinsî yaklaşma halinde olsun.. Konuşurken, bazı hareketlerde bulunurken de durum aynıdır. Çünkü ameller niyetlere göre değer kazanır. Yemek yerken bununla ibâdete güç kazanmayı yardım görmeyi niyet eder, bir şey içerken de aynı şeyi düşünür, lezzet almayı bir tarafa iter, uyurken yorgunluğu, bitkinliği, üzüntüyü atıp daha neşeli ibâdete hazırlanmayı hatırından geçirirse bunların hepsi sevâp kazandıran birer ibâdet olur. Karısıyla yatarken onun hakkım ödemeyi, münasebette bulunurken şehvetini teskin etmeyi düşünür, günaha düşmemek için böyle niyet eder. Allah’a ibâdet eden bir evlâd dünyaya getirir fikri içinde hareket eder, sadece lezzet almak için bu işe başlamaz; el attığı her iş ve sanatta helâl lokma kazanmayı ve onunla ibâdet ve tâate güç ve yardım bulmayı tasarlarsa, bunların hepsi iyi niyetlerle olduğu için ibâdete dönüşmüş olur, âdet olmaktan çıkmış bulunur. Kişi bunları işlediğinden dolayı me’cur olur. Terazisi ağır gelir. kıyamet günü iyilikleri çoğalmış olur.

Belirtilen bu âdetlerde adâba riâyet edilir de sünnet vasfına uygun düşer ve ilim ile takvâyı gerektiren mütabaatı sağlarsa hepsi de nura boyanmış olur ve bu nur ibâdet-i tâat nuruna izafe edilerek kemâl vasfı üzere gerçekleşmiş olur. Bu durumda kalb nurlanır, salâha kavuşur, böylece kalbin nuru nefse sirayet eder, nefis tezkiye edilmiş olur, ahlâkî rüsvaylık ve rezaletler yavaş yavaş nefisten ayrılmış olur ve sonra tertemiz tezkiye olunmuş nefsin bu nuru tabiata sirâyet eder de beşerî karanlıklar zâil olmuş olur. Böylece durmadan kalb nuru atmaya başlar, nefse doğru akış yapar, ordan da tabiata yönelir. O kadar ki beşer tabiatı melek tabiatı gibi olur. Bu tabiatıyla tâatten başka bir şey sevmez, günah ve isyandan sakınır ve bütünüyle tabiat kalb gibi olur. Kalbiyle Allah’ı sevdiği gibi tabiatıyla da sever. Allahü Teâlâ buyuruyor ki: «Allah îmân edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkanr; inkâr edenlerin ise dostlan azgın putlardır. On- lan aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennem- likdirler.»36 «Allah doğru yolda olanların doğruluğunu artmr. Bâki kalacak yararlı işler, Rabbinin katında sevâb olarak da daha iyidir, sonuç olarak da daha iyidir.»81 Aynı husus Vasâya’l-Kudsl’de de belirtilmiştir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir