Şüphesiz ki bizim dinimiz, Muhammedi olan dindir. Nefis bir cevher olarak Allah tarafından gönderilmiştir. Diyebiliriz ki dinimiz Allah’ın esrarında büyük bir sır, O’nun çok değerli hediyesidir. Allah’ın şerefiyle şereflenen bir incidir. O’nun tevfîkiyle tecelli eden İlâhi ihsânıdır. Ne yerde ne de göklerde hiçbir şey bu dine denk olamaz. Allah ona inanmış kullarının kalbine yerleştirmiştir; tâ ki kulları o dinle şereflensinler, beden ve ruhları onunla olgunlaşsın.. Sonra Cenâb-ı Hak bu nefis cevherin çevresinde imanı bir kale olarak inşa etti; tâ ki düşmanlar ona el uzatmasın, âfetler ona erişmesin.. Şüphesiz bu kal’a, farzları yerine getirmektir. Cenâb-ı Hak ikinci bir kale daha inşa etti; bu da vâcibleri yerine getirmektir. Sonra üçüncü bir kale inşa etti; bu da haram nesneleri terketmek- tir. Sonra dördüncü bir kale inşa etti; bu da sünnetleri yerine getirmektir.. Bunun çevresinde beşinci bir kale inşa etti; bu da müstehab olan şeyleri yerine getirmektir.. Bunun da çevresinde altıncı bir kale inşa etti; bu da mendub olan şeyleri yerine getirmektir. Bunun çevresinde yedinci bir kale inşa etti; bu da mekıûh olan şeyleri terketmektir… Böylece imânı koruyan tekmil koruyucu kaleler yedi tanedir; buna amellerin yedi mertebesi diyoruz.Şeytan’ın ilk arzu ettiği şey, bu nefis cevheri imândan soyup almaktır. Ömrün sonunun kötüye gitmesinden ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınırız. Tâ ki şeytan bizi rüsvaylık içinde cehennem çukurunda bırakma imkânını bulamamış olsun. Sevâp konusunda nasibimizi noksanlaştıramasın. Îlâhî vergilerden ye cennet derecelerinden nasibimizi kesemesin. Mekrûh şeyleri bize hoş göstermek için vesveselerinde başarılı olamasın Mendûpları terketme umursamazlığını içimize yerleştirenlesin. Müstehab, sünnet ve vâcibleri terketme bedbahtlığına bizi düşüremesin. Haramlan irtikâb etme basiretsizliğine bizi sevkedemesin. Farzları terketme felâketine uğratamasın. Bun- lann hepsini yerli yerince edâ etmekten bizi gafil bırakamasın. Vakit girmeden önce ya da vakit girdikten sonra ta’cil ve te’- hîr yapma ,sünnet çerçevesi içinde yapmaktan alıkoyma, ya da gevşeklik ve gaflet içinde bunları yerine getirmemeyi telkinde bulunma vesvesesinde başarılı olamasın. Gösteriş için bunları yapma budalalığına düşürmesin. Tam bir tevâzu ve gönül ürpertisi içinde yerine getirmemizi önleyemesin. Dünya işlerini hatırımızdan geçirerek ibâdeti hedefinden saptırmamıza güç bulamasın. Allah’tan kendim için ve sizin için bizi ihlâs üzere amel eden kullarından eylemesini dileriz. Cenâb-ı Hak, şeytandan hikâye ederek onun inanmışları nasıl aldatmaya, saptırmaya azimli bulunduğunu beyân ediyor: «İblis; Rabbim! Beni saptırdığın için, and olsun ki yeryüzünde fenâlıkları onlara güzel göstereceğim; İhlâs üzere bulunan kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım, dedi..»288 Cenâb-ı Hak bir diğer âyette de şeytanın açıktan açığa bir düşman olduğunu bildirerek kullannı şöyle uyarıyor: «Şeytan şüphesiz sizin düşmanmızdır; siz de onu düşman tutun. O kendi taraftarlarını çılgın alevli cehennem yârânı olmaya çağı- rıı\» «Ey imân edenler! şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki o, hayâsızlığı ve fenalığı emreder »30° Şüphesiz ki şeytan ve onun yandaşlan, yârânları, hizmetçileri bizimle devamlı surette savaş halindedirler. İbâdeti ter- ketmemiz, dinimizin yasakladığı şeyleri işlememiz için aralıksız bizimle mücadele etmekte ve bizi sapıtmaya çalışmaktadırlar. Bu savaş, kâfirlerle yapılan savaştan daha büyük ve daha üstündür. Nitekim Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Cihadın en üstünü, kişinin kendi nefsiyle mücadele etmesidir.»301 Bu hususta da Allah’tan başarı ve bizi korumasını istiyoruz Bilmiş ol ki, bizim bahsettiğimiz bu yedi mertebeli ibâdet. amelî konuda Muhammed’in (SA.V.) getirmiş olduğu dinin usulüdür. Kadın erkek her mü min bu ibâdetlerden her birini yerine getirmeğe gayret eder. Her ibâdeti fakîhlerin belirttiği vakitlerde edâ etmeğe çalışır. Çünkü her makam için ayrı bir söz vardır. Her ibâdet için de bir kemâl. Meşrû’ olan her şey için birtakım fiiller, her nîmet için bir soru vardır. Ce- nâb-ı Hak buna işaretle buyuruyor ki: «Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?»302 Özellikle şeriat-ı Muhammediyye’de; hiç kimse bu şeriat- ten bir şeyi ta’yin edildiği yerden başka bir yerde kullanmaya, yapma yetkisine sâhip değildir. Ne ileri alabilir, ne geri. Ve ne de bundan daha kuvvetli bir şeriat düşünülebilir.. Çünkü bu dinde ve şeriatte her amelin fazileti olan bir yeri vardır. Başka yer ondan daha kuvvetli olsa bile. Meselâ, abdestin adâbma riâyet etmek. Yambaşmda adâb terkedilmez. Bunun gibi sünnet kılmakta olan bir kimse, farza yetişmek, farzı edâ etmek için sünnetin adâbını terketmez. Diğer ibâdetler de böyledir. Nitekim bu husus fıkıh kitaplarında, Şihab’da, Şifâ şerhinde, el-Hısn adlı kitabın şerhinde belirlenmiştir. O halde bu ibâdetleri yerli yerince edâ etmek, Peygamber (SA.V.) Efendimiz’in sünnetine kemâliyle uymak olur. Ümmet olma durumundaki- lere de yakışan budur. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: «De kİ: Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.»80* «Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.»804 «Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men’eder- se ondan geri durun. Allah’tan korkun; doğrusu Allah’ın cezâ- landırması çetindir.»805 Ashâbdan Vâsile bin Eska’ (R.A.) diyor ki: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz’i Mescid-i Hayf’de gördüm. Onun ashâbı bana hitapla «Senden bize yana..» Yâni Resûlüllah’m (S.A.V.) yüzüne karşı durmuş, görmemize engel oluyorsun, biraz uzaklaş, demek istediler. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) onlara buyurdu ki: «Bırakın onu, çünkü o bir şey sormak için gelmiştir. Ben, Yâ Resûlâllah! Bize fetvâ vermek durumunda bulunuyorsunuz. Emir buyur, söylediklerinizi alıp kabul edelim. Helâl ve haram hakkmdaki beyânlarınızı söyleyin, yerine getirelim.. Bunun üzerine Peygamber (SA.V.) buyurdu ki: «Senin nefsin sana elbette fetvâ verir.» «Bu nasıl olabilir?» dedim. «Seni şüpheye düşüren şeyi terket, şüpheye düşürmeyen şeye yönel!.» (Her ne kadar müftîler sana fetvâ verse de bir de o fetvâyı vicdanından sor.) Bu husustaki diğer hadîsler : «Müftîler sana fetvâ verse de bir de sen fetvâyı kalbinden al!» Bu hadîsi rivâyet eden sahâbî diyor ki: Bunun mânasını kavrayamadım, sordum: — Kalbimden nasıl fetvâ alabilirim? «Elini kalbinin üzerine koy.. Çünkü helâl ile sükûnet bulur, haram ile kararsız olur. Müslümanm haram ve şüpheli şeylerden sakınması, büyük günahlara düşerim endişesiyle küçük günahları terketmesiyle gerçekleşir.» Diyerek cevap verdiler. «Kişi, mahzurlu şeye düşerim endişesiyle mahzurlu olmayan şeyleri terketmedikçe müttakîler seviyesine erişemez.»’4′ İslâm büyükleri demişler ki: «İslâm, çevresi yedi hisarla çevrili olan ve içi cevher ve y âk utlarla dolu bulunan bir şehre benzer. Birinci hisar altından İkincisi gümüşten, üçüncüsü bakırdan, dördüncüsü demirden, beşincisi taştan, altmcısı tuğladan, yedincisi kerpiçtendir. Hisar ehli sözleşip hisan korudukları müddetçe düşman onları kasdetmez. Ama sözlerini bozup hisarı korumadıkları takdirde birinci hisar yıkılacak olursa, düşmanlar ikinci hisara göz dikerler. İkinci hisar yıkılınca, üçüncü hisara göz dikerler. Sırasıyla dördüncü hisar, derken hisarların hepsi yıkılır ve böylece şehrin içindeki mücevheratın hepsi alınıp yağ ma edilir. İşte imân ve İslâm da böyledir; bunların da çevresinde yedi kale vardır: Birincisi yakîn (şüpheden uzak inanç ve îtikad), sonra ihlâs, sonra farzların yerine getirilmesi, sonra haram nesneleri terketmek, sonra vâcibleri yerine getirmek, sonra sünnetleri. Sonra da adâbı muhafaza etmektir. Kul adâ- bı muhafaza ettiği müddetçe, şeytan ona göz dikmez. Adâbı terkettiği gün şeytan sünnetlere göz diker, sırasıyla vâciblere, haram nesneleri irtikâb etmeğe, farzları terketmeğe, sonra da ihlâs ve yakîni bırakmaya göz diker ve böylece kulun imânsız kalmasını sağlayıncaya kadar şeytanın arzu ve tasallutu devanı edeı. Şeytanın şerrinden Allah’a sığınırız, ömrümüzün sonunun kötüve gitmesinden de Allah’a iltica eder, merhametine dayanırız. İmân: Allah’ı bilmek, O’nun Resûlünü tasdik etmektir. Bu bakımdan imân nefis bir cevherdir; mü’min olan kişi onunla en yüksek derecelere erişir. Cennetin doruğuna yükselir, bövlece Allah’ın cemâlini görür. Bizim ve sizin için imân üzere sebat etmekliği Allah’tan dileriz. Büyük âlimler, seçkin velîler diyorlar ki: Âdâbı terketme hastalığına mübtelâ olan kimse, sünnetle ri terketme ibtilâsma uğrar. Sünnetleri terketme ibtilâsma uğrayan kimse, vâcibleri terketme ibtilâsma düşer. Vâcibleri terketme ibtilâsma uğrayan kimse haramları irtikâb etme ibtilâsma düşer. Haramları irtikâb etme ibtilâsma uğrayan kimse, farzları terketme ibtilâsma düşer. Farzları terketme ibtilâsma uğrayan kimse, şeriati küçümseme hastalığına yakalanır; bu hastalığa yakalanan kimse küfre düşer. (Bundan da Allah’a sığınırız).. O halde insana yaraşan, âdâbı muhafaza etmektir. Her işte ve her yerde ona riâyette kusur etmemektir. Gücü ve imkânı yettiği nisbette âdâba bağlı kalmaktır. îmam Şâfiî diyor ki: «Resûlüllah’m (S.A.V.) sünnetinde sadece ona uymaklık vardır.» Mü’min kimsenin Resûlüllah’a olan sevgisinin belirtisi, ahlâkında, fiillerinde, davranışlarında, yeme ve içmesinde Resûlüllah’a uymasıdır. Helâl yemekte, uykuda, ayakta durur ken, susarken, konuşurken hep Resûlüllah’a uymaya çalışmaktır Nitekim aynı husus Büstanü’l-Ârifîn’de de anlatılmıştır
AMELLERİN YEDİ MERTEBE ÜZERE OLDUĞUNA DAİR İNEN ÂYETLER VE VÂRİD OLAN SAHİH HADÎSLER
12
Eki